Çeteler Türkiye adına ‘vekâleten’ savaşı yürütüyor

Çeteler Türkiye adına ‘vekâleten’ savaşı yürütüyor

Batı medyası Rojava ve Suriye’deki savaşı tanımlarken ‘vekâlet savaşları’ tespitinde bulunuyor. Bunu doğrulayan birçok güçlü veri var. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) etiketini kullanan irili ufaklı gruplar;  Rojava ve Suriye’de ABD, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkeler adına ‘vekâlet savaşları’ yürütüyor. Bu ülkeler söz konusu gruplara; para, silah ve her türlü desteği cömertçe sunuyor ve bunu inkâr da etmiyor.

Suudi Arabistan İstihbarat Servisi Başkanı Bender Bin Sultan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le 31 Temmuz tarihinde Moskova’da yaptığı görüşmede Çeçen grupların kendileri, Türkiye ve Katar adına ‘vekâlet savaşları’ yürüttüklerini birinci ağızdan itiraf ederek şunları söylemişti: “Karadeniz sahilindeki Soçi kentinde gelecek yıl yapılacak kış müsabakalarının güvenliğini garanti edebiliriz. Müsabakaların güvenliğini tehdit eden Çeçen gruplar, bizim kontrolümüzde ve şu an bizimle koordinasyon içerisinde yalnızca Suriye’de faaliyette bulunuyorlar. Biz onları Suriye rejimine karşı kullanıyoruz, onların Suriye’nin geleceğinde herhangi bir rolü olmayacak.” Bender bin Sultan şöyle devam ediyor: “Bu mesele sadece Suudi Arabistan için geçerli değildir, başka ülkeler de sınırlarını aştılar. Örneğin Katar ve Türkiye... Türkiye’nin şu andaki rolü tıpkı Afganistan savaşı sırasındaki Pakistan’ın rolü gibi oldu.’’

Vekâlet savaşlarında her ülkenin hesabı, önceliği ve hedefi farklı olsa da; Türkiye’nin hesabı Kürtlerle. Türkiye’nin kurdurduğu Irak Şam İslam Devleti Örgütü, destek sunduğu El Nusra gibi gruplar; Rojava’da Türkiye adına Kürtlere karşı vekâlet savaşı yürütüyor. Meseleyi yakından bilen gazeteci Mustafa Seyfullah Kılıç’la ‘vekâlet savaşları’nı konuştuk. Bosna’da Sırplarla savaşan, 2008 yılında Afganistan’da bir hava saldırısında yaralanan Genç Bakış Dergisi yayın yönetmeni Kılıç; Suriye’de olup biteni ve AKP’nin rolünü anlattı.

‘ROJAVA’DA SAVAŞAN ASIL GRUP IRAK-ŞAM İSLAM DEVLETİ ÖRGÜTÜ’

-Rojava’da Kürtlere karşı savaşan gruplar hangileri?

Rojava bölgesinde savaşan asıl çatı örgütü ‘Irak ve Şam İslam Devleti’ isimli örgüttür. Irak’tan bölgeye geçen savaşçılarla beraber Suriyeli ve daha çok yabancı savaşçıların olduğu bir gruptur. Ahrar Şam, Tevhid Tugayları, Muhacirun Tugayı El- Nusra Cephesi, El Tewhid Tugayı, Ehrar El Şam Taburu, Tehrir Suriya Taburu, El-rebi El-Erebi Taburu, Fecir El-Şam, Fetih El-Ula Tugayı, Asifet El-Şimal Taburları, Sultan Muhamed Tugayı, Mele İbrahim Taburu, Muhammed Ordusu gibi örgütlenmeler bu grubun şemsiyesi altında bugün Rojava bölgesinde ortak bir savaş yürütüyor. Örgütün Irak kolunun başında Ebu Bekir el-Bağdadi, ‘Kuzey komutanlığı’ adını verdiklerini Suriye kolunun başındaysa Ebu Ömer Çeçen yer alıyor. Lazkiye kırsalı ve Rojava bölgesinde etkindirler.

-Peki El Nusra?

