Karasu: Diktatörler nasıl düşüyorsa Erdoğan da öyle düşecektir!

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, faşizme karşı mücadelenin sadece seçim mücadelesi olmadığını ifade ederek Erdoğan’ın da dünyadaki diğer diktatörler gibi düşeceğini ifade etti.

Medya Haber’de yayınlanan özel bir programda konuşan Karasu, seçimlerde Erdoğan kazandı diye herhangi bir karamsarlığa girilmemesi gerektiğini ifade ederek “Bu, her şeyi seçimden beklemek anlamına gelir. Böyle bir şey yok. Bizim böyle bir yaklaşımımız olmadı. Ama tabii ki seçimleri de değerlendirmek gerekiyor. Bunu da bir mücadelenin parçası haline getirmek ve böyle görmek gerekiyor. Ama sadece seçimle sonuç alacağını düşünmek sistem içi muhalefetin işi olabilir. Bizimki sistem içi muhalefet değil, bir devrimci demokrasi muhalefettir ve bu sonucu da halkla, halkın örgütlenmesiyle, etkili mücadelesiyle alacağız, tutumlarla alacağız” dedi.

AKP hükümetinin hala zayıf olduğunu ve mücadeleyle yıkılacağını ifade eden Karasu, “Bu bakımdan faşizmin bu kadar sertleşmesi, saldırısı, seçimle gitmek istememesi şu anlama geliyor: Dünyanın diğer yerinde diktatörler nasıl düşüyorsa bu da bu hale gelecektir. Erdoğan'ın sonu böyle olacaktır. Diğer diktatörlerin düşmesi gibi olacaktır. Çünkü çok saldırgandır. Faşizmi en koyu biçimde uyguluyor. Eğer mücadele edilirse tabii bu kırma yaratılabilir” şeklinde konuştu.

Karasu’nun değerlendirmeleri şu şekilde: Önder Apo 25 yıldır esaret altında. Birkaç yıl dışında ağır bir tecrit altında tutuluyor. Birkaç yıl AKP iktidarının zor dönemde olduğu, mücadelemiz karşısında zorlandığı dönemde bazı yumuşamalar içine girdi, tecrit zayıfladı. Bazı görüşmeler yapıldı. Bu süreç biliniyor. Biz de zaten bu sürecin içindeydik. Oslo görüşmeleri süreciydi. Önder Apo'nun üzerindeki tecridin gevşetildiği dönemdi.

ÖNDER APO ÖZEL SAVAŞI BİLİNCE ÇIKARMIŞTI

Önder Apo üzerinde ağır tecrit  sürdürülüyor.  Avukatları da görüştürülmüyor, ailesi de görüştürülmüyor. Bu zaten Türk devletinin Önder Apo'ya nasıl yaklaştığını ortaya koymaktadır. Önder Apo üzerinde bu kadar yoğun tecrit, bir kişiye yönelik bir baskı değildir. Tamamen Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı yürütülen bir baskıdır. Kürt soykırım politikasını sonucudur. Bunu böyle görmek gerekiyor. Çünkü bu Önderlik halkı özgürlük bilincine kavuşturdu, örgütledi ve özgürlük mücadelesinin içine çekti. Bu açıdan intikam alıyor. Öte yandan Önder Apo'nun yeni paradigması da Türk devletinin soykırımcı sömürgeci düzenine karşı tehdit olarak görülüyor. Önder Apo'nun düşüncelerinin Türkiye'deki antidemokratik faşist rejimi yıkıma götürecek bir düşünce olduğunu, bir demokrasi, bir özgürlük anlayışı olduğunu görerek Önder Apo üzerinde ağır tecrit yürütüyorlar. Diğer yandan önemli bir konu da Türk devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü bir kirli savaş var, bir özel savaş var. Ki şunu özellikle vurgulamak istiyorum; Önder Apo'nun en temel Önderlik özelliklerinden biri Türk devlet gerçeğini kavraması. Türk devlet gerçeğini, Kürt halkına karşı yürüttüğü özel savaşı, kirli savaşı, soykırımcı sömürgeci savaşı derinliğine bilince çıkarmasıdır. Bu yönüyle Önder Apo, Türk devlet gerçeğini çözmüş ve buna karşı etkili mücadele vermiştir. Önder Apo, onların özel savaş politikalarına, oyunlarına, hilelerine karşı mücadelesini sürdürmüş, onların oyunlarını, hilelerini bozmuştur. Türk devleti bu gerçeği bildiğinden, özellikle bugünkü AKP-MHP faşist ittifakı da Kürt halkına karşı yoğun bir özel savaş yürütüyor. Sadece silahlı savaş vermiyor, bir de halka karşı özel savaş yürütüyor, psikolojik savaş yürütüyor.

DİRENMEK YETMEZ, ÖZEL SAVAŞI DA ANLAMAK LAZIM

İşte Önderlik gerçeğinin bunu boşa çıkaracağını görerek, Önderliği tecrit altına alıyorlar. Çünkü Önderliğin kendi yürüttükleri özel savaşı politikaları boşa çıkaracağını, onların Kürt halkı üzerindeki yürüttüğü savaşa etkisi olacağını düşündüklerinden Önder Apo'ya tecrit uyguluyorlar. Bunu böyle bilelim. Bir de bütün Kürt halkı şunu bilmeli. Önder Apo'nun en önemli gerçeği, Türk devlet gerçeğini tanımasıdır, özel savaşı tanımasıdır. Bu Kürtler için çok önemlidir. Kürtler Türk devletinin özel savaşını tanımadan, psikolojik savaşını tanımadan, yürüttüğü hileleri tanımadan özgürlük mücadelesini başaramaz. Özgürlük mücadelesinin başarısında en önemli etken, Türk devlet gerçeğini tanımak, onun özel savaşını, psikolojik savaşını, soykırımcı sömürgeci savaşını tüm boyutlarıyla bilmekten geçer. Yoksa sadece savaşmak, sadece direnmek yetmez. Direnmek, savaşmak esastır. Ama direnmenin ve savaşın başarılı olması için Türk devletinin özel savaş gerçeğinin çok iyi bilinmesi gerekiyor.

Bir örnek vereyim Türk devletin özel savaş gerçeğini anlamak açısından. Turgut Özal cumhurbaşkanıydı, öldürüldü. Bunu ilk söyleyen Önder Apo’dur. Özal'ın öldüğünü duyar duymaz “Özal öldürüldü” demiştir ve gerçeği de budur. Çünkü Türk devlet gerçeğini tanıyor, ruhunu tanıyor, düşüncesini tanıyor, reflekslerini tanıyor. Nerede, ne zaman, hangi tutumu göstereceğini bildiğinden Özal'ın bu ölümüne de derhal açık, net bir tutum koymuştur. Önder Apo gerçeğini değerlendirirken, bu tecrit gerçeğini değerlendirirken, bu gerçeğin tüm Kürt halkı tarafından, tüm Kürt demokratik siyaset tarafından, dostları tarafından bilinmesi gerekiyor. Bu konuda Önder Apo'dan öğrenecek çok şey var. Kürt halkının, Kürt demokratik siyasetin hatta Kurdistan'ın dört parçasındaki tüm siyasi güçlerin bu konuda Önder Apo’dan öğreneceği çok şey var. Önder Apo'nun bu soykırımcı sömürgeci güçleri bilince çıkarmasını anlamadan da hiçbir Kürt siyasi hareketi, Türk devleti karşısında, soykırımcı sömürgeci güçler karşısında hatta tüm Ortadoğu'da Kürtlere düşman güçleri karşısında başarılı olamaz.

