Gürer: İttifak büyüyerek devam etmeli

Akademisyen Çetin Gürer, son seçimde ortaya çıkan çıkan sorunların aşılarak, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın daha da büyüyüp devam etmesi gerektiğini söyledi.

Kürt siyasi hareketinin yeniden tabana, halka inerek, halkla bütünleşmesi gerektiğini belirten akademisyen Çetin Gürer, “Siyaseti tabandan, yerelden ya da gücü kaybettiğiniz yerden yeniden kurmanın gerekli olduğunu düşünüyorum” dedi.  

Cumhurbaşkanlığı ve  28. Dönem Milletvekili Seçimleri sonuçları ve sonrası tartışmaları, Demokratik Özerklik kitabı yazarı barış akademisyenlerinden Çetin Gürer ile konuştuk.

Öncelikle Cumhurbaşkanlığı ve tüm seçim sürecini, demokrasi güçleri açısından nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Türkiye’deki seçim koşullarından ilk önce başlamak gerekiyor. Seçim koşullarının, seçim sürecinin adil, eşit olmadığı bir kez daha vurgulanması gerekiyor. Yani Türkiye’deki siyasi partiler, özellikle muhalefet seçimlere giderken bir şekilde adil olmayan, demokratik olmayan koşullarda yarışmak durumunda kaldı. Erdoğan’ın AKP’nin ve Cumhur İttifakı’nın tüm devlet gücünü, desteğini yanına alarak seçimlere gitmesi ve kara propagandayı bir seçim malzemesi haline getirmiş olması, medyayı kontrol altında tutuyor olması, bütün bunlar muhalefet açısından dezavantajlı durumlardı. Yani hem ilk turda hem de ikinci turda bu dezavantaj muhalefetin lehine dönmedi maalesef. Erdoğan, ikinci turda bu dezavantajı daha da arttırarak kullandı, kullanmayı tercih etti. Örneğin bakanlar seçim kampanyası döneminde bakanlıklarından istifa etmedi. Devletin desteğiyle kampanyalarını yürüttüler. Bu, muhalefet açısından dezavantajdı. 

Bu dezavantajlara rağmen hem Kemal Kılıçdaroğlu nezdinde hem de Kürt siyasal hareketi nezdinde ortaya çıkan sonuçları değerlendirdiğimizde şöyle bir resim var; Türkiye’nin yarısı, yarıya yakını, Türkiye’nin gidişatından memnun değil. Türkiye’nin siyasal rejiminden memnun değil ve Erdoğan’a yeşil ışık yakmadı, Erdoğan’a destek vermedi. Bu anlamıyla Türkiye’nin muhalefet gücü dediğimiz kesimler, Erdoğan’ın uzunca yıllardır sürdürdüğü, devam ettirdiği tüm politikalara bence güçlü bir mukavemet gösterdi. Seçim sonuçlarını buradan değerlendirmek gerekiyor. Elbette sayı anlamında ve sandıktan çıkan sonuç bakımından Erdoğan ve Cumhur İttifakı yine ülkeyi bir 5 yıl daha yönetme yetkisini almış olsa da bu, toplumun yarısının Erdoğan’a onay vermediğinin, Cumhur İttifakı’na onay vermediğinin bir göstergesi. Bu çıkan sonuçlarla birlikte Erdoğan’ın eskisi gibi toplumu kolaylıkla yönetemeyeceğini, bu 5 yıl içerisinde Türkiye toplumunun yeni krizlere gebe olduğunun bir göstergesi, sonucu olarak görülebilir.

İkinci bir husus da şu; ilk turda Türkiye’nin toplumsal muhalefeti Erdoğan’a kazandırmadı. İkinci tura hazırlanırken de Erdoğan’a kaybettirme sloganıyla kampanyayı yürüttü. Kazanmış olmakla birlikte Erdoğan’ın istediği ölçüde bir oy oranı ortaya çıkmadı. Erdoğan, ikinci tur seçimlerini büyük bir farkla kazanmayı arzuluyordu, istiyordu. Bu sonuç ortaya çıkmadı. Şimdi buradan baktığımızda yine Türkiye’nin toplumsal kesimlerinin Erdoğan’a istediği gibi kazandırmadığı ya da Erdoğan’a yine kaybettirdiğini söylemek mümkün. 

