1985 yılında Almanya merkezli NATO Gladiosu PKK’ye karşı harekete geçirildi

Alman devletinin PKK’yi 1985’te ‘terörist’ ilan eden ilk devlet olması Gladio ordusuna merkezlik etmesi nedeniyledir. NATO Gladio’su inşa edilirken, Avrupa’daki bölümden Almanya’daki merkez sorumlu kılındı.

Kürdistan’da 15 Ağustos 1984 Hamlesine karşı savaşan esas gücün NATO’nun gizli ordusu Gladio güçleri olduğu netleşmiş bulunmaktadır. Türk güvenlik sisteminin PKK’ye karşı mücadelede yetersiz kaldığını kanıtlayan en önemli olay 15 Ağustos 1984 Hamlesidir. Güvenlik sisteminin yetersizliği aslında Ankara’dan çıkışımızla başlayıp Ortadoğu’da üslenmemizle kesinleşmişti. Hamlenin gerçekleştirilmesi bu kesinliği açığa çıkardı. Ardından 1985 yılında Almanya merkezli NATO Gladio’su harekete geçirildi. Unutmamak gerekir ki, Alman devletinin PKK’yi 1985’te ‘terörist’ ilan eden ilk devlet olması bu Gladio ordusuna merkezlik etmesi nedeniyledir. NATO Gladio’su inşa edilirken, Avrupa’daki bölümden Almanya’daki merkez sorumlu kılındı. Başlangıçta bu gerçekleri bilmiyorduk. Hatta Almanya başta olmak üzere, AB’yi ve diğer Avrupa ülkelerini devrimci mücadelenin dostları sayıyorduk. Halklara karşı (Buna Avrupa halkları da dahildir. Özellikle İtalya, Yunanistan ve Balkan halkları başta gelmektedir) gizli yürütülen bir savaşın söz konusu olduğu çok sonraları anlaşıldı.

GİZLİ ORDU DEVRİMCİLERE KARŞI KURULDU

NATO kurulduğunda bu ordu da komünizmin sızmalarına karşı kuruldu. Çok az kimse bunun farkına vardı. Gizli ordu en çok İtalya, Yunanistan, Türkiye ve Almanya’da devrimcilere karşı harekete geçirildi. Sovyet Rusya’nın tehdit olmaktan çıkması ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, Türkiye dışındaki diğer NATO üyesi ülkelerde önemini yitirdi. Türkiye’de ise, tersine çok daha üst düzeylere taşındı. İran Devrimi (1979) ve Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgali (1980) bunda önemli rol oynadı. Ayrıca Ortadoğu’da oynadığı jandarma rolü nedeniyle Türkiye Gladio’suna sınırsız destek sağlandı. İsrail’i koruma istemi de bunda önemli bir etkendir. Petrol kaynakları ve işbirlikçi iktidarların korunmasının gerekliliği Gladio’yu hep devrede tutmaya zorlayan diğer önemli etkenlerdir.

ALMANYA’NIN PKK’Yİ ‘TERÖRİST ÖRGÜT’ İLAN ETMESİ

15 Ağustos Hamlesinin beklenmedik çıkışı bu ortamda gerçekleşti. Türkiye Gladio’su Türk devrimcilerinin kalan son izlerini de 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle temizlemişti. 15 Ağustos 1984 Hamlesi hesapta yoktu. Gerçekleştiğinde ise, başlangıçta basit bir sol maceracı çıkış sanıldı. Klasik ordu, polis ve istihbarat güçleriyle hemen üstesinden gelineceğine inanıldı. Fakat ilk yılda işinin bitirilememesi meselenin NATO’ya taşırılmasına yol açtı. NATO, kuruluş yasasının 5. maddesine göre müdahalede bulunmayı 1985’te kararlaştırdı. Alman devletinin aynı yıl PKK’yi ‘terörist örgüt’ ilan etmesi bu karar nedeniyleydi. Hamle ilk yılını doldurduğunda, iddia edilenin aksine, NATO 5. maddeyi ilk defa Almanya üzerinden başlattığı saldırıyla kullandı. Ama bu uygulama resmi ve meşru çerçevede değil, gayriresmi ve meşru olmayan Gladio tarafından geliştirildi.

1985’ten sonra da görünüşte Türk güvenlik güçleriyle çatışıyorduk. Bilinçli olarak bu görüntü verdirilmişti. Savaş özünde NATO Gladio’suyla yürütülüyordu. Elbette Gladio’nun Türkiye’deki kolu çok büyük rol oynuyordu. Ama tek kol değildi. Sayıca büyük olması sonuç almasına yetmiyordu. Türk güvenlik güçlerinin tek başına o kapsamda bir savaş yürütmesi değil yıllarca, bir yıl bile zordu. Sürdürse bile kısa bir süre içinde devlet olarak iflası anlamına gelirdi. Dolayısıyla açıktan olmasa ve mekanizması büyük oranda gizli çalışsa da, savaş bir NATO savaşıydı. Günümüzde Afganistan’da ve Irak’ta, daha önceleri Somali’de yürütülen savaşların çok üstünde boyutları olan ve uzun süreli yürütülen bir savaştı bu.

