Karasu: Tüm halkımız büyük mücadelenin parçası olmalı

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu: Direnerek ayakta kalıyoruz. Büyük mücadele veriyoruz. Savaşıyoruz. Her yerde savaş var. Kadınlar, gençler, tüm halkımız bu mücadelenin parçası olmalılar. Gençler dağlara koşmalı, gerillaya katılmalılar.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Medya Haber Televizyonu'nda yanınlanan Ülkeden programına katıldı. 15 Ağustos Atılımı’nın önemi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile yapılan görüşme, Türk devletinin Kuzey Suriye’yi işgal tehditleri, Başur işgali ve buna karşı yürütülen gerilla mücadelesi konularına ilişkin sorularını cevapladı.

15 Ağustos Atılımı’nın yıl dönümünü yaşıyoruz. 15 Ağustos kutlamaları Kürdistan’ın dört parçasında kutlanmaya devam ediyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 15 Ağustos’u Kürtlerin, Kürdistan’ın rönesansı olarak adlandırıyor. 36 yılına girdiğimiz bu Atılımı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

15 Ağustos’u kutluyoruz. Bu vesileyle Önder Apo’nun, Kürt halkının, tüm dostlarının, Ortadoğu halklarının 15 Ağustos diriliş bayramını kutluyorum. Bu vesileyle Egid, Erdal Sincar, Zeki Şengali şahsında tüm şehitlerimizi de minnet ve saygıyla anıyorum. 15 Ağustos Atılımı’nda binlerce şehidimiz var, elli bin civarında şehidimiz var. Büyük komutanlarımız şehit düştü. Reşit Serdar, Sarı İbrahim, Sarı Sinan ve bunlar gibi birçok komutanımız şehit düştü. Yine kadın ordulaşmasının büyük komutanları Delal Amed, Çiçek Kıçi, Şilan Kobanê ve daha birçok arkadaşımız bu mücadelede şehit düştü. Gerçekten bu mücadelede çok büyük bedeller verildi. Halkımız büyük bedeller ödeyerek 35 yıllık kesintisiz mücadelenin sürdürücüsü oldu. 35 yıl az değildir. Bütün Kürdistan’da 29 isyan var. Hepsinin toplamı bu kadar etmez. Bir de kesintisiz mücadele etmek önemlidir. 35 yıl kesintisiz mücadele demek birçok kuşağın bu mücadele içerisinde büyümesi, şekillenmesi Kürt kimliğiyle, ulusal değerlerle, yurtseverlikle büyümesi anlamına geliyor. Bu zaten 15 Ağustos’un yenilmezliğini ortaya koyuyor. Bütün Kürt halkı adına, değerlerde 15 Ağustos Hamlesi’nin damgası vardır. Sadece Bakurê Kurdistan’da değil, Başur’da, Rojava’da, Rojhılat’taki tüm gelişmelerde 15 Ağustos Hamlesi’nin etkisi vardır, gücü vardır. Bunu herkesin görmesi gerekir. 15 Ağustos Hamlesi olmasaydı Kürdistan’da hiçbir kazanım ortaya çıkmazdı. Şu anda hiçbir parçada özgürlük ve demokrasi mücadelesi verilemezdi. Bugün Türkiye’de de bir demokrasi mücadelesi varsa, Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi gelişiyorsa, Ortadoğu’da halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesi yükseliyorsa, kadın özgürlük çizgisi bugün Ortadoğu’dan tüm dünyaya yayılıyorsa bunların hepsini sağlatan 15 Ağustos Hamlesidir. Kuşkusuz PKK ideolojik, politik hareket olarak ortaya çıktı. Tarihi, toplumu kapsamlı değerlendirdi. Önder Apo büyük bir emek verdi, çaba verdi. İdeolojik ve politik değerlendirmeler ortaya koydu, ön açtı, ışık oldu. Ama bunların hepsi Önder Apo’nun dediği gibi 15 Ağustos’ta somutlaştı, 15 Ağustos ile anlam kazandı. Bu anlamıyla 15 Ağustos’un gerçekten çok fazla değerlendirmeye ihtiyacı var. sosyologlar tarafından, siyasetçiler tarafından değerlendirme ihtiyacı var. Bu yönüyle 15 Ağustos Atılımı sıradan yaklaşım olarak görülmemelidir. Büyük etkilerinin olduğunu herkes bilmeli ve gerçekten de ona göre hareket etmelidir. Şu anda AKP-MHP faşizmi ne yapıyor? Kürdü inkar ediyor, yok etmeye çalışıyor, ortadan kaldırmaya çalışıyor. Hem de 35 yıllık mücadelenin sonucunda. Hem de Kürdistan’ın her tarafında bu kadar özgürlük ve demokrasi mücadelesi gelişmişken hala Kürdü inkar etmek istiyor, Kürdü soykırıma uğratmak istiyor. Eğer 15 Ağustos Hamlesi olmasaydı, toplum bu kadar bilinçlenmeseydi, toplum bu kadar örgütlü kılınmasaydı sonuç ne olurdu? Bunu herkes düşünmelidir. Bu yönüyle 15 Ağustos şehitlerimizi bir daha saygı ve minnetle anıyorum. Önder Apo’yu da bu büyük mücadeleyi ortaya çıkardığı için bir kere daha saygıyla selamlıyorum.

Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan ile 40-50 gün aranın ardından önce avukat sonra bir aile görüşü gerçekleşti. Bu görüşmelerde Önder Abdullah Öcalan önemli mesajlar verdi. Öncelikle bu görüşmelere ilişkin neler söylemek istersiniz? 

