ABD-TC mutabakatı soykırım belgesidir sonuna kadar direnilecektir!

ABD-TC mutabakatının işgali tamamlamaya dönük olduğunu söyleyen Kalkan, “ABD-TC mutabakatının bir Kürt soykırım belgesi olduğu ve Kürtlerle diğer halkların buna karşı sonuna kadar direneceği ve TC işgaline son vermeyi hedefleyeceği açıktır” dedi.  

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik işgal saldırıları, ABD-TC arasında yapılan ateşkese ilişkin Ajansımızın sorularını yanıtladı.

İmralı’da tecrit derinleştirilerek sürdürülüyor. Bu tecrit ile Rojava’ya dönük işgal saldırıları arasında nasıl bir bağ var?

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik ABD öncülüğünde gerçekleştirilen 9 Ekim 1998 uluslararası komplosunun yirmi ikinci yılına girdik. Söz konusu bu saldırı sonucunda 15 Şubat 1999 komplosu gerçekleştirildi ve İmralı tecrit ve işkence sistemi ortaya çıkartıldı. İşte bu noktada hem uluslararası komployu ve hem de İmralı işkence ve tecrit sistemini doğru anlamak gerekiyor. Uluslararası komplo saldırısı kuşkusuz sadece Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı hedefleyen bir saldırı değildir, tersine Önderliği şahsında tüm Kürt halkını hedefleyen bir saldırıdır. Yine İmralı işkence ve tecrit sistemi sadece bir baskı sistemi değil, onun da ötesinde bir soykırım sistemidir. Yani 21 yıllık İmralı sistemi, esas olarak bir Kürt soykırım sistemidir. İmralı’da Kürt Halk Önderine yönelik ne tür uygulamalar yapılıyorsa, aynı şey aslında tüm Kürt halkına da yapılıyor. Yine Kürt halkına karşı başta TC Devleti olmak üzere küresel kapitalist modernite sistemi nasıl bir inkâr ve imha uyguluyorsa, aynı şey İmralı’da da uygulanıyor. İmralı ile Kürdistan, Önder Abdullah Öcalan ile Kürt halk varlığı ve özgürlüğü işte böyle iç içe geçmiş bulunuyor.

Dikkat edilirse, İmralı’daki işkence ve tecrit ağırlaştırılır ve derinleştirilirken, aslında sadece Rojava Kürdistan’da değil, tüm Kürdistan parçalarında soykırımcı saldırılar buna paralel olarak artıyor. Önder Apo üzerindeki İmralı tecrit ve işkencesi, tüm parçalardaki Kürt halkı üzerinde artan işgal ve soykırım saldırısı oluyor. Aslında İmralı sisteminin kendisi bir tecrit ve işkence durumudur. Fakat 5 Nisan 2015’den bu yana uygulanan ağırlaştırılmış tecrit ve işkence ise, başta Bakur olmak üzere Kürdistan’ın Başur ve Rojava parçalarında artan faşist-soykırım saldırıları olarak halk üzerinde uygulanmaktadır. Geçen bu beş yıllık süre içerisinde Bakurê Kurdistan’da nasıl bir faşist-soykırımcı saldırı uygulandığı ortadadır. Yine Başûrê Kurdistan üzerinde TC’nin işgal ve sömürgeci saldırılarının her alanda nasıl geliştirildiği gözler önündedir. İşte Rojava Kürdistan’a yönelik Efrîn’den başlayan TC’nin işgal ve soykırım saldırıları da bunun bir parçası olmaktadır. Yani İmralı sisteminin bir uygulanması olan saldırılar sadece Rojava’yı değil, Kürdistan’ın tümünü hedeflemektedir. İmralı işkence ve tecrit sistemi var olduğu için, Rojava Kürdistan’a yönelik mevcut işgal ve soykırım saldırıları yürütülmektedir. Demek ki İmralı işkence ve tecrit sisteminin parçalanması da Kürdistan üzerindeki soykırım sisteminin sona ermesi, Kürdistan’ın özgür ve demokratik hale gelmesi olacaktır.

