İmralı’da işkence ve direniş

Başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm Kürt halkı ve dostları, İmralı’daki özgürlük direnişini doğru anlamalı ve “Öcalan’a Özgürlük” kampanyasını her alanda daha etkin ve yaygın olarak geliştirmelidir.

İmralı’dan sorumlu savcılık, her nedense yıllardır, aylardır, haftalardır süren gerçeği geçtiğimiz hafta ifşa etti. İmralı’da rehin tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve diğer devrimcilere “Hücre cezası uygulandığı için” görüşme yaptırılmadığını belirtti. Bilindiği gibi, geçmişte de yıllarca ve aylarca görüşme yaptırılmıyordu. 27 Temmuz 2011’den bu yana hiçbir avukat görüşü yaptırılmamıştı. Önder Abdullah Öcalan’ın kardeşi en son 11 Eylül 2016 günü sadece yarım saat görüşebilmişti. Esas olarak 5 Nisan 2015 tarihinden bu yana görüşmeler tümüyle durdurulmuştu.

Bütün bu yasaklamalar ve engellemeler için uydurulmuş rutin gerekçeler vardı. Örneğin en çok söylenen gerekçe “Koster bozuk” sözüydü. Öyle ki, Kürt halkı, “Eğer devlet sağlam bir koster alamıyorsa, müsaade etsin biz alalım” diyecek noktaya kadar gerildi. Yine “Hava muhalefeti”, “Tadilat var”, “Yeni düzenlemeler oluyor”, “İşimiz var” gibi sözler de görüşmeyi engelleme gerekçesi olarak sık sık ifade ediliyordu. “Hücre cezası” nedeniyle görüşmelerin engellenmesine zaman zaman sert mücadele dönemlerinde rastlandı. Bir süreden beri söz konusu gerekçe hiç ifade edilmiyordu. Ne olduysa geçtiğimiz hafta “Altı ay hücre cezası verilmiştir” denilerek görüşmelerin engellendiği belirtildi.

Hiç kuşkusuz avukat ve aile görüşmesinin engellenmesi bir işkence uygulamasıdır. Zaten İmralı’da yaşam dahil her şey bir işkencedir. Önder Abdullah Öcalan’ın ifade ettiği gibi, İmralı’da ölüm olmaz, öldürme olur. Yine normal yaşam olmaz, işkence olur. Bu husus bilinen bir gerçekliktir. Çok açık ki, görüşmenin engellenmesi amacıyla gösterilen “Hücre cezası uygulaması” ise, işkence içinde işkence olmaktadır. Elbette bu uygulamayı yapan kendi başına ilgili savcılık değildir, tersine her şey Tayyip Erdoğan Yönetiminin kararı ve bilgisi dahilinde yapılmaktadır. Belli ki dışarıda her türlü katliamı yapan Tayyip Erdoğan diktatörlüğü, İmralı’da da işkence içinde işkence uygulamaktadır. Yani mevcut durumda İmralı’daki yaşamın hepsi işkence olmaktadır. Kürt Halk Önderi ve diğer devrimci tutsaklar üzerinde mutlak baskı, tecrit ve yasak uygulanmaktadır.

Burada şunlar söylenebilir: Dışarıda bu kadar katliam yapan, yurtsever her Kürde İspanyol boğalarının kırmızıya saldırması gibi saldıran, tüm gücüyle özgür Kürt iradesini kırmaya ve Kürt soykırımını uygulamaya çalışan AKP-MHP faşist diktatörlüğünün, Özgür Kürt İradesi olan Önder Abdullah Öcalan ve diğer devrimci tutsaklar üzerinde en ağır baskı ve işkence uygulamasında bulunacağı açıktır. Az çok bunu herkes tahmin ediyor ve zaman zaman da değerlendirmeye tabi tutuyordu. Birkaç ay önce, İmralı’da bu tür baskı ve işkencenin uygulandığı basına da yansımıştı.

Kuşkusuz durum böyledir diye, söz konusu alçakça baskı ve işkence mazur görülemez ve kabul edilemez. Bu durum en ileri düzeyde özgürlük ve demokrasi mücadelesi için en net gerekçedir. Bunu zaten Kürt halkı ve dostları, Kürt gençleri ve kadınları, devrimci ve yurtseverlerin hepsi yirmi yıldır yapıyor ve yoğunlaştırarak söz konusu özgürlük mücadelesini geliştirmeye de devam ediyor. Bu işin bir yanıdır ve elbette esas yanıdır. Fakat bir diğer yanı da vardır ki, herkesin az çok tahmin ettiği ve faşist diktatörlüğün de bilinçli ve planlı olarak uygulamasına rağmen şimdiye kadar gizli tuttuğu bu gerçeği şimdi ifşa etmesidir.