Şunu bir kere vurgulamak gerekiyor; artık İmralı’daki tecrit eskisi gibi sürdürülemez. Tecrit devam etse bile temelleri her bakımdan zayıflamıştır, teşhir olmuştur. Temelsiz olduğu, hukuk dışı olduğu, insanlık dışı olduğu ortaya konulmuştur. Aylarca yürütülen zindanlardaki yoldaşlarımızın mücadelesi, halkımızın desteği, beyaz tülbentli analarımızın mücadelesi ve verdiğimiz şehitler tecridin artık eskisi gibi sürdürülemeyeceğini gözler önüne sermiştir. Bu yönüyle tecrit eskisi gibi sürdürülemez. Bu açıdan zaman zaman bu tür görüşmeler olabilir, yaptırabilirler. Çünkü çok sıkışmışlardır. Çok sıkıştıkları, çok teşhir oldukları için bu görüşmeleri yaptırıyorlar. Yoksa zihniyet olarak hiçbir değişim olmamış. Herhangi bir değişimin olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü İmralı’ya yaklaşım Kürde yaklaşımdır. Kürt sorununda bir değişim olmadan, çözüm yaklaşımı olmadan, Kürt inkarcılığı ortadan kalkmadan İmralı’daki yaklaşımın da değişmesi söz konusu değildir. Bu açıdan biz bu görüşmeyi aylardır verilen mücadele sonucu teşhir olan iktidarın mecbur kaldığı görüşme olarak ele alıyoruz. Bunda herhangi olumlu bir mesaj görmemek gerekiyor. Şu anda iktidarın öyle bir yaklaşımı yoktur. İktidarın yaklaşımı, Türk devletinin yaklaşımı ortadadır. Kürdü soykırıma uğratmaktır. Kürt halkını ezmektir, tasfiye etmektir. Şu anda bunun dışında politika olmadığına göre İmralı’daki görüşmeleri de çok sıkışmışlığının zorunlu olarak getirdiği görüşmeler olarak değerlendirmek daha doğrudur.

Kürt Halk Önderi Öcalan avukatları ile yaptığı görüşmede önemli bir mesaj verdi. Öcalan; “Biz barışa hazırız, ancak devlet de hazır olmalıdır, hazır değil. Tarihi doğru okumuyorlar” diyor. Önder Abdullah Öcalan bunu söylerken neyi kastediyor?

Önderlik barış için, demokratik çözüm için 1988’den beri mücadele ediyor, çaba gösteriyor, emek veriyor. Bu yönüyle Önder Apo’nun duruşu ortadadır. Hareketimizin duruşu da ortadadır. Hareketimiz Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünü istiyor. Türkiye sınırları değişmeden, Türkiye’nin siyasal sınırları içinde, Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde çözüm istiyor. Ama bu konuda adım atmayan Türk devletidir. Çünkü zihniyetleri değişmemiştir. Şunu söyleyebiliriz; biz üzerimize düşen her sorumluluğu kesinlikle yaptık. Demokratik çözüm için her şeyi yaptık. Çatışmasızlık da oldu, ateşkes de oldu, askeri güçlerimizi geri de çektik, demokratik çözüm için her türlü kolaylığı ortaya koyduk, niyetimizi ortaya koyduk. Ama Türk devletinin niyeti değişmediği için, AKP iktidarının niyeti değişmediği için, bir zihniyet değişimi olmadığı için gerçekten çözüm gerçekleşmedi. Önder Apo bu çözümün psikolojik ortamını oluşturmaya çalışıyor, siyasal ortamını hazırlamaya çalışıyor, toplumsal ve tarihsel ortamını hazırlamaya çalışıyor. Bu nedenle sürekli 1071’i örnek veriyor. 1071’de Türkler Anadolu’ya geldiklerinde desteği Müslüman olan Kürt halkı veriyor. Hatta o dönemde yürütülen savaşta Türk askeri azdır, çoğunluk Kürtlerdir. Aslında savaşın büyük çoğunluğunu Kürtler veriyor. Alanı tanıyan güçler onlar, Türkler dışardan geldiler. Bu alanı tanıyan Kürtler olmazsa mümkün müdür Türklerin Anadolu’ya girmeleri? Mümkün değildir. Bu açıdan asıl savaşı yürüten Kürtler oluyor. Bu açıdan Önder Apo Türklerin kendi tarihlerini bilmelerini istiyor. Anadolu’ya nasıl geldiler, Anadolu’da nasıl ayakta kaldılar, nasıl büyüdüler? Bunların hepsinde Kürtlerle Türklerin ilişkisi var. Kurtuluş Savaşı sırasında bile Türkiye bile tehlikededir, Anadolu bile işgal altındadır. Çok küçük Anadolu’nun bozkırlarına sıkışacak bir durumdadırlar. Ama Kürtlerle yaptıkları ittifak Kürdistan’ın sağlanması, buraya dayanması ve bunun sonucu yeni Türkiye’nin kuruluşu var. Zaten ilk meclis de Kürtler ve Türklerin ortak meclisidir. Türkiye’nin kuruluşundaki en temel kongreler neresidir? Erzurum ve Sivas kongreleridir. Erzurum ve Sivas da Kürdistan’dır. O zaman Sivas’ta da Kürt nüfusu hakim, Erzurum’da da Kürt nüfusu hakim. Bu kesindir. Sivas şimdi göçertildi onun için Kürt nüfusu azaldı. Diyorlar şimdi İstanbul’da en fazla Sivaslılar var. Bu Sivaslıların yüzde 90’ı Kürt. Yüzde 10’u da Alevi Türk. Zaten Sivas’ta Kürtlerin yüzde 90’ı zaten Alevi. Bunlar göçertildiler. Bunu şunun için söylüyorum. Buralarda kongre yapıp, buralara dayanarak Ulusal Kurtuluş Mücadelesi verdiler. Bu yönüyle Önderlik Kürt tarihine, Türk ile ilişkisine gönderme yaparak eğer bir çözüm aranıyorsa bu tarihe bakılarak aranmalı, inkar edilerek olmaz. İlişkide oldukları Kürtleri şimdi yok etmek istiyorlar. Böyle bir tarih bakışı olabilir mi? Tarihi doğru okumayanlar kaybeder. Tarih geçmiş bir olgu değildir. Tarih geleceğe ışık tutan bir olgudur. Tarihe dayanmayan, tarih ile bağını doğru kurmayanların başarı sağlama, gelişme gösterme şansları yoktur. Bu açıdan Önder Apo biz hazırız diyor. Gerçekten hazırız. Biz de hazırız. Ama şöyle hazır değiliz; Kürt halkının özgürlüğünden vazgeçirerek, temel demokratik haklarından vazgeçirerek, özerkliğinden vazgeçirerek, özgür yaşamdan vazgeçirerek bir hazırlık yok. Türk ve Kürt kardeşliğine dayalı, sadece Kürt Türk kardeşliği de değil bütün Anadolu halklarının kardeşliğine dayalı yeni bir Türkiye’nin yaratılması gerekiyor. Bundan Türkler de kazançlı çıkacak, herkes de kazançlı çıkacak. Türkiye o zaman güçlü olur. İşte o zaman Türkiye’nin beka sorunu olmaz. Türkiye’nin beka sorunu var deniyor ya evet bu politikalar yürütülürse, Kürt inkarı yapılırsa, sürekli savaş politikası yürütülürse, demokrasi düşmanlığı yürütülürse Türkiye’nin beka sorunu gündeme gelebilir. Türkiye beka sorunundan kurtulmak istiyorsa Kürtlerle barışması, Türkiye’nin demokratikleşmesine dayalı, halkların kardeşliğine dayalı yeni bir Türkiye’nin ortaya çıkması gerekiyor. Onun için Önderlik diyor; doğru bir yaklaşım olursa biz hazırız.

