Xelil: Bölgedeki en büyük tehdit Türkiye

Türkiye’nin kontrolünde bir “güvenli bölge”yi kabul etmelerinin mümkün olmadığını söyleyen Aldar Xelîl, bölgedeki en büyük tehdidin Türkiye olduğunu belirtti.

ABD ve Türkiye'nin Kuzey Suriye üzerinden yürüttükleri pazarlıklara ilişkin Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) Diplomasi Komitesi Sorumlusu Aldar Xelîl, Trump ve ABD yetkililerinin uçuşa yasaklı bölgeden söz etmediğini belirtti. Kuzey ve Doğu Suriye’de Türkiye’nin kontrolünde bir ‘güvenli bölge’ yada ‘tampon bölgeyi’ kabul etmelerinin mümkün olmadığını vurgulayan Aldar Xelîl, Amerika, Avrupa ülkeleri, Rusya, Rejim ve tüm taraflarla görüşmelerinin olduğunu dile getirerek, "Eğer yapabilirsek ya da bu açıdan bir gelişme olursa rejimle de ittifak yapar ve soruna çözüm yolu ararız. Fakat bazılarının düşündüğü gibi rejim gelip yine her yere dağılacak şeklinde değil.

Dêrazor, Reqa, Tabqa, Minbic ve her yerdeki halkımız şunu bilsin ki eski haliyle rejimin gelip her yere girmesini kabul etmiyoruz. Rejimde demokratik bir değişim ve ittifak gereklidir. Bir sözleşme imzalanmalıdır. Rejim burada bir statü ve yönetim olduğunu kabul etmelidir" diye konuştu.

TEV-DEM Diplomasi Komitesi Sorumlusu Aldar Xelîl’le Amerika’nın geri çekilme kararı çerçevesinde oluşan soruları, Trump’un güvenli bölge açıklamasını, Kuzey Suriye güçlerinin diplomatik görüşmelerini, İdlib ve Minbic gündemlerini ANF'ye değerlendirdi.

Suriye’deki kriz 8 yıldır devam ederken bölgede dengeleri yeniden değiştirecek gelişmeler yaşanıyor. Bunlardan biri de ABD’nin geri çekilme kararı. Türk devletinin Kuzey ve Doğu Suriye’yi işgal tehdidiyle birlikte bu karar bazı soruları da beraberinde getirdi. Bu kararın Kuzey Suriye’deki demokratik güçler açısından nasıl bir anlamı var?

8 yıldır Suriye sorunu devam ediyor. Son süreçte bu sorun bazı yönlerden artık yavaş yavaş netleşiyor. Bazı şeyler var. Bu genel durum içinde yeni durumlar açığa çıkıyor. Bunlardan biri Türk devletinin Kuzey Suriye üzerine tehdididir. Bununla beraber İdlib, Efrîn, Cerablus ve Bab’ın durumu var. En son olarak da Minbic ve Fırat’ın doğusu üzerine tehditler var. Bunlar hepsi birbirine bağlı ve hepsi bir süreçtir. Bunun üzerinde durmak ve buna göre değerlendirmek gerekir.

Amerika Suriye’den çekileceğini açıkladı ve buna göre siyaset belirliyorlar. Tamam bu anlaşılıyor. Amerika güçleri hep Suriye’de kalmayacak ya da buna gerek kalmayacak. Ne şekilde, ne zaman ve nasıl bir planlamayla çekilecekleri hepsi tartışma konularıdır. Hala açık bir biçimde ve son karar olarak kimse bir şey söylemiş değil. Sadece genel bir prensip olarak çekileceklerini söylüyorlar.

Fakat tabi geri çekilme için bazı kaygılar ve çelişkiler var bunlar nasıl düzeltilecek. Bu geri çekilme olayında Türkiye ve Türkiye’nin rolü nedir? Acaba burada Türkiye’ye verilen rol Efrîn yada İdlib gibi mi? Ya da farklı bir yaklaşım mı geliştirilecek? Tabi bunlar hepsi üzerinde durulması gereken sorulardır.

Amerikan başkanı Trump bu konuda her seferinde ayrı bir tweter atıyor. Daha önce Erdoğan’ın DAİŞ’i bitirmesi gerektiği yönünde twetleri oldu.