Bilindiği gibi, 9 Ekim gününden bu yana TC işgalciliğiyle Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve halkları arasında yoğun bir savaş yaşanmaktadır. 17 Ekim akşamı ABD ile TC arasında 5 günlük bir ateşkese varıldığı açıklanmış olsa da, çatışmaların zaman zaman sürdüğü belirtilmektedir. Sizce mevcut savaşın neden ve sonuçları nelerdir?

Söz konusu savaşın temel nedeni, TC Devleti ile onu yöneten AKP-MHP iktidarına hakim olan Kürt düşmanı, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyasettir. TC Devleti ve Tayyip Erdoğan Yönetimi, yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı ortamından yararlanarak Kürt soykırımını tamamlamak, tüm halkları ve kültürleri yok ederek tek dilli ve kültürlü bir devlet toplumu yaratmak istemektedir. ABD ve Rusya gibi küresel siyaset yürüten güçler de çıkarları gereği bu soykırımcı zihniyet ve siyasete fırsat ve imkân vermektedir. Bu fırsat ve imkânları da arkasına alan TC Devleti, bir yandan Bakurê Kurdistan’da tam bir soykırım saldırısı yürütür ve Başûrê Kurdistan’ı da bu temelde baskı altına alırken, bir yandan da Rojava Kürdistan Kürtlüğünü bitirmek ve Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimini yok etmek amacıyla 9 Ekim’den bu yana vahşi bir işgal ve soykırım saldırısı yürütmektedir. Bu temelde Rojava Kürtlerinin ve Kuzey-Doğu Suriye halklarının özgür ve demokratik yaşamlarını ve kendi kendilerini yönetme haklarını yok etmek istemektedir. Çünkü başta Kürtler olmak üzere Kuzey-Doğu Suriye’de yaşayan tüm halklar örgütlenip birlik olarak faşist DAİŞ çetelerini yenilgiye uğratmış, tarihin en önemli özgürlük devrimlerinden birini gerçekleştirmiş ve halkların kardeşliğine dayalı demokratik özerk bir yönetim sistemi kurmuştur. Bu sistem ve Kürtlerin var ve özgür olması, kendi varlığını Kürt halkının yokluğu üzerine kurmuş olan TC Devletini korkutmakta, zihniyet ve siyaset değişikliğine zorlamaktadır. Bundan kurtulmak için, TC Devleti ve AKP-MHP iktidarı da söz konusu işgal ve soykırım saldırısını yürütmektedir.

Burada şu hususların altını bir kez daha çizmekte yarar vardır. TC Devletinin 9 Ekim’de başlattığı saldırı işgalci ve soykırımcıdır. Yani insanlık suçu kapsamındadır. TC Devleti böyle bir insanlık suçu işlerken, esas olarak NATO ve BM üyeliğine dayanmaktadır, ABD ve Rusya’nın desteğini kullanmaktadır. Dolayısıyla söz konusu işgal ve soykırımdan BM, NATO, ABD ve Rusya da sorumludur. Yine TC Devleti söz konusu işgal ve soykırım saldırısını Türklük adına ve Türkiye’nin imkânlarını kullanarak yürütmektedir. Bu nedenle, söz konusu vahşi saldırıya Türkiye toplumu ve güçleri de ortak edilmektedir. Yani onların da sorumluluğu vardır. Kuşkusuz Kürt toplumunun bilinç, örgütlenme ve birlik bakımından zayıflığı da böyle vahşi bir saldırıya zemin sunmaktadır. O halde Kürtlerin bilinç, örgütlenme ve birlik bakımından zayıflıklarının da sorumlu tutulması ve mutlaka aşılması gerekmektedir.

9 Ekim savaşını başlatanın kendisi olduğunu Tayyip Erdoğan da inkâr etmemektedir. Temel gerekçe olarak ise, “Kürtlerin bir siyasi statü kazanmasına izin vermeyeceğiz” demektedir. Bu temelde ABD ve Rusya desteğine dayanarak ve Türkiye’nin tüm imkânlarını kullanarak ilk dokuz gün boyunca vahşi bir saldırı ve katliam yürütmüştür. Bu saldırıda esas olarak uçak, tank ve top gibi ağır saldırı araçlarını kullanmış ve hiçbir ahlaki ve hukuki kurala uymamıştır. Başta Serêkaniyê olmak üzere birçok kentte sivil halka yönelik katliam yapmış ve yasak kimyasal gaz saldırısında bulunmuştur. Bu temelde üç yüze yakın sivilin katledildiği, altı yüzden fazlasının yaralandığı, Suriye Gelecek Partisi Genel Sekreteri Hevrin Xelef’in infaz edildiği, onlarca çocuğun kimyasal gazdan yandığı bilanço olarak verilmektedir.

