Karayılan: Erdoğan, Davutoğlu’na rağmen katliamlar yaptı

PKK Yürütme Komitesi Üyesi ve Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, ellerindeki bilgi ve belgelere göre; Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddeden Erdoğan’ın, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’na rağmen katliamlar serisi yaptığını söyledi.

“Bizim de elimizde belli bazı belge ve bilgiler vardır” diyen PKK Yürütme Komitesi Üyesi ve Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, Amed, Suruç ve Ankara Garı katliamlarının, bir proje ve plan olarak bizzat Erdoğan’ın bilgisi dahilinde yapıldığını söyledi. Karayılan, Erdoğan’ın Davutoğlu’nu aşarak ona rağmen yaptığı önemli şeyi ise şöyle anlattı: “HDP’li vekiller araya girip Cizre bodrumlarındaki yaralı direnişçi gençlerin çıkarılması için çalışırken oradaki devlet yetkilileri ve bu savaşı koordine eden generaller, yaralıların çıkarılmasından yanadırlar. Bu temelde hazırlık yapıyorlar fakat Erdoğan, MİT ve Hakan Fidan yoluyla bu sürece müdahale ediyor ve ‘bunu kabul etmiyorum, onlar ezilmeli ve öldürülmeli’ diyor. Hatta MİT Müsteşarı Hakan Fidan, generallere, ‘HDP’nin önerisi Saray tarafından kabul edilmedi, talimatı açıktır ve uygulanmalıdır’ diyor ve o katliam yapılıyor. Sonrasında Kürdistan’ın diğer şehirlerinde aynı katliamcı tarzı sürdürdüler; yüzlerce çocuk, genç ve sivil insan şehit düştü. Hepsi de Erdoğan’ın talimatıyla…”

PKK Yürütme Komitesi Üyesi ve Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, Dengê Welat Radyosu’ndaki Özel Program’da Arjîn Ferat’ın sorularını yanıtladı. Karayılan’ın açıklamalarından bazı bölümler şöyle: “Kürdistan Özgürlük Mücadelesi çok önemli bir dönemden geçmektedir. Bu dönemde yaşanan ve önümüzdeki bir yıl içerisinde yaşanacak gelişmelerin, halkımız, Hareketimizin ve Önderliğimizin geleceğini belirlemede önemli bir rolü olacaktır. Böylesine önemli ve stratejik bir süreçtir.

TOPYEKUN SAVAŞ DAHA DA ÇETİNLEŞECEK

Sömürgecilik, Kürdistan Özgürlük Mücadelesine karşı topyekun bir savaş başlatmış durumda. AKP-MHP-Ergenekon rejimi, faşist sistemlerinin sürdürülmesini ve kalıcılaştırılmasını Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin ve Kürdistan halkının kazanımlarının tasfiyesine bağlamış durumdadır. Birçok bakımdan ciddi kriz ve zayıflıklar yaşamasına rağmen yine de tüm imkanlarını seferber edip halkımıza karşı savaşarak iktidarlarını ayakta tutmaya, faşist sistemlerini kalıcılaştırmaya çalışıyorlar. Bu anlamda biz ile soykırımcı sömürgeci faşist Türk devleti arasında çetin bir savaş vardır ve önümüzdeki süreçte bu daha da çetinleşecektir.

ERDOĞAN’IN DAVUTOĞLUNA RAĞMEN YAPTIKLARI

Dolmabahçe Mutabakatı, Türkiye’de Kürt sorununun çözümünde gelinen son aşamaydı ama Erdoğan, başkanlık hayalleri için savaşta karar kıldı ve reddetti. Savaşı geliştirmek, toplum içinde kutuplaşma yaratmak ve şovenizmi şahlandırmak için elinden gelen ne varsa yaptı. İşte eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bahsettiği bunlardır.

İlkin HDP’nin Amed’deki mitinginde bir bomba patlattılar, sonra Suruç Katliamı, ardından Ankara Garı’ndaki katliam. Belki bunu bazı DAİŞ’liler eliyle yaptırdılar ama bir proje ve plan olarak bizzat Erdoğan’ın bilgisi dahilinde yapıldı.