ALMANYA’NIN KDP VE PSK ARTIKLARINDAN BİR KÜRT BLOĞU OLUŞTURMA İSTEĞİ

Almanya’nın KDP ve PSK (Kürdistan Sosyalist Partisi) ile PKK artıklarından bir Kürt bloğu oluşturup bunu legal plana da yansıtmak istediği rahatlıkla anlaşılmaktadır. Bu konuda bölge devletleri ve Türkiye’yle uzlaşmaya çalışması da doğaldır. Bunun için de PKK’yi istediği gibi kontrole alamayacağını anlayınca yasaklamaya, satın almaya, marjinalleştirmeye yönelik büyük çaba harcadığı da bilinmektedir. Bu dönemden itibaren PKK üzerinde en çok duran ve üzerinde baskı kurarak sonuç almak isteyen ülkelerin başında gelmektedir. Almanya PKK aleyhtarları ve muhaliflerine en önemli destekleri vermekte, kendine yakın Kürt gruplarına çok büyük imkânlar tanımaktadır. Genelde Ortadoğu, Mezopotamya ve Türkiye üzerindeki tarihsel hegemonik çizgi temelinde hareket etmektedir. İnsan hakları ve demokratikleşmede tutarlı davranmadığı, daha çok araç olarak kullandığı görülmektedir.

Almanya’nın tarihsel olarak Kürtler üzerinde ve genelde Ortadoğu ve Türkiye’ye yönelik etkinlik kurma çalışmalarında bu unsurlara çok ileri düzeyde sahip çıkıp kolladığı görülmektedir. Bu tutumun insan hakları ve demokratik tutumla izah edilemeyeceği, bunun ısrarla kendine bağlı kol çalışmalarının bir parçası olduğu giderek açıklık kazanmaktadır.

PALME CİNAYETİ

Palme cinayeti, başka amaçları yanında, 12 Eylül rejimi ve sonrasında Türkiye’yi dışa bağlı tutmak için ve Kürt özgürlük devriminden korumakta bir araç olarak kullanılmıştır. Palme’nin Vietnam ve Güney Afrika gibi ülkelerdeki hareketlerin desteklenmesinde ve hoşgörüyle yaklaşılmasında Başbakanı olduğu İsveç’i bir merkez haline getirmişti. İsveç, Kürt Özgürlük Hareketinin de merkezi olabilirdi. Palme, Kürt Özgürlük Hareketinin terörist olarak damgalanmasına karşıydı. Öldürülmesinde ‘Kürt izi’ teorisi ve PKK’nin terörist ilan edilip yasaklanması çabaları, İsveç’in bu olumlu konumunu ortadan kaldırma hedefiyle yakından bağlantılıdır. NATO’nun o dönemde Avrupa’da güçlü ve henüz açığa çıkmamış olan Gladio örgütlenmesinin bu ve benzeri komplolarla ilişkisi bir gün aydınlanacaktır.

TÜM AVRUPA’DA BAŞLAYAN PKK’YE YÖNELİK İZOLASYON

15 Ağustos 1984 eylemliliğinin hemen ardından, Almanya’nın da ağırlığını koymasından sonra, Türkiye hükümetiyle uzlaşma sağlanmıştı. Birçok ekonomik çıkarın sunulmasıyla tüm Avrupa’da PKK’ye karşı bir izolasyon süreci başlamıştı. Palme provokasyonu bu sürecin en önemli halkalarından biriydi. PKK’yi bölme gündemleşen diğer bir gelişmeydi. Başlarında Çetin Güngör’ün bulunduğu bir gruba bu yönlü önderlik yaptırılıyordu. Kesire’nin tahrikleri ürün verir gibiydi. Birçok aydın, Mahmut Baksi, Şivan Perwer gibi insanlar uzaklaştırılmıştı. Bu durum tek başına Türkiye’nin çabalarıyla izah edilemez. Aslında Avrupa merkezli bir karar uygulanıyordu. Türk solu bu yolla çoktan iğdiş edilmişti. Dünyanın diğer özgürlük hareketlerine de benzer planlar uygulanıyordu.

