Bir direniş tapınağıydı Girê Sor - III

Baz, Girê Sor’daki ilk şehitti, ister istemez etkileri oldu ama hepsinde intikam duygusu gelişti. Herkes, Baz’ın ilk ve son şehit olmadığını biliyordu.

Dört günde bir ateş yakılıyordu. Botan, arkadaşlarının psikolojisini rahatlatmak için “Ya bu fazla yemek yeme, enerji alma teorisi falan hepsi boştur, insan çok yiyince de beden sadece ihtiyacı kadarını alıyor. Yani bir tabak da bir kaşık da yesek aynıdır’’ diyordu. En son yarım torba kadar pirinç, birkaç avuç un ve bir buçuk torba kadar fasulye kaldı. Tüm erzak buydu ve başka bir şey yoktu.

80 gün süren Girê Sor direnişini, direnişte yer alan Mizgîn Dalaho, Armanc Sîmko ve Têkoşîn Devrim'in anlatımlarından derledik. İşte III. bölümü:

KİMSE ÇIKMAYI KABUL ETMEDİ

Zirveyi kapattıktan sonra tümünün katılımıyla genel değerlendirmelerin yapıldığı bir tekmil alındı. Botan, durumların daha da ağırlaşabileceğini, erzak sıkıntısının olduğunu, erzak bitse de tepeyi bırakmayacaklarını, gerekirse sadece şerbetle bile olsa idare edeceklerini belirterek, bu duruma hazır olmayan varsa şimdiden söylemesini istedi.

Botan, zaten erzak sıkıntısından kaynaklı bir grubu çıkartmayı düşünüyordu. Çıkmak isteyenlerin kendilerini önerebileceklerini söyledi. Kimsenin tepeyi bırakmaya niyeti yoktu. Hepsi tek tek söz hakkı aldı, sonuna kadar direneceklerini söyleyip kararlılıklarını dile getirdi. Ortak bir görüş açığa çıktı ve herkes yeniden söz verdi. Sonuçta Botan da kararlılıklarını görünce kimseyi göndermedi. Botan, Delal’i göndermek istiyordu, yeni katılımdı fakat kimse gitmek istemiyordu ve o sayıyla son güne kadar orada kalındı.

BAZ’IN KİMYASALDAN ZEHİRLENMESİ VE ŞEHADETİ

Çarçela kapısının tekrar açılması ve orada eylem gerçekleştirilmesi planlaması vardı fakat sürekli toprak dökülüyordu ve açılması biraz zordu. Delal, 6 Temmuz’da Çarçela kapısında nöbetçiydi. Askerlerin ayak sesini duyunca gelip haber verdi. Baz ve Serhildan silahlarını alıp koşa koşa yukarı gitti. Baz barikatlara yaklaşıp dinlemeye çalıştığında düşman tam o anda patlama yaptı. Baz, sadece basınç ve gazdan etkilendi. Düşman o gün gerçekleştirdiği patlamayla beraber kimyasal gaz da kullandı. Bu gazdan çamaşır suyu kokusu geliyordu ve rengi beyazdı. Başta durumu çok kötü değildi, sadece iştahı kapanmıştı ve yemek yiyemiyordu ama genel olarak iyiydi. Fakat hiç uyuyamıyor ve nefes alırken göğsünden çok şiddetli bir hırıltı geliyordu. Baz, saat 22.00’den sonra nefes almakta çok zorlandı, boğulur gibi oluyordu. Sağlıkçı olan Armanc çağrıldı. Kalbi çok hızlı, kısa kısa atıyordu. Nabzı çok derin, düzensiz ve hızlıydı. Armanc zehirlenmeye karşı bir iğne vurduktan sonra Baz biraz kendine geldi. Sabaha doğru saat 05.00’te yerinden kalkmak istedi fakat ne yaptıysa kalkamıyordu. Özgür ve Mizgîn de kaldıramadılar. Sadece çok fazla su içiyordu. Şehit düşmeden iki saat öncesine kadar da çok fazla su içmişti. Baz, tekrar fenalaşınca yine Armanc çağrıldı. Hepsi başında toplanmıştı. Armanc ulaşmadan, Baz birden bayıldı. Mizgîn kendisine gelmesi için birkaç defa tokat vurdu fakat sadece ağzından ve burnundan sarı bir köpük akıyor ve göğsünden çok ses geliyordu. Armanc geldiğinde Baz artık şehitti. Defalarca kalp masajı ve suni teneffüs yaptı ama tepki vermiyordu. Göz bebeklerinin siyahı dağılmış ve artık nabzı atmıyordu. Armanc, hem durmadan hızlı hızlı kalp masajı yapıyor hem de ağlıyordu. Şehit olmasına rağmen durmadan on dakika boyunca kalp masajı yaptı. Botan, “Armanc, Baz şehit oldu, şehit oldu” deyip durdurmaya çalışıyordu. Armanc ve Baz arasındaki yoldaşlık farklıydı, Süleyman’da da ikisi yalnız kaldıkları için birbirlerine çok alışmışlardı. Bu yüzden kabullenmek onun için zor oldu.