LEYLA SORXWÎN’İN DİRENİŞİ UNUTULMAYACAK

1 Haziran 2004 Hamlesini değerlendirmeden önce, yakın zamanda şehadeti ilan edilen Leyla Sorxwîn arkadaşın şehadetini ve bu temelde de kişiliğini değerlendirmek istiyorum. En başta onu saygıyla, minnetle anıyorum. Onun özlemlerini mutlaka özgür Kurdistan, demokratik Türkiye, demokratik Ortadoğu'da gerçekleştireceğimize inanıyorum. Bu sözü veriyorum, veriyoruz. Leyla Sorxwîn arkadaş, gerçekten de mücadelemizin, özellikle de gerilla mücadelemizin önemli komutanlarındandı. Yine 1 Haziran Hamlesinin başarıyla yürütülmesinde rolü olan bir arkadaşımızdı. Zaten 1 Haziran Hamlesini engellemeye çalışan 2003-2004 tasfiyeciliğine karşı en sağlam duruşu gösteren arkadaşlarımızdan biri de Leyla Sorxwîn arkadaştı. Bu yönüyle Leyla Sorxwîn arkadaşın mücadelede gerçekten çok emeği var. 30 yılı aşkın Kurdistan dağlarının her tepesinde, her vadisinde bulunmuş bir arkadaştı. Hiçbir zaman mücadele azmini, coşkusunu kaybetmeden, en zor koşullarda bile kazanma inancını kaybetmeden mücadele eden bir yoldaşımızdı. Mütevazı bir arkadaşımızdı. Kendisini sadece bu halkın mücadelesine hizmet etmeye veren, bunu düşünen bir arkadaşımızdı. Bu yönüyle tüm arkadaşlar tarafından da sevilen bir arkadaştı. Leyla arkadaşımızın mücadelesi sürdürülecek, yaşatılacak. Bu yönüyle onun mücadelesi, özellikle Botan’da fedakarca yürüttüğü savaş ve direniş unutulmayacaktır.

Leyla arkadaş, kadın özgürlük çizgisinde savaşan bir arkadaş arkadaşımızdı. Kürt kadın özgürlük çizgisinin en iyi temsilcilerinden biridir de. Bu açıdan Kürt kadınlarının, tüm genç kadınların, Leyla arkadaş gibi şehitlerimizi unutmaması gerekiyor. Kürt kadınları, Kürt genç kadınları Leyla arkadaşı anlamadan, tanımadan kendi gerçeklerini tanıyamaz. Bu açıdan bu arkadaşları tanımaları çok çok önemlidir. Eğer Kürt olarak var olacaklarsa, Kürt olarak özgür ve demokratik yaşama kavuşacaklar ise, Kürt toplum gerçeğinin içinde eriyeceklerse en başta da Leyla arkadaş gibi şehit arkadaşları tanımaları, anlamaları gerekiyor. Onlara bağlanmaları gerekiyor. Onların mücadelesiyle yürüttüğü mesajları iyi kavramaları gerekiyor. Onların yaşamının kendilerine hangi sorumluluğu verdiğini iyi anlamaları gerekiyor. Bunlar anlatılırsa, Kürt halkının gerçek evlatları olurlar. Kürt kadınını, Kürt genç kadınlarını en iyi biçimde temsil ederler. 

PKK’NİN BARIŞÇIL YAKLAŞIMI KARŞILIK BULMADI

1 Haziran Hamlesi, bizim açımızdan tarihi önemde bir hamledir. Bilindiği gibi ondan önce 5-6 yıllık çatışmasızlık dönemi vardı. Ateşkes dönemleri vardı. Önder Apo, 1999'da komplodan sonra 1 Ağustos'ta ateşkes ilan etti. Ve Türkiye'de demokratikleşme temelde Kürt sorununa çözüm için çabalar gösterdi. Bu süreçte biz ateşkese bağlı kaldık, çatışmasızlığı sürdürdük. Ancak Türk devleti bunun gereklerini yerine getirmedi. Şöyle düşündü; Önder Apo yakalandı, PKK bitti. Bu nedenle artık Kürt sorunu bitmiştir, yapılacak bir şey yok, denilerek Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye olduğunu, artık ayağa kalkamayacağı düşünerek, Kürt sorununun çözümü için herhangi bir adım atmadı. Hatta artık bitmiştir diyerek bir yaklaşım gösterdi. Halkımız da çok barıştan söz etti. Biz de çok barıştan söz ettik, çözümden söz ettik. Ama buna karşı en ufacık bir yaklaşım gösterilmedi. Hatta adım atılmadığı gibi PKK içindeki tasfiyecilerden medet umuldu. Ve tasfiyecilik de Önder Apo'nun yakalanmasından sonra PKK’de yaşanan sarsıntının tümden PKK’yi çöküşe götüreceğini düşündüler ve bu yönüyle inkarcılıkta ısrar ettiler. Herhangi bir adım atmadılar. Ardından AKP iktidarı geldi. Ona da çağrımız oldu. Adım atmalarını istedik ama onlar da adım atmadı ve umutlarını biraz tasfiyeciliğe bağladılar.

PKK’NİN BİR DAHA MÜCADELE EDEMEYECEĞİNİ SANIYORLARDI

Bunun karşısında biz ısrarla adım atılmasını istedik ama bunlar gerçekleşmedi. Biz aslında 2003'te Türk devletinin, AKP iktidarının bu tutumuna karşı mücadele içine girmek istedik. Çünkü AKP iktidara geldi, ona da şans tanıdık ama o da herhangi bir tutum değiştirmeyince artık bu durumu sürdüremeyeceğimizi, bu ateşkes durumunun böyle sürmesinin özgürlük hareketinin, mücadelemizin tasfiyesiyle eş anlamlı hale geleceğini düşünerek mücadele içine girdik. Ancak tasfiyecilik, 2003'te ve 2004'te bizim mücadele etmemizi engellemeye çalıştı. Tasfiye için en önemli çabası, bizi mücadeleden alıkoymaktı, artık mücadele edemez hale getirmekti. Böyle bir yaklaşım içine girdi. Tabii bu yaklaşımın arkasında ABD vardı, KDP vardı. Onlar da tasfiyeye destek vererek, hareketimizi mücadeleden, çizgiden koparıp mücadele edemez bir örgüt haline getirmeyi hedefliyorlardı. Asıl hedefleri buydu zaten. Tasfiyeciler de bunu açık söylediler. Sizin mücadele etmenizi kabul etmiyoruz, engelleriz dediler. Dediler ve engellemeye çalıştılar. Ancak Leyla yoldaş ve birçok şehidimizin tutumu temelinde tasfiyeciliğe karşı bir duruş ortaya konuldu. Önderlik de tasfiyecilerin tutumunu kabul etmedi. Hareketin önüne bir yeni bir mücadele çizgisi koydu. Onlar, o yeni mücadele çizgisini izleyemeyecekleri için kaçtılar. Onların kaçışı, aynı zamanda mücadelemiz önünde engel olan tasfiyeciliğin tasfiye olması anlamına geldi ve 1 Haziran 2004 Hamlesi gerçekleştirildi. Bu çok önemli bir hamledir. Çünkü 5 yıldan sonra böyle bir mücadele geliştirmek kolay değildi. Hatta Hürriyet'in başyazarı Ertuğrul Özkök, “Toprağa gömülen savaş baltaları bir daha çıkmaz, çürür” dedi.  Artık PKKnin bir daha mücadele edemeyeceğini söylüyordu.

TASFİYECİLERİN PLANLARI BOŞA ÇIKTI

Bu yönlü düşünceler çok fazlaydı. Artık PKK ayağa kalkamaz deniliyordu. Türk devletinin görüşü buydu. Başardıklarını düşünüyorlardı. Fakat Önderliğin ortaya koyduğu bir mücadele çizgisi vardı. Önderliğin yeni paradigması daha etkili mücadele edilmesini öngörüyordu. Bu yönüyle biz de 2004 hamlesinin kararını alarak hamleye başlattık. Tasfiyecilerin kaçışından sonra gerçekleşti bu hamle. Çünkü tasfiyeciler, KONGRA-GEL ikinci genel kurulunda kaçtılar. Biz de hemen genel kuruldan sonra 1 Haziran 2004 hamlesini ilan ettik. Bu çok önemli bir hamleydi. Eğer biz bu hamleyi geliştiremeseydik, şu anda Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye olabileceği gibi, Güney Kurdistan'daki oluşum da tasfiye olurdu. Kurdistan'ın diğer parçasındaki mücadele gelişmedi o zaman. Hatta tasfiyeciler, KDPliler, tabii AKP'yle birlikte, MİT ile birlikte, Türk devletiyle birlikte bir propaganda içine girdiler. Aslında arkasında MİT de vardı. Çünkü KDP ile AKP artık ortak hareket ediyordu. MİT tasfiyecilik ile ortak hareket ediyordu. Ortaya attıkları tez, bizi mücadeleden alıkoyma teziydi. KDP ve tasfiyeciler, güya Önderlik İmralı'da Türk devleti ile anlaşmış, bu savaş kararını almışlar. Biz böylelikle 1 Haziran 2004 Hamlesini yapacağız, Türk devleti de bunu bahane ederek Başûrê Kurdistan’a girecek ve kazanımları ortadan kaldıracak. Halbuki eğer 2004 hamlesi başlamasıydı, Türk devleti Başûrê Kurdistan’daki bu yönetimi tasfiye ederdi. Bizim mücadelemiz hem bütün Kurdistan'daki özgürlük mücadelesini yeniden canlandırıp geliştirdiği gibi, Başûrê Kurdistan’a yönelik Türk devletinin planlarını da boşa çıkarmıştır. Eğer şu anda Başûr’da bir federasyon varsa, hala belli kazanımlar söz konusuysa, bunu sağlayan 1 Haziran 2004 Hamlesidir. Bu olmasaydı Türk devleti mutlaka bu federasyonu tasfiye etmek için her yolu ve yöntemi kullanacaktı. Bizim mücadelemiz Başûr’da bunun önünü aldığı gibi, Türk devleti bizim mücadelemize karşı KDP’yi kullanmak için bu federasyonla daha sıkı ilişki geliştirdi.