Genel açıdan Türkiye’deki seçimlerin pek çok sonucu oldu. Bunlar değerlendirilecek, analiz edilecek. Muhalefet açısından, iktidar açısından da bu analizler yapılacak elbette. Tabii kim kazandı diye baktığımızda, seçimleri kim kazandı ya da hangi durum veya kimin oylarıyla Erdoğan kazanmış oldu? Şunları söylemek gerekiyor:

* Erdoğan’ın kazanmasının sebebi göçmenler ya da Türkiye’deki mülteciler olmadı. Çok sayıda Suriyelinin Türkiye’nin vatandaşlığına geçtiği iddiaları ortaya atılmıştı. Bunun üzerinden de sonuç açıklanmaya çalışıldı. Yani bu sonucun ortaya çıkmasında Suriyeli göçmenlerin, mültecilerin bir etkisinin olduğunu ben açıkçası düşünmüyorum. 

* Yurt dışından gelen oyları Erdoğan’a kazandırdığına dair birtakım iddialar ortaya atıldı. Ben yurt dışı oylarının da Erdoğan’a kazandırdığını düşünmüyorum. 

* Genel olarak Erdoğan’a kazandıran ya da Kemal Kılıçdaroğlu’na kaybettiren durum Türkiye’de seçimlere katılımın düşük olmasıydı. İlk tura nazaran Türkiye’de yüzde 3.3’e yakın bir kesim sandığa gitmedi, oy vermedi. Bu da sayısal olarak oldukça büyük bir rakama tekabül ediyor. 

* Kemal Kılıçdaroğlu’na kaybettiren milliyetçilik oldu. Kemal Kılıçdaroğlu’na kaybettiren Sinan Oğan ve Ümit Özdağ gibi aşırı sağcı milliyetçi partilere iki haftalık kampanya sürecinde çok fazla zaman ayırması ve bunların değirmenine su taşıyacak nitelikte açıklamalar yapması, göçmen karşıtlığını, Suriye mülteci karşıtlığı yükseltmiş olması ve özellikle Ümit Özdağ’la yapılan protokol neticesinde bu protokolü eleştiren, bu protokole mesafeli yaklaşan belirli sayıda Kürt seçmenin de sandığa gitmediğini gözlemledik. Dolayısıyla aslında seçimi kazanan Erdoğan olmadı, seçim yine Erdoğan’a bir biçimde yani Millet İttifakı’nın birtakım yanlış kararları, bir takım yanlış politikaları neticesinde Erdoğan’a kazandırılmış oldu. 

“Erdoğan kazandı” denilen seçim sonuçları için ‘Pirus Zaferi’ tanımlaması da yapıldı. Bunun orta vadede Türkiye açısından ne tür sonuçları olur?

Türkiye tam ortadan ikiye bölünmüş bir toplum, polarize olmuş bir toplum özelliği gösteriyor. Bu, her alanda karşımıza çıkıyor. Sandıkta da bu karşımıza çıktı. Şimdi bu seçim sonucunun bir siyasal iktidarı krizlerden azade, sorunlardan azade, istediği gibi Türkiye’yi yönetebileceğine dair bir sonuç değil. Şimdi Türkiye’de ya bir biçimde toplumsal uzlaşı aranması gerekli ya da Erdoğan’ın şu ana kadar yapmış olduğu gibi politikalarına devam etmesi; milliyetçiliği, ayrımcılığı, polarizasyonu daha da yükselterek Türkiye’nin mevcut sorunlarını örtbas yöntemiyle kendi iktidarını devam ettirme konusunda bir tercihte bulunması. Erdoğan’a toplumun büyük bir kısmı “evet” demedi, yeşil ışık yakmadı. Yalancı bir zafer olarak tarif edilebilir. Toplumun tam ikiye ayrılmış olduğu, toplumun yarısının sizin iktidarınıza onay vermediği koşullarda herhangi bir zaferden aslında bahsedilemez. Hatta bırakın zaferi, bu ayrım, bu bölünmüşlük öyle bir had safhaya ulaşmış durumda; ki toplumun bir kısmı sizi kişi olarak, siyasi lider olarak yüceltiyor, hayranlık duyuyor ve hiç sorgulamadan bütün söylemlerinize, bütün politikalarınıza evet diyor, bir tapınma hali. 

Diğer tarafta da toplumun önemli bir kesimi tamamen sizin politikalarınıza karşı, politikalarınızı eleştiriyor, politikalarınızdan memnun değil. Kişi olarak da sizin siyaset yapma tarzınız ve siyaset yapma biçiminizi sert bir biçimde eleştiriyor. Şimdi bu tabii ki kazandıran bir strateji değil, kazandıran bir sonuç değil. Yani bu anlamıyla da baktığınızda Erdoğan’ın gerçekten toplumun yine ekseriyetinin onayını aldığı şeklinde yorumlanamaz. Böyle bir durum söz konusu değil. Kutuplaşmış toplumun bir ucunda tamamen Erdoğan’a karşı bir seçmen kitlesi var, diğer tarafta da bütün politikalarına, bütün kötülüklerine rağmen Erdoğan’a oy veren bir seçmem kitlesi var. Bu, uzun ve orta vadede Türkiye’deki siyasi partilere ve siyasi aktörlere kazandırabilecek olan bir sonuç değil. 

Bu sonuç şunu gösteriyor; önümüzdeki günlerde, önümüzdeki süreçlerde de bu bölünmüşlük hali devam edecek ve Türkiye’deki sorunların siyasal, toplumsal, ekonomik sorunların, krizlerin örtbas edilmesi için yine çatışma, düşmanlaştırma, ötekileştirme ve özellikle Kürtler üzerinden bir nefret yaratma gibi söylemlerin yine geçtiğimiz dönemdeki gibi aynı biçimde, hatta daha da sertleşerek devam edeceğini gösteriyor. Türkiye’nin önünde bulunan büyük devasa problemleri örtbas etmenin yolu, insanların algısını, insanların baktığı yerin yönünü değiştirmektir. Bu da ancak ayrımcılıkla olacak, ancak milliyetçilikle olacak, ancak “terör” söylemini çok daha fazla siyasetin merkezine, gündemime oturtarak olacak. İnsanların burada birtakım kaygılarını, milliyetçi duygularını, ırkçı yaklaşımlarını-bakış açılarını daha ön plana çıkartarak, sürekli Türkiye’yi yönetmeye devam edebilirsiniz. İnsanlar merkez bankasında rezervlerin yeterli olup olmadığını düşünmeyecek. Enflasyon oranlarını sorgulamayacak. İşsizlik oranlarını sorgulamayacak. Niye? Bunun yerine Türkiye’nin sürekli tehdit altında, içeriden ve dışarıdan yaratılmış düşmanlıklarla sürekli saldırıya uğradığını, dolayısıyla böyle bir zaman içerisinde de ekonomik sorunların, demokrasi sorunlarının, insan hakları sorunlarının, hukuk devleti sorunlarının ötelenmesinde bir mahsur görmeyecekler ve buradaki meselelere de aslında bakmayacaklar. Şimdi dolayısıyla bu sonuçlar önümüzdeki 5 yıl Türkiye’de yaşayan insanlar açısından, Türkiye’nin toplumsal muhalefeti açısından çok hayra alamet bir sonuç olarak değerlendirilemez. Evet, güçlü bir mukavemet ortaya çıktı. Bu gösterildi. Bunu tüm siyasi partiler de gördü. Erdoğan da bunu gördü fakat bu ayrılmışlık hali, bu polarizasyon hali ve Türkiye’deki büyük sorunların çözümsüz bir biçimde varlığını devam ettirmesi, ancak bu sorunların milliyetçilik, ırkçılık ya da siyasal İslamcılık gibi birtakım popülist söylemlerle örtbas edilmesiyle yönetilebilinir. Türkiye’nin gerilimin artmasına, saldırıların daha da artmasına, özellikle muhaliflere, Kürtlere yönelik baskının daha da çoğalmasına yol açabilecek bir sonuç olarak görüyorum. 

Kürtler ya da demokratik muhalefet bu baskılara, bu saldırılara, bu rejime karşı ne yapabilir? 

Bu sorunun bendeki cevabı en azından şu; siyasetin masa başında olmadığını, masa başında kurgulanan, masa başında planlanan birtakım planlarla yürütülemeyeceği kendisini bir kere daha gösterdi. Dolayısıyla buradan yeniden tabana inen, yeniden halka inen, yeniden halkla bütünleşen yeni bir stratejinin yol ve yöntemlerinin bulunması gerekiyor. Bu noktada adımların atılması gerekiyor. 

Bir de siyasetin parlamentoya indirgenmemesi ve sıkıştırılmaması gerekiyor. Yani biz siyaseti sadece parlamentoda, parlamenterlerin oylarımızla, reylerimizle seçtiğimiz insanların gidip bizim adımıza karar aldığı ve siyasetin yapıldığı tek alan olduğunu görmeye başlarsak ve siyaseti bu alana sıkıştırmaya devam edersek Türkiye’nin toplumsal sorunları açısından çözüm alıcı alternatifler ortaya çıkmaz diye düşünüyorum. Dolayısıyla siyaseti parlamento alanından, parlamenterizmden birazcık daha çıkartmak ve bunu lokalleştirmek, yerelleştirmek ve halkın içerisine yeniden dönmek ve siyaseti tabandan, yerelden ya da gücü kaybettiğimiz yerden yeniden kurmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. 