Irak İslam Devleti örgütünden kopan ve daha sonra Irak grubuna muhalif duruma gelecek olan bu grup; El Kaide lideri Eymen El Zevahiri'ye biat ettiklerini açıkladı.  Zevahiri bir karşı bildiri yayımlayarak Nusret Cephesi’nin bundan böyle Suriye’de bulunan askeri yapıları olduğunu ve El Kaide'ye bölgede katılmak isteyenlerin Nusret Cephesi’ne katılabileceklerini duyurdu. Zaman zaman ÖSO ile bile ters düşen Nusret Cephesi, Irak ve Şam İslam Devleti örgütünün sahneye çıkmasından sonra ikinci planda kaldı. Suriye'de resmi olarak bulunan El Kaide örgütü Nusret Cephesi’dir.

“MEDET ÜNLÜ, ÇEÇENLERİN SURİYE’DE SAVAŞMASINA KARŞI ÇIKTI”

-Bu grupların amaçları ne?

Amaç daha çok, Türkiye sınırında bir Kürt devleti riskini ortadan kaldırmak. Kendilerini finanse eden Türkiye’ye minnet borçlarını ödüyorlar. Karşılığında, eğer başarırlarsa özellikle Kafkasyalı mültecilerin ağırlıklı olduğu bir Sünni bölge oluşturmayı hedefliyorlar.

-Nasıl bir minnet?

2000'li yılların başlarında özellikle Türkiye ve Gürcistan’ın Pankisi bölgesinde yaşayan Çeçen ve Kafkasyalı mülteci temsilcileriyle konuşulan bir konu; Irak-Suriye ve İran Kürdistan’ında bu mülteci ve Çeçen-Rus savaşı güdücülerine kamplar oluşturulmasına dair imkan verilebileceği konusu idi. Rus vatandaşı ama İsrail gizli servisi MOSSAD adına çalıştığı sonradan anlaşılan Nadia Camukova ve beraberindeki bir grup Çeçen temsilcileriyle görüştü. Bu temsilcilerden en bilineni Çeçenistan Fahri Konsolosu olarak bilinen Medet Ünlü idi. Ünlü bu çirkin teklifi reddetti ve ancak ölümünden sonra Suriye savaşı sürerken temeli yıllar önce atılan ve dillendirilen bu gruplar kuruldu. Bugün bu gruplar Rojava bölgesinde savaşıyor.

-Medet Ünlü kimler tarafından öldürüldü?

Medet Ünlü, Çeçen direnişinin geleneksel kesimini oluşturan ve ‘İçkeryacılar’ olarak bilinen kesiminin Türkiye'deki liderlerinden birisiydi. Geçtiğimiz aylarda ofisinde esrarengiz bir suikasta kurban gitti. Şahsi kanaatime göre Nadia Camukova ve temsil ettiği zihniyet tarafından Suriye'de Çeçenlerin kirli işlerde kullanılmasını istemediği için öldürüldü.

IRAK-ŞAM İSLAM DEVLETİ YÖNETİCİLERİNİN EVLERİ İSTANBUL’DA

-AKP hükümetinin radikal İslami gruplarla ilişkisi ne?

Gruplara verilen destek açık. Bunun yanında enteresandır Nusret Cephesi ve diğer radikal unsurların tehditleri birçok ülkenin Ortadoğu’daki elçilik ve konsolosluğunu kapattırıp güvenlik önlemlerini artırırken, Dışişleri Bakanı Davutoğlu açıktan Nusret Cephesi gibi grupları düşman olarak görmediklerini söyledi. Nusret Cephesi konusunda Türkiye birinci elden değil ama yardım teşkilatları vasıtasıyla bir irtibat kurmuş durumda. Ancak yıllardır İstanbul’da ikamet ettirdiği Çeçenlere 2013 başlarında kurdurduğu Irak ve Şam İslam Devleti örgütüne ise doğrudan destek veriyor. Nusret Cephesi’nin yakın zamanda ana El Kaide’ye olan biatı sebebiyle tasfiye edileceği öngörüsünde bulunmak doğru bir öngörü olabilir.

-Radikal Çeçen örgütlerinin liderleri Türkiye’de mi kalıyor?