Erdoğan’ın Davutoğlu’nu aşarak ona rağmen yaptığı önemli şey; şehir direnişleri süreci ve özellikle de Cizre’deki katliamlardır. Bu konuda bizim de elimizde belli bazı belge ve bilgiler vardır. HDP’li vekiller araya girip bodrumlardaki yaralı direnişçi gençlerin çıkarılması için çalışırken oradaki devlet yetkilileri ve bu savaşı koordine eden generaller, yaralıların çıkarılmasından yanadırlar. Bu temelde hazırlık yapıyorlar fakat Erdoğan, MİT ve Hakan Fidan yoluyla bu sürece müdahale ediyor ve ‘bunu kabul etmiyorum, onlar ezilmeli ve öldürülmeli’ diyor. O bodrumlarda bulunanların önemli bir bölümü Türkiye’deki üniversitelerden Cizre halkına yardım etmek için giden gençlerdi. Erdoğan’ın polisleri içerisinde benzin bulunan pet şişeleri bodrum penceresinden içeri atıyor. Bodrumda aç, susuz ve yaralı halde bulunan direnişçiler ‘belki bize su atmışlardır’ diyerek o şişelere uzanıyor. Ama o benzin şişelerini attıktan hemen sonra ardı sıra içeriye ateş de atıp hepsini ateşe veriyorlar. O Cizre bodrumlarında en insanlık dışı, en alçakça ve en zalimane şekilde bu insanlarımız diri diri yakıldı. Belki Davutoğlu bunları da kastediyor.

ERDOĞAN’DAN MİT’E, MİT’TEN GENERALLERE

Belirttiğim gibi elimizde bazı veriler var. Bu, bizzat Erdoğan’ın talimatıyla ve MİT eliyle yapılmıştır. Hatta MİT Müsteşarı Hakan Fidan, generallere, ‘HDP’nin önerisi Saray tarafından kabul edilmedi, talimatı açıktır ve uygulanmalıdır’ diyor ve o katliam yapılıyor. Sonrasında Kürdistan’ın diğer şehirlerinde aynı katliamcı tarzı sürdürdüler; yüzlerce çocuk, genç ve sivil insan şehit düştü. Hepsi de Erdoğan’ın talimatıyla…

TÜM YAPILARI PKK’Lİ GİBİ GÖSTERİYORLAR

Son süreçte Kürt halkına ve Kürt halkının kazanımlarına karşı adeta bir kampanya başlatmışlar. Kürt halkının tüm kazanımlarını PKK ile yaftalayıp hedef haline getirmek istiyorlar. Kürt halkının kazanımlarını, her yerdeki çalışmalarını, yasal olan faaliyetlerini, örneğin Avrupa’daki, Türkiye’deki yasal kurumları, HDP gibi çeşitli kurum ve kuruluşları, Kürt sorununun çözümünden yana olan demokrat kesimleri, Rojava Devrimi güçlerini, Şengal’de Êzîdî halkının direnişçilerini, PKK gibi gösterip hedef alıyorlar. Bunu bir kampanya olarak çok yönlü bir biçimde yürütmeye çalışıyorlar. Tamamen yalana dayalı, masa başında üretilmiş senaryolarla böyle bir algı yaratmak istiyorlar.

PKK ayrı bir olgudur, bu tür değişik örgüt ve yapılar apayrıdır. HDP’nin PKK ile hiçbir ilişkisi yoktur. Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve Türkiye halkının demokrasi mücadelesi birleşerek, birçok kurum, örgüt ve kişi bir araya gelerek Halkların Demokratik Kongresi’ni (HDK) oluşturdu. HDP de halkların bu demokratik ittifakının oluşturduğu kongrenin bir ürünü olarak açığa çıktı. Bunu tümüyle PKK gibi göstermek büyük bir yalandır, hakikati tersyüz etmektir. Böyle bir şey yoktur. Eğer ellerinde tek bir kanıt varsa ispatlasınlar. Öyle bir şey yoktur. Sırf soykırım siyasetini yürütebilmek, HDP’yi baskı altına alabilmek ve saldırıların hedefi haline getirebilmek için bu yalanları üretiyorlar.