Türkiye’de demokratik çözümün olabilmesi için nelerin değişmesi gerekiyor ve ya nasıl bir koşul ve ortamın yaratılması gerekiyor?

Kürt sorunu farklıdır. Kürt sorununun farkını görmeyenler çözüm konusunda doğru yaklaşım gösteremezler. Kürt sorunu herhangi bir sorun değildir. Ne Afrika’daki sömürge bir halkla, ne Güney Amerika’daki sömürge bir halkla, ne Uzakdoğu’daki bir halkla, farklı ulusal kurtuluş mücadeleleriyle karşılaştırılamaz. Burada karşılaştırma var ve bu büyük bir yanılgıdır. Eğer Kürt sorunu dünyanın herhangi bir yerindeki sorun olsaydı kesinlikle çözülürdü. Kürt sorunu çözülemiyorsa Kürt inkar edildiği için, Kürdistan Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirildiği için çözülmüyor. Çünkü o zaman Kürdistan’ın Türk uluslaşmasının alanı haline getirilmesinden vazgeçmesi lazım. Kürtleri inkar etmekten vazgeçmesi gerekiyor. Kürdü zaman içinde yok etmekten vazgeçmesi gerekiyor. Vazgeçmiş mi? Geçmemiş. Bu açıdan biz şunu söylüyoruz. Önder Apo da bunda ısrarlı; demokratik zihniyetle çözülür, demokratikleşmeyle çözülür. Bu bakımdan Önder Apo Kürt sorununun çözümü ile demokratikleşme arasındaki bağı doğrudan kurdu. Bazıları şöyle diyor; demokratikleşmeden de çözüm olur. Çözülmez, Kürt sorunu çözülmez. Dünyanın başka yerlerinde sağ iktidarlar çözmüş, otoriter güçler çözmüş. Evet, çözebilir ama sağ iktidarda da olsa zihniyetin değişmesi lazım. Kürdü inkardan vazgeçip Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmekten vazgeçmesi lazım. Ama bu da Türkiye gerçeğinde demokratik zihniyete ulaşmadan mümkün değildir. Bir kere bu zihniyetin değişmesi gerekiyor. Bu zihniyet değişmeyecek ama Kürt sorunu çözülecek? Kimse kendini kandırmasın! Hiç kimse Kürt sorununun dünyanın başka yerindeki sorunla karşılaştırmasın. Yanılgıya kapılır. Gaflet içine düşer. Doğru politika izleyemez. Doğru tedbir alamaz. O yüzden Önderliğin Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda bu kadar çaba göstermesi, önem vermesi bu nedenledir. Bu nedenle Türkiye’nin demokratikleşmesine değer vermeden Kürt sorunu çözülemez. Zihniyet değişecek, peki nasıl değişecek? Mesele sadece politika değişikliği değildir. Şöyle bir şey olsaydı; Kürdistan herhangi bir sömürge olsaydı rahatlıkla politika değişirdi. Her yerde değişti, Güney Amerika el koydu değişti. Ama ne yapacak yani? Güney Amerika zencilerin suratını kesip hepsini beyazlaştıracak mı? Bunu yapamaz. Ama Türkiye’de deniliyor ki biz Kürtleri Türkleştirebiliriz. Biraz da zamanında sonuç almış, bunu yapabiliriz diyor. Bu konuda yanılgı var. Bu zihniyet değişecek. Mevcut bu iktidarla olmaz yani. Çünkü bu iktidarın zihniyeti şunu diyor; tek devlet, tek millet, tek bayrak... Bu aslında Kürdü bitirme, Türkiye’de sadece Türkler var demedir. Bunlar nasıl çözülecek? Bir de şunu vurgulamak istiyorum; dünyada ne Avrupa’da, ne Amerika’da, ne Afrika’da, ne Asya’da, ne Uzakdoğu’da Türkiye gibi ülke kalmamıştır. Yani tek tek tek diyen hiçbir devlet kalmamıştır. Bir tek Türkiye kalmıştır. Bu faşist, soykırımcı zihniyet sadece Türkiye’de var. Bu nedenle diyor; dünya bize karşı. Evet, bir yönüyle doğru söylüyor. Dünyada hiç kimsenin zihniyeti bunların zihniyetiyle örtüşmüyor. Bunların anlayışı, politikası, görüşüyle dünyada örtüşecek bir şey yoktur. Evet, çıkarlar örtüşebilir, ama zihniyet örtüşmez. Türk devlet zihniyeti miadını doldurmuş. Bütün dünyada ortadan kalkmış bir zihniyet bugün Türkiye’de yaşatılmak isteniyor. Türkiye’nin çıkmazı buradadır. Bu yönüyle biz Türkiye’de demokratikleşme olmadan, demokratik bir zihniyet olmadan Kürt sorununun çözülebileceğine inanmıyoruz. Evet, sağ kesimlerde de kısmen de olsa demokratik zihniyet gelişebilir. Ama demokratik olacak. Tabi ki sağ kesimlerde demokratik zihniyet yetersiz olur. Bu bakımdan Türkiye sorunu gerçek demokrasi ile çözülür. Mevcut AKP-MHP iktidarıyla bu sorunu çözmek kolay değil. Soykırımcı zihniyetteler çünkü. Artık kafalarına taş düşer de sabah kalkar ve bu sorunu çözelim