El Kaide tarzı tekfirci stili nedeniyle eleştirilen ve Emirlikçiler olarak bilinen örgütün lideri Dokku Umarov'un kardeşi ve savaşın kurmay takımı İstanbul’da.

-Rojava’da savaşan Irak Şam İslam Devleti örgütü yöneticileri ve üyelerin ailelerinin Türkiye’de yaşadığı doğru mu?

Irak ve Şam İslam Devleti örgütü ile bu örgütün ilk nüvesi olan Muhacirun Grubu yöneticilerinin ileri gelenleri Türkiye’de uzun yıllar ikamet etmiş olan Çeçen ve Kafkasyalı mültecilerdir. Rojava ve Lazkiye bölgesini içine alan ve muhalefetin Kuzey Komutanlığı olarak adlandırdığı bölge bunların sorumluluğuna verildi. Genel komutan olarak bilinen Ömer Çeçen İstanbul’da yaşadı, ailesi de halen İstanbul’da. Öte yandan; Muhacirun grubu liderlerinden Ebu Seyfullah Çeçen de İstanbul’da yaşadı, Türkçeyi iyi bilir, hatta web sitelerindeki videolarda Türkçe konuşarak destek isteyen birisidir. Yine Rojava'da YPG'nin esir aldığı ve daha sonra esir Kürtlerle takas edilen Ebu Musab, Gürcistan Pankisi sakinlerindendir, ailesi şu an İstanbul’da ve kendisi de bir süre İstanbul’da yaşadı. Aynı şekilde yüzlerce militanın ailesi bugün İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin değişik yerlerinde ikamet ediyor.

-Antakya, Ceylanpınar gibi yerlerde nasıl bir ağ örülmüş?

Bölge geçiş kapısı. İdlip tarafından Türkiye’ye uzanan sınır hattı muhaliflerin elinde ve her türlü lojistik bu bölgeden sokuluyor. Örgütlerin bu bölgede evleri ve adamları bulunuyor. Özellikle ‘Ebu Hafız’ ve ‘Ebu Muhammed’ isimli kişiler ün yapmış durumda. Ebu Hafız ismi Suriye'de sağ yakalanan militanların video kayıtlarında çok sık kullandığı bir isim ve bu kişi aynı zamanda meşhur yardım kuruluşunun İç Anadolu’daki sorumlularından. Benim kanaatime göre MİT görevlisi olma ihtimali çok fazla.

Bölgeye gelen savaşçı adayları burada bir süre bekletiliyor ve İdlip tarafından gelen rehberler -ki bunlar her gruba göre değişiyor- savaşçı adayını alıp bölgeye geçiriyor. Sınırın diğer tarafında, savaşın başında Lübnanlı bir grubu kaçırarak ünlenen Muhammed Feyzo’nun kurduğu bir müşterek eğitim kampı var. Burada eğitim verilip grubuna göre cephe hattına gönderiliyor. Burası aynı zamanda lojistik için de bir geçiş noktası ve günlük geçişler eksik olmuyor.

‘SADAT, AKP’NİN ORDUSU’

-Tam burada SADAT adlı şirketten bahsetmek gerek sanırım…

Sadat , ‘Blackwater'in yerli versiyonudur’ diyebiliriz. Emekli general Adnan Tanrıverdi tarafından kuruldu, merkezi Beylikdüzü’nde. Arap baharı sahasında yeni kurulan ordulara eğitim veriyor. AKP ile birlikte parladı, o yüzden ‘AKP’nin ordusu’ olarak da tanınıyor. Suriye'de bulunan muhaliflere askeri ve lojistik imkan sağlıyorlar, eğitiyorlar. Suriye‘deki savaşta SADAT çalışanları da öldürüldü. Elemanlarını yüksek maaşlar karşılığı çalıştırıyor.

Yayladağı’nda sınırın hemen diğer tarafında Muhammed Feyzo'nun kampı SADAT tarafından şekillendiriliyor. Bu kamp SADAT için ön eğitim kampı olarak kullanılıyor, ayrıca Deniz Kuvvetleri’ne ait bazı araziler SADAT tarafından alındı ve kullanılıyor. Bu yerlerde poligonlar ve simülasyon eğitimleri veriliyor. Örneğin termal füzelerin kullanımı veya tank ile zırhlı taşıyıcıların kullanımı gibi. Ayrıca askeri istihbarat, elektronik haberleşme ve teknik bilgiler verilen dersler arasında. Bütün bunlar hem Türkiye hem Suriye sınırları içinde gerçekleşiyor.