Söz konusu insanlık suçu uygulamalarına rağmen, faşist Tayyip Erdoğan Yönetiminin askeri işgalde başarılı olamadığı ve plan hedeflerine ulaşamadığı ortadadır. Bu süre içerisinde Serêkaniyê ve çevresinde bazı yerlere askeri olarak girse de, hedeflediği Tel Abyad-Serêkaniyê arasını 32 kilometre derinlikte ele geçirememiştir. Tersine işgalci TC ordusu ile DAİŞ-El Kaide bozması çete grupları ağır kayıplar vermiştir. Başta QSD, YPG ve YPJ güçleri olmak üzere tüm Kuzey-Doğu Suriye halkları faşist TC işgaline karşı kahramanca bir direniş göstermiştir. Söz konusu bu direniş, dört parça Kürdistan ve yurtdışındaki Kürtlerden, Ortadoğu halklarından ve tüm insanlıktan, kadın ve gençlerden çok büyük destek görmüş, başta Arap ve Avrupa birlikleri olmak üzere çok sayıda devlet ve yönetim TC işgaline karşı çıkmıştır. Sonuçta TC Devleti ve AKP-MHP iktidarının, yaptığı katliam ve işlediği insanlık suçu dışında hiçbir askeri başarısı yoktur. Kürtler ve Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi ise, değişik güçlerden çok yoğun bir destek alarak özgürlük davasını tüm dünyanın sorunu haline getirmiştir ve insanlığa mal etmiştir.

ABD-TC arasında 17 Ekim akşamı ilan edilen ateşkesin nedenleri nelerdir? Böyle bir ateşkes sonucuna neden varıldı?

Açık ki, ateşkes ilan edenler savaşta amaçlarına ulaşamadıkları ve başarılı olamadıkları için ateşkes ilan ettiler. Yoksa amaçlarına ulaşmış olsalardı, böyle savaşa ara veren bir ateşkes girişimine ihtiyaç duymazlardı. Planladıklarını başarır ve zaferlerini ilan ederlerdi. Böyle olmadığına göre, ilk elden işgal saldırısının başarılı olmadığını, Kuzey-Doğu Suriye halkları, QSD Güçleri ve insanlık direnişi karşısında başarısız kaldığını tespit etmeliyiz.

Deniyor ki, Trump ve Erdoğan iç politika gereği ve iç siyasette başarılı olabilmek için böyle bir savaşa karar verdiler. Bilindiği gibi, faşist Tayyip Erdoğan Yönetimi tam bir çöküşü yaşıyor. 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimlerinde hezimete uğradı. Ancak böylesi işgal ve katliam saldırıları ile iktidar ömrünü uzatabiliyor. ABD Başkanı Trump ise, neredeyse başkanlıktan azledilecek. Gelecek yıl yapılacak seçimlerde fazla kazanma şansı bulunmuyor. Yani her ikisi için de hem gündem değiştirme ve hem de iç siyasette destek toplama ihtiyacı var. İşte bunun için, Trump’ın kendi deyimiyle “Anlamsız savaşa” karar verip başlattılar. Gerçekten söz konusu amaçlarına ulaştılar mı? Türkiye ve Amerika’dan yansıyanlar hiç de öyle olmadığını gösteriyor. Ancak gerçek sonucu önümüzdeki aylar ve gelecek yıl gösterecek. Belli ki söz konusu savaş bu iki kişiyi de iktidardan düşürecek.

Her ne kadar uçak, tank ve top gibi en ağır silahları kullanmış olsa da, işgalci TC ordusunun savaşta ciddi kayıplar verdiği ve başarısız kaldığı ortadadır. Dahası işgalci TC Devleti tüm dünyadan tecrit olmuştur. Böyle bir işgalci saldırı ile Kürt varlığını ve haklarını tümden yok edeyim derken, tersine tüm dünya Kürt gerçeğini ve Kürt sorununu tanımış ve herkes Kürtlerin varlık ve özgürlük mücadelesine ciddi destek verir hale gelmiştir. Yani TC Devleti dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan da olmuştur. Böyle bir durum dünyada ve tarih içinde ilk kez yaşanmaktadır. Bu nedenle, Tayyip Erdoğan Yönetimi durumu yeniden değerlendirmek ve kendini toparlamak zorunda kalmıştır.