ŞEHİT BAZ MEVZİSİ ADI VERİLDİ

Baz’ın şehadeti ile canları çok acıdı, bir hafta kadar da kampın içinde sessizlik hakim oldu fakat bunu aşmaya çalıştılar. Gerillalar, Baz’ı dışarıda, genel kapıda toprak olan yerde gömmek istedi fakat düşman cenazeyi görebilir ya da uçak vurabilirdi. Farklı bir yere defnetme kararı verildi ve oraya Şehit Baz Mevziisi ismi konuldu. Cenaze zaten sağlamdı, bir kutunun içine adı ve soyadı yazılarak başının ucuna konuldu. Eğer işgal ordusu geri çekilirse ya da durum daha uygun olursa oradan çıkarılır diye düşünüldü.

MAM ZEKİ’NİN ŞEHADETİNDE YANINDAYDI

Baz, Geverliydi. Yeni savaşçı eğitimini Zap’ta görmüş, Şengal’de de Mam Zeki’nin yanında kalmıştı. Mam Zeki’nin şehit olduğu saldırıda yaralanmıştı. Tedaviden sonra eğitim görmüş ve dağa gelmişti. Tecrübeli bir gerillaydı.

Dağa tekrar geldiğinde düzenlemesi Basya cephesine, Süleyman Tepesi’ne oldu ve iki yıl orada kaldı. Süleyman Tepesi, eyaletin sınır tepesiydi. Gidiş geliş olmuyordu, belki yılda bir yönetimden biri ya gelir ya gelmezdi. Çok uzaktı ve eyaletten kopuktu ama Baz, herkesin çabuk çabuk alışamayacağı şartlarda çok küçük birimlerle bu tepeyi sahiplendi ve hiç itiraz etmedi. İnsan, Baz’ı gördüğünde bile moral alıyor, onunla her şeyi tartışabiliyor ve paylaşabiliyordu. Tartışmalara hep açıktı. Her şeyden önemlisi de Süleyman’da, Kartal’da ve en son da Girê Sor’da çok büyük zorluklara ve imkansızlıklara rağmen emsalsiz bir emeğin sahibi oldu ve bu emeği zirveye taşıdı.

HERKES SON ŞEHİT OLMAYACAĞINI BİLİYORDU

O, şikeftteki ilk şehitti, ister istemez etkileri oldu ama hepsinde intikam duygusu gelişti. Herkes, Baz’ın ne ilk ne de son şehit olmadığını biliyordu. Yürekleri artık çelikleşmişti, kin artmıştı, herkes gidip düşmanı vurmak istiyordu. Botan, hepsine destek oluyor, duygusal yaklaşımların önünü almaya çalışıyordu.

Çarçela kapısı tam sağlamlaştırıldı. Artık patlamaların etkilemeyeceği düşünülüyordu. Zaten düşman son güne kadar da orada patlama yapmadı. Bu olaydan sonraki iki-üç gün sakin geçti. Düşman zirvede patlama yaptığında artık oradan cevap gelmeyince oraya çok fazla karışmıyordu. Orayı tamamen yıkmış da olabilirdi. Çünkü o kısım kapatıldıktan sonra zirveye hiç gidilmedi. Zirvede hakimiyet yoktu artık. Çarçela kapısını da kapattıktan sonra düşman üzerinde hakimiyet azalmıştı.