KİMYASAL İDDİASI…

-Türkiye bu gruplara hangi silahları veriyor, nunun içinde kimyasal silahlar var mı? Çünkü bu yönlü iddialar var.

Muhaliflerin kimyasal silah yapıp videoya çekerek sosyal medyaya verdikleri bir görüntü mevcuttu. Görüntüler de Bursa merkezli kimyasal üretim ve satış şirketi TEKKİM'e ait kutulanmış potasyum nitrat göze çarpıyordu. Bu şirket kanunen ‘tehlikeli kimyasal’ sınıfına giren bu maddeleri kime verdiğini dair devletten izin almak zorunda.  Doğal olarak ev yapımı kimyasal silahlarda kullanılan bu ve benzeri kimyasal bileşikleri TC devletinin haberi olmadan satılamaz. Bütün bunlar kimyasal olayında direk ve dolaylı olarak Türkiye’yi işaret ediyor.

BALTA LİMANI’NA İNDİRİLEN 100’DEN FAZLA SANDIK

Suriye ordusu bir çok kere Türk ordusu envanterinde bulunan silah ve mühimmat ele geçirdi ama en dikkat çekeni elektronik haberleşmede kullanılan ve uydu mahareti gerektiren aletlerdi. Düşünün muhaliflerin kendilerine ait uydusu mu var?

Geçtiğimiz günlerde ayrıca Balta limanı gümrüğüne 100'den fazla sandık indirildi bu sandıklar SADAT için etiketlenen ve mühürlenen sandıklar. Rus yapımı tanklarda kullanılan zırh artırıcı ekipman bunlar. Bu tarz ekipman ise Rojava'da kullanılıyor.

Kısaca Türkiye hem muharip piyade silahları bunlar AK47’ler ayrıca mayın elektronik haberleşme üniteleri uydu desteği ve tanklar için kullanılan TOW cinsi silahlar sağlıyor. Bu silahlar SADAT aracılığı ile bölgeye gönderiliyor.

-AKP, SADAT üzerinde Suriye'den Tunus, Mısır'a kadar bir kontrgerilla teşkilatı mı kurmuş?

Evet, zaten web sayfalarında bu yerlerin isimleri bizzat zikrediliyor ve bu bölgelere ''hizmet'' verildiği alenen söyleniyor.

-SADAT'ın varlığı, faaliyeti, bu suç değil mi? İlan veriyor, ‘insan nasıl öldürülür onu öğretiyoruz’ diye…

İlginç olan da bu, resmi olarak bu tarz bir kuruluş veya kurum mevcut kanunlara göre ancak Türk ordusu tarafından oluşturulabilir. Bağımsız bir kurumun resmi olarak Türkiye'de ağır silah eğitimi vermesi hatta orduları eğitmesi söz konusu değil.

-Gayri nizami harp eğitimi nedir? Çünkü SADAT bu eğitimi de verdiğini söylüyor.

Örneğin Kürdistan coğrafyasında köylerin yakılması gerillaya desteği kesmek için uygulanan bir 'gayri nizami harp' yöntemidir. Yani ahlaksız bir savaş şeklidir. Gayri Nizami harp, “birebir silahlı veya silahsız insan öldürme, gerekirse düşmanın lojistiğini kesmek için düşmanın harp kaynaklarını (insan da dahil) öldürme” kurallarıdır.

Bütün bu ahlaksızlıklar güvenlik şirketlerine verilen hafif eğitim kanununa sığdırılmış ve bir de inşaatçılık vergi levhasına iliştirilmiş. Yani bir nevi minareye kılıf uydurulmuş ama o bile bu kurumun tam resmi karşılığını sağlamıyor. Açık söylüyorum SADAT devletin desteklediği gayrı resmi bir cinayet şebekesi ve kurumudur.

-Bir yazınızda Suriye’de öldürülen Türk subaylarından bahsettiniz. Hatta Mustafa Bozgeyik’in bölgede görev yaptığını yazdınız. Bu doğru mu?

