Karakülhancı: AB Erdoğan’a propaganda malzemesi verdi

AB, Türkiye ilişkilerinden halklar ve demokrasi lehine bir şey çıkmayacağını söyleyen gazeteci Ayşegül Karakülhancı, AB yetkililerinin Türkiye ziyaretiyle Erdoğan’ın eline propaganda malzemesi verildiğini, Türkiye içinde baskıların artacağını söyledi.

Türkiye’nin Libya, Doğu Akdeniz müdahaleleri ve Yunanistan’a karşı savaş tehdidiyle gerilen Avrupa Birliği (AB), Türkiye ilişkilerinde son dönemde karşılıklı bir yumuşama yaşanıyor.

Türkiye’de insan ve kadın haklarının en fazla ihlal edildiği, faşizmin doruklaştığı bir süreçte 6 Nisan 2021’de AB Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen ve AB Konseyi Başkanı Charles Michel, AB adına Erdoğan’ın ayağına gitti.

Almanya’nın Suriye’de açıktan olmasa da Türkiye’nin arkasında durduğunu söyleyen Karakülhancı, “Hepsi Ankara’nın cihadçı gruplar üzerinde etkisinin farkındalar. Belki kapalı kapılar arkasında bu konuyu da görüşüyor, pazarlığını yapıyorlardır” dedi.

AB-Türkiye ilişkilerinde son dönemde yaşanan karşılıklı yumuşamayı, ilişkilerin hangi temelde yürüdüğünü, bundan sonra yaşanabilecek gelişmeleri gazeteci Ayşegül Karakülhancı ile konuştuk.

Türkiye ve AB ilişkileri uzun bir dönem gergindi. Fakat Türkiye’nin insan hakları ihlallerinin tavan yaptığı, her gün kadın cinayetlerinin yaşandığı ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği bir süreçte AB’nin Türkiye’ye karşı tavrının yumuşadığını ve Erdoğan’ın ayağına gidildiğini görüyoruz. Bunun nedeni nedir?

AB, Türkiye ile olan ilişkilerinde kendi demokratik anlayışı, kuruluşundan itibaren savunduğu, kabul ettiği insan hakları çerçevesinde bir politika izlemiyor. Türkiye ile daha çok ekonomik çıkarlar ve bölgeye dair jeopolitik stratejik planlarını gözeterek ilişkilerini kuruyor. Buna tabi silah satışı, mülteci sorunu eklendiğinde, Erdoğan hükümetiyle asgari düzeyde de olsa bir şekilde anlaşma yolunu tercih ediyor. Bu nedenle de insan hakları, demokrasi, evrensel hukuk kuralları gibi konular Türkiye’deki muhaliflerin beklediği düzeyde vurgulanmıyor.

AB ilişkilerini en son dönemden ele alırsak ABD Başkanlığına Joe Biden’in seçilmesi ve “Avrupa Birliği ile daha sıkı çalışacağız” mesajını vermesiyle beraber AB’nin eli bir anlamda rahatladı. Çünkü Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlalleri ve demokrasi sorununu ABD’ye devretmiş oldu. Joe Biden hükümeti bu konuları gerek S-400’ler meselesinde gerek ABD’de devam eden Halk Bankası davası çerçevesinde daha fazla dile getirebilir.

Yalnız şimdi bir yeni gelişme olarak Ukrayna meselesi var. Rusya-Ukrayna krizinde Türkiye’nin rolü önemli olacak. Bu noktada ABD Türkiye’yle nasıl bir ilişki kuracak bakmak lazım. Eğer Rusya’yla Ukrayna krizi büyür, çatışmalı bir hal alırsa burada da bu sefer başka bir oyun devreye girecek. Öylesi bir noktada ABD, Türkiye’ye karşı insan haklarını, demokraside yaşanan gerilemeyi masada tutacak bir politika izler mi bilemiyoruz. Asıl soruya geri dönecek olursam AB Türkiye’yle insan hakları ve demokrasi temelinde bir ilişki yürütmüyor.