Daha sonra düşman 13 Temmuz’da bir defa Çarçela kapısından çok aşırı kimyasal kullandı, farklı tedbirler olmasına rağmen bir saat kadar gaz koridorlardan çıkmadı. Tıpkı diğer sefer olduğu gibi şeker kokusu ve tadı geliyordu.

BAĞIRMA SESLERİ TÜNELLERİNE İÇİNE GELİYORDU

Çarçela ve zirve kapısı kapatıldıktan sonra düşman Govendê tarafına bakan ön cepheye yöneldi. Zirve tarafından asker sesi geliyordu fakat oradan yönelemezlerdi. Çünkü halatlarla kendilerini bırakmaları gerekiyordu. Bir gün dışardan 1 askerin başka 1 askeri koordine ettiği görüldü. 1 asker içeri patlayıcı göndermeye çalışıyordu. Bir anda kimyasal kokusu gibi bir koku geldi. Patlamayı yaptılar ama halatları yetmediği için tam içeri girmedi ve gerillalar da çok etkilenmedi. Daha sonra orta kattaki mevzi tünellerine yöneldiler. Tüneldi ama mevzi şeklinde yapılmıştı. Mesela bir tünelde 6-7 tane pencere vardı. Tünelleri yapan gerillalar, her karakolu görebilecek bir pencere çıkarmıştı. Biri Leylek’e, biri Xapûşkê’ye, biri Helikopter’e, biri Govendê’ye bakıyordu. Daha öncesinden de bu kapılar uçaklar tarafından vurulmuştu. Yaptıkları patlamaların şiddeti gittikçe artıyordu. Bazen 50 kiloluk patlayıcılar kullanıyorlardı. Gerillalar burada çoğu zaman el bombalarıyla düşmanı vuruyordu. Orada düşmana pusu atıldı; ayak sesi duyulunca bomba atılacaktı. Düşman, Şehit Têkoşîn mevziisinde konumlanıyordu. Gerillalar, Leylek kısmına bakan taraftan bombayla düşmanı vuruyor, mevzi çalışmalarını durdurmak istiyordu. Zaten bir defa tarama yaptılar mı direk mevzi çalışmalarını durduruyorlardı. Her mermi ya da bomba atıldığında askerlerin bağırma sesleri tünellerin içine kadar geliyordu.

ÖNCE ARMANC YARALANDI

Armanc ve Serhildan, bir gün saat 10.00-12.00 nöbetçisiydi. Düşmanın sesi Şehit Têkoşîn kapısından geliyordu. Leylek mevziisinden dışarı çıkabilme imkanları vardı, oraya geçtiler. Düşmanın ilgisini oraya çekebilmek için dışarı çıkıp bomba attılar, tarama yapıp içeri girdiler. Genelde buradan çıkıp vurdukları için Leylek Tepesi de Girê Sor’u izliyordu. Armanc orada biraz durduktan sonra bir patlama gerçekleştirdiler. Tankların vurduğu sanıldı ama Armanc direkt kendini içeri attı, zarar görmedi. Serhildan patlamadan sonra cevap vermek için bomba atıp tarama yaptı. Serhildan içeriye döndüğünde şakayla karışık Armanc’a “Düşman dışarıda senin cenazeni arıyor” dedi. Armanc’ın bulunduğu yer uçurumdu, tam uçurumdayken düşman patlamayı yapmıştı. Bu yüzden düşman, Armanc’ın düşmüş olabileceğini tahmin ediyordu ama atikliğiyle kendisini hemen içeriye atmış, sadece ayakkabısının bir teki uçurumdan aşağı düşmüştü.

Düşmanın mevzi kısmına gelmesiyle sürekli patlamalar oluyordu. Önce Armanc yaralandı. Tarih 20 Temmuz’du. Mevzileri kontrol etmeye giderken düşmanın gerçekleştirdiği patlama sonucunda yaralandı. Têkoşîn ve Özgür, koşup yanına gitti. Basınç yüzünden Armanc’ın üzerindeki elbiselerin hepsi paramparça oldu. Armanc’ı bir yere kadar getirdik, koridorlarda zorlanınca Têkoşîn, Armanc’ı tek başına kaldırıp mangaya götürdü. Gözü şişti, yaralıydı ve gerçekten durumu iyi değildi. Hep moral verildi.