1 HAZİRAN HAMLESİ ŞEHİTLERİMİZİ MİNNETLE ANIYORUM

Zaten 2007'de de Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra ABD'nin Türkiye'ye PKK'yi tasfiye etme desteği karşılığında Başûr’daki federasyonu tanıdı Türk devleti. Türk devletinin federasyonu tanıması, esas olarak Erdoğan-Bush görüşmesinden sonradır. Nitekim zaten Baykal bile dedi; “değerlendireceksek, yararlanacaksak PKK’ye karşı onlarla ilişki kurulur” dedi. Öncesinde ise karşıtlık yapıyordu.

1 Haziran 2004, tam 19 yıldır sürüyor. 15 Ağustos Hamlesinin devamıdır. Çünkü bir kesintiye uğramıştı. Beş yıllık bir ateşkes süreciydi. Biraz 2004 hamlesiyle bu süreç devam etmişti. Öte yandan 1 Haziran 2004 Hamlesi sadece Türk devletinin tasfiye saldırılarına karşı bir duruş, yeni bir mücadele dönemi olmamış, aynı zamanda tasfiyeciliğin tasfiyesini de beraberinde getirmiştir. 1 Haziran 2004 Hamlesiyle birlikte aslında tasfiyecilik de tasfiye edilmiştir. Onların politikaları başarısız kılınmıştır. Onların örgüte dayattığı politikalar başarısız kılınmıştır. Tabii ki bir daha vurgulayalım; Önder Apo'nun belirleyici etkisi vardır. Bu vesileyle bir Haziran 2004 Hamlesini başlatan tüm şehitlerimizi saygıyla, minnetle anıyorum. Onların yarattığı bir irade var. 15 Ağustos Hamlesini geliştirme, iradesini sürdürme iradesi ortaya çıktı. Bu da tabii ki çok değerlidir. Bundan sonraki mücadelemizde de bu hamlenin yarattığı etkiler, hamlenin yol göstericiliği sürecektir.

BU SEÇİMLERE SEÇİM DENEMEZ

Türkiye'deki  seçimler konusunu çok kapsamlı derinlikli değerlendirmek lazım. Doğru değerlendirmek lazım. Çünkü Türkiye'deki seçimleri doğru değerlendirmeden Türk devlet gerçeği anlaşılamaz. Buna karşı mücadelenin nasıl yürütülmesi gerektiği de anlaşılamaz. Bu konu önemlidir. Türkiye çok partili hayata, kendi demokrasi mücadelesi dinamikleriyle girmedi. Tabii ki bu halkın mücadelesi vardı, Kürt halkının mücadelesi vardı, sosyalist Kürtlerin mücadelesi vardı. Bu yönüyle mevcut tek parti sistemine karşı bir duruş vardı. İkinci Dünya Savaşının sonlanması, faşizmin yenilmesi ortamında Türkiye'de özellikle Batı kaynaklı bir demokrasi dalgası ortaya çıktı. Bu Batı'da önemsenir hale geldi. Türkiye de hem Avrupa'yla ilişkileri geliştirmek hem de Sovyetler karşısında kendisini güvenceye almak ve Kürt halkına karşı, demokrasi güçlerine karşı mücadele edebilmek için iki partili sistem hayata geçti. Batı'nın, ABD'nin o dönemde desteğini almak için böyle bir sürece girdiler. Türkiye NATO'ya girdi. Daha sonra çeşitli uluslararası kurumlara üye oldu. Bunlarda da en temel amaç, Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak, Kürtleri soykırıma uğratmak olmuştur. Bir kere bu çok iyi görülmeli. Bu görülmeden Türkiye'de ne siyaset gerçeği, ne devlet gerçeği, ne seçim gerçeği doğru anlaşılamaz. Bunun altını çizmek istiyorum.

TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ OLURSA KÜRTLER YARARLANIR DİYORLAR

Türkiye'deki demokrasi denilen, seçim denilen süreç, aslında soykırım sisteminin üstünü örtmek için gerçekleştiriliyor. Çünkü Türkiye'nin temel politikası, tek politikası Kürtler'i soykırıma uğratmaktır. Bütün kurumları buna göre şekillenmiştir. Ekonomik kurumları, siyasi kurumları, kültürel kurumları, sanatı, sporu, her sosyal yaşamı, her türlü kurumları, Türkiye'deki tüm sistem, Kürtleri soykırıma uğratma üzerine kurulmuştur. Bu dönemde çok partili sisteme geçildi. Çok partili sistemin de en temel amacı buydu. Türkiye'deki bu seçimli olaya, özel savaş demokrasisi diyordum. Belki böyle kavram yok ama Türkiye'deki seçimleri, bu işte seçimli sistemi değerlendirirken bu gerçeği görürsek belki daha doğru değerlendiririz. Şimdi seçimli sistem demek, demokrasi, asgari de olsa, Avrupa demokrasisi de olsa belli bir demokrasi gerektirir. Ama Türkiye'de hem seçimler var hem de demokrasi karşıtlığı var. Bu paradoks nereden kaynaklanıyor? Şundan kaynaklanıyor. Diyorlar; Türkiye'de demokrasi olursa Kürtler yararlanır. Kürtler yararlanmasın diye demokrasiden kaçınılıyor, demokrasi karşıtlığı yapılıyor, demokratik adımların önü alınıyor, demokrasi düşmanlığı yapılıyor. Bu gerçeği bilelim. Seçimler oluyor ama seçimler gerçek anlamda bir demokratikleşmenin parçası haline gelemiyor. Nedeni budur. Bu gerçeğin görülmesi gerekiyor.

Son seçimler ise bu çerçevede bakıldığında daha özgün bir hale geliyor. Şu anda Türk devletinin AKP-MHP rejiminin özellikle de çöktürme plandan sonra son 8 yıldır tüm hedefi, Kürt halkının özgürlük mücadelesini çöktürmek, tasfiye etmektir. Amaç bu. Bunun için yoğun saldırı var. Bütün iç politikasını, dış politikasını buna dayandırmış. Kürt varsa ben ezeceğim diyor. Böyle bir saldırı içinde olan, tüm politikası Kürt halkını, özgürlük mücadelesini ezme doğrultusunda olan bir iktidarın, bir AKP-MHP iktidarının gerçek anlamda demokratik bir seçim yapacağı düşünülebilir mi? Ne diyorlar? Eskiden beri var ama son zamanda daha çok dillendirdiler. Vatan söz konusu olduğunda gerisi teferruattır diyorlar. Seçim de demokrasi de teferruattır. Şu anda tümden Kürt halkının özgürlüğünün tasfiyesini hedeflemişler. Bunun için ne gerekiyor? Kürt halkın özgürlük mücadelesini ezmek gerekiyor. Bunun için ne gerekiyor? Türkiye'deki demokrasi güçlerini ezmek gerekiyor, susturmak gerekiyor. Çünkü her türlü demokratik gelişmeden Kürtler yararlanır diyor. Böyle bir iktidarın adil bir seçim yapacağı düşünülebilir mi? Ya da onların kendi masalarında konuştuklarına bakalım. Beka sorunu diyorlar değil mi? “Türkiye'nin bekası için, Türkiye'nin birliği için bir seçim yapacağız. Bunlar bir seçime feda edilebilir mi? Bunlar söz konusuyken seçimin ne anlamı var? O zaman böyle gerçek bir seçim olamaz. Öyle bir seçim yapmalıyız ki bizim soykırım sistemimize, şu andaki politikamıza hizmet etsin, diyorlar. Seçimi işte bu politikalara hizmet etmek için, meşruiyet kazanmak için, yani yeniden meşruiyet kazanıp, bu politikaları etkili sürdürmek, saldırıları arttırmak için seçim yaptılar. Ama her şeyi ayarladılar. Kimler ne kadar oy alacak? Yeni cumhurbaşkanı kim seçilecek? Bunların hepsi ayarlamadır. Yüksek Seçim Kurulu ellerinde. Adam dün konuşuyordu; neredeyse büyük coşkusunu dışa vuracak. Şimdi bunun adil bir seçim olduğunu kim söyleyebilir? Seçim olacaksa adil ve demokratik olur. Adil ve demokratik değilse o seçim seçim değildir zaten.