Evet doğru. Mustafa Bozgeyik emekli bir istihbarat subayı, bölgede öldürülen SADAT mensuplarından sadece bir tanesi. Cenazesi ülkeye sessiz sedasız getirildi ve defnedildi. İsmi halen SADAT web sayfasında 'danışmanlar' bölümünde kayıtlıdır. SADAT bunların resmi görevde olmadığını, emekli askerler olduğunu savunuyor.

ANTAKYA’DA CİHAT ALIŞVERİŞİ

-Havaalanları başta olmak üzere ülkelerden ülkelere geçişlerde çok sıkı güvenlik önlemleri olduğunu biliyoruz. Nasıl oluyor da radikal İslami grupların üyeleri Suriye’ye bu kadar kolay gidebiliyor?

Havaalanları güvenliği ülkenin en elit güvenlik birimlerinin kontrolü altındadır bildiğiniz gibi. Hem polisin hem MİT'in ofislerinin bulunduğu bu alana gelenlerin niyeti az çok anlaşılır, hele ki Suriye'ye savaş için gelenlerin kendilerini hiç saklama gereği duymadığı bir ortam var şu an.

-Nasıl bir ortam?

İstanbul havaalanına gelen savaşçı adayı hiçbir şekilde kendisini gizleme gereği duymadan, T.C devletinin derin hoşgörüsü altında uçaktan inip karayoluyla Hatay tarafına olan yolculuğuna başlar. Antakya'da av lisansıyla satış yapan ve silah harici teçhizat sağlayan dükkânlardan ‘cihat’ yaptıktan sonra savaş topraklarına geçer.

-Antakya’ya giden bir kişi orada her şeyini temin edebiliyor mu?

Antakya'da askeri malzeme satan dükkanlar vardır. Kaleşnikof şarjör kütüklüğü dahil, kamuflaj ve gerekli donanım buralardan parayla temin edilebiliyor. Ayrıca örgütlerin temsilcileri kalifiye gördükleri önemli militanların ihtiyaçlarını daha Suriye topraklarına geçmeden karşılıyor. Buradan şunu kolayca söylememiz mümkün, Türkiye şimdi, Pakistan’ın 1979 Rus-Afgan savaşı sırasında üstlendiği rolü oynuyor. Giriş çıkış yapanlar biliniyor ama engellenmiyor, hatta derin bir hoşgörüyle destekleniyor.

-Yeri gelmişken; Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde üstlenen radikal İslami gruplar Suriye’ye kanalize edildi mi?

Afganistan'ın iç bölgelerinde yerli Taliban bileşeni gruplar var. Bunlardan Hikmetyar grubu hariç Molla Ömer'in temsilcisi olduğu gruplar bölgeye savaşçı gönderiyor. Bunun yanı sıra Beytullah Mesud liderliğindeki ‘Pakistan Talibanı’ olarak bilinen gruba bağlı yabancı savaşçılardan da Suriye’ye gelen çok sayıda savaşçı var. Bunlar Selefi grupların yanı sıra Selefi olmayan Sünni unsurlardan da savaşçıları içeriyor. Örneğin Özbek İslami Hareketi ve Türkistan İslam Partisi gibi gruplar.  Bu grupların Suriye'ye geçişleri genelde İran-Pakistan ve Türkiye üzerinde kurdukları ağ üzerinden gerçekleştiriliyor. Bu savaşçı nakli zaman zaman gündeme geldi ama MİT veya askeri istihbaratın bu olaya müdahale etmediği, sadece gözlemlediği biliniyor. Afgan menşeli gruplar genelde son dönemlerde Irak ve Şam İslam Devleti örgütüne yönlendiriliyor.

SALDIRILARIN NEDENİ KÜRTLERİN HAK SAHİBİ OLMASINI ENGELLEMEK

-Bu grupların sorunu rejimleyken neden Rojava’da YPG’ye karşı saldırı başlattılar? 