İKİ GÜN SONRA SERHİLDAN YARALANDI

Gerillalar iki gün sonra el bombası tarzında bir mayın yapıp düşmana fırlatacaktı. Serhildan mayını fırlatacak, o esnada Mizgîn de patlatacaktı. Tam bu eylemi gerçekleştirecekleri o esnada düşmanın çuvalların içine patlayıcı yerleştirdiği ve halatlarla Leylek kapısına gönderdiği fark edildi. Serhildan, kafasını kollarının arasına alarak kendini yere attı ve o esnada patlama oldu. Patlama olunca Serhildan yaralandı. Têkoşîn ve Botan onu bir yere kadar getirdi. Sarı renkte büyük bir el arabası vardı. O el arabası artık ambulans gibiydi. Kim yaralansa el arabasının içine konulup mangalara götürülüyordu. El arabasını süren de ambulans sesi çıkarıp “ilk yardım, ilk yardım’’ diye koridorlarda sesleniyordu. Girê Sor’da yaralar, acılar ne olursa olsun tüm olumsuzlukların ortasında dahi moral çıkarma başarısı gösteriliyordu. Bu yüzden yaralılar da psikolojilerini bozmuyordu. Serhildan birçok yerinden yaralıydı. Derin birkaç yarası vardı, özellikle kolundaki kanama hiç durmuyordu. Uzun süre ayağa kalkamadı, ancak bilinci yerindeydi ve konuşuyordu. Bu ikinci yaralıydı. Serhildan çok kan kaybettiği için kolay toparlanamadı, uzun süre yerde kaldı.

Düşman bu mevzide yaptığı patlamalardan sonuç almaya başlamıştı, gerilla da artık o tarafı çok fazla kullanmadı. Armanc ve Serhildan’ın yaralanmasından sonra nöbet için sayı azaldı. İlk günlerde yaralıların durumu iyi değildi, bu yüzden biri yaralıların yanında kalıyordu. Serhildan’ın da yaralanmasından sonra zorlanmalar oldu. Çok yoruluyorlardı. Yaralıların yanına geldiklerinde gülüyorlardı, konuşuyorlardı ama çok yoruldukları hallerinden belliydi. İki erkek gerilla yaralandığı için yükün çoğu kadın gerillaların üzerine kaldı. Bir gün dahi zorlanmalarını yansıtmıyorlardı.

BOTAN’I FÜZEYLE YARALADILAR

Botan, aradan bir hafta geçtikten sonra mevzi kısmını kontrol etmeye giderken düşman Leylek Tepesi’nden füzeyle Leylek kapısını vurdu. Botan göğsünden basınç yiyerek 10 metre kadar aşağı fırlayıp duvara çarptı. Çok güçlüydü Botan. Her şeyiyle... Onu almaya gelmesinler diye o yaralı haliyle daha ona yetişmeden kendisi geldi. Yanına gidenlere “Bir şeyim yok, buradan gidin’’ dedi. Kendisi ayağa kalkıp mangaya kadar geldi. Gerçekten çok iradeliydi, hiç kendini bırakmadı. Gerillaların ondan güç aldığını ve hemen toparlanması gerektiğini biliyordu. Yaralılara ayrı yemek yapılıyordu ama Botan kabul etmiyordu. Özel yemek de un helvasıydı, yaralılara ağır gelmesin diye içine çay konuluyordu. “Bu, özel yaralı yemeğidir’’ diyorduk. Botan bunu bile istemiyordu. Bir kulağı patlamıştı ve göğsünden çok zorlanıyordu ama kısa sürede toparlandı. Artık ona nöbet yasaklandı; “Heval Botan düşman seni bu sefer de ıskaladı’’ diye takılıyorlardı. O da “12 yıldır bir şey yapamadılar şimdi de yapamazlar’’ diye cevap veriyordu.