Trump Yönetiminin savaştaki durumu ise çok daha vahimdir. Ordusunu savaş bölgesinden çeken ve savaşa girmeyen bir güç, dönüp bu sefer ateşkes ilan etme girişiminde bulunmuştur. Demezler mi, bu ne perhiz, ne lahana turşusu diye! Bari askeri güçleri Rojava alanında varken böyle bir girişimde bulunsaydı, bunun bir anlamı olurdu. Ortada tuhaf bir durumun varlığı açıktır. Ateşkes savaşan ve karşıt olan güçler arasında yapılır. ABD ile TC ise mevcut durumda ne savaşıyorlar ve ne de karşıtlar. Tersine ikisi de aynı taraftalar. Herhalde aynı tarafta olan iki gücün ateşkes ilan etmesi tarihte ilk kez olmaktadır. Peki böyle anlamsızlığa Trump Yönetimi neden giriyor? Çünkü ABD Başkanı Trump’ın askerlerini Suriye’den çekme ve TC işgalinin önünü açma kararı hem tüm dünyadan, hem DAİŞ karşıtı koalisyondan ve hem de ABD içindeki birçok kesimden ciddi tepkiler aldı. Bir anda Trump yönetimi ortada kaldı ve son derece etkisiz duruma düştü. İşte bu durumu aşabilmek ve belli bir etkinlik kazanabilmek için, Trump Yönetiminin söz konusu ateşkes girişimi gündeme geldi. Trump Yönetimi de böyle bir girişimle kendini içine düştüğü durumdan kurtarmaya çalışıyor.

Ateşkes denilen süreç ne anlama geliyor, nereye varabilir?

Kuşkusuz yapılana gerçek anlamda bir “Ateşkes” denemez. Bunu sadece Trump Yönetimi böyle söylüyor. Örneğin Tayyip Erdoğan Yönetimi “Ara verme” diyor, ateşkes demiyor. Belli ki savaşta yorulmuş ve de zorlanmış, bu nedenle ara veriyor. Belki de fazla hesaplamadan girdiği ve başarısız kaldığı bu savaştan kurtulmak için bunu bir başlangıç yapmış olabilir. Durumun ne olacağını Salı günü akşam göreceğiz. Biraz da Erdoğan-Putin görüşmesi savaşın gidişatını belirleyecek gibi. Zaten cephede tam bir ateşkes durumu da yok. Tarafların yaptığı açıklamalar, savaşın bir biçimde devam ettiğini gösteriyor. Dahası işgalci TC ordusunun savaş cephesine yönelik yoğun bir sevkiyat yürüttüğü ve hazırlık yaptığı belirtiliyor. Hem QSD Genel Komutanlığı’nın ve hem de Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetiminin basına yönelik açıklamaları bu yönlüdür. Öyle anlaşılıyor ki, ortada ateşkes denebilecek bir durum gerçek anlamda yoktur.

Aslında ateşkes ilan ettiklerini söyleyen taraflar, mevcut durumda en zayıf pozisyonda olan taraflardır. ABD askerini savaş bölgesinden çektiği gibi, mevcut haliyle Suriye’den Irak’a doğru söz konusu askeri çekilmenin devam ettiği belirtiliyor. Zaten Trump da “Savaşa katılmayacaklarını” çok açık bir biçimde ifade etmiş bulunuyor. O halde, savaşta olmadığına göre, ABD ateşkeste de olamaz. Ağır silahlarla yürüttüğü katliamlarına bakılarak, TC’nin belli bir savaş kararlılığının olduğu belirtilebilir. Tayyip Erdoğan da açıklamaları ile hep böyle görünmeye özen göstermektedir. Ancak TC Devleti baştan beri Suriye’de işgalci konumdadır ve uluslararası hukuka terstir. Dolayısıyla uluslararası alanda tam bir tecridi yaşamaktadır. Birkaç devlet dışında tüm devletler TC’ye bir biçimde karşı çıkmıştır. En çok desteği Trump veriyor ki, onun da niçin yaptığı pek belli değil. Acaba Erdoğan Yönetimini koruyor mu, yoksa tuzağa mı çekiyor; bu durum pek bilinmiyor, yani net değil. Yakında TC’nin Cerablus, Bab ve Efrîn’den çekilmesi güçlü bir biçimde siyasal gündeme gelebilir. Bu açıdan, askeri saldırganlığı sonucunda belli bir gücü varmış gibi görünse de, aslında TC de Suriye’de çok zayıf bir konumda bulunuyor. Dahası tüm Kürt sorunu bu biçimde TC’ye ihale ediliyor gibi.

