Komplo Palme cinayeti üzerinden yükseldi

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan: PKK bir öcü gibi görülmeye ve gösterilmeye çalışıldı. Hiç hak etmediği iftiralara uğradı. Uluslararası komplo 22 yıldır en temel dayanak olarak Palme cinayetinin etkileri üzerinden yükseliyor.

İsveç Başsavcılığı, geçtiğimiz ay 34 yıl önce başkent Stockholm'de öldürülen eski başbakan Olof Palme'nin katil zanlısının Stig Engström olduğunu açıkladı. Başsavcısı cinayeti işleyen Engström 2000 yılında intihar ettiği için soruşturmanın kapatıldığını söyledi.

Palme cinayeti İsveç'te Kürt demokratik özgürlük hareketini suçlamak için atılan ilk adım oldu. Yüzlerce Kürt sorguya alındı, uzun süre gözaltılarda kaldı ve tutuklandı. Ardından PKK terörize edildi. İsveç’te başlatılan 'Kürt avı' daha sonra Almanya’ya da sıçradı.

Cinayet şüphelisi olarak mağdur edilen Kürtlerin İsveç ve uluslararası mahkemelerde hukuki mücadele başlatacağını duyurdu. PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik uluslararası komplonun Palme cinayetinin etkileri üzerinden yükseldiğini söyledi. Kalkan, “sorun bir özürle bitecek bir durum değildir. Başta Kürtlerin ve PKK’nin zararları tazmin edilmelidir’’ dedi.

Kalkan’ın Yeni Özgür Politika Gazetesi'ne verdiği yanıtlar şöyle:

 

İsveç Başsavcılığı, 34 yıl önce başkent Stockholm'de öldürülen eski başbakan Olof Palme'nin katil zanlısının Stig Engström olduğunu açıkladı. Palme dosyasının Başsavcısı cinayeti işleyen Engström 2000 yılında intihar ettiği için soruşturmanın kapatıldığını söyledi. 34 yıl sonra gelen bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

İsveç savcılığının Olof Palme davasının kapatıldığına karar vermiş olması ve bunu açıklaması İsveç devleti açısından basiretsiz ve çaresiz bir duruma işaret etmektedir. Palme’nin katili olarak intihar etmiş bir kişiye işaret edilmiş olması ise bu basiretsizliği ve çaresizliği daha da derinleştiren durum olmaktadır. Gerçekten de bu durumun iyi sorgulanması gerekiyor. Nasıl oldu da aradan 34 yıl geçmesine rağmen İsveç devleti ve bir bütün olarak dünya devletleri ve istihbarat örgütleri böyle bir cinayeti aydınlatamadılar.

İsveç Başsavcılığı onlarca yıl önce intihar etmiş bir kişinin katil olduğunun kanaatine nasıl vardı? Hangi belgeler ve bulgular ismi belirtilen kişinin Palme cinayetini işleyen kişi olduğunu gösteriyor? Madem katil böyle bir kişidir ve bu yıllar önce tutuklanmış, soruşturmalardan geçen bir kişidir o halde neden daha önce cinayetin katili olduğu sonucuna varılamadı? Şimdi ne oldu da böyle bir kanaate varıldı ve karar verildi? Neden 34 yıldır ulaşılamayan bu sonuca şimdi ulaşıldı? Yıllar önce ölmüş bir kişinin katil olduğu kanaatini hangi yeni bulgular-belgeler oluşturdu? Dikkat edilirse benzer sorular çoğaltılabilir. Sadece katil şu kişidir ve bu kişi de bilmem kaç yıl önce tutukluyken intihar etmiş olduğu için artık davayı kapattık kararına varmakla Palme cinayetinin sonuçlanması mümkün değildir.

Ortada ciddi bir olay vardır. Kendine göre ideolojik, siyasi görüşleri olan, İsveç devleti gibi bir güce Başbakanlık yapan bir kişi kendi başkentinde ve sokak ortasında vurularak katledilmiştir. Böyle bir olayı tam aydınlatamadık. Muhtemelen filan kişiydi, o da intihar ettiği için netleştirme imkânımız yok, bu nedenle davayı kapattık demek fazla anlamlı olmamaktadır. Dahası bu biçimde kapattık demekle davanın kapatılması mümkün değildir.

 

Neden 34 yıl geçmiş olmasına rağmen dava aydınlatılamadı?