BELEDİYELERİN PARA GÖNDERDİĞİNİ ISPATLASINLAR

Mesela Erdoğan, Türk devletinin başıdır ve cumhurbaşkanıdır. Devletin istihbaratı, askeriyesi, polisi onun elindedir. Kendisi konuştu ve ‘bu belediyeler Kandil’e para gönderiyor’ dedi. Madem Erdoğan’ın elinde bu kadar devlet imkanı var ve bu sözleri söylüyor, o zaman buna bir kanıt göstersin, ispatlasın. Eğer bunu ispatlamazsa o zaman Türkiye’nin en büyük iftiracısı ve yalancısıdır. Nasıl olur da bir devletin cumhurbaşkanı bu kadar iftira ve yalana başvurup gerçekleri tersyüz etmeye çalışır? Tüm kamuoyu önünde önce kendisi yalan söylüyor, sonra onun yalanları üzerine o kadar propaganda yapılıp sayısız TV, radyo, gazete ve basın organlarıyla büyük bir psikolojik savaş yürütülüyor. Bunların tümü yalandır. Eğer 1 liranın bile bize geldiğini ispat edebilirlerse o zaman iddialarının doğru olduğunu kabul ederiz ama bunu kanıtlayamazlar, çünkü böyle bir şey yoktur…

KİMSE KAÇIRILARAK GERİLLA OLMAZ

Bizim saflarımıza kendi özgür iradesiyle gelip katılırlar. ‘Kaçırılma’ söylemi, sömürgeci Türk devletinin bir yalanıdır. Özel savaşın dili ve söylemidir. Biz gönüllü katılımı esas alan ideolojik bir hareketiz. İster Kürt, ister başka ulustan olsun herkes kendi isteğiyle gelip saflarımıza katılmaktadır. Kendi yasalarını çiğneyerek üç büyükşehir belediye eşbaşkanlarını görevden aldılar. Kürt halkının iradesine darbe yaptılar. Kürdistan’da, Türkiye’de ve hatta dünyada bu darbeye karşı gösterilen tepkiler var. İşte AKP bu soykırım siyasetini yürütmekte zorlandığı için başka şeyler tezgahladılar. HDP’ye yaptıkları haksızlığın ve hukuksuzluğun gölgede kalması için birilerinin gidip HDP’nin kapısının önüne oturmasını tertiplediler.

AİLELERİN ARAYIŞININ YERİ HDP BİNASI DEĞİL

Belki o annelerden bazıları gerçekten de iyi niyetlidir. Bazıları bunun ne anlama geldiğini bilip farklı niyette de olabilir, bunu bilemem ama annelik kutsaldır. Hele hele birisi bir özgürlük militanının annesi ise bu onun için bir şereftir. Şu anda o binanın önünde yapılan ise Erdoğan, MİT ve polis tarafından tertiplenip yönetilen bir projedir. Bu bir özel savaş faaliyetidir. Oradaki insanlarımız bunun farkında olmalı ve bu özel savaşın aracı olmamalı ve bu kirli tezgâhtan geri çekilmelidirler. Eğer bir arayışları varsa, yeri orası değildir.

ORADA ON YIL DA OTURSALAR KİMSE GİTMEZ

HDP’nin gelip bize ‘şunu evine gönderin’ deme durumu yok. Ne bizimle böyle bir ilişkisi vardır, ne de biz birilerinin söylemiyle militanlarımızı bir yere göndeririz. Şu kesindir ve herkes bilmelidir; onlar orada on gün değil, on yıl da otursalar kimse geri gelmez. Bu devlet bizim bir tek militanımızı şehit etmek için milyonlarca para döküyor. Bir yoldaşımızı şehit etmek için onlarca uçağını saatlerce havada tutuyor. Şimdi de böyle bir tezgahla militanlarımızın eve geri dönmesini sağlamaya çalışıyor. Kürdistan Özgürlük Mücadelesine katılan biri, artık halkının militanı olur. Bu da büyük bir onur ve şereftir. Bir özgürlük militanı olma bilincine erişmiş olan kişi, artık öyle çağrılara, paraya pula kulak asıp oraya buraya gitmez. O artık ülkesinin bir fedaisi olmuştur ve böylesi şeyler için geri dönmesi mümkün değildir. Bu, olmaz…

ÇOCUKLARINI UTANDIRACAK ŞEYLERDEN UZAK DURSUNLAR

Basından öğrendik ki, orada oturan annelerden birinin oğlu zindandadır. Herhalde PKK’li olduğu iddiasıyla zindana koymuşlar. Mecnun Akkoyun, intihar girişiminde bulunmuş. Peki neden? Demek ki annesinin böyle bir duruma girmesinden dolayı çok üzülmüş olmalı ki intihara kalkışmıştır. Açık ki bu annelerin çocuklarını utandıracak şeylerden uzak durmalıdırlar. Çünkü özel savaşın aleti haline gelme, bir militanın annesine yakışmaz. Eğer gerçekten çocuklarına sahip çıkmak ve bir iyilik yapmak istiyorlarsa yolu bu değildir.