Mevcut durumda Suriye’de Rusya’nın güçlenmiş olduğu bir gerçektir. Fakat Rusya’nın da bu gücü nasıl kullanacağı pek belli değildir. Kürtlerin de bir biçimde içinde olduğu yeni bir Suriye yönetimi arayışında olduğu görülmektedir. Bu da herkesten çok TC’ye karşıtlık ifade etmektedir. Tayyip Erdoğan Yönetimini ABD ile çeliştirmek için Putin Yönetimi önemli tavizler vermiştir. Son girişim gösterdi ki, ABD Yönetimi de bunu bozabilmek için Tayyip Erdoğan Yönetimine önemli bir destek verdi. Kısaca Tayyip Erdoğan Yönetimi ABD-Rusya arasında gidip gelerek şimdiye kadar ayakta kaldı. Fakat artık bunun da sonu geliyor. Suriye üzerinde Trump ve Putin Yönetimlerinin çekişmeden çok uzlaşma içinde oldukları gözleniyor. Bu açıdan, sonucu belirleyeceği söylenen Salı günkü Putin-Erdoğan görüşmesinin öncekilere pek benzemeyeceği, Erdoğan için ciddi zorlanmalar yaratacağı söylenebilir. Şimdiye kadar “İdlib’dekileri Rojava’ya taşımak” için Tayyip Erdoğan Putin’den destek aldı. Ama artık durum değişmiştir. Putin Salı günü Erdoğan’a “Efrîn ve Cerablus da dahil tüm askeri güçlerini Suriye’den çek ve alanları bana devret” diyebilir.

Kısaca Kürdistan üzerinde pazarlıklar sürmeye devam etmektedir. Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin hem Şam Yönetimi ve hem de Rusya ile yoğun ilişki ve görüşmeleri vardır. Savaş içerisinde bir düzey kazanan bu görüşmelerden, söz konusu beş günlük arada daha ileri gelişmeler ortaya çıkabilir. Kısaca çelişkiler devam etmekte ve çatışma etkenleri varlığını korumaktadır. Zaten sorun Kürtlerin varlık ve özgürlük sorunu olarak ele alınıp bu temelde Kürtlerin demokratik haklarını içeren bir siyasi çözüm aranmadıkça ve bu durum Rojava’yı da aşıp diğer parçalardaki Kürt sorununun çözümüyle birlikte ele alınmadıkça çatışmalı durumun bitmesi mümkün de değildir. Dikkat edilirse, eskiye oranla soruna bu temelde yaklaşım belli oranda gelişse de, henüz çözüm üretilecek düzeyde değildir. Bu da çelişkili ve çatışmalı durumun daha da karmaşık olarak devam edeceği anlamına gelmektedir.

Kürtler ve QSD açısından ABD-TC uzlaşması bir tür resmiyet olarak görülebilir ve önemsenebilir. Ancak bu durum çok cılızdır. Esas olan ise, 9 Ekim’de başlatılan işgali tamamlamaya dönük boyutudur. 13 maddelik ateşkes denilen mutabakat birçok bakımdan belirsizlik içermektedir. Kürtler açısından en önemli madde kuşkusuz “QSD güçlerinin çekilmesi” maddesidir. Bu durumun da net olmadığı ortadadır. TC tarafı 444 kilometre uzunluk ve 32 kilometre derinlik derken, QSD Komutanlığı 120 kilometre uzunluk demektedir. Hiç kuşkusuz Kürtler ve Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi açısından TC’nin söyledikleri asla kabul edilemez. 444 kilometre uzunluk ve 32 kilometre derinlikten YPG-YPJ güçlerinin çekilmesi Rojava Kürdistan’ı terk etmek anlamına gelir ki, bunun YPG-YPJ’nin tasfiyesini ifade ettiği açıktır. TC’nin istemi Rojava Kürdistan’ın işgali, Kürtlerin Kürdistan’dan sürülüp soykırıma uğratılması, YPG-YPJ’nin tasfiye edilmesi ve Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetiminin yıkılması demektir ki, böyle bir şeyin değil kabul edilmesi, tartışılması bile mümkün değildir. Kısaca ABD-TC mutabakatının bir Kürt soykırım belgesi olduğu ve Kürtlerle diğer halkların buna karşı sonuna kadar direneceği ve Suriye ile Kürdistan’daki TC işgaline son vermeyi hedefleyeceği açıktır.     

Böyle bir süreçte Kürt toplumu ve siyasetine düşen görevler nedir, ne yapmalılar?

Böyle bir süreçte Kürtler varlık ve özgürlüklerini garantilemekten asla geri duramazlar ve bunu erteleyemezler. Çünkü, mevcut koşullar kendileri için somut bir şanstır ve de son şanstır. Eğer bu süreçte kendilerine dayatılan soykırımı kıramaz ve özgür varlıklarını garantileyemezlerse, o zaman her şeyi kaybetme tehlikesi ile karşı kaşıya gelirler. Nitekim bu durumu çok iyi gördükleri için, TC işgaline karşı Rojava Özgürlük Direnişini yediden yetmişe tüm parçalarda ve yurtdışında sahiplendiler ve harekete geçtiler. Kürt siyaseti yakın dönemde görülmeyen biçimde ortak söylem içinde oldu. Her alanda adeta Kürt gençleri ve kadınları ayaklandılar. Bugün 12 gündür her yerde ayaktalar; yemiyorlar ve içmiyorlar, adeta yatıp uyumuyorlar, ‘Her yer Rojava ve her dem direniş’ diyerek çok güçlü bir serhildan yürütüyorlar. Bununla söz konusu tehlikeyi önlemek, dayatılan işgali ve soykırımı kırmak, Rojava özgürlüğü şahsında varlık ve özgürlüklerini garantilemek istiyorlar. Doğru görülüp anlaşılması gereken birinci husus budur.

İkinci husus ise, hem dünya sistem gerçeğini ve hem de TC Devlet gerçeğini, bunların Kürtler açısından ne anlama geldiğini, dolayısıyla Kürt sorununun ne olduğunu ve nasıl çözüleceğini çok iyi bilmeliler ve hiçbir koşulda da unutmamalılar. Yakın geçmişi doğru hatırlayalım, Tayyip Erdoğan Yönetimi Suriye savaşı içine böyle balıklama niçin girdi, “kardeşim” dediği Esad yönetimi ile bir anda böyle kanlı bıçaklı hale niçin geldi? Çok açık ki, Suriye’deki iç kargaşa ortamından yararlanarak Kürtlerin herhangi bir hak elde etmesini ve statü kazanmasını engellemek için. Sekiz yıldır her şeyi göze alarak ve her türlü hileye baş vurarak işte bu amaç için savaştı ve 9 Ekim işgal saldırısını da bu amaç için başlattı. TC’ye hakim olan mevcut Kürt ve halklar düşmanı zihniyet ve siyaset değişmedikçe de, bu amaçtan asla vazgeçmeyecektir. Bunu Bakur ve Başur için yaptığı gibi, Rojava Kürdistan için de yapacaktır. Ve nitekim yapmaktadır da. Nerede bir Kürt görse, nerede bir Kürt varlığı, kazanımı ve dostluğu ile karşılaşsa adeta kırmızıyı gören İspanyol boğalarının saldırması gibi saldırmaktadır. Bir de bu gerçekliği Kürt toplumu ve siyaseti hiçbir zaman unutmamalıdır. TC Devleti Bakur Kürtlüğüne böyle düşmanlık yaptığı gibi, Başur ve Rojava Kürtlüğüne aynı düşmanlığı yapmaktadır. O halde tüm parçalardaki Kürtlerin kaderi birdir, özgür varlıkları birlikte olur.