Çatı yapı olan ÖSO liderlerinin bile bu örgüte sorduğu bir soru bu. Rojava’nın hedef alınmasının sebebi ise, Kürt bölgesinin Irak ve Şam İslam Devleti örgütüne vaat edilmiş olması. Suriye’deki mevcut durumda bölgede birden fazla otonom bölge oluşacağı düşünüldü, bu bölgelerin Sünni bölgesi, Kürt bölgesi ve Lazkiye civarında Alevi bölgesi olacağı öngörüldü. Rojava gibi Türkiye sınırının hemen yanı başında Kürtlerin kendi ordusunu kurması, hatta bürokratik kurumlarını oluşturması siyasi paniğe neden oldu. Bu yüzden daha evvel liderleri Türkiye’de yıllardır iskân edilen bu örgüt Rojava'da Kürtlerin kurduğu istikrarı bozması için ivedi şekilde bölgeye sevk edildi. Öyle ki Ceylanpınar sınır kapısından üstünde örgütün bayraklarının bulunduğu tankları Rojava'ya halkın gözü önünde sokmaktan çekinmediler.  Bütün bu katliamın ana sebebi, Kürtlerin olası devlet yapısını bozmak.

-Yani Türkiye’nin Çeçenlere kurdurduğu Irak-Şam İslam Devleti örgütü Kürtlere karşı mı savaştırılıyor?

Bir anlamda böyle tarif edilebilir. Rojava savaşı, Irak ve Şam İslam Devleti örgütünün Türkiye yönetimine minnet borcunun bir tezahürüdür kısaca. Irak ve Şam İslam Devleti örgütü hem Suriye'nin istikrarsızlaştırılması hem de Rojava bölgesinde Kürtlerin devletleşmesini engellemek amacıyla kullanılıyor.

Özellikle Irak ve Şam İslam Devleti örgütü ve şemsiyesi altında savaşan gruplardan bahsedelim. 26 Temmuz'da Antep’te bir toplantı düzenlenmişti. Türkiye’nin organize ettiği ÖSO bünyesinde toplantıya çağrılan gruplar Rojava'da Kürtlere ve Lazkiye kırsalında Alevi köylere saldırdılar. Toplantı bu saldırılar öncesi yapıldı.

Toplantıya şu gruplar katılmıştı; “Irak Şam İslam Devleti, El- Nusra Cephesi, El Tewhid Tugayı, Ehrar El Şam Taburu, Tehrir Suriya Taburu, El-rebi El-Erebi Taburu, Fecir El-Şam, Fetih El-Ula Tugayı, Asifet El-Şimal Taburları, Sultan Muhamed Tugayı, Mele İbrahim Taburu, Muhammed Ordusu.”

Bu grupların bölgesel çatı oluşumu ÖSO liderliğini bile rahatsız etti. Bu çatı oluşumu Irak ve Şam İslam Devleti oldu. Kuzey bölge komutanlığı adı verilen bu oluşumun Suriye kolunun başına Ebu Ömer Çeçen getirildi.

Böylece Türkiye, uzun yıllar kendi topraklarında sığınmacı olarak yaşayan bir Kafkasyalıyı Suriye'deki radikal unsurların komutanı yapmış oldu.

Din adına hareket edip şehadetle cennet uman birçok genç; bölgeye Türkiye ve batının vekâlet savaşında piyon oldular farkında olmadan.

-Suudi Arabistan İstihbarat Servisi Başkanı Bender Bin Sultan 'bizim için savaşıyorlar’ diyor. Katar ve Türkiye'nin adını da veriyor.

Kesinlikle öyle. Zaten ÖSO içindeki liberal (İslamcı olmayan gruplar) sırtlarını özellikle bu adama yaslamışlardır. Hatta Nusra cephesinin (El Kaide’ye bağlı olduğu için) tasfiyesi ve yerine Irak ve Şam İslam Devleti kurma fikri ilk bu adamdan gelmiştir. Malum El Kaide aynı zamanda Suudiler için de tehdit durumunda. Böylece hem ÖSO destekleniyor hem de bu gruplar dönüştürülerek milis gücü haline getiriliyor.

 ‘ÖZGÜR-DER PROPAGANDİST, İHH İŞİN İÇİNDE’

-Mısır’daki katliama karşı çıkan Türkiye’deki bazı çevreler neden Rojava’daki katliama sessiz kalıyorlar. Hatta ‘Rojava’da katliam yok’ diyorlar.