ASIL KAÇIRILMA İÇİN CUMARTESİ ANNELERİNE BAKIN

Bakınız, 30 yıla yakındır arayış ve eylem halinde olan Cumartesi Anneleri var. Bu anaların çocukları devlet tarafından kaçırılıp katledilmişlerdir. Asıl ‘kaçırılma’ budur. Bunun belgeleri, ispatları da vardır. Cumartesi Anneleri her cumartesi günü ellerindeki ispatları kamuoyuna açıklıyorlar. Peki AKP-MHP rejimi ne yaptı? Anaların bu en masumane ve en haklı eylemini yasakladı. Onları copla, şiddetle Galatasaray Meydanı’ndan çıkardı. Şimdi bu değerli analar her cumartesi günü İstanbul’daki İnsan Hakları Derneği önünde toplanıp eylemlerini sürdürüyor. Peki Türk basını niye hiç bunu görmüyor? Erdoğan niye bu anaların acısından söz etmiyor da özel savaş medyası HDP binası önündekileri bu kadar gündem haline getiriyor? Sadece bu hakikat bile insana birçok gerçeği anlatmaktadır. Bu devlet iki yüzlü, çifte standartlı bir devlettir. Halkımızı soykırıma uğratıp köleleştirmek istiyor. Sadece ve sadece kendine hizmet edenlere yaşam hakkı tanıyor. Bu devletin karakteri böyledir. O bina önünde toplanan anneler bilmeli ki, bu yaptıkları eylemle bir yere varamazlar, herhangi bir sonuç alamazlar…

EĞER AHMET TÜRK’Ü DE KABUL ETMİYORSA

Sayın Ahmet Türk, 50 yıldır Türkiye ve Kürdistan siyaseti içerisinde çalışan, emek veren ve sürekli barışı dile getiren bir siyasetçidir. Sürekli barışı savunup Kürt ve Türk halkının birliğinden yana olan birisidir. Eğer Türk devleti, Ahmet Türk gibi birisini bile kabul etmiyorsa o zaman hiç kimseyi kabul etmez. Bu gibi insanlarımızı bile görevden uzaklaştırıp siyaset yapma hakkı tanımıyorsa o zaman her Kürt durup bunu düşünmelidir. Şimdi yapılan eylemsellikler kuşkusuz anlamlıdır ama yeterli değildir. Tüm şehirlerde, sokaklarda halkımız örgütlü bir biçimde tepki göstermelidir. Öyle görülüyor ki, öncülük etmede yetersizlik var, halkın içinden kendiliğinden öncüler çıkmıyor, herkes birbirine bakıyor, herkes ‘bir başkası başı çeksin’ diye bekliyor. Halbuki özellikle Kürt gençlerinden ve kadınlarından meseleyi bilenler başı çekmeli ve öncülük yapmalı. Bu şekilde olmayacağı açık. Halkımızın daha kitlesel ve daha yoğun bir biçimde tepkisini göstermesi gerekiyor. Bizim kanaatimiz böyledir. Çünkü ortada halkın iradesine dönük geliştirilmiş bir saldırı var.

HDP ÖZ YÖNETİMLERİ DESTEKLEMEDİ

Türk devleti, HDP’ye bu kadar saldırırken, baskı altına almaya çalışırken biz de kalkıp eleştirmeyi pek yerinde görmüyoruz. Eğer bu devlet sadece PKK’yi yok etmek isteseydi, o zaman siyasetçilere yol verir ve zemin açardı. Bu çok çetin ve kapsamlı bir inkâr ve imha saldırısıdır, öyle sıradan bir şey değildir. Bu yüzden HDP’ye bu kadar saldırıyorlar, yoksa HDP’nin üstüne bu kadar gitmezlerdi. Biz de şimdi bu nedenle HDP’yi fazla eleştirmiyoruz.

Eğer biraz geriye dönüp bakarsak; HDP vakti zamanında kendi görevlerine sahip çıksaydı, doğru yürüseydi belki de böyle olmazdı. Şimdi bakın, birçok HDP yetkilisi cezaevindedir. Hepsini suçlayıp, ‘öz yönetim direnişleri döneminde HDP hendek siyasetini savundu’ diyorlar. Bu bir yalandır. HDP o süreci desteklemedi. Eğer HDP o süreci destekleseydi, belki de süreç şimdi böyle olmazdı. Bilakis HDP tereddüt yarattı, insanları ikileme koydu. Bunun sonucunda halkımızın aklı karıştı. O gençler düşman karşısında tek başlarına bırakıldı. Şehit Çiyager ve beraberindeki 60 genç, Amed’in ortasında, Sur’da bir başlarına kaldılar.