14 Mayıs seçimlerinin şöyle de önemli bir sonucu oldu; Kürtler ve Türkiye’nin batısında bulunan sol sosyalist, demokrasi güçleri dediğimiz güçler; buna elbette sendika hareketleri, çevre hareketleri, kadın hareketleri, sol, sosyalist örgütlenmeler, inisiyatifler vs hepsi dahil; bu iki kesim biri olmadan diğeri kazanamıyor. Bu, onu gösterdi. Türkiye’nin sol sosyalist güçleri Kürtler olmadan toplumda bir karşılığı yok, seçimde güç değil; Kürt siyasal hareketi ya da Kürtler de Türkiye’nin batısındaki demokrasi ve ilerici güçleriyle yan yana gelmeden büyük bir güce dönüşemiyor. Yani şöyle bir şey, Kürt siyasal hareketinin 90’lardan itibaren girdiği seçim sonuçlarına baktığımızda seçim sonuçları yüzde 6’larda sıkışıp kalmıştı. Bu sıkışıklığı açan HDP oldu ve HDP’nin siyaseti olmuştu. Burada da işte 3. Yol devreye girmişti.

Neydi 3. Yol? Türkiye’nin batısındaki güçlerle ittifak oluşturabilmek ve kendi söylemini kurabilmek, kendini bir politik özne-aktör olarak ortaya koyabilmekti. Dolayısıyla 2015 seçimlerine kadar bu zirve yapmıştı. Bu zirveyi gördük. Yani Türkiye’nin batısıyla birlikte iyi bir ittifak stratejisiyle oyların iki katına çıktığını gördük. Bu son seçimlerde tabii TİP’in almış olduğu kararla birlikte ya da ittifakın kuruluşunda ortaya çıkan birtakım sorunlardan kaynaklı, seçim barajının da yüzde 7’ye düşmesinden kaynaklı oylarda gerileme gözlendi. Dolayısıyla bu sonuç çok açık ve net bir biçimde HDP ile birlikte ortaya çıkmış olan stratejinin ve söylemin devam etmesinin gerekli olduğunu; hem Kürtlerin Türkiye’nin batısındaki demokrasi güçlerine, sosyalist güçlere, ilerici güçlere ihtiyacı olduğunu hem de Türkiye’nin batısındaki demokrasi güçlerinin, sosyalist güçlerin, Kürtlere ihtiyacı olduğunu; bu iki toplumsal kesimin birbirinden kopmasıyla ya da bu iki toplumsal kesimin birbirinden koptuğu müddetçe Türkiye’de siyasal bir aktöre, siyasal bir özneye dönüşmelerinin gerçekten çok zor ve güç olduğunu bize gösterdi. 

Bu siyasal güçler bu mesajı aldı mı?

Şu ana kadar genel değerlendirmeler henüz ortaya çıkmış değil. Siyasi partiler henüz kendi değerlendirmelerini kamuoyu ile paylaşmış değil.

Emek ve Özgürlük İttifakı içerisinde siyaset yapan partiler, inisiyatifler açısından şu bir hata olur; ittifakı daraltmak, küçültmek ya da Türkiye’nin batısıyla kurulmuş olan köprüyü sorgulamak, sorgulatmak, demokrasi güçlerine zarar verir. Bu güçlerin bir biçimde önümüzdeki süreçte yeniden ve yeniden ısrarla yan yana gelmesi, mevcut ittifakı genişletme ve büyütme konusunda yeni stratejiler, yeni adımlar, yeni taktikler ve yeni aktörleri de içlerine alarak bir büyüme stratejisi ve yol haritası önlerine koymaları gerekiyor. Bu önümüzdeki süreç aynı zamanda bir demokrasi mücadelesinin yanı sıra bir antifaşist mücadeleyi de gerekli kılabilecek olan nüveler, potansiyelleri içerisinde barındırıyor. Türkiye’nin bu toplumsal kesimlerinin böyle bir mücadeleye yönelik hazırlıklarını yapmaları, en azından bunu tartışmaları ve antifaşist bir mücadele cephesinin olanaklarını, yol ve yordamlarını düşünmeleri, planlamaları mutlaka gerekiyor.