SEÇİMİ NORMAL BİR SEÇİM OLARAK GÖRMEK MEŞRULAŞTIRMAKTIR

Şimdi propagandalarına bakın. 40-50 tane televizyon hizmet ediyor. Eskiden öyle bir şey yoktu. TRT herkese eşit davranırdı. Diğer televizyonlar da öyleydi. Şimdi son seçimde ne oldu? İşte TRT Erdoğan'a 400 saat Kılıçdaroğlu’na 4 saat mı, 40 saat mı yer vermişler. Televizyonlar böyle kullanıldı zaten. Öte yandan onlar her türlü yalanı, iftirayı attılar. Öyle ki, neredeyse sanki PKK Millet İttifakı’yla anlaşma yapmış. Bu kadar yalan attılar. HDP ile CHP böyle bir anlaşma yapmamıştı, yapmadılar. Böyle bir şey yok. Bunların söylenmesine rağmen böyle işlediler işte. Montajlar yaptılar, kasetler yaptılar. Bakanlar her türlü faaliyeti yürüttü. Eskiden İçişleri, Ulaştırma Bakanı ve Adalet Bakanı istifa ederdi, yerine tarafsız birileri konurdu. Şimdi bırakalım istifa etmelerini, en aktif onlar çalıştı. Bu yönüyle bu seçimi gerçekten demokratik olarak görmek, normal bir seçim olarak görmek doğru değil, meşrulaştırmaktır. Bu tür baskıların üstünü örtmektir. Bu gerçeklerin üstünü örtmektir.  

Türkiye tarihinde de böyle bir seçim yoktur. Zaten dünyada da olamaz. Buna kim gerçek anlamda seçim diyebilir? Ya da bunların sonuçlarına göre Türkiye siyaseti, Türkiye'deki siyasi güçler değerlendirilebilir. Bu sonuçlara göre değerlendirmek yanılgıdır. Kuşkusuz bazı değerlendirme yapmak gerekiyor, yapılacaktır. Ama tümden bu sonuçlara göre yapılan değerlendirmeler Türk devletinin özel savaş hizmet eder, AKP-MHP iktidarına hizmet eder.

Bu bakımdan bu seçimin seçim olmadığını görmek, bu seçimde her türlü hilenin yapıldığını görmek, bütün bunları değerlendirmek ve bunları görerek bu iktidarın, bu devletin bu seçim politikası, bu uygulamaları nasıl aşılabilir, nasıl engellenebilir; onun üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor. Sorun buradadır. Sorun, Türk devletinin bu seçim gerçeğini, politikalarını görmeme, ona göre tedbir almama, ona göre adımlar atmamadadır. Bunları biraz da şunun için belirtiyorum. İzliyoruz televizyonları, değerlendirmeleri izliyoruz. Gerçekten sanki normal bir seçim varmış gibi, normal bir seçim olmuş gibi değerlendirmeler yapılıyor. Bu gerçekleri görmemeyi beraberinde getirir. Evet, muhalif kesimlerin, diğer kesimlerin eksiklerini, yetersizliklerini değerlendirmek ayrı. Onlar zaten değerlendirilir. Ama bu, seçim ortamının nasıl bir seçim olduğunu çok açık biçimde ortaya koymak gerekiyor. Örneğin, Kurdistan'a bakalım; seçimden önce bu kadar tutuklama olmadı mı? Bu kadar baskı olmadı mı? HDP'yi kapatma baskısı olmadı mı? İkinci turda hemen hemen her yerde tutuklamalar yapılmadı mı? Bu yönüyle öyle bir baskı yürütüldü ki, HDP zaten düşman ilan edildi. CHP, HDP'yle ilişkili diye hain ilan edildi, düşman ilan edildi, işgalci ilan edildi. Bu gerçeklerin görülmesi gerekiyor. Yoksa büyük yanılgılar ortaya çıkar. Eleştiri altında, şu bu adı altında bu gerçekler görülmeden yapılan değerlendirmeler, AKP-MHP iktidarının, bu devlet gerçeğinin gerçek yüzünü gizlemeye yarar. Bu gerçeğin herkes tarafından bilinmesi gerekir.

İTTİFAKLAR DOĞRU ELE ALINMALI

En başta şunu belirtelim; HDP'nin seçimlere ittifakla girme politikası doğru bir politikadır. Bu ittifaklar politikasının doğruluğunu tartışmak, bu ittifak politikası konusunda kuşku uyandırmak, sadece AKP-MHP iktidarına yaramaz, aynı zamanda HDP'nin Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte mücadele projesini sabote etmek olur. Bu yönüyle HDP'nin 2015'ten sonra bugüne kadar yürüyen partiyle seçime girme politikası çok önemlidir. Ondan önce partiyle girilmiyor. O sadece ne anlama geliyordu? Bazı Kürtleri milletvekili seçtirmek anlamına geliyordu. Bir politikayı, bir stratejiyi ifade etmiyordu.

HDP ile yeni bir strateji, yeni bir politika devreye konuldu. Türkiye'deki demokrasi güçleriyle birlikte Türkiye'yi demokratikleştirme stratejisi ortaya konuldu. Çünkü Türkiye, dünyanın başka yerlerindeki gibi denizaşırı bir sömürge, denizaşırı bir egemenliği olan bir ülke değil. Türkiye ile iç içe olan bir ülke. Bu yönüyle Kürt sorununun çözümüyle Türkiye'nin demokratikleşmesi arasında doğrudan bir bağ var. HDP'nin ittifak projesi bununla ilgili. Bu açıdan ittifak politikasını tıkamak, eleştirmek, bu projeyi boşa çıkarmaktır. Aslında Kürt halkının politikasız bırakılmasıdır. Bu, Türkiye'deki demokrasi güçleriyle Türkiye'yi demokratikleştirme ve Kurdistan'ı özgürleştirme, Kürt sorununu çözme politikasını sabote etmek olur. Bu gerçeğin bilinmesi gerekir. Kürtleri Türkiye demokrasi güçlerinden koparmak isteyenler kimdir? MİT’dir, AKP'dir, MHP'dir. Yüzyıllık sömürgeci politikalardır. Kürtleri yalnızlaştırıp soykırıma uğratmak istiyorlar, ezmek istiyorlar. Kürtler bu oyuna gelmemelidir. Türkiye demokrasi güçleri de Türkiye'nin en dinamik demokrasi güçleri olan Kürtlerle ortak demokrasi mücadelesi vermeden Türkiye'yi demokratikleştiremez.

EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI DAHA GENİŞ KESİMLERE ULAŞABİLMELİDİR

Türkiye'deki gericiliğin kaynağı Kurdistan'daki soykırımcı sömürgeciliktir. Bu açıdan Kürt halkıyla Türkiye halklarının demokrasi mücadelesinin ortaklaşması çok çok önemli. Bunu bir kere böyle görmek gerekiyor. Şimdi seçime girdiler. Emek Özgürlük İttifakı yüzde 10,5 oy aldı. 2018'den yarım puan düştü. Çünkü 2018'de HDP, TİP ile birlikte girmişti seçime. O zaman TİP listeyle girmemişti. TİP’le birlikte seçime girmişti. TİP Hatay'da milletvekili çıkardı. Yine Erkan Baş da İstanbul Milletvekili oldu. Bu yönüyle böyle değerlendirmek lazım. 10,5 oy almışlardır. Tabii ki şu ayrı bir konu. Biz de TİP’i eleştirdik. Bu seçim, o seçim değil dedik. Ayrı listelerle girmek doğru değil dedik. Bu eleştirilebilir, tartışılabilir. Bunun tartışması yapılıyor ama biraz da onun üzerinden bu Emek ve Özgürlük İttifakı yıpratılmaya, dağıtılmaya çalışılıyor. Evet, bu eleştirilebilir ama bu Emek ve Özgürlük İttifakı'nın dağıtılmasına bir gerekçe yapılamaz. Emek ve Özgürlük İttifakı daha geniş kesimlere ulaşabilmeliydi, bu doğru. Buna katılıyoruz. Daha geniş kesimlere ulaşabilirdi. Listelerde her zaman eksiklik olur. Listelerde hiçbir zaman en doğru şeyi kimse yapamaz, zordur. Kolay değildir. Her listede memnuniyetsizler vardır, küskünler vardır olabilir. Sorun onda değil. İttifak daha nasıl genişleyebilirdi, daha geniş kesimlere nasıl ulaşılabilirdi; bunun üzerinde daha fazla yoğunlaşılmalı.

Bu konuda eksikler vardır. Bu ayrı bir konu ama işte ittifak oldu, bundan böyle oldu. Ya da işte Kürt oylarıyla, işte bilmem şunlar, bunlar milletvekili seçiliyor. Bunlar doğru şeyler değildir. Eskiden en fazla 35 milletvekili çıkarıyordu. Şimdi en zorluklarla dolu haliyle 65'e çıkmış; 30 fazla. Bu 30'un içinde Kürtler de var. Bu yönüyle değerlendirme yapılmalı. Eleştiri olmalı ama doğru eleştiri olmalı. Bazılarının yönlendirmesiyle eleştiri yapılmamalı. 61 tane milletvekilinden 6’sı Türkiye solundan. Birkaç arkadaş da eskiden beri zaten bu hareketin içinde. HDP’den önce de bu parti ile mücadele edenlerdir. Türkiye'de bir demokrasi mücadelesi var, sol gelenek var. Denizlerin, Mahirlerin, Hikmet Kıvılcımlı’nın… Bunlar tabii ki bunun içinde yer almalı. Ama sadece bunlarla sınırlı kalmamalı. Daha geniş çevrelere açılmak gerekiyor. Ama özellikle TİP üzerinden geliştirildi bu tür tartışmalar. Bu, Emek ve Özgürlük İttifakı'nı neredeyse dağıtacak. Bundan bize hiçbir şey gelmiyor gibi yaklaşımlar yanlıştır. Eksikleri eleştirmek ayrıdır. Bunu yapmak, Kürtlerin politik mücadelesini zayıflatır. Kürtlerin kazandığı milletvekili sayısını azaltır, fazlalaştırmaz. Böyle ucuz değerlendirmeler yapılmamalı. Gerçekçi yapılmalı, doğru hesap yapılmalı. Bu yönüyle sanki bir böyle yönlendirme var. Bu bence MİT'in, AKP'nin, KDP ve KDP yanlılarının yarattığı bir havadır. Kürtlük adına Kürtlük düşmanlığıdır. O söylemlerin Kürtlere bir faydası yok. Kürtler zarar görür ondan. Emek ve Özgürlük İttifakı'nın dağıtılmasından Kürtler zarar görür. Hatta şunu söyleyebiliriz; Kürtlerin en büyük kazanımlarından biri; böyle bir ittifak gerçekleştirerek, Türkiye halklarına ulaşmalarıdır. Türkiye'nin metropollerinde İstanbul'da, İzmir'de, Çukurova'da belli bir kesime ulaşılmıştır. Bu önemli bir gelişmedir, bu bir başarıdır.

KİMSE İTTİFAK KONUSUNDA UCUZ DEĞERLENDİRMELER YAPMAMALI

Bu açıdan gerçekten insan görünce şaşırıyor.  Bu kadar saf olunamaz. Türk devlet özel savaşı iyi kavranmalı. Neyi hedefliyor; bunlar iyi kavramalı. İşte ilk girişte Önderliğin büyüklüğünün, Önderliğin mücadelesindeki başarısının Türkiye'deki özel savaş gerçeğini, Türk devlet gerçeğini iyi anladığından, ondan oyunlarını boşa çıkararak Kürt halkının özgürlük mücadelesini bu noktaya getirdik, dedik. Şimdi de HDP üzerinde, Emek ve Özgürlük İttifakı üzerinde bir özel savaş oyunu var, politikası var. Buna gelinmemeli, dikkat edilmeli. Bazı eksikleri görüp eleştirmek ayrıdır ama bu oyunlara gelmek ayrıdır. Zaten HDP ve Yeşil Sol Parti “biz değerlendireceğiz, eksiklerimiz göreceğiz” ama eksikler nerede onu görmek lazım. Bir de HDP üzerindeki baskıyı kaç yıldır Kürt halkı üzerinde yürütülen baskıları, bu kadar tutuklamayı görmeden kimse ucuz değerlendirme yapmamalı. Kolay değil gerçekten. Yine büyük mücadele veriyorlar. Baskılar altında verilen mücadele küçümsenmemeli, sonuçlar da çok zayıf görülmemeli. Halkın tutumu yerindedir. Örgütlenmede eksikler belki, daha geniş kesimlere gitmede bazı eksikler olabilir. Burada bu aranabilir. Yoksa halkın tutumunda bir eksik yok. Halk tutumunu koruyor. Emek ve Özgürlük İttifakı projesinde eksik şey yok. Onun kuruluşunda bir yanlışlık yok ama yapılan yanlışlıklar var, eksikler var.

Daha geniş kesimlere tabii ki ulaşılmalı. Gerçekten şaşırıyoruz. Neredeyse her taraftan HDP’ye, Yeşil Sol’a bir baskı var. Bence etkileniyorlar da biraz. Evet, biraz değerlendirsinler, özeleştiri versinler ama bu baskılardan da etkilenmesinler. O baskılardan etkilenerek değerlendirmelere gitmesinler. Buna da dikkat etsinler. Sol kesimleri tırtıklamak istiyorlar. 6 tane milletvekili çıkarılmış. 1-2 tane İstanbul'da, Mersin'de 1 tane, Adana'da 1 tane, bir de İzmir'de böyle 6 tane var. Diğerleri zaten eskiden beri bu parti içinde olan kesimlerdir.

EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI BAŞARISIZ DEĞİLDİ

Emek ve Özgürlük İttifakı 10,5 oy almış. Evet, oy oranı biraz düşmüş. Sanki baraj yüzde 7’ye düşünce, biraz o eski motivasyonda zayıflıklar var. Bunu da görelim. Önemli olan bu zayıflığı eleştirmek işte. Niye bu zaaflar gösterildi? Önceden oy veren kesimler vardı, onların HDP'ye ve Yeşil Sol Parti'ye, bu ittifaka kalıcı oy vermesini sağlamak vardı. Çünkü kabul edelim, HDP'nin baraj altında kalmasını istemeyen kesimler de vardı, verdiler. Önemli olan onların oylarını kalıcılaştırmak. İşte emanet oy gibi görmemek gerek. Buralarda eksiklikler var.

HDP'nin bir Sivas Milletvekili Adayı anlatıyordu. Diyordu, ben Sivas'a gittim. Oy istedim; dediler “geçen seçimde biz size oy verdik barajı aşmanız için. Ama şimdi milletvekili de çıkaramazsınız. Bu bakımdan, tamam size değer veriyoruz ama biz de oyumuzu CHP'ye vereceğiz.” Evet, böyle diyenler vardır . Bir de gerçekten sadece milletvekili seçilen yerlerde değil, seçilmeyen yerlerde de iyi çalışmak gerekiyordu. Bunu ben önceden gördüğüm için, bu yaklaşımın oy oranını düşüreceğini söyledim. Sadece milletvekili seçilen yerde değil her yerde çalışmak lazım. Daha önce oylar alındı, onları yine almak lazım. Ama bu yapılamadı.

Emek Özgürlük İttifak'ını başarısız görmemek lazım. Ama daha iyi sonuçlar alabilirlerdi. Devletin de ayarlamaları var. Çalmalar, şunları ve bunları hesaba katmak gerekiyor.  Bir de Emek ve Özgürlük İttifakı'nı sadece seçim ittifakı olarak görmemek gerekiyor. Asıl mücadele bundan sonra başlıyor. Bu ittifakı daha da genişletmek lazım. Bu ittifak mücadele ittifakı haline gelmeli. Kendi içindeki eksikler karşısında tamam eleştiri-özeleştiri olmalı. TİP, diyelim eksikliği varsa eleştiri-özeleştiri vermeli. Diyelim Yeşil Sol Parti de, HDP de eksiklerini eleştirmeli. İttifakı güçlendirerek yola devam etmelidir. Evet ben bir eleştiri yapabilirim. Mesela birinci turdan sonra ittifak niye hemen bir araya gelmedi, bir değerlendirme yapmadı? İttifakı önemsemek lazım. Bu ittifak devam etmeli, güçlendirilmeli. Bu ittifakı devam ettirmemek, güçlendirmemek, bu projeyi etkili hale getirmemek Kürtlere zarar verir, HDP'ye zarar verir, daha zayıf duruma düşer. Bu bazılarının eleştirilerine göre hareket edilirse daha zayıf duruma düşürür. Başkalarının, dışarıda şu bu özel savaşçıların, AKP'lilerin, MİT'in, KDP'nin ne dediğine bakmadan kendi eksiklerini, yetersizliklerini değerlendirerek önlerine daha güçlü baksınlar.

KÜRTLER HAYIR DEDİ

Türkiye'deki başkanlık sistemi dünyada yok. Tek adam sistemi, parlamentonun etkisi yok. Gerçekten parlamentonun etkisi diplerde. Bu bakımdan bu seçimde önemli olan Cumhurbaşkanlığı seçimiydi, o konudaki tutumdu. Bu konuda Kürt halkının, Emek Özgürlük İttifakı'nın tutumu gerçekten çok netti. Bu konuda en net tutumu olan Kürt halkı ve Emek Özgürlüğü İttifakı’ydı. Net gittiler, tutumlarını ortaya koydular. Kılıçdaroğlu’nu desteklediler ama örneğin, altılı masada İyi Partililerin hepsi destekledi mi? Kuşkulu. Bu konuda gerçekten kuşkular var. Yine altılı masadaki diğer partilerin, belki tabanın bir kısmı verdi, bir kısmı vermedi. Öyle anlaşılıyor. Ya da sandığa gitmedi belki. Gerçekten de özellikle birinci turda Kürt halkı ve dostları çok yoğun biçimde tutumlarını ortaya koydu. Bu konuda hiç kimse bir şey söyleyemez. Hiç kimsenin söyleyeceği bir şey yoktur. Kürt halkı tutumunu açık ve net koymuştur. Demokrasi mücadelesine yana olduğunu ortaya koymuştur. Kürt halkı Türkiye'nin demokratikleşmesinin öncü gücüdür. Bugün de öyledir, yarın da öyle olacaktır. Çünkü Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun çözümü konusunda bir politika yürütüyor. Zaten demokratik bir hareket, demokraside öncü bir hareket. Sadece Türkiye'de değil Ortadoğu'da demokrasinin öncüsü bir hareket. Hatta bugün kadın özgürlük çizgisiyle dünyada demokrasinin öncüsü bir hareket. Böyle bir hareket.

Kürtler tabii ki Türkiye'deki demokrasi mücadelesinde de tutum koyacaklardır. Şimdi Kürtlerin soykırım altında olan bir halk gerçeği var. Şu anda soykırım politikasını zirveye çıkan AKP-MHP iktidarıdır. Bu bakımdan Kürt sorunu Ortadoğu'da ve Türkiye'de karmaşıktır. Bu açıdan Kürtler de politika yapacaktır. Politikasız bu mücadele yürümez, taktiksiz yürümez. Hatta dünyada çok zengin, politikaya, taktiklere ihtiyacı olan bir halk varsa, bir özgürlük mücadelesi varsa o da Kürtlerdir. Bu Kürt sorununun karmaşıklığından kaynaklanıyor. Bu açıdan Kürtler doğru politika ortaya koydular. Demokrasi güçleri doğru politika ortaya koydular, Kılıçdaroğlu'na oy verdiler. Kürtler ya politikasız kalacak ya da bu tutumu göstereceklerdir. Bu açıdan Kürtler tabii ki demokrasi doğrultusunda tavır koyacaklardır. Kürt halkının özgürlüğünü düşünenler, hangi tutum demokrasiye hizmet eder, hangisi hizmet etmez değerlendirmesi temelinde demokrasiye hizmet eden tutumu koyacaklardır. Bunun diğer tarafı da faşizmi geriletme yönünde tutumu koyacaklardır. Doğru tutum budur. Bunu yaptılar. Ama ikinci turda çeşitli propagandalar yapıldı. AKP, MİT, troller, KDP yaptı ya; “Kürtler sandığa gitmesin, oy kullanmasın” diye. Bu Kürtlerin iradesi değil, herhangi bir Kürt siyasi iradesini ortaya koyduğu tutum değil. Bunları ortaya koymanın zemini vardı tabii. Mesela işte Özdağ'ın durumu. Buna dayanarak, bunu gerekçelendirme zeminiydi. Çünkü Kürtlerin en hassas olduğu konu olan kayyum konusu gündemleştirildi ve bu nedenle sınırlı bir etkisi oldu. Fakat doğru değil. Bunun etkisinde kalınmamalı. Biz Kürtler kendimiz için politika yapıyoruz, kendimiz için taktik yapıyoruz. Şunun için, bunun için yapmıyoruz. Türkiye'nin demokratikleşmesi için yapıyor, yapmalı da. Sorun kimin kazanması değildir. Kürtler kendileri için bunu yaptılar, Kılıçdaroğlu için değil. Demokrasi için, faşizmi geriletmek için yaptılar. Sanki götürüp CHP ve Kılıçdaroğlu için oy verilmiş gibi bir algı yarattı. Öyle bir şey yok. Ama doğru politika oydu. Ona verilecekti. Kürtler o tutumu takındı. Bunu biz söylemedik, bizim böyle bir yaklaşımımız olmadı.

KÜRTLERİN DOĞRU POLİTİKALARA, DOĞRU TAKTİKLERE İHTİYACI VAR

Kürt siyasi hareketi öyle bir karar aldı. Bizce de kararları doğruydu. Bu açıdan son turda herhalde yüzde 4-5 civarında sandığa gitmeme olmuş Kurdistan'da. Böyle her yerde değil, bazı yerler. Batman'da, Şırnak'ta yükselmiş ama Ağrı gibi 1-2 yerde böyle düşüşler olmuş. Olmaması gerekiyordu. Tepkinin zemini var ama doğru değildi. Bu politika değil. Kürtlerin duygusal tepkiye değil, politikaya ihtiyacı var, politik mücadeleye ihtiyacı var. Doğru politika, taktiklere ihtiyacı var. Kürtler duygularla hareket ederse o zaman özel savaş her zaman yönlendirir. Bazı yurtseverler böyle duygusal, tepkisel yaklaşım göstermişler ama görülmesi gerekiyordu. Demek ki iyi anlatılmamış, daha iyi anlatılması gerekiyordu. Bu yaklaşımları anlattılar. Aslında bu AKP politikasıdır, MİT’dir, KDP’dir, çeşitli kesimlerdir. Bunlar yapıyor dediler. Ama demek ki etkili ikna edemedik. Yüzde 4'lük-5'lik azalma olmuş. Ama bu azalma sadece onunla alakalı değil. Gerçi Kürtler yoksuldur, hepsi işçidir, emekçidir. Yoksa aç kalacaklar. Biliyorsunuz Kürtler bin yıllardır gurbetçidir her yerde. Bin yıllardır gurbettedir. Türkiye'de de böyledir, İran'da da böyledir. Irak'ta da böyledir, Suriye'de de böyledir. Hep işçi olarak gurbet ellere gitmişlerdir. Kürtlerin en temel özelliği bu. Hele şimdi Kurdistan'da ekonomik koşullar zorluyor. Eskiden gurbete gitmek de sıkıntılıydı şimdi daha kolay. Herkesin orada akrabası var, tanıdığı var, şuyu buyu var. Bu yönüyle o yüzde 5’in de iki buçuğu bundan kaynaklıdır. Ama bunlar seçimin sonuçlarını değiştirecek kadar değil. Diyelim ki neredeyse iki buçuk milyon oy fazla almış. Kürtlerin bu oyu en az en fazla 200-300 bin arasında bir şeydir. Belki o kadar da yoktur. Öyle seçimin sonuçlarını değiştirecek bir oran değil.