Şimdi devlet, ‘HDP oraya buraya silah taşımış, hendek siyasetini desteklemiş, kepçe vs göndermiş’ diyor ya, böyle bir şey hiç olmadı. Tam tersini yaptılar. Biraz önce de belirttiğim gibi, yoğun düşman saldırıları olduğu için bu eleştirilerimizi yapmadık. Bu minvalde devletin HDP hakkında söylediklerinin tümü yalandır ve gerçeklikle bir alakası yoktur.

HDP’liler bunun üzerine iyice bir düşünsünler. Eğer vakti zamanında soykırımcı sömürgeci devletin saldırılarının asıl amacını doğru anlasalardı, o dönemde gençleri yalnız başlarına bırakmasalardı sonuç böyle olmazdı. Herkes bu durumdan kendisine ders çıkarmalıdır. İnsan bu devlete ne kadar yalvarıp yakarsa, barış çağrılarında bulunsa da bu devlet bundan anlamaz. İnsanlarımız arasında birlik ve örgütlülüğü geliştirip direnişi esas almalı, halk direnişini yükseltmeli. Sonuç almanın, başarmanın yolu budur. İşte görüyoruz; siyaset yapabilmenin tüm yollarını kapatıyorlar, hak ve hukuk tanımıyorlar, kendi anti demokratik devlet hukuklarını bile çiğniyorlar. Tek bir talimatla devletin tüm hukukunu bir kenara veriyorlar. Milletvekilidir ama sırf Kürt oldukları için kollarından tutup yerlerde süründürüyorlar. Sıradan bir polis bile karşılarına dikilip kendilerine vurabiliyor.

O kadar eşbaşkan, siyasetçi ve milletvekili zindanda değil mi? Bunların ne suçu var, ne yapmışlar ki? Hiçbir suçları yok. Tek suçları Kürt olmaktır ya da Kürtlere sahip çıkmaktır. Mesele budur. Karşımızda ırkçı faşist bir rejim var. Bu rejim Kürt halkının tüm kazanımlarını ve varlığını ortadan kaldırmak istiyor. Bunun için siyasetçilerin üzerine bu kadar gidiyor. Biz de bu nedenle, ‘halkımız HDP’ye sahip çıkmalıdır’ diyoruz. Yoksa onlar her şeydir, demiyoruz. Onların da eksiklikleri var. Eğer koşullar müsait olsaydı eleştireceğimiz çokça şey vardır fakat bu faşist rejim Kürt halkının tüm kazanımlarını önüne katıp hedeflerken, her gün saldırırken Kürt halkı elbette ki kendi seçtiği siyasetçilere sahip çıkmalıdır. Şimdi gerekli olan budur.

Sadece üç şehirde vekillerin etrafında toplanmak tek başına yetmez. Hayır, kitlesel eylemler gelişmeli ve genişlemelidir. Halkımızın, Kürt gençlerinin ve kadınlarının bunu yapabilecek güçte olduğuna inanıyoruz…

ARTIK KABADAYILIKLARI YANLARINA KALMIYOR

Türk devletinin operasyonlarına koydukları isimlere dikkatle bakarsanız, Kürtleri köleleştirmek isteyen adlandırmalar olduğunu görürsünüz. Yani Kürt halkına ‘ben güçlüyüm, size pençe vuruyorum. Sizi kırıyorum, eziyorum’ mesajı veren, bu anlamı taşıyan isimlendirmelerdir. Hep sopa ve zorla sonuca gitmek istiyorlar ama bugün bu baskıcı ve faşizan zihniyete karşı halkımızın da gücü ve savunması vardır. Kürdistan halkının artık HPG’si, Kürdistan Özgürlük Gerillası vardır. Artık onların bu kabadayılıkları yanına kalmayacaktır. Gereken cevaplar veriliyor ve daha da verilecektir. Onlar artık zor, şiddet ve baskıyla kesinkes sonuç alamazlar. Er veya geç bunu anlayacaklardır.

PENÇEYMİŞ, HANİ NE YAPMIŞ PENÇENİZ?