Evet, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün neden İmralı’daki işkence içinde işkence uygulamasını şimdi ifşa edip gündem yaratıyor olması da önemlidir ve doğru anlaşılmayı gerektirir. Acaba bununla, bazı çevrelerin ifade ettiği gibi, sürece karşı bir provokasyon mu yapılıyordur? Yoksa faşist Tayyip Erdoğan diktatörlüğü bu biçimde psikolojik savaşı derinleştirmeye mi çalışıyor? Her türlü baskı ve katliam uygulamasına rağmen, durduramadığı Kürt halkını ve özgürlük güçlerini bu biçimde tehdit etmek mi istiyor? Savaşla kıramadığı özgür Kürt iradesini bu biçimde kırmak, Kürtler içinde umutsuzluk ve güvensizlik yaymaya çalışıyor? Yoksa gerçekten çok zor durumda ve yıkılmak üzerede, taraftarlarına bu biçimde moral vermeye ve onları daha fazla faşist saldırıya teşvik etmeye mi çaba harcıyor?

Bu tür sorular daha çok artırılabilir ve insanın aklına ilk elden bu tür sorular gelmektedir. Belki de söz konusu soruların hepsinin belli bir geçerliliği vardır. Çünkü bu tür davranışlar tek nedenle olamaz. Fakat en önemli iki neden olarak, hem psikolojik savaş kapsamında yapıldığını ve hem de faşist sürülere moral verilmeye çalışıldığını dikkate almamız gerekir.

Gerçekten de faşist Tayyip Erdoğan diktatörlüğüne karşı Kürt halkının ve dostlarının gösterdiği direniş tarihidir ve de takdire şayandır. Kürt düşmanı Tayyip Erdoğan diktatörlüğü, tarihin en vahşi ve canice saldırılarını yapmasına rağmen, Kürt halkına ve özgürlük güçlerine en küçük bir geri adım attıramamaktadır. Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı özgürlük direnişi kahramancadır ve her türlü bedeli ödemeyi göze alma fedailiğine sahiptir.

Dikkat edelim, Kürt iradesini kırmak ve Kürt direnişini ezmek için faşist Tayyip Erdoğan diktatörlüğünün yapmadığı ne kalmıştır? Köyleri ve mahalleleri yakıp yıkmaktan insanları alçakça katletmeye, her türlü işkenceden binlercesini zindanlara doldurmaya, cenazeleri yakmaktan yerde sürüklemeye ve mezarlıkları bombalamaya kadar Tayyip Erdoğan Yönetiminin yapmadığı hiçbir zulüm ve alçaklık kalmamıştır. Baskı, işkence ve katliam yanında, söylemediği yalan ve demagoji de kalmamıştır. Ancak tüm bunlara rağmen, Kürt halkının Önderliği, gerillası, kadını, genci, çocuğu, dostları, herkes kahramanca bir topyekûn özgürlük direnişinde olmuştur. Direnişi kırabilmek için, faşist Tayyip Erdoğan diktatörlüğü ne yapmışsa başarılı olamamıştır. Güya bu tür haberlerle Kürt halkının moralini bozacağını, iradesini zayıflatacağını, mücadeleden alıkoyacağını sanmaktadır. Halbuki tüm bu çabalar boş ve nafiledir. Kürt halkı ve özgürlük güçleri bu tür psikolojik savaş saldırılarına karşı duyarlı ve eğitimlidir. Değil bunlardan olumsuz etkilenmek, tersine bu tür saldırılar mücadele azim ve iradesini daha çok bilemekte, daha cesur ve fedakâr hale getirmektedir.

İnsanın aklına diğer neden de epeyce yatmaktadır. Çünkü sadece Tayyip Erdoğan ve şürakasının sarayda yaşaması için her gün onlarca Türk genci kan dökmekte, Türkiye toplumunun geleceği karartılmakta, göz göre göre Kürt toplumunun katledilmesi istenmektedir. Belli ki böyle bir saldırıda Türkiye toplumunun hiçbir kazancı yoktur, tersine tarihi zararı vardır. Bu nedenle, faşist Tayyip Erdoğan Yönetimi Türkiye toplumunu böyle kirli ve soykırımcı bir saldırıya yöneltmekte zorlanmaktadır. Bu çerçevede çılgına dönmekte olduğu gözlerinden ve yüzünden anlaşılmaktadır. Her şeyi paraya bağlayarak söz konusu katliamcı saldırıları sürdürmeye çalışmaktadır. Ancak bunda çok zorlandığı ve hızlı bir çöküşü yaşadığı ortadadır. Söz konusu haberler, bu temelde faşist saldırganlığı teşvik amacına dönüktür ki, bunun da ters tepeceğini görmek gerekir.

Aslında malumun ilamı olan söz konusu haberden çıkartılacak en önemli sonuç, İmralı’daki direnişin düzeyini gösteriyor olmasıdır. Faşist TC soykırımcılığının yirmi yıldır uyguladığı vahşi rehine politikası hiçbir sonuç vermemiş, tersine Kürt özgürlük direnişini daha da geliştirerek kendisini vurmuştur. Önder Abdullah Öcalan geliştirdiği teori ve pratikle tüm ezilenlerin kurtuluş önderi haline gelmiştir. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm Kürt halkı ve dostları işte bu gerçeği iyi görmeli, İmralı’daki özgürlük direnişini doğru anlamalı ve “Öcalan’a Özgürlük” kampanyasını her alanda daha etkin ve yaygın olarak geliştirmelidir. Söz konusu haber karşısında içine girilecek tek doğru tutum budur.

Kaynak: Yeni Özgür Politika