BOTAN, GIRÊ SOR’UN HER ŞEYİYDİ

Botan yaralandığında hepsi çok etkilendi, çünkü savaşın öncüsüydü. Hepsinin morali bu yaralanmadan biraz etkilenmişti. Ancak Botan, kendini çabuk toparladı ve yine aynı moral ve coşkuyla katıldı. Botan önceden de yaralanmıştı. Bacağından yaralıydı, bir gözü görmüyordu ve sağ elinin iki parmağı da yoktu. Neredeyse vücudunun her yerinden yaralanmıştı. O kadar basınç yemesine rağmen bir gün bile yerde kalmadı. “Arkadaşların içinde olmak zorundayım’’ diyordu. O hem bölge komutanı, hem tepe komutanı, bazen mutfakçı, bazen sağlıkçıydı. Kısacası Girê Sor’un her şeyiydi. Tüm işlerde o vardı, tüm gerillalar her konuda destek oluyordu. Mesela asker sesi geldiğinde her zaman herkesten önce gidip düşmana bomba atan Botan’dı. Gerillaların gitmesine izin vermiyordu ama kendisi hep gidiyordu. Gerillalar da “Kendin söylüyorsun ama kendin yapıyorsun, sen bizim komutanımızsın sana bir şey olsa biz kaldıramayız’’ diyordu. O da, “Hepiniz Apocu militanlarsınız, hepiniz de irade sahibisiniz. Bana bir şey olsa da siz yine yaparsınız. Ne olursa olsun hiçbir şeyi kendimize engel yapmamalıyız, çünkü düşman bu tünellerde bir arkadaşın dahi nefes aldığını duysa yine de bize yaklaşamayacak, o kadar cesaretsizdir’’ diye yanıtlıyordu.

YARIM TORBA PİRİNÇ, BİRAZ UN VE BİR TORBADAN FAZLA FASULYE

Baz şehit düştükten sonra Çarçela kapısı sağlamlaştırıldı ve orası artık fazla kullanılmadı. Düşmanın böyle bir şikeftte tüm katlarda aynı anda saldıramayacağı biliniyordu. Orta kat mevzileri uçurum olduğu için askerler gelip içeri giremiyordu, sadece halatlarla patlama yapmaya başladılar. Botan ve Delal hep orta katta kalıyor ve gerçekten hiç uyumuyorlardı. Gece gündüz muhabere açıktı, sürekli yemek götürüyorlardı. Gerillaların her şeyiyle ilgileniyorlardı. İkisine “Onlar bizim savaş koordinemiz’’ deniliyordu. Onlar da “Bu kat bizden sorulur, eğer askerler bu kattan kendilerini bırakırlarsa ayaklarından tutup aşağı çekeriz, bu kat artık namus meselesidir’’ diyordu. Delal gençti, düşmanı ilk defa görüyordu ama çok istekli ve iddialıydı.

Dört günde bir ateş yakılıyordu. Zaten erzak da yoktu. Botan, arkadaşlarının psikolojisini rahatlatmak için “Ya bu fazla yemek yeme, enerji alma teorisi falan hepsi boştur, insan çok yiyince de beden sadece ihtiyacı kadarını alıyor. Yani bir tabak da bir kaşık da yesek aynıdır’’ diye ikna etmeye çalışıyordu. Lojistikle Botan ilgileniyordu. En son yarım torba kadar pirinç, birkaç avuç un ve bir buçuk torba kadar fasulye kaldı. Tüm erzak buydu ve başka bir şey yoktu. Pirinç çorbası yapılıyordu ama bol suyla. Sadece ayakta kalmak için ve nöbet tutabilmek için bir şeyler yeniliyordu. Hiç kimse doymak için yemiyordu. Şeker ve tuz zaten hiç yoktu. Yemeklerin hepsi tuzsuzdu ve artık buna alışıldı. Fasulye yapıldığında çok haşlanmıyordu, Botan “yenilebilsin tamamdır’’ diyerek içine biraz salça koyuyordu. Sadece yaralılar torpilliydi. Onlar için bazen saklanılan azıcık bulgurdan pilav yapılıyordu.