‘ERDOĞAN’A İÇ POLİTİKA MALZEMESİ VERİLDİ’

Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmışken; demokratik anlamda bu kadar sıkışmışlık varken, kadın cinayetleri dur durak bilmiyorken; öğrencisine, LGBTİ­­­+’ya, muhalif olan tüm kesimlere yoğun baskı varken, 6 milyon oy alan HDP’nin kapatılması isteniyorken ve bu partiye dönük siyasi soykırımın sürdürülmesi, Gergerlioğlu örneğindeki gibi parlamenterlerinin tutuklanması göz önüne alındığında Ursala Von Der Leyen ve Charles Michel’in Erdoğan’ı ziyareti çok mu gerekliydi?

Elbette çok gerekli değildi. Maalesef bu ziyaretle, Erdoğan’ın ittifak içerisinde bulunduğu çevrelere ve seçmenine farklı bir mesaj verildi. Bu görüşmenin Erdoğan’ın elini güçlendireceğini muhakkak biliyorlardır, bunun iç politikada kullanılacağı çok açık. Hele de salgın koşulları ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz de göz önüne alındığında AB’nin en üst seviyedeki isimlerini ayağına kadar getirtmiş oldu. Bunun elbetteki o çevrelerde bir propaganda gücü var. Ki yaşanılan koltuk krizi de bu propagandaya tuz biber ekti. Kabul etmek lazım ki Erdoğan gündem belirlemede uzman ve bu kez sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda Avrupa’nın gündemini belirledi.

Ama şu noktada unutmamak lazım Avrupa’ya mülteciler konusunda Ankara mütemadiyen baskı yapıyor. Bu da panik yaratıyor. Mülteci ve göç konusu Avrupa’nın hala atlatamadığı bir travma. Buna bir de finansal ve ticari ilişkiler, silah- askeri teçhizat satışlarını da eklemek gerekiyor. Yani Türkiye Avrupa ülkeleri için önemli bir pazar, unutmayalım ki çok ciddi bir ticaret hacminden bahsediyoruz. Bu belkide ilişkilerin yönünü belirleyen listenin en başında yer alıyor.

Kendi içinde faşizmin doruğa ulaştığı Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Libya, Yunanistan konularında görece bir geri adım atması AB için yeterli midir?

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmaları yapması, son derece militarist bir tavır sergilemesi AB ile arasında çok ciddi bir krize dönüşmüştü. Doğu Akdeniz AB’nin güney sınırı İtalya, Yunanistan, Kıbrıs, Fransa çok geniş bir alan. Burada ortaya çıkacak bir çatışma doğal olarak Birliğin sınır güvenliğine tehdit oluşturuyordu. Bir de AB içerisinde herhangi bir karar alınması gerektiğinde üye tüm devletlerin kabul etmesi gerekiyor. Biri veya bir kaçı ikna olmadığında iç işleyiş yavaşlıyor. Yunanistan ve Kıbrıs bunu yapıyordu. Bu da AB’nin işleyişini de zorlaştırıyordu. Doğu Akdeniz’de yaşanan krizin bir an önce çözülmesi bir taraftan bu nedenle de gerekliydi. Bir diğer önemli konu da Afrika’dan Libya üzerinden Avrupa’ya gelen göçün kontrolüydü. Zaten Suriye’den gelen göç nedeniyle Türkiye’ye tabiri caizse kolunu kaptıran AB, bir de Afrika’dan gelen göçün Türkiye tarafından kontrol edilmesini, yeni bir şantaja maruz kalmayı elbette istemiyordu. Doğu Akdeniz AB için jeo-starejik açıdan son derece önemliyken Türkiye’nin burada geri adım atması elbette büyük rahatlatma yarattı.

‘SOPADAN HAVUÇLARA GEÇİŞ…’

AB’nin Türkiye ile “pozitif gündem” dediği bir kavramı var. Doğu Akdeniz’de yaşananlar bu “pozitif gündem”in ilk maddesiydi. Böylece diyaloğu bu pozitif gündem üzerinden yeniden kurmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin anti demokratikleşmesi, insan hakları ihlalleri, hukuksuzluk vb. gibi konular AB’nin kendi çıkarlarını temel hedef edinen politikasını etkileyen konular değil Türkiye Doğu Akdeniz’de tansiyonu düşürünce havuç-sopa ilişkisi dedikleri yöntemde havuçları konuşan bir duruma geçtiler. Türkiye’de aslında Doğu Akdeniz’deki tansiyonu bu nedenle yükseltti. Türkiye, atabileceği bütün adımları atmıştı, daha fazla atabileceği adım da kalmamıştı. Artık iş kendisi gibi bir NATO ülkesi olan Yunanistan’la çatışmaya doğru evrilecekti. Türkiye başka ne yapabilirdi. O zamanda bütün olarak NATO ve AB ile ilişkilerini gözden çıkaracaktı. Amacı bu gerginliği getirebildiği en üst seviyeye getirerek AB’den koparabildiği ne varsa koparmaktı.

Peki koparabildiği nedir?

Elbette Erdoğan ve hükümetinin pragmatistliğini bilen AB aptal değil. Onlar için Türkiye ile müzakere edebileceği kendi çıkarına en faydalı olan gündem maddesinden başladı o da mülteci anlaşmasının yenilenmesi. Bu konudan hemen “pozitif gündemi” açtılar. Türkiye’de bunun böyle olacağını biliyordu. Doğu Akdeniz’de geri adım attı diye hemen üyelik müzakereleri konuşulmayacak, gümrük birliği hemen yenilenmeyecek, vize serbestisi olmayacak. Mülteci anlaşması demek para demek… “Madem AB’nin bekçiliğini yapıyorum o halde siz de bunun bedelini biraz daha pahalı ödeyin” deniliyor. Türkiye’de ekonomik kriz var, sıkışmış durumda. Dışardan bulabileceği yatırım, para ne varsa onu bulmaya çalışıyor. Buradan belli bir maddi kazanım kazanım elde edecek bir de tabi yukarıda değindiğim gibi Erdoğan iç siyasette kullanabileceği propaganda malzemesi elde etmiş oldu.

AB’de yine Türkiye’ye biraz daha para ödeyecek. Kendi kamuoyuna, “Bakın Türkiye Doğu Akdeniz’de bizim dediğimizi yaptı. Biz de Türkiye’ye şu kadar para ödeyeceğiz” diyecek. Bir yerde Doğu Akdeniz meselesi biraz da karşılıklı propaganda malzemesine dönüştü. Ayrıca unutmamak gerekir ki Kıbrıs konusunda AB daha çok güçlenerek çıktı Doğu Akdeniz gerginliğinden. Türkiye’nin alanı biraz daha daraldı. Kıbrıs’ta ABD yönetimi de tek devlet çözümünü savunuyor. Önümüzdeki süreçte Kıbrıs konusu daha çok konuşulacak.

Peki, mülteci anlaşmasının yenilenmesi, işlemesi Avrupa’nın güvenliği için yeterli mi? DAİŞ’in Avrupa’da yaptığı saldırılar oldu ve Türkiye DAİŞ ilişkileri biliniyor. Avrupa’nın bu konudaki tavrı nedir?

Mülteci anlaşmasının yenilenmesi Avrupa için ilk etapta yeterli ve anlaşmanın işlemesi AB için çok önemli. Yeni bir mülteci akını kesinlikle istemedikleri gibi bir kısım mülteciyi de geri göndermek istiyor. Anlaşma yenilenirse Türkiye, Yunanistan’daki mültecileri geri alacak. Ayrıca bu haliyle bile anlaşma işliyor. Rakamlar Avrupa’ya mültecilerin gelişininin durduğunu gösteriyor. Çok büyük bir sorundan kurtulduklarını düşünüyorlar. Bu anlaşmanın yenilenmesi zaten beklenen bir durumdu. Şimdi ne kadar para verilecek, bu paralar nasıl verilecek, hangi anlaşmalarla hangi kurumlara gidecek bunlar konuşulacak ve belli bir mutabakata bağlanacak. Avrupa kendi sınırlarını daha bir kontrol altına almış olacak. Bu konuda Ürdün ve Libya’yla da orda yaşayan Suriyelilerle ilgili bir anlaşma yapmıştı. Türkiye ile de anlaşmasını yenilemesi gerekiyordu, bunu yapacaklardı.

‘ALMANYA SURİYE’DE TÜRKİYE’Yİ DESTEKLİYOR’

Şimdilik AB için IŞİD konusu temel gündem değil. Salgın her konunun önüne geçmiş durumda görünüyor. IŞİD hücrleri en son 2020 son baharında Fransa ve Avusturya’da eylemler gerçekleştirdi. Bu saldırılardan sonra Emmanuel Macron Fransa İslamı konusunda adımlar attı. Almanya’da IŞİD lideri yargılandı 10 yıldan fazla ceza aldı. Bundan önce Avrupa’dan IŞİD’e katılanların geri alınması ve yargılanması tartışmaları vardı ki orada da her ülke kendi kararını verdi. AB bir bütün olarak bu konuda ortak bir karar alamadı.

Hatırlarsanız Türkiye’nin Efrîn’e girmesinden, işgal etmesinden çok da rahatsız olmadılar. Bu konuda da AB içerisindeki her ülke kendi ulusal politikasını, ulusal çıkarlarını gözeterek hareket ediyor. AB, Suriye konusunu da zamanında ABD’ye devretmişti. Almanya büyük ihtimalle Suriye’de açıktan olmasa da Türkiye’nin arkasında duruyor. Hepsi Ankara’nın cihadçı gruplar üzerinde etkisinin farkındalar. Belki kapalı kapılar arkasında bu konuyu da görüşüyor, pazarlığını yapıyorlardır. Suriye’nin yeniden inşaası konusunda iştahları da kabarıyordur. Ama o bölgede asıl sorunun Türkiye, Rusya ve ABD gibi ülkelerin dışardan müdahalesinin olduğunu da görmezden geliyorlar.

Bundan sonraki süreçte AB ve Türkiye ilişkileri nasıl ilerler. Bu ilişkiler Türkiye’yi insan hakları ve demokrasi konusunda nasıl etkiler?

AB’nin Türkiye’deki insan haklarını, demokrasi sorununu düzeltmek gibi bir derdi yok. İnsan hakları konusuna ya da HDP’nin kapatılmasının istenmesi konusuna usulende olsa bir değiniyorlar. Ama AB’nin elinde Türkiye’ye karşı bir yaptırım gücü varsa bu gücü insan hakları ve demokrasi konusunda kullanmayacaklar. AB’nin Türkiye’nin iç politikasına karışmak istemiyor. “Dışarıdan müdahale ile bir ülkenin demokrasisi ne derece düzelir” diye düşünülüyor. Türkiye’den çok temel teknik şeyler bekliyorlar. Yapılan anlaşmalara uymasını, Doğu Akdeniz’de haddini bilerek davranmasını, saldırgan politikalarından vaz geçmesini vs. ellerindeki baskı araçlarını bu doğrultuda kullanıyorlar.

Ayrıca AB’nin elinde Türkiye’ye insan hakları, demokrasi konusunda baskı yapacak ne gibi araçları kaldı. Üyelik müzakereleri durmuş durumda. Belli kurum ve kurluşlara finansal yaptırım da uyguluyor. Daha fazlasını yapması AKP’den ziyade belki de AKP karşıtlarını olumsuz etikilyecek. Türkiye muhalefetinin AB’den bana kalırsa beklentisi çok yüksek. Kendilerinin vermesi gereken demokrasi mücadelesini, AKP’ye karşı ortak bir tavır sergilemeyi AB’den bekliyorlar. Tabi ki AB daha yüksek bir tondan konuşsa muhalefete belki biraz psikolojik bir destek olacaktır. Ama AB belli ki Türkiye ile iyi lişkilerini dengede tutmak istiyor.

‘KİMİNLE İŞ YAPARSAN ONA BENZERSİN’

Türkiye’de yaşanan koltuk krizi AB’nin yaşadığı erozyonun da bir göstergesi. Kiminle iş yapıyorsan, kiminle ilişkileniyorsan zaman içinde biraz da ona benziyorsun. Orda yaşanan von der Leyen’e yer gösterilmemesi, Charles Michel’in hemen bir koltuğa oturması. Bu Michel ile von der Leyen’in de arasında sorun oldu. Michel’in bürosu bu konuyla ilgili günlerdir açıklama yapıyor. Michel’in Erdoğan’ın davranışına çanak tutmasına birçok gerekçe uyduruyorlar. Sonuçta bir zamanlar Almanya’nın savunma bakanlığını yapmış şimdi AB Komisyon başkanlığını yapan birinin ayakta bırakıldığını fark etmeyen ya da fark ettiği halde hemen koltuğa oturan AB Konsey başkanının bizzat kendisi. Bilemiyoruz bu Erdoğan veya protol ekibi tarafından planlandı mı ama AB Konsey başkanı da bu oyunu birlikte oynadı. AB gerçekten kendi kriterlerine uygun davranan bir birlik olarak kalsaydı bugün Erdoğan’la bu biçimde görüşmeyecekti. Bu anlamda AB’den bu konuda beklenti içinde olmak hayal kırıklığı yaratır. AB amiyane tabirle Türkiye’den AB’yi dış politikasında zorlayan mevzuları kotarmaya çalışıyor. Bu konularda Erdoğan hükümetiyle anlaşabilirse ne mutlu onlara.

Önümüzdeki süreçte AB-Türkiye ilişkileri bu minvalde ilerler. Eğer mülteci anlaşması yenilendikten sonra Haziran’da gümrük birliğinin modernizasyonu konuşulur. Gümrük birliğinin modernizasyonu da bir süre ilişkileri meşgul eder. Gümrük birliğinin modernizasyonu da yapılırsa ondan sonra farklı bir aşamaya geçer mi? Geçmez. Ardından belki Kıbrıs meselesinde görüşmeye çalışılabilirler. O konuda AB farklı adımlar atmaya çalışabilir. Erdoğan’ın içeride yeni krizlere ihtiyaç duymazsa o da ilişkileri bozmaz. Fransa’nın 2022’de AB başkanlığını üstlenmesine kadar yeni bir şey beklemiyorum. 2022 geldiğinde o zamanki duruma göre AB-Türkiye ilişkilerinde yeniden krizler yaşanabilir. Ama 2021 böyle geçer. Silah satışları, ticaret devam devam eder.

‘TÜRKİYE İÇİNDE BASKILAR ARTACAK’

AB bu kadar ekonomi çıkar, jeostrateji odaklı olduğu sürece demokrasi, insan hakları, Türkiye halkları lehine politika beklemek anlamsız olur. Bu ilişkilerden halklar ve demokrasi lehine bir şey çıkmaz. Türkiye dış politikada oldukça geriledi. Mısır, Libya, Doğu Akdeniz meselesinde geri adım attı. Elinde sadece Suriye var. Suriye’yi de kendi iç politikasının devamı olarak görüyor. Bir de Ukrayna mevzusu var. Bu konu Türkiye-NATO, Türkiye-Rusya ve Türkiye-ABD ilişkileri açısından çok önemli. Türkiye dış politikada sanki önümüzdeki dönemde çok fazla adım atamaz gibi görünüyor. İç politikaya yüklenecek. Bence insan hakları, kadın hakları, LGBTİ+ hakları konusunda daha da fazla gerileme yaşanacak. Bütün baskıyı içeriye yöneltecek.