‘Sri Lanka modeli’ ve Kürdistan -V

Sömürgeci zorbalığın cesaretini kırıp, hevesini kursağında bırakmak, benzer durumdaki ezilen halklar adına da kazanılmış bir zafer olacaktır. Yeter ki “örgütlü halk yenilmez’’ şiarının gerekleri yerine getirilsin.

Kürdistan’ın dört parçasında özgürlük gerillası mevzilenmişken, örgütlü gücünü Kürtlerin bulunduğu her sahaya yaymışken, Tamil gerillalarına karşı elde ettikleri sonuçları Kürdistan gerillasına karşı elde edemezler.

2015 yılının ilk aylarında gidişatı sezen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, son görüşmede HDP heyetine “Bu sizinle son görüşmemiz olabilir” diyordu. Devlet heyeti 2015 yılında adaya sadece birkaç kez daha gitmesine rağmen kamuoyuna bir yerlerden yansıtılan hava adada görüşmelerin rutin olarak sürdüğüydü. Devlet heyetinin sınırlı birkaç ziyareti, nabız yoklama ve üstü kapalı tehdit içeriklidir. Kobanê’de DAİŞ çeteleri birçok koldan saldırıp yüzlerce sivili katlettiği gün, devlet heyeti bu sınırlı ziyaretlerden birini yapmak üzere İmralı’dadır. Kürt Halk Önderi görüşmeye giderken bunun bilgisine sahip değildir, görüşme sonrası bu katliamı adadaki diğer tutuklulardan öğrenince saldırı ve ziyaretin aynı güne denk gelmesinin tesadüf olup olmadığını sorguladı.

Daha önce de Kobanê’ye DAİŞ’in Türkiye sınırlarını geçerek saldırdığı gün ve Hakkari’de sivil bir minibüsün bombalanıp sivillerin katledildiği gün de devlet heyeti adadadır. Bu saldırıları denk getirenler devlet heyetine mesaj veren odaklar mıydı, yoksa bu saldırılar, heyetin de içinde olduğu odakların Kürt Halk Önderi’ne verdiği mesajlar mıydı? Görünürde ateşkes devam ettiği için provokasyon ve saldırılar için çeteler devreye sokulmuştu.

5 Haziran 2015’te Amed’deki HDP mitinginin, öncesinde Adana ve Mersin HDP binalarının bombalanması DAİŞ eliyle gerçekleştirildi. 7 Haziran seçim sonuçları ise AKP’yi tek başına iktidar olmaktan alıkoydu ve gizli müttefikler su yüzüne çıkmaya başladı. Ergenekon davasından ceza alanların hapisten çıkarılması, yeni savaş konsepti için eski MHP kadrolarının göreve çağrılması aslında 2015’in hemen öncesine denk geliyordu.

Artık düğmeye basılması için bir bahaneye ihtiyaç vardı ve bu iş için DAİŞ yeniden sahaya sürüldü. 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta toplanan ve Kobanêli çocuklara oyuncak götürmek amacıyla Türkiye’nin birçok yerinden gelen gençler, DAİŞ’in canlı bomba saldırısına uğradı. 33 genç hayatını kaybetti, 100’ü aşkın genç yaralandı. Bu gençlerin birçoğu Kürt halkıyla dayanışmak için harekete geçen Türkiyeli sosyalistlerdi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu katliamı “ikinci Sivas katliamı” olarak tanımlarken, Kürtlerle bir arada durmanın bedelinin çok ağır olacağı mesajı Türkiyeli demokrat, sosyalist ve duyarlı çevrelere verilmek istenmişti.

TARİH; 24 TEMMUZ 2015…

Suruç’tan iki gün sonra PKK’nin 2 polisi Ceylanpınar’da, evlerinde başlarından vurarak öldürdüğü kamuoyuna duyuruldu. İki gün sonra 24 Temmuz’da, Lozan’ın, yani Kürtlerin yok sayılmasının yıl dönümünde onlarca savaş uçağı Medya Savunma Alanları’nı bombaladı. Aynı gün başka bir gelişme daha yaşandı; ABD ve Türkiye’nin DAİŞ karşıtı hava operasyonları için İncirlik üssünün Koalisyon Güçleri’nin kullanımına açılması konusunda anlaşmaya varılmıştı. 