Çünkü baştan itibaren hep ters yönde arandı, dönemin İsveç Başsavcısı ve sözde bu davanın netleştirici arayışçısı ‘Hans Holmer’ hep çıkmaza soktu, ters yöne götürdü, sağlam bulgular üzerinde gitmedi, özellikle de PKK’ye ve Kürtlere mal edebilmek için yoğun bir çaba harcadı. Bilinçli mi yaptı bunu? Birileri yönlendirdiği için mi böyle davrandı? Bilemeyiz ve bir şey diyemeyiz ama hangisi olursa olsun, sonuç olarak davayı aydınlatacak Başsavcılığın baştan itibaren ters yönlere gitmesi davayı çıkmaza sokmuştur.

Aslında biraz da delilleri bulmaktan çok kapatmaya çalıştığı söylenebilir. Derler ya ‘hırsız evin içinde olursa olayları aydınlatmak zordur.’ Palme cinayeti de böyle bir olay olmuştur. Sadece cinayet çok ciddi ve gizli bir planlamanın sonucu değil, aslında cinayet ardından gelişen soruşturma da söz konusu planlamanın bir devamı olarak sürdürülmüştür. Bu yüzden olay aydınlatılamamıştır.

Ne İsveç devleti ve siyaseti, ne de Avrupa ve dünya ‘Palme davası kapatılmıştır’ demekle Palme cinayetinin etkisinden kurtulamaz. Her fırsatta bu cinayet gündeme gelecek ve tartışılacaktır. Bunu arayan, araştıran insanlar ortaya çıkacaktır. Kuşkusuz bir gün gerçekler daha iyi açığa çıkacaktır. Fakat böyle bir süreçte de kuşkusuz iş işten geçmiş olacaktır.

Tabi geçen 34 yıl içerisinde de söz konusu olaydan kazananlar oldu, bu katliamın sonucunda ciddi zarar görenler oldu.

 

Palme Cinayeti Soruşturma Komisyonu şefi Hans Melander, Palme cinayetinden sonra 20 Kürt’ün ifadesini aldıklarını ancak elle tutulur bir ispat bulamadıklarını ifade etti. O dönem İsveç'te Kürtlere ve PKK hareketine karşı nasıl bir kampanya yürütüldü?

Palme cinayeti ardından PKK’ye ve Kürtlere karşı vahşi denebilecek düzeydeki haksız saldırılar sadece İsveç’te değil, Avrupa’nın tüm devletlerinde ve hatta neredeyse dünyanın her alanında oldu. En az İsveç devleti kadar Alman devleti de Palme cinayetini gerekçe yaparak PKK’ye ve Kürtlere dönük son derece planlı, örgütlü bir saldırı yürüttü. Diğer birçok Avrupa devleti de benzer bir saldırı içerisinde oldu.

Böyle bir saldırı ortamında neler yapmadılar ki; yani ‘20 Kürt’ün ifadesini aldık ve iş bitti’ demek gerçekten de gayri ciddi bir tutum olmaktadır. Doğru da acaba bu 20 Kürt’ün ifadesi nasıl alındı? Bu 20 Kürt ifadeye nasıl götürüldü? Gece yarısında veya bir şafak vaktinde evleri nasıl basıldı? Çoluk-çocukları nasıl korkutuldu? Basan ekipler kara yüzlü, özel eğitilmiş, insan korkutmak için şekillendirilmiş ne tür yaratıklardı? Hangi koşullarda bu Kürtler soruşturulmaya götürüldüler ve ifadeleri nasıl alındı? Ne tür baskılar uygulandı? Evleri, imkânları nasıl yağma ve talan edildi, fiziki baskıdan öteye üzerlerinde ne tür psikolojik baskı uygulandı? Kürtler İsveç ve Avrupa toplumuna nasıl birer haydut, vahşi, sürekli cinayet işleyen, insan öldüren, onlardan uzak durulması gereken yaratıklar olarak lanse edilmeye, gösterilmeye çalışıldılar? Bu soruların cevapları gerekiyor.

Buradan baktığımızda gerçekten de son derece planlı, hazırlıklı bir cinayet olduğunu görüyoruz. Aslında bu denli faili bulunmayacak şekilde profesyonelce örgütlendirilen cinayet kadar, cinayetten sonra PKK ve Kürtleri suçlamaya dönük de bir profesyonel planlanma ve örgütlenmenin var olduğundan söz edebiliriz. Böylece PKK ve Kürtlere dönük İsveç’te ve tüm Avrupa’da Palme cinayeti çerçevesinde son derece planlı, örgütlü, profesyonelce bir düşmanlık içeren böyle saldırı yürütülmüştür. Kürtler Avrupa toplumuna öcü gibi gösterilmişlerdir. Değil Kürtlerin özgür olması, aslında yok edilmeleri gerektiği kanaati Avrupa toplumunda uyandırılmıştır. Böylece Kürtlere ve Kürdistan özgürlük mücadelesine dönük yoğun bir anti pati, düşmanlık yaratılarak 12 Eylül 1980 faşist-askeri cuntasının Kürdistan’da ve Türkiye’de yürüttüğü katliamlara meşruiyet ve haklılık kazandırılmaya çalışılmıştır.

Bunun bir faşist, sömürgeci ve soykırımcı saldırı olduğunu açıkça görmek ve ifade etmek gerekir. Öyle sadece bazı sınırlı sayıda kişi üzerinde baskı uygulamanın çok ötesinde etkisi vardır. Her şeyden önce bu gerçeği görmek gerekiyor. Bütün Avrupa toplumlarında Kürtlere ve Kürdistan özgürlük mücadelesine dönük son derece olumsuz bir izlenim ve kanaat oluşturulmuştur. Buna dayanılarak Düseldorf davası denen davalar açılmış, hatta 22 yıldır İmralı işkence ve tecrit sistemi içinde devam eden uluslararası komplo örgütlendirilmiştir. Bunların hepsinin temel dayanağı Palme cinayeti olmuştur. Cinayetten sonra PKK’ye ve Kürtlere yöneltilen her türlü hukuki-siyasi-askeri saldırıda Palme cinayeti bir neden, bir gerekçe olarak gösterilmiştir.

 

Palme karşıtı ve aşırı sağçı olduğu belirtilen katilin (Engström) çok iyi silah kullanan eğitimli biri olduğu açıklandı. Ayrıca Amerikan ordusundan silah koleksiyonu olan arkadaşının magnum marka tabancalara özel ilgisi olduğu kaydedildi. Palme, Magnum'la vurulmuştu. Palme’yi Gladio mu öldürdü?

Palme cinayeti bilindiği gibi bir siyasi cinayettir. Arkasında çok güçlü ekonomik ve siyasi çıkar kavgası vardır. Siyasi cinayetlerin bir tetikçisi, yapanı olduğu gibi bir de yaptıranları vardır. Bu nedenle tetikçiyle birlikte söz konusu cinayeti yaptıranların üzerinde durmak aslında çok daha önemlidir. O da tabi ideolojik-siyasi-ekonomik nedenleri ele almayı, olaya bu nedenler temelinde bakmayı gerektirir. Palme’nin Sosyal Demokrat Hareket içerisinde de kendine göre ayrı bir ideolojik-politik çizgisi vardı. Örneğin Alman Sosyal Demokrat Partisiyle görüşleri birçok konuda ayrıydı. Sosyal Demokrat Hareket içerisinde farklı bir ekoldü, ayrı bir liderlikti demek en doğrusu oluyor. ABD-Sovyet bloklaşması ve çatışması içerisinde önemli bir figürdü. Aslında birçok ekonomik-siyasi çıkar çevresi ile Olof Palme’nin çelişki ve çatışması vardı. Palme’nin herhangi bir kişiyle kişisel çelişki ve çatışmasının olacağını düşünmüyoruz, bildiğimiz kadarıyla öyle bir kişi değildi. Parti Başkanı ve İsveç Başbakanı olarak pratiğinin öyle olmadığına dair bilgilerimiz var. Bu yüzden söz konusu cinayet kişisel çelişkilerin sonucu olarak işlenmedi.

 

Peki, neyin sonucu olarak işlendi?

Ekonomik, siyasi ve ideolojik çelişki ve çatışmaların sonucu olarak işlendi. Bu noktada Sosyal Demokrat Hareket içerisinde bir çatışma olabilir mi? sorusu öncelikle sorulabilir. İnsan çok fazla böyle bir ihtimal veremez ama yine de soru olarak gündemdedir. Sovyetler Birliğiyle bir çatışması olabilir mi? Söz konusu cinayet de Sovyetlerin rolü olabilir mi? Bunun da mümkün olmadığı ortada. Her ne kadar bu yönlü bir soru sorulabilse de pratiğin öyle olamayacağı açık. Çünkü Olof Palme liderliğinin Sovyetler Birliği ile böyle bir cinayete gidecek bir çelişki ve çatışması söz konusu değildi.

Geriye tabi NATO içi çelişki ve çatışmalar kalıyor. Batı sistemi denen, kapitalist modernite sistemi içerisindeki çelişki ve çatışmalar kalıyor. Bunun içerisinde de ekonomik çıkarlara dayalı çelişki ve çatışmalar var, silah tekellerinin daha fazla pazar elde edebilmek için yaşadıkları çelişki ve çatışmalar var. Yine burada kapitalist modernite sistemi içindeki ideolojik-siyasi çelişki ve çatışmalar sorusu öne çıkmakta ve sorunun esas olarak buradan kaynaklandığı kesin. Bu anlamda NATO Gladiosunun bazı kesimlerinin bu işin arkasında olduğunu düşünmek ve söylemek bir sır olmasa gerekir.

Çünkü Palme askeri darbeler yaptıran, faşist cuntaları ve diktatörlükleri dünyanın değişik yerlerinde iktidara getiren, onları destekleyen, haydutça sömürü ve talan yapan zihniyete karşıydı. Böyle bir ideoloji ve siyasetle uyuşmuyordu, tersinde ulusal kurtuluş mücadelelerini destekliyordu. Ezilenlerin, orta kesimin hak mücadelelerini destekliyordu. Sömürgeciliğe karşıydı, faşist diktatörlüklere karşıydı. Demokrasi ve özgürlük içerikli ideolojik-siyasi yaklaşımları öndeydi. Vietnam ulusal kurtuluş mücadelesini desteklemişti. Kürtlerle bile Avrupa’da en çok dostluk içerisinde olan bir liderdi.

O dönemde biliniyor NATO her yerde faşist-askeri darbeler yaptırıyor, cuntaları işbaşına getiriyor. Ağır ve aşırı sömürüyü zorla yürüten diktatörlüklerin işbaşına gelmesini sağlatıyordu. Palme bunlara karşıydı ve kapitalist modernite sistemi içinde sistemin ana eğilimi olan faşist-diktatöryel-sömürgeci zihniyet ve siyasetle çelişki ve çatışma içindeydi. İşte sömürgeciliği, faşizmi, diktatörlüğü savunan, bu temelde zorla yağma-talan, sömürü yapmayı öngören çevrelerin hedefi olduğu, bu cinayetin de bu çevreler tarafından örgütlendirildiği açık. Bu biçimde önlerindeki bir engel temizlenmek istendi.

Bu nasıl bir örgütlenmeyle oldu, böyle bir örgütlenmenin İsveç içindeki ayağı nedir, diğer yerlerde ne tür bağları var? Tabi esas olan bunun açığa çıkartılmasıydı. Nerede, ne zaman bu cinayete karar verildi, kimler karar verdi, böyle bir karar nasıl planlanıp, kimler tarafından uygulanmaya kondu? Aslında soruşturma baştan itibaren bu sorular temelinde ele alınsaydı, belgeler, bilgiler karartılmadan bu çerçevede toplansaydı olay rahatlıkla aydınlatılabilirdi. O kadar zor değildi. Örneğin sadece Türkiye’den yola çıkılarak doğru bir inceleme yapılsa olay yine aydınlatılabilir, katiller bulunabilirdi. Mademki PKK ve Kürtler bu denli suçlu ve sorumlu görülüyordu, ona dayalı olarak PKK ve Kürtlerin çelişki ve çatışma içerisinde olduğu güçlerin tümü olay kapsamında sorgulansaydı olay netleştirilebilir, katiller daha iyi bulunabilirdi.

Palme'nin öldürülmesi üzerinden daha 24 saat geçmeden Hürriyet Gazetesi başta olmak üzere dönemin Türk basını 'Katil Apocu' manşetleri attı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Palme cinayetini işleyen, Gladio olarak tanımlayabileceğimiz örgütlü saldırının en güçlü ayağı Türkiye gladiosuydu, kontrgerillasıydı. Bizim bir iddiamız değil, bu bilgiyi doğrulayan veriler vardır. Çünkü Palme cinayeti 28 Şubat 1986 günü işlendi, ondan önce Türk kontrgerillası Avrupa’da benzer cinayet girişimlerinde bulundu. Örneğin 1981 Mehmet Ali Ağca diye birisi bir örgütlü ağ içerisinde Papa’ya suikast girişiminde bulundu. İtalya’da tutuklandı, yargılandı, sorgulandı, yıllarca hapiste kaldı. Bir türlü Mehmet Ali Ağca’nın Papa’yı niçin vurmak istediği, bu kararın kimler tarafından verildiği, Ağca’nın etrafında bu saldırıyı yapan örgütlenme nasıldı, kimlerden oluşuyordu? Örneğin bu tür soruların cevabı hiçbir biçimde açığa çıkartılmadı.

Dikkat edelim 1981’de Papa’yı vurma gibi bir girişim yapabilen Türk kontrgerillasının 28 Şubat 1986’da Palme cinayetinin arkasında temel güç olarak olmasından daha doğal bir şey olamaz. Kuşkusuz sadece Türk kontrgerillası bunu yapamaz. Örneğin ‘Süper Gladio’dan, CIA’den habersiz olarak böyle bir cinayeti Türk MİT’inin ve Kontrgerillasının kendi başına işlemesi mümkün değildir. Çünkü diğerleri hâkimdir, açığa çıkartırlar. Hatta İsveç istihbaratı içinde örgütlülükleri olmadan da bu işi yapmaları imkânsız gibidir. Bu anlaşılır bir durumdur ama Papa suikastı ve Ağca olayı göz önüne getirilirse aslında Palme cinayetinin arkasında Türk kontrgerillasının etkili bir biçimde var olduğunu düşünmek hatalı değildir.

1986’da durum neydi: 15 Ağustos 1984’te PKK, gerilla savaşı başlatmıştı, 12 Eylül 1980 darbesiyle iktidara getirilmiş olan faşist-askeri yönetim Kürt gerillasının direnişi karşısında çıkmazdaydı, zordaydı. 1981’de söz konusu faşist-sömürgeci-soykırımcı cunta yönetimini desteklemek için Palme suikastini gündeme getirenler açısından benzer yeni bir saldırıya ihtiyaç vardı, bu da 28 Şubat 1986 günü gerçekleştirilen Palme cinayeti oldu. Palme cinayetiyle Kürt Özgürlük Hareketi’nin, Kürt gerillasının nasıl büyük bir tehlike, saldırganlık olduğunu gösterip, Kürtler üzerinde 12 Eylül faşist-askeri yönetiminin gerçekleştirdiği katliam ve soykırımlara karşı çıkılmaması sağlanmak istendi. Derler ya ‘bir olaydan kim en çok faydanlanmış, bir de kim en çok zarar görmüş’ ona bakmak lazım. Palme cinayetinden en çok yarar gören Kürt düşmanı, Kürt soykırımını uygulamaya çalışan faşist-soykırımcı TC gerçeği ve Kenan Evren yönetimi oldu. Palme cinayetinden en çok zararı da PKK ve Kürtler gördü, Kürdistan özgürlük mücadelesi ve gerillası gördü. Kürt özgürlük mücadelesi ve onun motor gücü olan Kürt gerillası önemli bir destek alanını böyle bir cinayetle kaybetti. Avrupa kapıları bu söz konusu cinayetle Kürt halkına, Kürdistan özgürlük mücadelesine, Kürt gerillasına kapatılmaya çalışıldı.

HANS HOLMER CİNAYETİN İÇİNDEYDİ

Palme cinayetini soruşturan İsveç Başsavcısı Hans Holmer ne yaptı; ‘Kürt izi’ diye bir teori uydurdu, aslında belki kendisi de cinayetin içindeydi. Artık bunu söylemek bile bir suçlama olmamaktadır. Suçu Palme cinayetinden fayda sağlayanlar içinden değil de zarar görenler içerisinde aramaya çalıştı. Olayı bu kadar tersyüz etti, tersine çevirdi. Dolayısıyla bütün belgeleri, bilgileri, bulguları kararttı. Olayın çıkmaza girmesini, 34 yıl geçmiş olmasına rağmen aydınlatılamamasının, suçlularının bulunamamasının altında esas olarak bu soruşturma yaklaşımı yatıyor. Hans Holmer denen kişi bunu yaptı. Onun yönetimindeki İsveç Savcılığı ve İstihbaratı yaptı. O dönem İsveç İstihbarat Örgütü içerisinde bu cinayetle ilgili bölümlerin soruşturulması, araştırılması gerekiyor. O zaman suçlulara daha kolay ulaşılabilir. Böyle yapılırsa o zaman Türk Kontrgerillası içerisinde bu cinayetin örgütlendiği daha rahat ve net biçimde açığa çıkar. Ağca gibi hangi ekipler bu cinayetin içinde ve arkasında oldular.

Ben şunu söylemek istemiyorum: Papa suikast girişimi gibi Palme cinayetini de işleyenler Türk Kontrgerillasının elemanlarıydı demiyorum. Bir İsveçli olabilir, hatta başka topluluktan bir insan da olabilir. Tetiği çeken, Palme'yi öldüren, kurşunu sıkan kişi öyle olabilir ama bir kişinin yalnız başına yapabileceği bir iş değildi bu. Örgütlü bir ağ vardı. Bu örgütlü ağın en güçlü yanı Türk Kontrgerillasıydı. PKK ve Kürtlerin içinde katiller aranacağına ‘Kürt izi’ diye bir teoriyle işin içine gidileceğine Türk Kontrgerillası ve MİT’i içerisinde katilleri arayan bir soruşturma yapılmış olsaydı olay rahatlıkla çözülebilirdi. Hatta soruşturma şimdi yapılsa ve tabi ki devletler arşivlerini soruşturmaya açsalar yine olay aydınlanır, suçlular yine açığa çıkartılır.

Bunun en somut verilerinden birisi gerçekten de bizim özel savaş basını dediğimiz ‘Türk basınının’ durumuydu. Çünkü bilebildiğim kadarıyla cinayet akşam saat 10-11 aralarında işlendi, basına o şekilde yansıdı. Ertesi gün sabah okunan Türk gazetelerin hepsi, hem de manşetten olaya yer vermişlerdi. ‘Katil Apocu mu?’ diye sormuşlardı.

Aslında İsveç Başsavcısı Hans Holmer’in Kürtler arasında katil aramasını, teorisini ortaya çıkartan Türkiye’nin özel savaş basınıydı. Bu basını belli ki olayı yapan kontrgerilla yönetiyordu. Oysa biz biliyoruz ki Türkiye’de gazeteler bir önceki günün akşamı, saat 5-6’da basılıyor ve gece boyu dağıtılıyorlar. Yani cinayetten önce bu gazetelerin basılmış olması gerekiyordu.

Peki, olaydan önce basılmış olması gereken gazeteler olayı nasıl manşet yapabildiler? Daha olay olmadan mı yazdılar, olay olacak diye bilgileri mi vardı? O gazetelerin hepsini soruşturmak lazım. Yoksa basımını mı geciktirdiler? Birileri ‘hele basmayın bazı şeyler olur, onları verirsiniz diye basım saatini mi geciktirdi. Cinayeti beklediler, cinayet olduktan sonra yönlendirmek için mi söz konusu manşetleri attılar? Bunlar araştırmayla netleştirilebilecek hususlar. İsveç Başsavcılığı ‘mevcut verilerle başka bir şey yapamayız’ diyor ama bizce doğru veriler hala ortada duruyor. Onlar soruşturma kapsamında şimdiye kadar herhangi bir incelemeye tabi tutulmamışlardır. Cinayetin bulunmayacağı yerlerde araştırma yapılmıştır. Tabi ki orada da veriler bulunamadı. Bu nedenle 34 yıl geçmiş olmasına rağmen sonuçta biz bu işi aydınlatamıyoruz, dolayısıyla kapatıyoruz diyen bir çaresizliği İsveç devleti yaşamak zorunda kaldı.

Gerçekten de İsveç devleti adına, istihbaratı açısından ayıp bir durum. Aslında İsveç toplumunun bunu kabul etmemesi gerekiyor. ‘Bizim adımıza bizi yönettiğini söyleyen bir devlet böyle bir karar alamaz. Biz olay hakkında netlik istiyoruz’ diyebilirler. Öyle deseler belki doğru bir soruşturma ve aydınlatıcı bir sonuç ortaya çıkartabilirler.

Yarın: Öcalan neden İsveç'e iltica etmek istedi?