Halkımız da artık mücadele etme yol ve yöntemlerini öğrenmiştir. Önder Apo’nun perspektifi ile halkımız artık bir felsefe, bilinç ve kimlik sahibidir. Halkımız her açıdan kendini örgütlemiştir. Yani bu halk artık sizin kölelik kamçınızdan korkmaz! Pençeymiş! Neyin pençesi, hani ne yapmış pençeniz? Şu an Pençe 1, Pençe 2 dedikleri şey Xakurkê’de tıkanmayı yaşıyor. Her gün onların arkasından, çevresinden ve hemen yanı başlarından eylemler yapılıyor. İşte Ermuş onların tuttukları yerin ortasındadır ve orada her gün eylem yapılıyor. Yani onların tuttukları hiçbir yer yok. Yüksek tepeleri tutmuşlar, onları korumak için de keşif uçakları sürekli üzerindedir. Gerilla da sürekli olarak etrafındadır. Bu onlar için çare değildir. Onlar, güya bizi önüne katıp Kandil’den çıkaracaktı. Biraz ilerlemeye çalıştılar ama bir baktılar ki, PKK gerillası hemen onların arkasındadır. Gerillanın zengin yol, yöntem ve taktikleri var ve gerilla bu şekilde onları orada boşa çıkardı.

GERİLLA 2. GÜN PENÇE 3’Ü DE KIRIP ATTI

Xakurkê’de çaresiz kalınca bu sefer yönlerini Heftenîn’e verdiler. Heftenîn’de biraz öne doğru geldiler. Gerilla ikinci gün Pençe 3’ü kırdı ve onların o pençesini kırıp attı. Ciddi bir darbe yiyip, sarsılıp sersemlediler. Türk ordusu 25 Ağustos’ta Partizan Tepesi’nde gerilladan yediği darbeyi hiçbir zaman unutamayacaktır. O günden sonra bir metre bile öne gelememiştir. Birinci gün kollar halinde bir kilometre kadar öne çıkmıştı. İşte Bêzenikê, Girê Keçel, Girê Helız gibi yerlere gelmişlerdi. Güçlerimiz onlara sarsıcı bir darbe vurunca bir kademe gerileyip durdular. Halen bulundukları yerlerde bekliyorlar.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN ‘KIRAN’I NE OLDU?

Bu operasyonları yürüten ordudur. Dikkat ederseniz, bu hususta Türk Milli Savunma Bakanlığı, ordu adına açıklamalarda bulunuyor. Herhalde İçişleri Bakanı da ‘biz niye boş duralım, biz de kendimizi gündeme koyalım ve propaganda yapalım’ diyerek, ‘biz de Kıran operasyonu yürütüyoruz’ dedi. Adını da ‘Kıran operasyonu’ koyup sözüm ona işte ‘nereye gidiyorsa her şeyi kırıyor, önünde bir şey duramıyor’ havası yaratmak için böyle bir şey tertiplediler. ‘Bu operasyonu Van, Şırnak ve Hakkari’de yürütüyoruz’ dediler. Bu nasıl oldu, ne zaman bitti, sonucu ne oldu, nerede ne kadar çatıştı? Hiç bahsetmiyorlar. Çünkü boşa çıktı, kaybetti ve yenildi. Kürdistan özgürlük gerillaları onları orada boşa çıkarıp başarısız kıldı…

BAŞARISIZ OPERASYONLARLA ZAFER HAVASI

Başarısız oldukları operasyonları, basında adeta bir zafermiş gibi yansıtıyorlar. Toplumda böyle bir algı oluşturmaya çalışıyorlar. Sanki nereye gitseler orayı alıyorlar, nereye el atsalar orada sonuca gidiyorlar biçiminde bir hava yaratıp kendilerini çok büyük göstermeye çalışıyorlar. Belki Kürt toplumunda da buna kanıp böyle olduğunu zannedenler olabilir. Gerçek öyle değildir. Bizimle Türk devleti arasında ciddi bir savaş veriliyor, bu savaş halen devam ediyor ve kazanmış değiller. Mesela Heftenîn’de her seferinde bir sürü gerilla kaybı olduğunu söylediler. Bunların tümü yalandır. Operasyon sürecinde sadece 4 arkadaşımız, bir arkadaşımız da operasyon alanının dışında Keşan’da şehit düştü. Yani toplam 5 arkadaşımız şehittir. Kayıplarımızın tümü budur…

Biz, ne yaptığımızın bilinciyle kendi işimize bakacağız. Kürdistan’ın her tarafında tıkanmayı yaşayan sömürgeci soykırımcı düşman daha fazla tıkanmayı yaşayacak ve zafer Kürdistan özgürlük gerillasının ve Kürdistan halkının olacaktır.”