Kandil’de, Zap’ta, Heftanin’de tek bir DAİŞ’linin olmadığını tüm dünyanın bilmesine rağmen Türkiye tüm dünyaya, bu anlaşmanın ardından DAİŞ ve PKK’ye karşı kapsamlı hava operasyonlarına başladığını ilan ediyordu. 10 Ekim Ankara Gar’da bir başka katliam için yine çeteler sahneye konuldu. KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla Ankara’da düzenlenen “Savaşa inat, Barış hemen şimdi? Emek, Barış, Demokrasi” mitingine iki DAİŞ’li “canlı bomba” saldırısı düzenledi, 102 insan şehit düşerken, yüzlercesi yaralandı. Bu mitingin de önemli oranda katılımcıları Türkiyeli aydın, sanatçı ve demokrat çevrelerdi. Devlet “Kürtlerden uzak durun” demeye devam ediyordu.

İMRALI’DA İDARENİN ‘GÖZÜNDEN KAÇAN’ MEKTUP

Bu arada İmralı’da Kürt Halk Önderi’ne yurt dışından gönderilen ve idarenin “gözden kaçmış” diyerek verdiği tehdit mektubu da bu sürece denk geliyordu. Kendisini “medyum” gibi gösteren biri “Erdoğan bir şanstı, değerlendiremedin. 2016’da normal yollarla öleceksin. Devletten bilme. Daha önceki tüm kehanetlerim tutmuştu” diye yazmış, devlet bu mektubu Abdullah Öcalan’a vermişti.

O günlerde “Çöktürme” isimli bir planın devrede olduğu bilgisi kamuoyuna sızdı. Planı hazırlayan kurum Kamu Güvenliği teşkilatıydı. Bu planın Eylül 2014 tarihi itibariyle netleştirildiği ve MGK’ya sunulduğu belirtiliyordu. Kürt Halk Önderi planın tarihini öğrenmek istiyordu. Kendisiyle “müzakereleri” yürüten aynı teşkilatın müsteşarı Muhammed Dervişoğlu’ndan önce mi bu plan hazırlanmıştı, yoksa planı bizzat Dervişoğlu’nun kendisi mi planı hazırlamıştı? Zira Dervişoğlu’nun müsteşarlığa atanmasıyla planın hazırlandığı söylenen tarih birbirine yakındı. Devlet yeknesak bir oyun içerisinde miydi, yoksa bir kanat diğerine galebe mi çalmıştı?

EYLÜL 2014’TE HAZIRLANAN ‘ÇÖKTÜRME PLANI’

Bu spesifik mesele önemli olmakla birlikte, nihai olarak İmralı’da bir müzakere değil, müzakere maskeli bir operasyon yürütüldüğü kesindi. 2010’da kaleme alınan manifestoya bakıldığında anlaşılacağı gibi Kürt Halk Önderi sürecin bu şekilde evirileceğini çok önceden sezmişti. Peki bu Çöktürme Planı’nda neler vardı, hangi hazırlıkları kapsıyordu?

2014 Eylül ayında Kamu Düzenli ve Güvenliği Müsteşarlığı’nın hazırlayıp Genelkurmay Başkanlığı’na sunduğu ve Genelkurmay Strateji Plan Dairesi Strateji Şube Müdürlüğü’nün “Çöktürme Planı” olarak savaş simülasyonuna denemesini yaptırarak hükümete sunduğu, gizli ibareli eylem planı neredeyse daha önceki bölümlerde detaylıca anlattığımız “Sri Lanka Modeli” ile tıpa tıp aynıydı. Zaten planın özü de şunu ima ediyordu: “Sri Lanka’nın Tamil hareketine yaptığının aynısını biz de PKK’ye yapabiliriz.” Planın hedef ve amaçlar ise şöyle sıralanmıştı:

- Özel polis kuvvetleri ve özel askeri komandolar eşliğinde ordu güçleri şehirleri kuşatarak mahallelere ve yerleşkelere operasyon düzenleyecek, komuta merkezi il jandarma komutanlıklarında olacak, gereklilik halinde helikopter ve savaş uçakları da kullanılacak.

- Ablukaya alınan yerleşkelerde, yaşamsal olanlar tahrip edilerek, geri dönüş koşulları ortadan kaldırılacak, kitlesel imhalar, tutuklama ve boşaltmalarla yerleşkeler ‘huzur’a kavuşturulacaktır. Bastırma operasyonlarında 10-15 bin civarı imha, 8 bin civar yaralı, 5-7 bin arası tutuklama, bombalanmış küçük ve büyük yerleşim alanlarında 150-300 bin civarı insanın yer değiştirmesinin örgütü felç etme, işlevsizleştirmesinin sağlaması düşünülmektedir.