TÜRKİYE’YE DEMOKRASİ GELECEKSE KÜRTLERİN TUTUMUYLA GELECEK

Kürtler ikinci turda açıkça oylarını Kılıçdaroğlu’dan yana kullandılar. AKP'nin oyları Kurdistan'da artmadı. Sinan Oğan’a oy verenler AKP’ye verdiler. Bu bakımdan bence Kürtlerin tutumu olumludur. Bunu herkes takdir etmeli. Türkiye'deki demokrasi güçleri takdir etmeli. Kürtlerin bu tutumunu en fazla onlar takdir etmeli. Bu çok önemlidir. Kürtlerin demokrasiden yana tavır almaları, özgürlükten yana tavır almaları çok önemli. Bu yönüyle Kürtler rüşdünü daha da ispatlamışlardır. Şunu açıkça bir daha ortaya koymuşlardır. Türkiye'deki demokrasinin motorudurlar, gücüdürler. Türkiye’ye demokrasi gelecekse Kürtlerin tutumuyla gelecek. Kürtler bu tutumuyla Türkiye'deki demokrasi güçlerini dinamik tutuyorlar, canlı tutuyorlar. Bugün hala Türkiye'de demokrasi mücadelesi varsa bunda Kürtlerin mücadelesinin payı büyük. Kürtler bu duruşu gösterdiler. Bunu herkes görmeli. Kürtlerin tutumu takdir edilmelidir.

MUHALEFET GÜÇLERİ MÜCADELE ETMEDİ

Muhalif kesimin, sistem içi muhalefetin, Millet İttifakı'nın önemli yanlışları oldu. Bunu belirtmemiz gerekiyor. Şimdi AKP-MHP gerçeğini görerek tedbirler alması gerekiyordu. Mücadele etmeleri gerekiyordu. Tutum koymaları gerekiyordu. En başta kayyumlara, dokunulmazlıklara tutum koymadılar. Bu AKP-MHP iktidarının, bu antidemokratik uygulamaların normalleştirilmesi, gericiliği normalleştirilmesi adım adım geldi. Onların birçok saldırıları vardı. Aman sokağa çıkmayalım, aman tepki göstermeyelim, dediler ve halkın mücadelesinin önünü aldılar. Önünü aldılar ve bu yönüyle etkili bir mücadele veremediler. İşte Erdoğan Cumhurbaşkanı olamaz diye düşündüler. YSK’ya karşı koyamadılar, baskı altına alamadılar. Bunları yapamadılar. Diyelim seçim oldu; İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Ulaştırma Bakanı istifa etmedi, devlet imkanlarını kullandılar. Bunlar konusunda kıyamet koparabilirdi. Böyle sanki normal bir seçimmiş gibi davrandılar. Kuşatıldılar ve bu hale geldi. AKP-MHP faşist iktidarı Türkiye’de zayıflamıştı, aşılabilirdi. Doğru tutum koysalardı, bu seçimi bu kadar antidemokratik hale getirmezlerdi. Daha demokratik, daha eşit koşullarda seçimle de götürebilirlerdi. Ama şunu göze almaları gerekiyordu; seçimle gitmez, o zaman mücadele edeceklerdi. Seçimle götürme de bir mücadele işiydi ve mücadele etmediler. Ondan sonra her türlü baskıyı yaptı, her türlü uygulamayı yaptı, her türlü imkanını kullandı, hile yaptı. Her türlü baskı normalleşti. Bu bakımdan sistem içi muhalefetin gerçekten de tutumları çok zayıf kaldı. Eğer bunu görmezlerse durum daha da kötüye gidebilir kendileri açısından. Ya da bunların yedeği haline gelirler. Demokrasi mücadelesinin parçası değil, faşist iktidarın paydası haline gelirler. Evet, CHP uzun süre böyle bir paydalık yaptı. Son dönemde biraz çalıştı, bundan kopmaya çalıştı ama yetmedi. Mücadele zayıf kaldı. Eğer Millet İttifakı, sistem içi muhalefet eleştirilecek ise bu çerçevede eleştirilebilir. Biz de zaten bunları eskiden beri değerlendirip eleştirdik.

DİĞER DİKTATÖRLER NASIL GİTTİYSE ERDOĞAN DA GİDECEK

Faşizme karşı mücadele sadece seçim mücadelesi değildir. Seçimde istediği sonucu alamadı AKP. Meclis'te çoğunluk aldı, Erdoğan kazandı diye herhangi bir karamsarlığa düşmemek lazım. Bu yanlış bir yaklaşım. Bu, her şeyi seçimden beklemek anlamına gelir. Böyle bir şey yok. Bizim böyle bir yaklaşımımız olmadı. Ama tabii ki seçimleri de değerlendirmek gerekiyor. Bunu da bir mücadelenin parçası haline getirmek ve böyle görmek gerekiyor. Ama sadece seçimle sonuç alacağını düşünmek, sistem içi muhalefetin işi olabilir. Bizimki sistem içi muhalefet değil, bir devrimci demokrasi muhalefettir ve bu sonucu da halkla, halkın örgütlenmesiyle, etkili mücadelesiyle alacağız, tutumlarla alacağız. Evet zordur, baskı çok var, faşizm saldırıyor, bunlar doğrudur. Ama şu da doğrudur; bu iktidar, bu faşizm zayıflamıştır, hala zayıftır. Seçimle kendine yeni bir meşruiyet alanı buldu ama bu onu güçlendirmiyor, sadece yeni bir meşruiyet. Tabii siyasette meşruiyet önemli ama güçlenmemiştir, hala zayıftır. Bu yönüyle mücadele edilirse bu iktidar devrilir, kırılır. Sert mücadele dönemi aynı zamanda etkili devrimci mücadeleler, büyük devrimci mücadelelerdir ve büyük sonuç almalıdır. Bu bakımdan faşizmin bu kadar sertleşmesi, saldırısı, seçimle gitmek istememesi şu anlama geliyor: Dünyanın diğer yerinde diktatörler nasıl düşüyorsa bu da bu hale gelecektir. Erdoğan'ın sonu böyle olacaktır. Diğer diktatörlerin düşmesi gibi olacaktır. Çünkü çok saldırgandır. Faşizmi en koyu biçimde uyguluyor. Eğer mücadele edilirse tabii bu kırma yaratılabilir.

MUHALEFETİN EN GENİŞ KESİMLERE ULAŞMASI GEREKİYOR

Bunun potansiyeli vardır. İşte yüzde 48 deniyor. Değil, yüzde 30'luk etkili bir mücadele bile bu iktidarı götürür. Dünyanın herhangi bir yerindeki devrimde, demokrasi mücadelesinde yüzde 60-70’ini yanına almamış. Önemli olan etkili güçleri harekete geçirmektir. Onlar geçerse onların çeperindeki güçler de etkilenir ve sonuç aldırır. Şunu belirtelim; Türkiye'deki demokrasi mücadelesinin niteliğini, gücünü Emek ve Özgürlük İttifakı belirleyecektir. Diğer demokrasi güçlerinin, demokrasi isteyenlerin durumu nasıl olacak? Onu Emek ve Özgürlük İttifakı belirleyecektir. Emek ve Özgürlük İttifakı etkili olursa onlar da radikalleşir, onlar da etkili hale gelecektir. Bu bakımdan Emek ve Özgürlük İttifakı'nın tüm Türkiye'deki demokrasi mücadelesini geliştirme sorununu kendisinde görmesi ve en geniş çevrelere ulaşması gerekir.

Bu konuda tabii ki Türkiye sosyolojisini de dikkate almaları gerekiyor. Bir Ortadoğu toplumu olduğumuzu dikkate almaları gerekiyor. Toplumun manevi değerleri önemlidir. Avrupa maddi uygarlıktır, Ortadoğu manevi uygarlığın dünyasıdır. Bu ayrım görmezden gelinemez. Bu ayrım görmezden gelinirse doğru politika, doğru tutumlar ortaya konamaz. Bu açıdan emek, özgürlük, demokrasi güçleri şunu görecek; zemin güçlüdür, mücadele etme koşulları çok fazladır. Artık egemenler eskisi gibi toplumlar yönetme gücünü kaybetmiştir. Bu AKP-MHP iktidarı da kaybetmiştir. Bu nedenle bu kadar şiddete başvuruyor, zora başvuruyor. Bunu görerek mücadelelerini örgütleyip geliştirmelidir. Örgüt, örgüt, örgüt… Mücadele, mücadele, mücadele.. Örgüt konusunda da zengin yöntemler, mücadele konusunda da zengin yöntemler geliştirmek ve bu temelde de Türkiye'de en geniş kesimlere ulaşmak gerekiyor.

ERDOĞAN’IN İKTİDARI ZAYIF OLDUĞUNDAN SALDIRACAK

Erdoğan'ın balkon konuşmasını biraz dinledik. Orada da hepsi laf kalabalığı. Esası şu: Zayıf bir iktidar. Bu iktidar, zayıflığını gidermek için saldırılarını sürdürecek. Kürt düşmanlığı yapacak, Medya Savunma Alanlarına saldıracak, Rojava'ya saldıracak. Bunu böyle görmek gerekiyor. Çünkü zayıf bir iktidar. Şovenizmi şahlandırarak ekonomik sorunları da, deprem ve yıkımı da, diğer şeyleri de bu dış saldırılarla örtmeye çalışacak. Bu gerçeğin görülmesi lazım. Buna karşı da Kürt halkının Bakur’da daha ağır saldırılar olacağını görerek hazır olması gerekiyor, örgütlü olması gerekiyor. Çünkü buna karşı mücadele etmeden ayakta kalamaz. Gerillanın tabii ki buna karşı direnişi sürüyordu, sürecektir. Rojava’dır, Rojhilat’tır, Avrupa'dır, her yerde Kürtlerin buna karşı bir mücadele ortaya koymaları gerekiyor. Sağlam duruş ortaya koymaları gerekir. Her türlü zorluğa katlanarak bu mücadele yürütmeleri gerekir. Çünkü faşist iktidardır; saldıracak. Erdoğan'ın yaklaşımından bunu anladık. Herhalde Devlet Bahçeli de bunu demişti. Devlet Bahçeli'nin dediğinin zaten Kürt düşmanlığı dışında, faşist saldırganlık dışında başka türlü anlamamak gerekiyor. O da Erdoğan gibi Kürt halkına saldırma, Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme, Rojava'ya, Başûr’a, Şengal'e, Maxmur’a saldırma, yine çeşitli illerde suikastlar yapma, demokratik siyasetin üzerine daha fazla gitme gibi saldırılar gerçekleştirilecek. Buna karşı örgütlenmek gerekiyor. Örgütlü güçle bunlar boşa çıkarılır. Evet, saldırılar ağırdır ama buna karşı da 50 yıllık bir mücadele var. Kürt halkının büyük bir özgürlük özlemi var. Ve bir örgütlü kültür geleneği var. Buna dayanarak da mücadelesini yükseltmesi gerekir.

KDP VE HİZBULLAH İÇ İÇEDİR

HÜDA-PAR gerçeğini Kürt halkı çok iyi biliyor. Evet, 90'lı yıllarda serhildanın en fazla geliştiği dönemde HÜDA-PAR saldırdı. Devlet yaptı bunu. Devlet saldırısıydı. Devlet, Kürt halkının özgürlük mücadelesini önlemek için Hizbullah'ı kullandı. Bu kesin. Devlet kullandı. O zaman JİTEM deniliyordu. Şimdiki JİTEM ne? Kimdir? JİTEM'in başı şimdi Soylu’dur. Hizbullah'ı kullandılar. Gerçekten kullandılar onda sonra üzerine gittiler. Ben liderlerini çok iyi tanıyorum. Biz beraber siyasalda sınıf arkadaşıydık. Devlet tarafından gerçekten kullanıldı. Ondan sonra da PKK'nin bittiği sanıldı. PKK tükendi denildi. Safdışı edildi. Hizbullah'ın tarihi, HÜDA PAR'ın tarihi budur. Şimdi de aynı biçimde kullanılmak isteniyor. Kürtler bunu görmeli. Şimdi bu HÜDA-PAR kiminle ilişkide? KDP ile ilişkide? Türk devleti HÜDA-PAR’ı nasıl kullanıyorsa, Hizbullah'ı nasıl kullanıyorsa KDP’yi de öyle kullanıyor. Diyor ki Soylu, Türkiye'ye çok faydası olacak. Türkiye faydası olacak derken, Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmede çok faydası olacak diyor. Aynı şeyi KDP için de yapıyorlar. Şu anda Hizbullah'ın en çok ilişkisi olduğu bir AKP'dir, bir de KDP dir. Şu anda KDP ile Hizbullah iç içedir. Bu yönüyle bütün Kürtler bunu görmeli. HÜDA-PAR gerçeğinde, HÜDA-PAR'ın AKP ilişkisi gerçeğinde, Süleyman Soylu'nun HÜDA-PAR değerlendirmesinde... Türk devlet özel savaşını tanımalı. Bu çerçevede KDP'nin de ne olduğunu görmeli. Bütün Kürtler Süleyman Soylu'nun bu değerlendirmesinin ne anlama geldiğini ortaya koymalıdır. Bu görmezden gelinemez. HÜDA-PAR’ı Kürt özgürlüğü, Kürt halkının soykırım politikasında kullanacak. Şu anda önemli olan onlar için PKK'nin tasfiye edilmesidir. PKK’nin tasfiye edilmesi için herhangi bir örgüt kullanılabilir. Önemli değildir onlar için. HÜDA-PAR’ı kullanacaklar. KDP’yi de kullanıyorlar. Bu bakımdan çok önemlidir bu. Bazen zorlanıyorlar, niye ittifak yaptınız falan diyorlar. İşte bunu izah etmek için, özel savaşın niyetinin ne olduğunu böyle açık ortaya koydu. Bu açıdan bu, Kürtler tarafından iyi değerlendirilmesi gereken bir açıklamadır.

MAXMUR IRAK’IN MORAL DEĞERLERİNİ YÜKSELTİYOR

Maxmur halkının direnişi selamlıyorum. Maxmur halkı demek, Botan demektir. Botan’ın küçük bir maketi gibidir. Vatandır. Botan’daki direniş ruhu Maxmur’da somutlaşmıştır. Zaten hepsinin şehitleri var. Şehitler kampıdır. Her ailenin birkaç şehidi var. Bu yönüyle Türk devleti Maxmur’a düşmandır. Irak'ın Maxmur’a saldırısının arkasında Türkiye ve KDP var. Bu gerçeğin bilinmesi lazım. Herkes bunu bilmeli. Bütün Kürtler bilmeli. Bu saldırı, Irak saldırısı değildir. Bu saldırı Türkiye ve KDP saldırısıdır. Türkiye şantaj yapıyor, sana su vermem, diyor. Suyunu keserim, diyor. Seni susuzluktan öldürürüm, diyor. KDP de “sen bunu yapmazsan ben daha fazla Türkiye ile işbirliği yaparım” diyor. Sana sorun çıkarırım, diyor ve Irak da geliyor Maxmurlulara saldırıyor. Maxmurlular, bizim Irak’la bir sorunumuz yok, diyor. Gerçekten Maxmur’un Irak’la hiçbir sorunu yok. Irak'a faydası var. Irak'ın moral değerlerini yükseltiyor. Irak'a zararı, değil faydası var. Zararı şöyle görülüyorsa; işte orada Maxmur var, işte bunlar yurtsever Kürtlerdir, Türk devleti bunları sevmiyor, Türkiye bize baskı yapıyor. Türk devletinin Irak'a baskı yapma gerekçesi bugün budur, yarın şudur, yarın başkası olur. Irak bunu görmüyorsa Türk devletini tanımıyor. Türk devletinin amacı Musul ve Kerkük'ü topraklarına katmaktır. Bu açıktır. Bunu açık itiraf ediyorlar. Ne zaman yapacaklar? Zamanlamasını bekliyorlar. Bu açık. Bu bakımdan biz Irak devletinin bu politikadan vazgeçmesini istiyoruz. Maxmur’un Irak'a zararı yoktur. Irak'a faydası vardır. DAİŞ'e karşı mücadelede bedel ödedi. Bu bakımdan bütün Kürtlerin Maxmur halkın direnişine sahip çıkması gerekiyor. Sahip çıkarken de özellikle KDP’yi de baskı altına alması gerekiyor. KDP yaptırıyor bunları. Bu gerçeğin de bilinmesi gerekiyor.