derlerse bilemeyiz. Şu söyleniyor, çok zorlanıyor. Evet, ekonomik, siyasi olarak zorlanıyor. Fakat sadece zorlanmayla, zorlandıkları için bu sorunu çözmezler. Mücadele edilirse, o zorlanma mücadeleyle birleştirilirse o zaman çözülür. Yoksa her açıdan zorlanıyorlar o yüzden çözüm geliştirirler anlayışı yanılgılıdır. Ama bu zorlanma mücadele ile bütünleşirse o zaman çözüm olur. Biz gerçekten demokratikleşmeyle Kürt sorununun çözümünün doğrudan bağına gerçekten inanıyoruz. Çünkü Kürt gerçeği böyledir. Kürt gerçeği bütün dünyadaki gerçekliklerden farklıdır,  karşılaştırmamak gerekir. Hatta Kürt sorununu Suriye’deki Kürt sorunuyla bile karşılaştırılmamalıdır. Irak ile de karşılaştırılmamalıdır. Onlar artık Kürdü kabul etmiş durumda. Özellikle Irak ve Suriye’de de öyledir. Hala Kürtlerin haklarını tanımıyorlar ama Kürt varlığını yok edeyim, ortadan kaldırayım biçimindeki bir anlayış onlarda biraz kırılmıştır. Özellikle Irak’ta ve Suriye’de yani Araplarda bu kırılmıştır. Ama Türk devleti öyle değildir. Aksine şunu planlıyor, bırak Türkiye’yi, Güney’i de işgal etmek istiyor, Türk uluslaşmasının parçası haline getirmek istiyor. Şöyle değil; Türkiye’yi ilhak edeyim. Sadece bu değil. İlhak edeyim ve Kürtleri yok edeyim. Evet, geçmişte Misakı-Milli vardı. Ama Misakı-Milli, Kürt ve Türklerin ortak vatanıydı. Şimdi Misakı-Milli derken kimse kendini kandırmasın. Misakı-Milli derken buraları alıp tümden Türkleştirmek istiyor. Yani Misakı-Milli anlayışı da yok. Misakı-Milli Kürtleri yok etmeye dayanmıyordu. Aksine “Kürtler ile Türkler biz kardeşiz, oralar bizim olmalıdır” diyorlardı. “Ortak vatan” diyorlardı. Şimdi Türk devletinin zihniyeti çok tehlikelidir, soykırımcıdır. Herkes bunun üzerinde durmalı. Sadece sömürgeci değildir. Soykırımcı, sömürgecidir. Dünyada da böyle bir şey kalmamıştır. Başka yerlerde çözülmüştür; diyelim ki Fransızlar Cezayirlileri illa tümden hepsini Fransızlaştıracağız demediler. Ama Türklerde doğal yaklaşmama var, doğasıyla oynama yani. “Kürt ise Türk yapacağım” diyor. Bilmem Çerkesleri Türkleştirmiş. Çerkesler şimdi Türkiye içinde bitmişler. Hatta Türk’ten fazla Türk olmuşlar. Kürtler için de diyor; ben bitiririm, böylelikle Türk uluslaşmasını Güney’e de, Rojava’ya da tüm Kürdistan’a da yayarım. Böyle bir politika içindedir.

Türk devletinin Kuzey-Doğu Suriye üzerine tehditleri devam ederken görüşmeler de devam ediyor. Siz yaşanan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Daha doğrusu neyin güvenliği sağlanıyor o bölgede?

Biz de sizin gibi basından izliyoruz. Bizim de basından farklı bir bilgimiz yok. Bunun altını özellikle çizerek belirtmek istiyorum. Kuzey Suriye yönetimi de açıklama da yapıyor. QSD komutanı açıklama yapıyor. QSD komutanı diyor; “Türklerle ABD arabulucu oldu. Hem bizlerle hem de Türklerle ilişki var. ABD arabuluculuk yapıyor.” Fakat sonuç nedir bilmiyoruz. Diyorlar 5 kilometre güvenli bölge olacak. Orada yerel güçler olacak diyorlar. Gerçekten biz anlamış değiliz. Orası güvenli bölge zaten. Güvenliği tehdit eden Türkiye’dir. Yani birisi de demiyor; ne güvenlik bölgesi. Sen tehdit etmekten vazgeç. Güvenliği tehlikeye sokan sensin. Diyor; Minbic. Ya, senin Minbic ile ne ilgin var? O halk orada DAİŞ’i püskürtüp atmış. Ben oraya da gireceğim diyor. Ya birisi de demiyor, senin ne işin var orada? Bunlar gerçekten de ahlaksızca politikalardır. Türkiye’nin Kuzey Suriye ile ne ilişkisi var? Tek ilişkisi şudur; ben işgal ederim, Kürtleri Efrîn gibi oradan sürerim, Kürtler üzerinden soykırım politikaları yürütürüm. Kürt soykırımı da orada da yapacak. İstiyor ki Kürtler hiçbir yerde irade sahibi olmasınlar, yok olsunlar. Oradan Efrîn’i de yok ederim, Fırat’ın doğusunu da yok ederim, Kuzey’i de yok ederim. Fırsat elime geçince Güney’i de yok ederim, Kürtleri yok ederim. Derdi Kürt’tür. Öyle güvenlik sorunu falan yok yani. Özgür Kürdün ortaya çıkma sorunu var. O, özgür Kürdü yok etmek istiyor. Özgür Kürt olmasa Kürt soykırıma uğrar.

Bu bakımdan sormak lazım, neyin güvenli bölgesi? Ne alakası var? Biz gerçekten anlamış değiliz. Bilmem 35 km diyorlar. 35 km şu demektir; bütün Kürtlerin sürülmesi demektir. 35 km’den öte Kürt yok zaten. 35 km’den öte hep Arap bölgesidir. Yani ben gireceğim ve Kürtleri buradan süreceğim diyor. Belki Efrîn’deki gibi birkaç ENKS’li bırakır. Bu yönüyle orada böyle bir soykırımcı zihniyetin kabul edilmemesi gerekiyor. Tamam, Kuzey Suriye politika yapıyor, çatışmadan sorunlarını çözmek istiyor. Tabi ki savaş olmasını istemiyorlar. Kendilerine özerk demokratik bir sistem kurmuşlar. Sistemleri oluşmuş. Tabi ki bunun savaşla zorlanmasını istemezler. Bunu da anlıyoruz. Ama Türk devletinin dayatmaları o sistemi tümden ortadan kaldırmaktır. Kürdü ortadan kaldırmak, özerk yönetimi ortadan kaldırmak istiyor. Türk devletinin isteği kabul edilemez.

Türkiye’nin isteğini kabul etmek yok olmak demektir. Bu açıdan Türkiye’nin istediği kabul edilemez. Tek bir Kürt kalana kadar direnmesi lazım. Çünkü Türkiye’nin istediği Kürdün yok olmasıdır. O bakımdan Türkiye’nin isteklerine direnilmesi gerekiyor. Bilmem 5 olmaz da 9 olur. Ya böyle şeyler olabilir mi? Türkiye’nin orada bu tarz şeyler hak iddia etmesi mümkün değildir. Böyle bir şey olamaz. Bu eşkiyalıktır. Adam diyor, ben eşkiyayım. Ben böyle istiyorum, Kürdü yok edeceğim o zaman böyle olması lazım. Dünyada da ahlak kalmamış, vicdan kalmamış. Demokrasi demek hak adalet, vicdan demek değil mi? kendilerine demokratiğim diyen ülkeler böyle bir şeyi nasıl kabul ediyorlar? Deli Dumrul hikayesi gibi. Türklerde Deli Dumrul hikayesi var. Tam da şimdi Türk devleti böyledir. Geçenden beş akçe, geçmeyenden on akçe. Bu kabul edilebilir mi? Bu yönüyle bütün insanlığın karşı koyması gerekiyor. Bu, tüm insani değerleri, evrensel değerleri, hukuk değerlerini çiğnemedir. Deniliyor; üzerimizde tehdit var. Tehdit falan yok, özgür Kürt üzerinde tehdit var. Çünkü kendisindeki Kürt köle, diyor oradakiler özgürleşirse bizimkiler de ister. Dediği bu, başka bir şey değil. Kürt halkının direnişe hazırlanması lazım. Tek ferdine kadar direnmesi lazım. Yerini bırakmaması lazım. Sopasıyla, taşıyla karşı koyması lazım. Halk kararlı olursa onların tankını, topunu, sopasıyla kovar, taşıyla kovar. Ne yapacak? Hepsini öldürecek mi yani? Yapamaz bunu. Halk orada direnirse Türk devleti kırılma yaşar. Halk uzun süreli bir savaşa hazır olmalıdır. Çünkü her gün söylüyor, biz taleplerimizden vazgeçmedik. Ne yapacak? PYD bitecek, QSD bitecek, YPG bitecek. Geriye ne kalacak? Geriye yanında 5-10 tane işbirlikçi hain Kürt kalacak. Bizim tavrımız odur; bizim tavrımız halkımızın sonuna kadar direnmesidir. Zaten oradaki yönetim bir proje sunmuş, biz onu da anlamadık. 5 km’lik bir güvenli bölge, yerel güçler olacak, koalisyon güçleri olacak. Tabi bu sadece kırsal alanı kapsıyor. Kırsal alanda 5 km’de askeri meclisler tarafından savunulacak. Biz bunu bile anlamış değiliz. Ama oranın yönetimi uygun görmüş, öyle proje oluşmuş, sunmuş. Artık bir şey diyemeyiz. Onların kendi iradesidir. Öyle bir plan öngörmüşler. Savaşsız sorunu çözmek istiyorlar. Onları da anlayışla karşılamak lazım. Ama Türk devleti; yok ben onu da kabul etmem diyor. Kuzey Suriye yönetimi makul bir yaklaşım gösteriyor. Yok diyor, ben eşkiyayım, Deli Dumrul’um, gireceğim diyor. Bütün Kürt bölgelerine gireceğim diyor. Kastettiği odur. Ne 35’i ya? Ondan sonra Kürt yok ki zaten. Evet, o Deli Dumrul olabilir ama Kürtler de direnir, sonuna kadar direnir, direnmesi gerekiyor.

Öcalan’ın da bir tespiti var; ‘eğer Türk devleti Kuzey Suriye’ye girerse Efrîn gibi olmaz. Oradaki halk direnir.” Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye olmak üzere halklar bu tespiti nasıl anlamalı?

Tabi tabi, Efrîn’de köy ve kasabaları bıraktılar. Niye bırakıyorsun? İşgalci mi geldi? Geldi. Sen de orada kal. Taşınla, sopanla diren. Direnenler var, direnenlere yardımcı ol, destek ol. Çıkmaması lazım. Önderlik bunu diyor; Efrîn gibi olmaz. Efrîn’de çıktılar, çıkmamaları lazım. Bu anlama geliyor. Efrîn gibi olmaz derken kastedilen budur. Efrîn’de bıraktılar, burada bırakmazlar. Sonuna kadar direnirler diyor. Zaten oranın QSD Komutanı Mazlum Ebdi de öyle dedi. “Biz sonuna kadar direniriz. Efrîn gibi olmaz” dedi. Biz de öyle düşünüyoruz. Türk devletinin dayatması olduğunda son Kürde kadar direnecekler. Biz de yanlarındayız. Bütün Kürtler ve Arap halkı da, Ortadoğu halkları da yanlarındadır. Dünya demokrasi güçleri yanlarındadır. Ortadoğu’da Arap halkı da onları istemiyor. Bazı çeteler var, sözde Arap’tır, Türk devletiyle işbirlikçilik yapmış, Türk MİT’ine bağlı çeteler var. Onların dışındaki Araplar karşıdır. Çünkü Türk devleti işgal etse nasıl bir rejim kurulacağını biliyorlar. Çetelerin hakim olduğu bir rejim. Şimdi Minbic’te halk kendi kendini yönetiyormuş. Türk devleti girse çeteleri girecek, halka neler yapacak belli değil. Bu bakımdan Önder Apo’nun dediği gibi Efrîn gibi olmayacak, halk sonuna kadar direnecektir.

Kürt Halk Önderi Öcalan, Başur’daki işgale de dikkat çekiyor. Kürdistan yönetiminin izni olmadan işgal harekatının gerçekleşmesinin zor olduğunu söylüyor. Yakın zamanda da Irak Başbakanı, Türk devletinin işgalini kınayan, tepki gösteren bir açıklamada bulundu. Herkesin karşı çıktığı bu işgale KDP ve Başur Kürdistan yönetimi sessiz kalıyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk devleti de “bizim KDP ile ilişkilerimiz çok iyidir” diyor. Bunu demesi ne anlama geliyor? Biz bunu Kürt halkına bırakıyoruz. Referandum sırasında görüldü, Kerkük sırasında görüldü. KDP’liler şunu bilmiyor mu; şu anda biz mücadele ettiğimiz için KDP’ye Türk devletinin bir anlam, değer ve ilişkisi var. Bizim mücadelemiz olmazsa KDP’ye hangi değeri biçecekler? Bu Türk devletinin nasıl bir devlet olduğunu bilmeleri lazım. Biz yok olursak Türk devletinin onlara ne yapacağını bilmeliler, anlamalılar. Bunu anlamıyorlarsa o zaman ne diyeyim? Bu yönüyle Türk devletinin işgaline ses çıkarmıyorlar. İşgali eleştirmiyorlar, nedenini PKK olarak gösteriyorlar. Nedeni PKK’nin mücadelesidir. Peki, sen referandum yaptığında sınıra tatbikat yapan onlar değil mi? PKK miydi nedeni? Rojava’da neden nedir? Önder Apo’nun düşüncesinde oldukları için mi? Eskiden Kürt koridoru diyordu, şimdi onu demek istemiyorlar. İlk önce “Kürt kooridoruna izin vermeyeceğiz diyorlardı, şimdi KDP gibi bazı Kürtleri kandırmak için ya da dünyaya dayatmak için bilmem ”terör kooridoruna müsaade etmeyeceğiz” diyor. Şimdi de diyorlar “barış kooridorunu kuracağız”. Türk devletinin barışını biz Kıbrıs’tan biliyoruz. Tabi ki bu yönüyle KDP’nin yaklaşımı ve desteği olmazsa bu işgali sürdüremezler. Şu açık yani; Kürtlerden Kuzey’de de, Başur’da da destek almasalar bu savaşı sürdüremezler. Kürt sorununu çözmek zorunda kalırlar. Türk devleti Kürt sorununu çözmemek için bile zorlandığı zaman ne yapıyordu? Mesud Barzani’yi Türkiye’ye çağırıyordu. Bunların hepsini orada Kürtlerin mücadelesini engellemek için yapıyordu. Konumunu güçlendirmek için. Açıktır KDP’den destek alıyor, ona dayanıyor. Artık KDP bununla ne amaçlıyor bunu da anlamış değiliz. Şöyle olamaz yani; benim olmayan başka Kürtlerin de olmasın. Valla böyle olursa, başka Kürtlerle hep sorun yaşarsan, İran’da Kürtlerle sorun yaşarım, kendi içimde Kürtlerle sorun yaşarım, hep ben hakim olacağım dersen hiçbir şeye hakim olamazsın. Hiçbir Kürt, PKK’de her şeye ben hakim olacağım derse hiçbir şeye hakim olamaz. Biz böyle diyor muyuz? Biz diyoruz; Kürtler bir olsun. Biz diğer Kürtleri tanımıyoruz demiyoruz. KDP, “YNK de yok olsun, PKK de yok olsun, Goran da yok olsun” derse kendisi de yok olur. Bunu KDP’nin bilmesi lazım. Ortadoğu’da Kürt gerçeğini bilmesi lazım. Kürt sorununun ne olduğunu bilmesi lazım. Kürt sorununda Türk devletinin yaklaşımı nedir, diğer devletlerin yaklaşımı nedir bilmesi lazım. Bunları bilmeden Kürt politikası yürütülürse yanılgıya düşülür. Kendi bindikleri dalları keserler. Rahatlıkla bunu söyleyebiliriz. DAİŞ saldırdığında, Hewler’e dayanırken Mesud Barzani ne dedi? Türk devletinin yardımını görmedik. Ama gerilla yardım etti. Gitti gerillaya teşekkür etti. Gerçek budur. Kürtlerle bir olursan bazı şeyleri korursun, vallahi Kürtler dışındaki siyasi güçlere dayanmak, onlarla ilişkiden bir gelecek beklemek tarihi bir yanılgıdır.

Mesud Barzani bir açıklamada bulundu yakın zamanda; Kürt kardeş savaşı olmayacak. Bu pratik sahaya ne kadar yansıyor?

Biz de televizyonda izledik, Kürt televizyonları vermişlerdi. Bu açıklamadan memnun olduk. İyi bir açıklamaydı. Daha önce de böyle bir açıklama yapmıştı. Geçmişteki kavgalar ve çatışmaları hatırlatarak bir daha Kürtler arası çatışma olmayacak dedi. Söz verdi. Bu onun sözüdür. Bu sıradan bir söz değildir. Ulusal düzeyde Kürt halkına söz vermedir. Bu açıdan böyle bir sözün Ortadoğu’da savaşın sürdüğü, Kürt halkının kazanımlarının ortadan kaldırılmak istendiği, Kürt düşmanlarının Kürtleri birbirine düşürmek istediği bir dönemde anlamlıdır. Tabi ki biz bunun pratiğini bekleriz. Bu anlamıyla böyle bir anlayış ve zihniyet varsa o zaman Kürtleri karşı karşıya getirecek tutumlardan KDP’in, bölgesel yönetimin kaçınması gerekiyor. Biz kesinlikle hiçbir zaman herhangi bir Kürt hareketiyle, Kürt partisiyle karşı karşıya gelmeden, zorlamadan yana değiliz. Onları zorlayıp mecburen savaşa sürmek gibi bir fikrimiz hiç olmadı. Biz kimsenin üzerine gitmeyiz, kimseyi bizimle savaş haline getirmeyiz. KDP ile de anlaşmazlıklarımız olabilir, sorunlarımız olabilir fakat KDP ile de kesinlikle karşı karşıya gelmek istemeyiz. Evet, görüş ve düşüncelerimiz farklı olabilir ki farklıdır zaten, Kürtler içinde bir politik mücadele olur. Kürtler tek bir düşünceden, politikadan ibaret değildir. Ama bunu savaşa ve kavgaya dönüştürmeden demokratik zeminde yürütmemiz lazım. Bu mücadelenin zemini savaş zemini olmamalıdır, toplumsal, siyasal zemin olmalıdır. Projelerimizle, düşüncelerimizle bu mücadele olabilir.

Şunu söyleyemeyiz; Mesud Barzani “şunu şunun için söyledi, şu maksatla söyledi” gibi hiç sorgulamıyoruz. Sorgulamaya gerek yok. Sorgulamayı da doğru bulmuyoruz. Biz o sözü söz olarak aldık. Kürtlerde bu var; Kürt geleneğinde Kürt aşiret lideri bir söz verdi mi onu yapar, yerine getirir. Tabi Türk devletinde sözün hiçbir anlamı yoktur ama Kürtlerde sözün anlamı vardır. Çünkü ilk toplumsallık burada çıkmış. İnsanlık ilk burada şekillenmiş. İlk kültürel değerler burada çıkmış. Kürtler insanlığın da kültürel kök hücresidir. Bunu Kürt olduğumuz için söylemiyoruz. Bilim diyor; neolitik toplum buradan çıkmış. Öyle değil mi? yukarı Mezopotamya’da çıkmış diyor. Çayönü’dür, Göbeklitepe’dir. Bunlar Kürdistan’dır. Bu bakımdan biz Mesud Barzani’nin bu sözünü anlamlı ve değerli buluyoruz. Olması gereken budur. Bu hepimizin sözüdür. Bir daha Kürt çatışması olmayacak diyoruz. Olmamalıdır diyoruz. Biz zaten KDP’nin yaklaşımının bu olması gerektiğini söylüyoruz. Bunu esas alması gerektiğini söylüyoruz. Sorgulama yapmadan bu konuda bir yaklaşım gösterileceğini, mevcut ortaya çıkan gerilimlerin, Türkiye ile ilişkilerin bir Kürt kavgasına götürülmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Buna inanıyoruz, inanmak istiyoruz.

Öcalan Kürtlerin birliği için herkes fedakarlık göstermeli çağrısında bulundu. Bir bütün Kürdistan işgal saldırılarının yürütüldüğü, buna karşı direnişlerin geliştirildiği böylesi bir süreçte Kürt Halk Önderi’nin bu çağrısı nasıl anlaşılmalı ve bu çağrıya nasıl cevap olunmalıdır?