İsim vererek söylüyorum, Özgür-Der gibi yapıların 'Rojava'da katliam yok' demelerinin sebebi sırtlarını yasladıkları iktidarın 'ılımlı İslamcılık' modelini ayakta tutma çabasından başka bir şey değil. Bu model çöküyor ve bu yıkıntının altında bunlar da kalacak. Bu sebeple vicdan ve hakkaniyet bir kenara bırakılıp modern çağın acımasız 'reel politik'  aldatmacalarına sığınıyorlar.

Özgür-Der işin propaganda boyutunda rol oynuyor, İHH ise bizzat olayın içinde. Suriye makamları defalarca İHH araçları ile nakledilen silahlardan bahsetti. Ayrıca insani yardım kuruluşu olduğunu deklare eden bu teşkilatın başkan yardımcısı Osman Atalay'ın muhaliflere acilen silah gerektiğine dair birden fazla verdiği beyanata internetten kolayca erişebilirsiniz.

Başta Irak ve Şam İslam Devleti, Ahrar Eş Şam, Zinnureyn Tugayları, Muhacirun Tugayı gibi gruplara İHH tarafından sağlık üniteleri, bizzat savaşçıların faydalandığı mobil fırınlar ve yüklü miktarda para verildiğini biliyoruz İHH’nın web sitesine şöyle bir göz gezdirmeniz bile yeter. Gruplara verilen yüklü miktardaki paranın silah alımında kullanıldığı biliniyor.

İHH'nın parasal kaynağı topladığı zekât ve yardımlardır. Eskiden Fevzi Paşa Caddesi üzerinde mütevazı bir dairede faaliyet gösterirken şimdi gemiler ve tır filoları satın alan, dünyanın her yerine kolayca ulaşabilen dev bir holding haline geldiler. Öte yandan bu tarz faaliyetlerinde devletin örtülü ödeneğini de kullandıklarını düşünüyorum. Bugün AKP içinde siyaset yapan eski İHH mensubu en az 4-5 milletvekili vardır. En başta da Hüsnü Tuna gelir.

Özgür-Der ve Haksöz grubu bu işin en büyük propaganda ayağını oluşturuyor. Özellikle Türkiye Kürdistan’ında gerçekleştirdikleri paneller, programlar tamamen bölgeye gençleri savaşa katılmaları yönünde teşvik edici bir içerik taşıyor. Basit bir örnek vereceğim: Diyarbakır Özgür-Der temsilcilerinden olan Ebu Yahya Kürdi takma isimli kişi Ahrar Şam denilen örgütün temsilcisi ve kurucularındandı aynı zamanda. Bu örgüt bugün Rojava'da kendi kardeşlerine Irak ve Şam İslam Devleti şemsiyesi altında kurşun sıkanlardan biridir. Bu arada bahsettiğim kişi aynı zamanda HUDA-PAR'a da yakın bir isimdir.

-Peki, cemaatler bu işin neresinde duruyor?

Suriye’de muhalefete destek veren cemaatler, Selefi ve iktidara yakın olan cemaatlerdi. Bunlar genelde İstanbul-Konya-İzmir gibi bölgelerde daha yoğunlar. Gülen cemaati, İHH ve 'Kimse Yok Mu' derneği vasıtasıyla büyük oranda bir yardımı bölgeye gönderiyor. Bu biliniyor, nitekim yayın organlarında da açıkça bir yönlendirme söz konusu. İsmailağa cemaatinin bu konuda kafası biraz karışık. İçlerinde IHH'ya yakın olan bir kesim muhalefete destek verirken, bir kesim bu savaşın anlamsız olduğunu ve AKP'nin oyunları olduğu görüşünde. Bu karışıklık cemaatin AKP ve Saadet Partisi arasında bölünmesinden de kaynaklanıyor.

 ‘KÜRTLERİN KENDİLERİNİ YÖNETECEK HALE GELMELERİNDEN KORKUYORLAR’

-Başbakan Erdoğan Sisi’yi firavunlukla suçluyor. Ancak Türkiye’de İslami tercihleriyle bilinen hükümet kafa kesen, sivil katliam yapan gruplara da destek veriyor. Buna ne diyeceksiniz?