Amerika çekilmeyi gündemleştirdiğinde hem iç hem dış siyasette bir hamle yaptı. Burada bizim için önemli olan bunun bölgemizi nasıl etkileyeceği. Acaba Trump’un ilk açıklamasında belirttiği gibi Türk devletine "DAİŞ’e karşı mücadele" ya da kendilerinin adlandırdığı gibi "teröre karşı mücadele" adı altında bölgemize müdahale rolü verecek mi?

Bu açıklama Türkiye ve Amerika arasında gizli bir anlaşma olabileceğini gösterdi. Tamam basın üzerinden Kürtler hakkında olumlu açıklamalar yapıyorlar ya da birbirlerine karşıt açıklamalar yapıyorlar. Fakat gerçekten perde arkasında bir anlaşma yapmışlar.

Perde arkasındaki bu anlaşmanın içeriği nasıl olabilir?

Topraklarımızda demokratik ulus felsefesi ve anlayışı doğrultusunda gelişen demokratik proje ve deneyimi bu şekilde kabul etmek istemiyorlar. Özünü boşaltmak istiyorlar. Burada demokratik bir modelin kalmasını değil, Amerika’nın siyasetinin devamı olacak bir modelin kalmasını istiyorlar. Bunu da Türk devleti eliyle geliştirmek istiyorlar. Türk devletini bir baskı aracı olarak kullanmak ve bu yolla bazı şeyleri kabul ettirmek istiyorlar.

Trump’un "güvenli bölge"den bahsetmesi bu nedenle mi? Yoksa bazılarının dediği gibi Rojava'yı ve Kürtleri Türk devletinin hava saldırılarından korumak için uçuşa yasaklı bir bölge oluşturmayı mı kastediyor? Siz bunu nasıl ele alıyorsunuz?

Trump’un bahsettiği “güvenli bölge” konusunda biz de soruyoruz kimden koruyacaklar? Acaba YPG ve YPJ’den mi, DAİŞ’ten mi? Eğer bu yaklaşımları DAİŞ içinse, zaten DAİŞ kalmadı. Rejim için ise zaten Rejim burada etkisiz. Ama eğer YPG ve YPJ’den ise o zaman bu mesele netleşecek. Burayı “Türkiye’den koruyacağız” diyemezler. Çünkü Türkiye her hangi bir silahlı gurup gibi değil. Silahlı guruplar karşısında pratik tedbirler alırsın. Ama eğer Kuzey Suriye’yi Türk devletinin saldırılarından korumak istiyorlarsa BM Genel Meclisi’nde hatta NATO’da karar alıp durdururlar. Çünkü Türkiye bir devlet. Buda şu anlama geliyor ki bu “güvenli bölge” açıklaması hayırlı bir umut yaratacak bir açıklama değil. Kendi içinde ciddi kaygılar ve sorular yaratıyor. Bu konuyu iyi değerlendirmemiz gerekiyor.

Eğer “biz uçuşa yasaklı bölge oluşturacağız” deselerdi o zaman anlam verirdik. Çünkü zaten YPG ve YPJ’nin uçakları yok. O zaman devletlerin hava saldırılarına karşı tedbir alacak şeklinde anlamlandırabilirdik. Ama gündeme getirme biçimleri Trump ve Erdoğan’ın Rojava, Kuzey Suriye ve Fırat’ın doğusu üzerine anlaşma yaptıkları; planlarını Türkiye eliyle gerçekleştirecekleri ve Türkiye’yi bölgede etkili kılacakları şüphesini geliştiriyor. Kuzey ve Doğu Suriye’de Türkiye’nin kontrolünde bir “güvenli bölge” yada “tampon bölgeyi” kabul etmemiz mümkün değil.

Peki, Amerika’nın planında ENKS’ye bağlı çete güçleri ve Roj Peşmergeleri gibi kontra oluşumları bu “tampon” bölgeye yerleştirme olabileceği de tartışılıyor. Bu konuda Amerika tarafından size yansıtılan herhangi bir şey oldu mu?

Şimdiye kadar kimse bize resmi bir biçimde böyle bir şeyden bahsetmedi. Ama insan genel plana bakarak yorumlayabilir ki böyle bir şeyi gündemlerine ya da planlarına koymuşlar ama bize söylemiyorlar. Örnek bir ara bazı açıklamalarında “acaba yerel bir güç var mı yok mu” biçiminde bir söz geçiyordu. Bu ne anlama geliyor? Yani demek ki bir başka gücü bize dayatacaklar yada bizi buna ikna etmeye çalışacaklar.

Fakat “yerel güç” dediklerinde şunu unutuyorlar ki YPG, YPJ, QSD’de zaten yerel güçlerdir. Başka bir dünyadan gelmiş güçler değiller ki. Hepsi Kuzey Suriyelidir. Bu nedenle biz yıllardır bölgemizi savunmuş güçlerimizin bölge gücü olarak tanınmaması başkalarının getirilmek istenmesini doğru bulmuyoruz. Bununla yine peşmerge dediklerinde Roj peşmergelerinden bahsediyorlarsa zaten onlar bölgenin güçleri değildir. Devrimin başladığı günden bu güne Rojava’da değillerdi. Şimdi neden dışarıdan getirilecekler.

Başta da belirttiğim gibi şimdiye kadar resmi olarak bize böyle bir şey belirtilmedi. Eğer böyle bir şey yapılırsa da Türk planını uygulamak istedikleri anlamına gelir. Türk devleti onları istiyor. Çünkü kendisi onları eğitti, maaşını veriyor. Bunlar zaten bölgede kargaşa yaratacaklar güçlerdir. Türk devletini bu noktada anladık peki Amerika neden böyle bir şey istesin? O zaman bundan şöyle anlamamız gerekiyor ki artık bu güçler Kürt halkının varlığı karşısındaki komploda hem fikirler. Bu yaşananları ve planları iyi niyetle ve sadece güncel yaşanan gelişmeler çerçevesinde değerlendirirsek bu yanlış olur.

Kuzey Suriye’deki demokratik güçlerin, sizlerin Amerika ve Koalisyon güçleriyle görüşmeleriniz oluyor. Bu görüşmelerde neler belirtiyorlar, bu kaygılarınızı giderecek açıklamalar yapıyorlar mı?

Trump’un geri çekilme açıklamasını yaptığı günden bu güne kadar sürekli görüşmeler oluyor. Amerikalılar, Fransızlar, Arap devletleri vb. aslında herkesle görüşmeler yapıldı, hala da yapılıyor. Heyetleri gelip gidiyor, bizim heyetlerimiz gidiyor. Biz de bu süreçte gerekli olan tavrın gösterilmesini istiyoruz.

Önemli olan şu ki Türkiye’nin girdiği yere güvenlik getirmeyeceğini en büyük tehdidin Türkiye olduğunu anlasınlar. Türkiye asla güvenliği ve istikrarı garantileyemez. Çünkü Türkiye kendisi DAİŞ’in, Cephet El Nusra’nın ortağıdır; Suriye’yi yıktı; halkların iradesine karşıdır; Kürtleri, Kürtler, Araplar ve diğer halkların geliştirdiği demokratik projeyi yok etmek istiyor. Türklerin içinde olduğu tüm projeleri bu güçler bilmeli.

Türkiye’nin planı Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmek. Misak-ı Milli’nin Halep’ten başladığını Musul ve Kerkük’e kadar olduğunu söylüyorlar. Türkiye belki bugün Kerkük’e kadar gidemez ama en azından ilk adımı atmak istiyor. Neden bu kadar Minbic’ten bahsediyorlar?

Çünkü Efrîn’i işgal ettiler, şu anda İdlib’de onlara bağlı gurupların elinde olduğu için istiyor ki Minbic’i de ele geçirsin ki Efrîn boğulsun. Yine Reqa ve diğer şehirlerin de yolunu ele geçirsin. Yani dile getirdiği gibi amacı sadece YPG, YPJ, PYD değil, Türk devletinin Misak-ı Milli’yi geliştirmek üzerine planı çok büyük. Amerika’da dünya çapında etkili bir güç ve kendi çıkarlarını savunuyorlar. Şu anda bize olumlu şeyler ya da kaygıları azaltmak ve rahatlatmak için bazı şeyler söylüyorlar. Ama bunlar bizler için yeterli değil. Biz onlara da söyledik Türkiye’yi memnun edebilecek tek şey Kürtlerin yok edilmesidir.

Bizler sadece bu konuşmalar üzerinden siyaset yürütemeyiz. Yine şunun farkındayız ki; topraklarımızda bir devrim gerçekleşiyor ve bizler bu devrimin kazanımlarını mutlaklaştırmak istiyoruz. Bu yüzdende Suriye, Kuzey Suriye ve Rojava’da çözümü sadece bu beklentilere bırakamayız. Örnek verecek olursak şu anda Ruslarla da görüşmelerimiz var. Bizler sadece Trump’ın atacağı twetlere göre hareket edemeyiz. Tabi ki Amerika’yla ilişkiler ve bu ilişkileri korumak, yanımızda durması ve elde edilen kazanımların mutlaklaşması yönündeki etkili olması tabi ki önemlidir. Ama tekrar etmek gerekirse bunun kendi başına oluşmasını bekleyemeyiz.

'ÇÖZÜMÜ KENDİ ÖZ GÜCÜMÜZLE OLUŞTURACAĞIZ'

Bizler devrimin ilk süreçlerinden beri şunu savunduk; çözümü kendi öz gücümüzle oluşturacağız. Suriye’nin sorununu yine Suriyeliler olarak çözüm arayacağız. Uluslararası güçler yardım ederlerse iyidir. Amerika sözüne sahip çıkarsa iyidir. Bizler de bu noktada başta da olduğu gibi herkesle görüşme içerisinde olurken kimsenin tarafı da olmayacağız. Yine bu siyasetimizi devam ettireceğiz. Amerika ile her zaman görüşmelerimiz olacaktır. Ve bu çözümün kalıcılaşması için, TC’nin tehditlerini azaltacak, bölgeyi koruyacak, güçlerimizi destekleyecek, başarı ve kazanımları koruyacak hangi çalışmayı yaparsak iyidir.

Suriye sorununun çözümü ve statümüzün tanınması için çaba gösteriyoruz. Bu noktada Amerika ile de görüşmelerimiz sürmektedir. Tabi sadece bununla da sınırlı kalamayacağız. Yine bununla birlikte Avrupa ülkeleriyle de ilişki içerisindeyiz. Önümüzdeki süreç için, yeniden yapılanma süreci, kurumların geliştirilmesi hatta kazanımların korunması için onlarda rol sahibi olabilirler.

Suriye sorunun temel taraflarından biri Suriye Rejimi, ayrıca Rusya da Suriye’de önemli etkinliği olan bir güç Rejim ve Rusya ile görüşme ve diyaloglarınız ne düzeydedir? Bu görüşmelerde ortak bir noktaya ulaşabiliyor musunuz?

Çözüm yine Şam’la yapılmalıdır. Çünkü Rejim bu toprakların gücüdür, sorunun esas bir tarafıdır. Ayrıca zaten Birleşmiş Milletler de Suriye temsili olarak görülen rejimdir. Tabi diğer taraftan Suriye’de etkili bir güç de Rusya'dır. Rejim üzerinde de etkili. Bu esas üzerine Ruslarla da ilişki geliştirmek istedik ve geliştireceğiz. Ruslar bizler sizin Rejim güçleriyle yapacağınız ittifakın tarafıyız dediler. Bu noktadaki hazırlıklarını da gösterdiler. Olacak olan ittifakın kalıcılaştırılması için hazır olduklarını belirttiler.

Eğer yapabilirsek ya da bu açıdan bir gelişme olursa rejimle de ittifak yapar ve soruna çözüm yolu ararız. Fakat bazılarının düşündüğü gibi rejim gelip yine her yere dağılacak şeklinde değil. Dêrazor, Reqa, Tabqa, Minbic ve her yerdeki halkımız şunu bilsin ki eski haliyle rejimin gelip her yere girmesini kabul etmiyoruz. Rejimde demokratik bir değişim ve ittifak gereklidir. Bir sözleşme imzalanmalıdır. Rejim burada bir statü ve yönetim olduğunu kabul etmelidir. Eğer görüşerek bölgemizin kendi kendini yönettiğini kabul ederse o zaman anlaşabiliriz. Örneğin sınır için anlaşabiliriz. Şam’ı temsil eden askerler sınırları koruyabilir. Ama bu askerler bölgeden olabilir. Yani bu nokta da bir formül bulunabilir.

Peki ABD’nin, Rejimin Kuzey ve Doğu Suriye’de etkin olmasını istemediği yansıyor, bu durum rejimle demokratik bir ittifak da nasıl bir etki yaratır?

Sanırım rejimin Kuzey ve Doğu Suriye’de aktifleşmesi ancak Amerika’nın güçlerini çekmesi ardından olabilir. Eğer ABD, rejimi istemiyorsa bu konu bizimle ilgili değil, Amerika ve Rejim arasındadır. Artık onların anlaşması gerekir. Bizim için önemli olan biz çözüm için Rejimle, Rusya’yla, Amerika’yla da hatta görüşmeye, ittifaklara açığız. Hatta etkili Arap devletlerinden çözüm için rol sahibi olmak isteyen olabilir.

Amerika’nın sahadan fiilen geri çekilmesi başladı mı ya da bu konuda size bilgi verildi mi?

Amerika’nın bölgemizde askeri olarak gidiş gelişleri eskiden de vardı. Ama şimdi bu noktadaki durumlarını tam bilmiyorum. Ama bizlere resmi olarak çekiliyoruz gibi bir şey demediler. Bunu ne zaman başladığı ve nasıl olacağına yönelik bir şey söylemediler.

HTŞ (Cephet El Nusra) 1 Ocak’ta başlattığı saldırılarıyla İdlib’in yaklaşık yüzde 90’ını kontrolü altına almış durumda. Türk devletine direkt bağlı çete güçleri HTŞ tarafından çok kolaylıkla İdlib’den çıkarıldı ve Efrîn’e çekildi. Türk devleti hiçbir tepki göstermedi. 5 Ocak günü de Colani “Fırat’ın doğusuna operasyon durumunda Türkiye’yi destekleriz” dedi. İdlib’deki bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şunu bilmemiz gerekir ki Erdoğan hiçbir zaman kendisine bağlı gruplara sonuna kadar sadık kalmamıştır. Her bir grupla bir süreç ilerleyip sonra bırakmıştır. Guta, Halep ve Humus’da da böyle yapmıştır. Bunlarla bir yere kadar gidiyor, onları bir güç haline getiriyor ve sonra bu güçler üzerinden başkalarıyla pazarlık yapıyor. Onları pazarlıyor. Çıkarları gereği bırakılması gerekenleri bırakıyor, kendine kazanç sağlayacakları tutuyor. Şimdi İdlib’ de de öyle yapıyor. Kimi grupları İdlib’e getirip İdlib üzerinde etkisini bıraktı. Cephet El Nusra kendisine tepki gösterdi ve arasına çelişkiler girdi.

Hatta Cephet El Nusra’nın kendi yönetiminde de anlaşmazlıklar çıktı. Bunu görünce de küçük grupları bırakıp Cebet-El Nusra’ya “buyurun” dedi. İdlib’de o kadar yer alındı ama savaş çıkmadı ve savaşsız oldu her şey. Guruplarına “durun” talimatı verdi. Cephet El Nusra buraları almadan önce “bizler Kürt-Türk savaşını tarafı değiliz” demişti. Ama Türkiye İdlib’in hemen tamamını kendisine verince tavrını değiştirdi. Tüm bunlar tabi bazı pazarlıklar sonucu gelişti. Bu guruplar çıkarılıp Cephet El Nusra hakim olduktan ve diğer guruplarda Efrîn’e taşındıktan sonra tabi daha önce imzaladıkları çatışmasızlık bölgeleri anlaşması geçersiz oldu.

Peki şimdi Türkiye Rusya’yla İdlib’e karşı Minbic pazarlığımı yapmak istiyor? İdlib'deki gelişmeler Kuzey ve Doğu Suriye’yi nasıl etkiler?

Minbic’e başka bir yöntemle ilerlemek istiyorlar ve o da Cephet El Nusra yoluylaydı. Şunu anlamak gerekir ki Minbic üzerindeki pazarlık sadece Minbic için değildir. İdlib için nasıl bir strateji uyguluyorlarsa Halep etrafı içinde aynı şeyi yapma niyetindeler. Minbic’de bu yüzden onlar için önemlidir. Haleb’in yollarını bu şekilde kapatmak niyetindedir. Sadece Kuble tarafı açık kalıyor, onun ve bunu içinde kesin bir planı vardır.

Onlar için esas önemli olan Minbic’tir. Erdoğan Minbic’i ele geçirmek için birçok yerden geri adım atmaya hazır da olabilir. Görünen o ki yoğunlaşması Minbic üzerine. Çünkü Minbic her açıdan stratejik bir yer. Ruslar da, Rejim de, Türkiye de Minbic’e girmek istiyor. Amerika’da Minbic’ten çıkmak istemiyor. Şu an Minbic bölge için kilit önemde.

Erdoğan Minbic için Türk ordusunu HTŞ’ye karşı savaşa sürebilir mi?

Erdoğan yıllarca dostluk yaptığı güçleri bile oturup masada üzerine pazarlık yaptıktan hemen sonra bırakmıştır. Cephet El Nusra’ya da yeniden düşmanlık yapabilir. Minbic konusunu hallettikten sonra da olacak olan budur. Aynı zamanda bu El Kaideci güçlerin yönünü alanlarımıza çevirmesi de olmayacak bir ihtimal değildir. DAİŞ’i kurulduktan sonra O’nun yönünü alanlarımıza çeviren Türkiye değil miydi? DAİŞ bize saldırdığı ve bizimle meşgul olduğu kadar ne rejimle nede başka herhangi bir güçle meşgul olmadı. Yarın bir başka grubun hatta Cephet El Nusra’nın yönünü alanlarımıza çevirirse şaşırmayalım. Onlarla buradaki bazı dengeleri bozmak isteyebilir.

Bazıları “Koalisyon güçleri burada bu nasıl olacak?” diyebilir. Ama onlarda zaten çekilecekler. Ya da şu anda bize nasıl diyorlarsa “Türkiye tehdidi var” veya “Şu gücün bu gücün tehdidi var, bu adımları atın” diyebilirler. Yani bazı tehditler yoluyla bize bazı şeyleri kabul ettirmek isteyebilirler. Bu nedenlerle yarın bazı güçlerin yönü alanlarımıza çevrilirse şaşırıp kalmamalıyız.

HAZIRLIKLI OLURSAK DİRENİŞİMİZLE KENDİMİZİ VAR EDERİZ

Devrimler kazanmak içindir. Tabi ki devrimler zorluklar ve fedakarlıklarla gelişir. Önümüzdeki süreçte bundan kopuk değildir. Bundan dolayı halkımız her zaman hazırlıklı olmalıdır. Her zaman seferberlik ruhuyla yaklaşmalıdır. Savunma, örgütlenme, ekonomi, askeri gücümüzü arttırma vb. her açıdan kendimizi daha da güçlendirmeliyiz ve tedbirlerimizi almalıyız. Elbette halkımız devrimci, devrimi yaşayan bir halktır. Elbette kimse uyuyup gelip vatanımı Amerika, Rusya, Rejim gelip savunsun ve kurtarsın diye beklemeyecektir. “Kendimiz öz gücümüzle daha fazla ne yapabiliriz” diye düşünüyor ve hazırlıklarımızı yapıyoruz.

Tabi ki çevreden faydalanmak, ilişki geliştirmek, dostlarımızı arttırmak doğru olandır. Sen ne kadar dost ve arkadaş oluşturursan iyidir ama eğer kendin kendine dost değilsen, kendin örgütlü değilsen, devrim gerçekliğine göre yaklaşmıyorsan o zaman bu söylenenlerin hepsi boşa çıkacaktır. Değişmeyen ve mutlak olan o dur ki; bizler öz gücümüzle savunmamızı, sistemimizi, yönetimimiz başta olmak üzere hazırlayıp ve ilerlemeliyiz. Eğer hazırlıklı olursak yarın en kötü ihtimal bile gelişse direnişimizle kendimizi var eder ve kazanırız. Ama gelişmelere kendini hazırlamayanlar küçük darbeler karşında da ayakta kalamayabilir.