- Daha önce bölgede görev yapmış üst düzey askeri yetkililerden yararlanma, bu alana kaydırma hem coğrafyayı tanımaları hem de bilgenin temel özelliklerini bilmeleri, sivil halkın psikolojisini bilmeleri açısından yararlı olacağı, köy korucularının ve kamu görevlisi olarak görevlendirilen eski örgüt mensuplarından yararlanılması önem arz etmektedir.

- Sivil kamu personelinin alandan çekilmesi, hastanelerin 24 saat kuralına göre olası ve acil güvenlik personelinin ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi, bazı kamu binalarının boşaltılarak operasyonel güçlerin konumlanmasına göre, önceden hazırlanması önem arz etmektedir.

- PKK, diğer başka örgütleri gibi lokal bir nitelik taşımamaktadır. Komşu ülkelerin çoğunda ve Avrupa’da da konumlanmıştır. Yönelimde bu hesap edilmelidir. Kendi topraklarımız ve bir komşu ülke topraklarında hava saldırılarının yanında lojistik ve ekonomik damarların kesilmesi, özellikle kendi sınırlarımız içinde kendisine destek verenlerin cezalandırılması birinci derecede önem taşımaktadır. İlgili sahalara ateş gücü yüksek birliklerin kaydırılması yoğun ölçekli operasyonlarla sonuç alınabilmesi için alt yapı çalışmaları hızla tamamlanacak, hava keşifleri kırsal alanlarda yoğunlaştırılacaktır.

- Kandil’e yönelik hava operasyonları kesintisiz devam ederken, örgütün yurt içi örgütlenmesine yönelik operasyonlara hız verilecektir. Örgüt tek taraflı çatışmasızlık ilan etse bile bu adımdan vazgeçilmeyecektir.  Örgütün şehirlerdeki yasal görünümlü tüm yapılarına yönelik acil kararlara tedbirler alınacaktır.

- Sınır ötesi hava hareketlerinin Kandil ve civarı kampları felç etmesi sağlanarak, emir ve talimatların verilemez hale getirilmesi, telsiz, telefon ve diğer iletişim araçlarının işlevsiz bırakılması, örgütün kendi içinde iletişimini keseceği gibi sevk ve idareyi de büyük bir sekteye uğratacağı düşünülmektedir. İnsansız hava araçlarıyla lider kadroların yerlerinin tespiti ve birkaçının öldürülmesi önemli bir psikolojik üstünlük sağlayacaktır.

- Sınırlarımız içinde ve ötesinde yürütülen operasyonlara ara verilmeden devam edilmelidir. Örgütün ülke içindeki ve dışındaki tüm medya organlarının ekarte edilmesi acilen gerekmektedir. Planını başarıyla uygulanabilmesi için yeterli mali kaynak aktarımı yapılmalı, ihtiyaç duyulan yüksek teknolojik ürünler acilen tedarik edilmelidir.

- Vali, kaymakam ve üst rütbeli subaylar, örgütün uzantısı malum parti ve vekilleriyle ya da sivil kuruluşlarıyla asla temasa geçmemeli, böylesi talepler reddedilmeli. Örgütün medyası bölgeye sokulmamalı. Giriş ve çıkışlar tümüyle kapatılmalı. Elektrik, gaz ve su şirketlerinin tüm faaliyetleri operasyon yetkililerinin emri dahilinde yürütülmeli, bunun dışına çıkılmamalı.

Yukarıda genel hatları belirtilen “Çöktürme Planı” aslında bu başlıklardan daha da ayrıntılıydı. Medyaya sızması ve deşifre olması 2015’in son aylarını bulmuştu. Yani hazırlanıp Genelkurmay’a sunulmasının üzerinden bir yıl geçmişti. Devletin savaşı yeniden başlattığı tarih ise 24 Temmuz 2015’ti. Ceylanpınar’da iki polisin karanlık bir şekilde öldürülmesini gerekçe göstermişlerdi, ki bu olayın ardından fail diye tutuklananların tamamı serbest bırakıldı ve konunun araştırılması için HDP’nin verdiği meclis önergeleri AKP-MHP iktidarı tarafından reddedildi. Ankara rejiminin yoğun tutuklama operasyonları ve çözümsüzlükte ısrarına karşı gerçekleşen öz yönetim ilanları ise 2015’in sonlarına denk gelmişti. Yani “Çöktürme Planı”nın hazırlanmasından bir yıl sonraydı.