Demek ki muzaffer bir özgürlük mücadelesi ile mevcut Kürt düşmanı zihniyet ve siyaset kırılmadıkça TC Devleti Kürtlere saldıracak ve soykırım uygulamaya çalışacaktır. Tüm Kürt partilerinin ve toplumunun bu gerçeği iyi bilmesi ve bu temelde direnmesi gerekir. Rojava Direnme Savaşına işte bu temelde yaklaşmak ve sahiplenip yürütmek gerekir. Çeşitli oyun ve hilelere karşı her zaman uyanık olmak gerekir. Kuşkusuz Kürtler ateşkes ve silahsız çözümden yanadırlar, ancak karşıdaki düşman böyle değildir. O halde sadece kendimize göre değil, düşman gerçeğini de iyi bilen ve anlayan bir yaklaşım ve tutum içinde olmalıyız. Bu nedenle, YPG, YPJ ve QSD’nin TC Devletinin istediği gibi çekilmesi elbette söz konusu olamaz. Kim kimi nereden çıkartıyor? Çok açık ki, geri çekilmesi gereken tek güç TC devleti ve işgalci ordusudur. Rojava’dan çekildiği gibi, Başur’dan da Bakur’dan da çekilip gitmelidir. Geri çekilmeleri gereken halkın öz savunma ve özgürlük güçleri değil, hiç kuşkusuz TC’nin işgal güçleridir. Bu açıdan da geri çekilmesi gereken işgalci TC’nin kendisidir. Tüm Kürtler olarak bunu istemek, bunda birleşip sonuna kadar ısrar etmek ve bu sonuca ulaşabilmek için de sonuna kadar direnmek durumundayız. Her şey direnişe bağlıdır. Büyük şehidimiz Mazlum Doğan’ın belirttiği gibi Direnmek Yaşamaktır; teslimiyet ihanete direniş zafere götürür.

Bunun için Rojava Kürtlerinin ve Kuzey-Doğu Suriye halklarının, yine DAİŞ’i yenen muzaffer güç YPG, YPJ ve QSD’nin tutumunun TC işgaline karşı sonuna kadar direniş olacağı ve dört parça Kürdistan’daki halkımız ile insanlığın bu direnişi sonuna kadar destekleyeceği kesindir. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm halkımızın böyle bir tutum içinde olacağı açıktır. Kürt siyasetinin de böyle bir direnişçi tutum içinde birlik yaratması gerektiği ortadadır. Nitekim KNK Genel Kurulu böyle bir çağrı geliştirmiş ve siyasetin önüne bu görevi koymuştur. O halde KNK çağrısı temelinde Kürtler arası ilişki ve birliği sağlayacak bir ulusal-demokratik kongreye ulaşmak için bir ulusal konferans toplamak elzemdir. Rojava direnişini desteklemek için sadece açıklama yapmak yetmez, her alanda buna uygun pratik gerekir.

Bunlar temelinde tarihi Kuzey-Doğu Suriye direnişini selamlıyor, kahraman şehitlerini saygıyla anıyor ve mutlaka bu onur direnişinin, özgürlük ve kardeşlik direnişinin, Rojava Direnme Savaşının kazanacağını belirtiyorum. Kuşkusuz bizler de siyasetin gereklerini yerine getiriyoruz ve siyasi çözümler için çalışıyoruz. Fakat esas olanın da direnme savaşı olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu nedenle, çeşitli güçler kendi aralarında ne tür kararlar alırlarsa alsınlar, Kuzey-Doğu Suriye halkları, Kürdistan halkı ve insanlık faşist TC işgalini sona erdirene ve özgür yaşamı sağlayana kadar direnecektir. Ve mutlaka da özgürlük ve demokrasi için direnenler kazanacaktır.

Bu temelde faşist-soykırımcı TC işgaline karşı ben insanım ve demokratım diyen herkesi bulunduğu yerde direnişi geliştirmeye çağırıyor, bu kutsal özgürlük ve demokrasi direnişini yürüten herkese üstün başarılar diliyorum. Zalimler ve işgalciler yenilecek, adalet ve özgürlük savaşçıları kazanacaktır!