ALMANYA TC’DEN DE FAZLA PKK’NİN TASFİYESİYLE UĞRAŞMIŞTIR

Almanya’nın merkezî düzeyde PKK’lileri tutuklaması da bu planın bilinçli bir parçasıdır. Parçalama ve önemli bir bölümü kontrolüne alma amaçlanıyordu. Bu dönemin belirgin özelliği, PKK Önderliğinin bölge devletlerince kontrol edilmesinin esas alınmasıdır. Emperyalist sistem direkt karışmak yerine taşeron kullanmaktadır. Özellikle Almanya’nın bölge ve Türkiye üzerindeki niyetleri, baştan itibaren PKK Önderliğini hedeflemesini gerektirmiştir. PKK yüzünden taşeron örgütlerle yürüttüğü çalışmalar akamete uğramakta, bundan Önderliği sorumlu tutmaktadır. Öyle anlaşıyor ki, bazıları dört gözle tasfiye olmamı bekliyorlardı. Bu beklenti oldukça güçlüdür ve izleri hâlâ vardır. Avrupa’ya yolladığımız eski kuşaktan yoldaşlar Almanya’nın öncülüğünde başlatılan saldırıyla 1987’den itibaren tutuklanmışlardı. Bu olay bile Almanya’nın Avrupa Gladio’sunun merkezi olduğunu ve PKK’ye yönelik Gladio hamlesini açıklamaya yeter. Almanya TC’den daha fazla, üstelik çok daha planlı ve sinsi bir biçimde PKK’nin tasfiyesiyle uğraşmıştır.

ALMANYA’NIN MERKEZİ DÜZEYDE PKK’LİLERİ TUTUKLAMASI

Kürtler üzerine kurduğu hesapların boşa gideceğinden çekinmektedir. Baştan itibaren ya kendine göre bir PKK yaratmayı ya da PKK’yi parçalamayı gündemine koymuştur. 1987 tutuklamaları PKK Önderliğine alternatif yaratma deneyimidir. Türkiye’nin tüm özel savaş programlarının arkasında olmuştur. Fakat bazı noktalarda çelişmesi ve artan güç aralarında çelişkilere yol açmıştır. Avrupa’da Önderliğin tecridi veya boyun eğdirilmesi baştan beri büyük bir kararlılıkla yürüttüğü politikası olmuştur. Buna rağmen Avrupa’daki Kürt halkının kimlik ve özgürlük talepleri etrafında harekete olan bağlılığı, Avrupa üzerinden geliştirilen tüm tasfiyeci planları fazlasıyla boşa çıkarmaya yetiyordu. Bu dönemde Suriye ve Avrupa’daki halkımızın eşsiz bağlılığı olmasaydı, PKK’yi ayakta tutmak ve devrimci savaşı sürdürmek çok daha zor olurdu. Her iki alandaki halkımızı hep saygı ile anmak ve kutlamak gerekir.

ALMANYA BAŞI ÇEKMİŞTİR

Şu gerçeği görmekte yarar var: Kürt Özgürlük Hareketi, PKK önderliğinde bir nevi çağdaş Bolşevizm gibi görülmektedir. Zaten ‘katı Stalinci’ damgalaması bu görüşü yansıtmaktadır. Çok farklı özellikleri olsa da yaklaşımlar benzerdir. Resmi siyaset ve devletler düzeni, PKK’yi ve bir bütün olarak Kürt Özgürlük Hareketini legaliteye kabul etmek istememektedir. Birçok ülke ise illegaliteye çekmiştir. Özellikle Almanya bunda başı çekmektedir. ABD daha katıdır. Ortadoğu devletleri de aynı yaklaşım içindedir. PKK’yi kesinlikle legalite dışı saymaktadırlar. Dost olanları ancak kişisel ve gayriresmi yaklaşım içindedir.

ALMANYA’DAN SONRA ABD VE İNGİLTERE’NİN PKK’Yİ ‘TERÖRİST’ İLAN ETMESİ

PKK olarak savaşın bu gizli ve gerçek yüzünü kavrayamıyorduk. Avrupa ve ABD’ye yönelik eleştirilerimiz ideolojik düzeyde kalıyordu. Genelde son iki yüzyılda, 1920’ler sonrasında, özelde de 1984 sonrasında Kürdistan’da Kürt halkına ve PKK’ye karşı yürütülen hegemonik güç savaşlarında kapitalist modernitenin rolünü çözümleyebilecek kapasitede değildik. Bu nedenle NATO çözümlememiz çok eksik kalmıştı. Reel sosyalizmin slogan düzeyindeki yaklaşımını aşmıyordu. Zaten Gladio’dan ad olarak bile haberdar değildik. Kürdistan’daki halk savaşının düzeyi genişleyip derinliği arttıkça, bu gerçeklik yavaş yavaş açığa çıkmaya başladı. Almanya’dan sonra ABD ve İngiltere’nin 1990 sonrasında PKK’yi ‘terörist’ ilan etmeleri, daha önceki Papa suikastı ve Olof Palme cinayeti de dikkate alındığında, gerçeği biraz daha anlaşılır kıldı. İtalyan Gladio’sunun açığa çıkarılması diğer önemli bir aşamaydı.