Kürt Halk Önderi halkın özlemini dile getiriyor. Siz gidin Rojava’da Kürde sorun, Başur’da sorun, KDP’li Kürde sorun, YNK’li ve Goran’lı Kürde sorun, Rojhilat’taki Kürde sorun, gidin Bakur’daki Kürde sorun, HDP’liye sorun, HAKPAR’lıya sorun. Yani başka Kürt partilerine sorun. Dünyadaki bütün Kürtlere sorun hepsinin özlemi budur. Kürtler birlik olsun diyor. Kürt siyasi güçler birlik olsun diyor. Çünkü bütün Kürtler şunu çok iyi biliyor. Bugün Kürtler özgür değilse nedeni Kürt birliğinin olmamasıdır. Kürtler arasındaki çatışma, gerilim, parçalanmışlık, Kürtler üzerindeki Türk devletinin egemenliğinin sürmesinin, Suriye devletinin egemenliğinin sürmesinin, İran’ın egemenliğinin sürmesinin nedenidir. Gerçek de budur. Önder Apo da halk önderi olarak bunu dile getirmiştir. Hem de Ortadoğu’da eski dengelerin yıkıldığı, yeni dengelerin yapılacağı, yeni statülerin oluşacağı, Kürtler için fırsatların ortaya çıktığı dönemde bu gerekli ve zorunludur. Evet, fırsatlar var ama tehlikeler de var. Kürt düşmanları Kürtlerin gücünü görüyor, mücadelesini görüyor, bastırmak istiyor. Bu da tehlikedir. Bu bakımdan hem fırsatların hem de tehlikelerin arttığı böyle bir dönemde birlik olunmayacak da ne zaman olunacak? Hadi birlik olunamadı, Ortadoğu’da yeni dengeler kuruldu. Aynı 20. yüzyıl gibi Kürtler egemenlik altına alındı, ondan sonra gel birlik kur. Hiçbir anlamı olmaz. Birlik imkan ve fırsatların olduğu dönemlerde olur. Önder Apo da bunu ortaya koyuyor. Herkesin buna uyması gerekir. KNK açıklama yaptı. Biz onun açıklamasına cevap verdik, uyacağımızı söyledik, yerine getireceğimizi söyledik. Biz hem Önder Apo’nun çağrısını, hem de KNK’nin çağrısını yerine getireceğimizin sözünü bir daha yeniliyoruz.

Türk devletinin tüm Kürdistan parçalarına işgal ve tehditleri devam ediyor. Buna karşı özgürlük savaşçıları tarihi bir direniş geliştirdiler. Bu özgürlük direnişçileri ve yürüttükleri mücadele için neler söyleyeceksiniz?

Türk devleti bir savaş hükümeti kurmuş. AKP-MHP hükümeti bir savaş hükümetidir. Şu anda savaş hükümeti Türk devletinin, Türk halkının, Türkiye’nin bütün ekonomik, sosyal, kültürel, diplomatik ve siyasi imkanlarını Kürdü bitirmeye sevk etmiştir. Bunun için saldırıyor. Bunun imkanlarını ortaya koyuyor. Her gün söylemiyor mu Erdoğan; ne hayat pahalılığından söz ediyorsunuz, ne maaştan söz ediyorsunuz, ne ekonomik krizden söz ediyorsunuz, siz bir merminin, bir füzenin, bombanın fiyatını biliyor musunuz? Uçağın fiyatını biliyor musunuz diyor. Yani şunu söylüyor. Biz her şeyimizi savaşa veriyoruz. Böyle bir savaş hükümeti var. Bu savaş hükümeti her yerde saldırıyor. Bakın, cezaevleri dolmuştur. İnsanlar kapının dışına çıkamıyor. Van, Hakkari her yerde sokağa çıkma yasağı var. Diyor, eylem yapamazsınız. Sıkıyönetim dönemi, OHAL dönemi yaşanıyor. Bunu şunun için yapıyor. Bir savaş yürütüyor. Halka karşı savaş yürütüyor. Bütün bu yasakların amacı da gerillayı tasfiye etmek içindir. Derler ya, suyu kurut, balığı öldür. 90’lı yıllarda nasıl ki bütün köyleri yakıp yıktılar, ormanları yaktılar. Binlerce insanı göçerttilerse aynı savaş sürdürülüyor. Şu anda 90’larda yürütülen savaş ile şu an yürütülen savaş aynıdır. Bitirmeye yöneliktir. 90’lı yıllarda bizim binlerce yoldaşımız şehit düştü, direndi. Ne oldu? O 90’lı yılların konseptini boşa çıkardılar. Amed’de, Botan’da, Serhat’ta, Dersim’de binlerce arkadaşımız şehit düştü. Şu anda verdiğimiz şehitlerin on katını 93-94 yıllarında verdik. O dönem verdiğimiz şehitler şu iki yılda verdiğimiz şehitlerin on katıdır. Mücadele öyle ayakta kaldı. Hareket öyle ayakta kaldı. O şehitlerimizi yine saygı ve minnetle anıyoruz. Bugün de şehit veriyoruz. Direnerek ayakta kalıyoruz. Büyük mücadele veriyoruz. Savaşıyoruz. Her yerde savaş var. Düşman örtse de Amed’de de var, Botan’da da var, Mardin’de de var, Serhat’ta da var, Hakkari’de de var, Bingöl ve Dersim’de de var. Amanos’ta var, Adıyaman’da var. Her yerde savaş sürüyor ve şehitler veriyoruz. Bu şehitlerimizi de saygı ve minnetle anıyoruz. Bu şehitlerimiz Kürt halkının varlığını ayakta tutmak için şehit düşüyorlar. Özgürlük mücadelesini ayakta tutmak için şehit düşüyorlar. Diyorlar; biz yaşamımızı vereceğiz, Kürt halkı ayakta kalacak. Biz yaşamımızı vereceğiz, Özgürlük Mücadelesi sürecek diyorlar ve yaşamlarını veriyorlar. Her gün bir kaç şehit veriyoruz. Her ay onlarca şehit veriyoruz. Her yıl yüzlerce şehit veriyoruz. Halkımız bu şehitlerimizin değerini bilmeli. Gençler ve kadınlar, yurtseverler bu direnişin değerini bilmelidir. Bu vesileyle desteklerini arttırmalılar. Kadınlar, gençler, tüm halkımız bu mücadelenin parçası olmalılar. Düşman zalimdir, baskı yapıyor, öldürüyor, hapse atıyor diye geriye adım atmamalılar. Gençler dağlara koşmalılar, katılmalılar yani. Bir şehit mi düşüyor on genç dağa çıkmalıdır. Televizyonlarda şehadetleri duyuyorlar, bir şehit duyduklarında gençler hemen toplanmalı, biz de bunların yerini doldurmalıyız deyip özgürlük mücadelesine katılmalıdırlar. Büyük ve kahramanca, en zor koşullarda bir mücadele veriliyor. Tüm halkımız bu mücadeleye sahip çıkmalı ve gereken desteği vermelidir.