DAVATOĞLU’NUN 12 ŞUBAT 2015’TEKİ SÖZLERİ…

Dönemin Türk Başbakanı Ahmet Davutoğlu ise 12 Şubat 2015’te Hollanda dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlarken şunları söyledi: “6-7-8 Ekim kalkışması sonrası yaptığımız güvenlik toplantılarında, kafamın bir yerinde bunların çözüm sürecini bitirebilecekleri ihtimali güçlü bir biçimde belirdiği için askerlerimize, polisimize talimat verdim. ‘Çözüm sürecinin bitmesi ihtimaline hazırlıklı olun. Ben bir gün size ‘o gün geldi’ diyeceğim. O güne bütün hazırlıklarınız tamam olmalı. Bütün eksikliklerinizi tamamlayın’ dedim.”

Davutoğlu’nun “6-7-8 Ekim olayları” derken 2014’teki Kobanê serhildanını kast etmişti. Oysaki “Çöktürme Planı” 24 Eylül 2014’te hazırlanıp Genelkurmay'a sunulmuştu. Sunumu 24 Eylül’de yapıldıysa muhtemelen hazırlığı aylar öncesinden başlamıştı. Yani bu plan hazırlanıp Genelkurmay’a sunulduğunda ortada henüz “Kobanê olayları” yoktu.

EMNİYET MÜDÜRLERİNİN TOPLANTISI

Yeniçağ gazetesi yazarı Ahmet Takan ise 25 Ocak 2015 tarihli köşe yazısında kendisine mektup yollayan ve isminin kendisinde saklı olduğunu belirttiği bir emniyet müdürünün anlattıklarına yer vermişti. Yazının kaleme alındığı tarihte henüz “Çözüm süreci” devam ediyor ve 28 Şubat 2015’teki Dolmabahçe deklarasyonu henüz ilan edilmemişti. Yazıda yer alan bilgilere göre 25 Aralık 2014 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü binasında önemli bir toplantı gerçekleşti. Y Blok toplantı salonunda yapılan bu toplantıya Emniyet amirleri, 4. ve 3. sınıf emniyet müdürlerinden toplam 54 emniyet personeli davet edildi.

Toplantıya emniyet genel müdürü Celalettin Lekesiz, Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Gülcü olmak üzere diğer genel müdür yardımcıları, terörle mücadele, istihbarat, özel harekat, personel, kaçakçılık, güvenlik, ikmal bakım, idari işler daire başkanları da katıldı. Ahmet Takan’a mektup yazan emniyet müdürü toplantıda yaşananları şöyle anlatır: “Başlangıçta amacını tam kavrayamadığımız toplantı ilerledikçe katılımcılar olarak hepimiz şoke olduk. İlk oturumda Genel Müdürümüz Lekesiz ve Genel Müdür yardımcısı Zeki Çatalkaya ile personel, terörle mücadele, istihbarat daire başkanları konuştu.’’

Mektubu yazan emniyet müdürünün aktarımına göre ilk oturumda özetle, çözüm sürecinin yanlış anlaşıldığı ve devlet otoritesinin zaafa uğratıldığı, bu zafiyeti ortadan kaldırmak üzere toplantıya çağrılan vatanseverlerin seçildiği, seçilenlerin fedakarlığıyla “Güneydoğu”da başı bozukluğun giderileceği, seçimde işbirliği içinde olunacağı anlatılmıştı. Ayrıca Genel Müdür Yardımcısı Zeki Çatalkaya ile terörle mücadele, istihbarat, özel harekat, personel, kaçakçılık, güvenlik, ikmal bakım, idari mali işler daire başkanlarının bazı şark illerini gezerek, zaaf olan 54 kritik noktayı tespit ettiklerini ve toplantıya davet edilenlerin buralara gönderileceği, vatanın kurtarılmasının bu 54 kişinin elinde olduğu belirtilerek, bolca nutuk atılmıştı. Genel müdür son olarak bu görevlendirmenin 1-2 yıl sürebileceğini açıklamıştı. Toplantıyı anlatan emniyet müdürüne göre işin özeti şuydu; Çözüm süreci çakılmıştı. Şimdiye kadar çözüm süreci işe yarıyormuş gibi yaparak oy toplayan AKP önümüzdeki seçimde milliyetçi oylarla durumu kurtarmak için kan dökmeye karar vermiş, kurban olarak Kürtler seçilmişti.

BEŞİR ATALAY’IN İSTİFASI

Sri Lanka’da Rajapakse’nin katliam öncesi ulusalcı faşist JVP ve dinci faşist JHU ile ittifak kurması gibi, Erdoğan da benzer bir ittifakı Ergenekoncular ve MHP ile kurdu. Ardından da “çözüm sürecini” koordine eden bakan rolünü üstlenen Beşir Atalay istifa etti. Atalay, 2014 yazının son günlerinde Kürdistan’da yaptığı son gezide şu açıklamayı yapmıştı. “Beklentileri anlıyorum, sürecin muallakta kalmaması gerekir. Ekim ayının başında somut bir takvim açıklanması gerektiğine inanıyorum. Böylece tarafların hangi takvimde, karşılıklı olarak neler yapmaları gerektiği netleşmiş olacak. Kamuoyuna açıklandığı için de taraflar açısından bağlayıcı olacak.”

Atalay sözüne ettiği Ekim tarihine birkaç gün kala sürpriz bir şekilde koordinatörlük görevinden istifa etti. Bu kararına kişisel sebepler öne sürse de onu buna iten gerçek neden henüz açığa çıkmadığı gibi geriye dönüp baktığımızda şu sorular da hala yanıtını bulmuş değil; Beşir Atalay “Çöktürme Planı”ndan habersiz miydi? Bunu fark edip, aldatıldığını düşündüğü için mi istifasını verdi? Yoksa oynanan oyunda kendi rolünü sahneledikten sonra görevinin tamamlandığını mı düşünmüştü?

PLAN MADDE MADDE UYGULANDI

Operasyonu kurgulayanlar, planlarını meşru kılmak için kendilerini “barış için her türlü riski göze alan, samimi taraf” olarak göstermeye çalışırken, muhataplarını ise “çözüm derdi olmayan, oyun peşinde koşan, savaş hazırlığı yapan taraf” olarak lanse ediyorlardı. Tersini iddia eden, itirazlarını yükselten her kim olursa olsun bastırılıyor, cezalandırılıyordu, böylece herkese gözdağı veriliyordu.

2015’in sonu itibariyle, yani “Çöktürme Planı”nın hazırlanmasından bir yıl sonra başlayan özyönetim direnişleri kanla bastırıldı. “Çöktürme Planı”nda maddeler halinde belirtilen konseptle Kürdistan yeni bir yıkımın pençesindeydi. Onu aşkın Kürt yerleşim merkezi, yerle bir edildi, yüzlerce insan diri diri yakıldı, binlercesi katledildi, tutuklandı. Milyonu aşkın insan yerinden yurdundan edildi. Yılları bulan sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Tüm bu uygulamaları eleştiren 1128 akademisyen işlerinden atılarak yargılandı, Kürtlerle dayanışma gösteren aydın ve sanatçılar soluğu mahkemelerde aldı, kimi cezaevine atıldı, yüzlercesi işlerinden edilip açlıkla sınanmaya çalışıldı.

Kürtlere yönelme amacıyla başlatılan “Çöktürme Planı” peşi sıra devam eden şoklarıyla tüm Türkiye’yi tesiri altına alıyordu. Kayyum uygulaması Kürt coğrafyasında sıradan bir hal aldı. Tecrit İmralı adasında derinleştirildi ardından tüm cezaevleri başta olmak üzere nefes alınabilecek her yer tecrit cenderesine konuldu. Demokrasi, basın özgürlüğü, yargının bağımsızlığı gibi kriterler zaten geriydi, daha da geriledi. Barış, çözüm, millet iradesi, adalet, özgürlük, işkenceye sıfır tolerans gibi sözlerle iktidara gelen Erdoğan “çözüm mözüm yok. Köklerini kurutacağız, hiçbir yerde hayat hakkı tanımayacağız” diyerek legal siyaset yürüten HDP’lileri “terörist” ilan etti.

Erdoğan “Sorunumuz Kürt kardeşlerimiz değil, terör örgütleriyledir” sözlerini ağzından düşürmediği günlerde, işgal edilen Efrîn’de Kürt varlığı yerle bir edildi. Planı hazırlayan unsurlar 1-2 yılda kesin sonuç alacaklarından emindiler. Kalekollar, savaş teçhizatlarının modernleştirilmesi, İHA/SİHA’lar, ABD ile yüksek istihbarı paylaşımı ile diğer küresel güçlerin sınırsız desteği buna göre hazırlanmıştı. Tamil ülkesinde olduğu Kürdistan’da sivil yerleşim yerleri yerle bir edilirken, yüzlerce insan cayır cayır tüm dünyanın gözünün önünde yakılırken ne ABD’den ne AB’den ne Rusya’dan ne de bir başka ülkeden ciddi bir itiraz yükseldi. Bunların tamamı lojistik, politik, psikolojik ve diplomatik destek anlamına geliyordu.

KÜRDİSTAN NEDEN TAMİL ÜLKESİ KADERİNİ YAŞAMADI

2008 yılının ilk günlerinde barış sürecini bitiren Sri Lanka, yaklaşık 1,5 yıl sonra “Gömme-Ezme” planıyla LTTE’nin öncülüğünde verilen Tamil’in özgürlük mücadelesini 2009 Mayıs’ının son günlerinde yok etmişti. Türk devletinin “Çöktürme Planı”yla devreye koyduğu topyekun saldırı konseptinin üzerinden ise 5 yıl geçmiş durumda, PKK hareketi ise ödenen bedellere rağmen Kürdistan’ın dört parçasında mevzilerini korumaya devam ediyor. Bırakalım PKK’nin adının duyulmaz oluşunu, neredeyse PKK’siz haber bülteni verilemez durumdadır. Dünyada PKK ve Kürt varlığı daha fazla görünür hale gelmiştir.

Ancak Türk devletinin “Çöktürme Planı”na, PKK çizgisini tasfiye etme temelinde verilen uluslararası destek ise hala devam ediyor. AİHM, CPT ve Avrupa Konseyi’nin diğer kurumlarının Kürt Halk Önderi’ne yönelik kötü muamele ile İmralı’daki tecrit ile işkence sistemini hala görmezden gelişi Türk devletine verilen desteğin en önemli parçası.

Kapsamlı bir saldırı konseptine rağmen Kürdistan’ı direnişin bastırıldığı Tamil ülkesine dönüştürmediler. Sri Lanka küçük bir ada ülkesiydi, Tamil anavatanı ise bu adanın küçük bir parçasıyla sınırlıydı. Kürdistan’ın dört parçasında özgürlük gerillası mevzilenmişken, örgütlü gücünü Kürtlerin bulunduğu her sahaya yaymışken, Tamil gerillalarına karşı elde ettikleri sonuçları Kürdistan gerillasına karşı elde edemezler.

Üstelik şu sözü de hatırlatmakta yarar var; “Süngü ile zafer kazanılır ama süngünün üzerine oturulamaz” Sri Lanka devleti, ordu ve polis teşkilatının önemli bir bölümünü Tamil anavatanında bulundurarak süngü üzerinde oturmaya çalışıyor. Benzer şekilde özyönetim direnişleri sonrası zaten yıllardan beri olan ama çok daha fazla arttırılan asker ve polis işgali Kürdistan’da sürüyor. Cenazelerin enkazı üzerine karakollar inşa ediliyor, mezarlıklar yıkılıyor. Tüm bunlar Sri Lanka rejiminin Tamil ülkesinde yaptığının bir benzeriydi.

Tamiller, sadece ve şimdilik askeri olarak yenilmiş olsa da bundan iştahı kabaranlar halkların üzerine yürümede cesaret kazandılar. Bu anlamda direnen Kürdistan, aynı zamanda direnen ezilen halklar anlamına geliyor. Sömürgeci zorbalığın cesaretini kırıp, hevesini kursağında bırakmak, benzer durumdaki ezilen halklar adına da kazanılmış bir zafer olacaktır. Yeter ki “örgütlü halk yenilmez’’ şiarının gerekleri yerine getirilsin. Bunun için gerekli olan tarihsel deneyim, fikri birikim yeterince mevcuttur. Umudu, çizgiyi ve iradeyi çöktürmeye çalışanlara karşı, umudu, çizgiyi ve iradeyi yükseltmek hem uygulama sorunlarını çözecek hem de çok daha büyük başarıları birlikte getirecektir.