KENDİ KUKLALARINI PKK’NİN YERİNE KOYMA ÇABALARI

1990 başlarında Türk Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in Londra’ya yaptığı bir gezide, “Planımız onaylandı” biçiminde bir değerlendirmesi basına yansımıştı. Londra’nın da Almanya gibi tasfiyede rol üstleneceği anlaşılmıştı. Yine 1991’de YNK Başkanı Talabani Avusturya’nın Başkenti Viyana’da Türk Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’le PKK’yi terörist ilan etme konusunda gizlice anlaşmıştı. Talabani’nin bu yaklaşımı Almanya, Fransa ve İngiltere’nin tavrıyla iç içe terörist ilan edilme olayında temel bir rol oynamıştır. Avrupa çapında varılan bu anlayış birliğinde, PKK’siz bir Kürt hareketi amaçlanıyordu. PKK’siz bir Kürt hareketi ellerinde Ortadoğu çapında kullanabilecekleri çok gerekli bir kozdu.

ABD ve İngiltere de kendilerine bağlı bir Kürt çizgisi ve bloğu teşkil etmek istemekte, YNK’yi bir uygulama gücü olarak beslemektedir. PKK gelişmesi bu kolun da çıkarlarına uygun gelmediği için, özellikle 1990’lardan itibaren çok sıkı bir takip yürüttükleri ve dünya çapında etkinliklerini kullanarak bunu PKK Önderliğini teslim etmede de gösterdikleri açık olan bir husustur. Bölge devletlerinin PKK’yi tam kontrol edememeleri, bölge üzerinde hesabı olan ABD ve önde gelen Avrupa devletlerini direkt tavır almaya zorlamıştır. Bunun için PKK’nin iç tasfiyecileri ve muhaliflerine maddi ve diplomatik olanaklar sunmaktan geri durmamışlar, PKK yerine kendi kuklalarını yerleştirme çabalarından vazgeçmemişlerdir.

Sonuç olarak, bu dönemde PKK’nin bastırılamaması ve 15 Ağustos hamlesi Türkiye’yi aşan durumlar yaratmış, Kürt Hareketi üzerinde hesapları olan birçok ülkeyi PKK’ye karşı tavır belirlemeye götürmüştür. Çeşitli güçler özgür bir Kürt iradesinin ortaya çıkmamasına özen göstermişlerdir.

Bölge devletleri de özgür Kürt iradesini tanımak yerine kontrolde tutmak için büyük çaba harcamışlardır. PKK’ye taktik ilişkiler alanından öteye fırsat tanımamışlardır. Daha ezici bir tavır içine girmemeleri, çıkarları elvermediğinden ötürüdür. Yoksa inkâra dayalı bir milliyetçilik hepsi tarafından esas alınmaktadır. Kürtlere komşu her devlet özgürlük tanımadan ‘kendi Kürt’ünü’ kendine sıkıca bağlı tutmayı temel politika olarak sürdürmeye devam etmektedir. Bu politikalar kendini en çok PKK’ye yaklaşımlarında göstermektedir.

TÜM BU POLİTİKALARA RAĞMEN PKK’NİN ÖZGÜR İRADESİ BASTIRILAMAMIŞTIR

Tüm bu içten komplo, tasfiye ve dıştan destekli baskı ve ezme politikalarına rağmen, PKK’nin özgür iradesi bastırılamamıştır. Çok sarsılmış, dengesiyle oynanmış ve güç kaybına uğratılmış olmasına rağmen, PKK Kürt halkının özgür iradesi olma şansını canlı tutmuştur. Kahraman zindan direnişçiliği, insan onurunu korumayı hedeflemiştir. 15 Ağustos Atılımı özgür iradede ısrar anlamını taşımıştır. İşbirlikçi örgüt ve kişiliklerin iç ve dış dayatmaları ilk defa başarısızlığa uğratılmış, ilgili tüm irili ufaklı devletlerin baskı, ezme ve denetim çabaları boşa çıkarılmış, halkın özgür iradesi olarak ayakta kalmayı başarmıştır. Çok büyük acı, kayıp ve diğer bedeller pahasına mal olan bu özgür irade en yüce kazanım olarak bu dönemde tarihteki yerini bulmuştur.

(Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kitaplarından derlenmiştir.)

DEVAM EDECEK…