TÜM GERİLLALAR ONDAN GÜÇ ALIYORDU

Botan hep “Burada bize bir şey olursa da örgüt bizim için ‘Kemallerin ve Zîlanların ruhu ile yaşadılar ve direndiler’ diyecek. Ben bu düşman çemberinin altında arkadaşların bu koşullarda kalmasını, hele erzaksız kalmasını hiç istemezdim ama yine de bizim başımız örgütün değerlendirmeleri ile dimdiktir” diye konuşuyordu. Bunları sadece gerillaları motive etmek için falan söylemiyordu, buna yürekten inanıyordu ve çok samimiydi. Kendisi buna inandığı için gerillalar da daha fazla bağlanıyordu. Tüm gerillalar Botan’dan güç alıyordu. Erzaksızlık sorun olmuyordu. Kimse bunu dert etmiyor, kimse erzaksız direnemeyeceğini söylemiyordu. Yanlarında kalan biraz peynir suyu, zehirlenmeye karşı saklanıyordu. Gerillalar bazen tünellerden “Heval gelin, Heval Botan bugün bize torpil geçmiş, ayran bulgur yapmış’’ diye sesleniyordu. Zaten çok azdı, kimse onunla da doymuyordu ama bunu bile moral haline getirmeye çalışıyor, peynir suyunu ayran niyetine içiyorlardı.

Botan, yaşam öğretmenleri gibi olmuştu, insanın olmazsa olmaz dediği tüm teorileri boşa çıkarıyordu. Ondaki inanç, irade ve kararlılık en olmaz denileni bile olur yapıyordu. Gerçekten çok zekiydi ve her şeye kafa yoruyordu.

ÖZGÜR’ÜN YARALANMASI

Botan’ın yaralanmasından sonra bir süre düşmanın yoğunluğu kesildi. Düşman tepenin üzerinde mevzi çalışmalarına ağırlık veriyor, balkon kapısını kapatmaya çalışıyordu. Havalandırmanın çoğu o kapının aracılığıyla sağlanıyordu. Düşman her gün oraya toprak atıyordu, gerillalar da her gece gidip açıyordu. Düşman Şehit Têkoşîn tarafında patlama yaptı, o kapı da açıldı. Gerillalar, artık o kapıyı kapatmayacaklarını, gelirlerse de gelsinler diyordu. Orada zaten eylem yapmak isteniyordu. Zirveyi kapattıktan sonra yukarısı ile bağlantı kopmuştu ve düşmanın ne yaptığı bilinmiyordu.

Özgür, 20 Ağustos’a yakın bir tarihte düşmanı izlemeye çalışırken tam kafasını çıkarttığı esnada patlama oldu. O basınçla torbaların altında kaldı. Tozdan kaynaklı bir şey görülmüyordu, üstündeki torbalar kaldırılırken Botan geldi. “Ses çıkarmayın, düşman yaralı olduğunu anlamasın’’ dedi. Düşman geldiğinde ses çıkarsın diye mevzi kısmına salça kutuları konulmuştu. Patlamanın basıncıyla o kutular fırlamış ve bir parça Özgür’ün başında derin bir yara açmıştı. Bütün yüzü yanmış, kapkara olmuştu. Özgür, yine meşhur ambulansa bindirildi ve ilk yardım mangası denilen genel mangaya götürüldü. Böyle durumlarda en çok ayakta tutan şey yaralıların moraliydi.

Düşmanın patlayıcı kullanımı konusunda tecrübeleri azdı. Düşman tarzına alışana kadar birçoğu yaralandı. Yanlarında sağlık malzemeleri de çok yoktu. Mangalardaki brandaları söküp çıkarıyor, o brandaları kablolar ile dikiyor ve torba olarak kullanıyorlardı. Zaten kim aşağı kata nöbete gitse onun görevi torba dikmekti. Mevzilerde çok patlama oluyordu ve en çok yaralanmaların olduğu dönem bu dönemdi. Sağlık malzemeleri çok azdı. Serhildan yaralandığında malzemelerin hepsi harcanmıştı. Malzeme az olduğu için yaraları temizlemek ve sargı bezi olarak kullanmak için atletleri parça parça kesip kullanıyorlardı.

 Devam edecek…