Türkiye'deki mevcut hükümeti İslami olarak değerlendirmek yanlış olur, ancak İslam suyuna batırılmış imitasyon bir yapı diyebiliriz. Erdoğan’ın temsil ettiği İslami kafa yapısıyla İslam Peygamberinin yaşadığı İslami kafa yapısı arasında dağlar kadar fark var.

-Davutoğlu, Yalçın Akdoğan Rojava’daki Kürtlerin özerklik taleplerinin Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiğini söylüyorlar. Bir halkın kimliği, dili neden tehdit olsun?

Bu yıllardan beri süregelen ırkçı-muhafazakâr bakış açısının ve politikasının bir tezahürü. Türkiye politikası uzun yıllar düşman kutup olarak belirlediği Kürtler ile mücadeleye dayanan bir sığ siyaset izledi. Şimdi bütün bunların sonunda yıllarca karşılarına aldıkları Kürtlerin sınırın hemen diğer tarafında kendi kendilerini yönetecek hale gelmeleri Türkiye yöneticileri için bir aşağılanma meselesi ve refleksi olarak algılanıyor. Dersim'den Koçgiri'ye onlarca katliama imza atan, dün Kürt köylerinde köylülere zorla insan dışkısı yediren, köyleri yakıp yıkan zihniyet; elbette Kürtlerin güçlenmesinden dolayı ensesinde bir korku hissedecektir. Irkçılık maslahatçılık ve yılların devlet politikasının da etkisiyle oluşturulan Kürt fobisi de bunu güçlendirmektedir.

ERBAKAN’A TAHAMMÜL ETMEYEN ASKER ERDOĞAN’A SES ÇIKARMADI

-AKP Ergenekon'u, derin devleti tasfiye ettiğini söylüyor. Ama siz Yeşil Gladyo’dan söz ediyorsunuz. Neden?

Türkiye'de değişen hiçbir şey yok aslında. Dün halkın sırtında Kemalist tahakküm vardı. Onlar indi, ılımlı İslamcılar bindi. Kemalist Ergenekon’un tasfiyesi, ılımlı İslamcıların geçmesi için gerekliydi. En basit örnekle; Erbakan'a tahammül edemeyen ordu, nasıl oldu da Erdoğan'ın gelişine ses çıkarmadı. Hatta sus-pus oldu. Buna bakmak gerek.

Bütün mesele Kemalizm ile kitleleri yönetemeyeceğini anlayan Atlantik ötesi egemenlerin eski bölgesel jandarmalarını tasfiye etmesidir. AKP bu tasfiyeyle iktidara gelen bir model ortağı o kadar. Hem halkın ılımlı İslam ile daha çok dizginleneceği düşünüldü hem de bu model tüm Ortadoğu'da servise konuldu. Dönemin ABD Dışişleri bakanı olan Condolise Rice'in “Ortadoğu’da hükümetler ve liderler değişecek daha ılımlı yöneticiler gelecek” sözü bu operasyonun yıllar evvel planlandığını gösteriyor.

KILIÇ KİMDİR?

Mustafa Seyfullah Kılıç, 1976’da Konya-Akşehir doğdu.  Psikoloji eğitimi aldı. 1994-95 yıllarında İslamcı grupların içinde Bosna'da Sırplara karşı savaşta bulundu. Bazı Arap ve yabancı basın organları için Kosova ve Afganistan bölgelerinde savaş muhabirliği yaptı. 2008 yılında Afganistan’da hava saldırısında yaralandı. Radyo En, Dolunay FM, Hilal FM gibi radyolarda programcılık ve yöneticilik yaptı. Çeçen İçkerya Dayanışma Derneği kurucu başkanlığı yaptı ve Çeçen direnişinin Türkiye‘deki ve İslam ülkelerindeki temsilcilerinden birisi oldu. Daha sonra Selefi ekolün maslahatçı ve tekfirci yapısı nedeniyle ters düşerek bu görevden ayrıldı ve bağımsız çalışmaya başladı. Halen Genç Bakış dergisinin genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor.