HDP devletin ‘Kürt düşmanlığı’nı raporlaştırdı

Halkların Demokratik Partisi (HDP), Türk devletinin “Kürt düşmanlığı”nı raporlaştırdı. Rapora göre küresel salgın sırasında en az 13 mezarlık tahrip edildi, 84 kişi işkence gördü, 84 HDP’li vekil fezleke hedefi oldu, 14 belediye gasp edildi.

“Kürt düşmanlığı raporu” HDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede ve Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu tarafından Ankara'da bir basın toplantısı yoluyla açıklandı.

Rapor, devletin salgın sırasındaki üç buçuk aylık dönemde Kürt düşmanı politikalarını içeriyor.


Raporda öne çıkan saptamalar şöyle:

-Kürtler ve muhalifler hedef olmaya devam etti

-AKP iktidarı salgınla değil, kendisi gibi düşünmeyenlerle mücadele etti

-14 HDP’li belediye gasp edilerek kayyım atandı

-HDP’nin dayanışma ve yardım kampanyası kriminalize edildi

-En az 84 kişi işkence kötü muameleye maruz kaldı

-387 kişi gözaltına alındı, 93 kişi tutuklandı

-13 mezarlık tahrip edildi, 282 cenazenin kaldırıma gömüldüğü ortaya çıktı

-Cezaevlerinde maske, sıcak su, gıda, hijyen malzemelerine ulaşılamadı

-Başta politik tutsaklar olmak üzere yüzbinlerce mahpus cezaevlerinde ölüme terk edildi

-En az 70 kadın erkekler tarafından öldürüldü

-93 fezlekenin 84'ü HDP'li milletvekilleri için hazırlandı

-Sivillerin yerleşim yerleri bombalandı, sadece 10 günde 9 sivil hayatını kaybetti

İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE HIZ KAZANDI

Basın toplantısında Ümit Dede şöyle konuştu:

“Pandemi döneminde işkence ve kötü muamele hafızalara kazındı. Salgın önlemi olarak uygulamaya konulan sokağa çıkma yasakları, ülkenin birçok yerinde polis ve bekçi şiddetine gerekçe olarak kullanıldı. Pek çok kentte polis, bekçi hatta kaymakam korumaları tarafından, ekmek almaya veya çöp dökmeye çıkan, evinin bahçesinde oturan yurttaşlara hakaret edildi, yüz üstü yere yatırılarak ters kelepçe takıldı, silah çekildi. Adana’nın Seyhan ilçesinde Suriye vatandaşı Ali El Hemdan salgın günlerinde polis tarafından vurularak öldürüldü. Ankara Valiliği tarafından dur ihtarına uymadığı için yaşamını yitirdiği açıklanan Muhammed Alican Razı polisler tarafından açılan ateş sonucu başına isabet eden kurşunla yaşamını yitirdi. Diyarbakır'da bir polisi öldürmekten tutuklanan M. E. C. ’yi ararken gece yarısı bir evin kapısını kırarak içeri giren polisler çocuklarının gözleri önünde bir anne ve babaya köpekleri kullanmak suretiyle işkence yaptılar. Diyarbakır Valiliği işkenceyi köpeğin refleks gösterdiğini söyleyerek savundu.

Daha sonra yakalanarak emniyete götürülen M.E.C'nin maruz kaldığı işkence“Hain, emniyetin şefkatli kollarında” notuyla paylaşılan fotoğrafta görülüyordu.

Demokratik Yerel Yönetimler Kurulu üyemiz Rojbin Çetin'in evine baskın yapan onlarca polis, Çetin'e özel eğitimli köpekler eşliğinde 3 saat boyunca işkence etti. Köpeklerin saldırısı ve işkence sonucu yürüyemeyecek duruma gelen Çetin'in işkence sürece bir de 11 gün gözaltında tutulmak suretiyle uzatıldı. Çalışmamızda tespit edebildiğimiz kadarıyla salgının en yoğun yaşandığı 3,5 ayda en az 84 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.

İşkence vakalarının böylesine yaygınlaştığı bir dönemde 2017 yılında Van’ın Gevaş ilçesinde mantar toplamaktan dönen köylülere işkence yaptığı görüntülerle sabit olan polis O.Ş’ye 3 bin TL para cezası verildi ve bu cezası da hükmün açıklanmasının geri bırakılması yoluyla infaz edilmedi. Elbette 4 köylüye kameralar önünde yapılan işkencenin cezasız kalması bu yönde verilen sayısız yargı kararı işkencecileri cesaretlendirmekte ve işkencenin Türkiye’de giderek yaygınlaşmasında rol oynamaktadır.

GÖZALTI VE TUTUKLAMALAR

Pandemi döneminde insanlar evde kalmaya hükümet tarafından teşvik edilmişse de hükümet gözaltı operasyonlarını durdurmadı. Başta HDP’li siyasetçiler olmak üzere muhalifleri hedef alan iktidar, kadın hakları aktivistlerini, gazetecileri, kötü çalışma koşullarını protesto eden sağlık çalışanları, bir bütünen iktidar gibi düşünmeyen 387 vatandaşı hukuksuz bir şeklide gözaltına aldı. Gözaltına alınanların 93'ü de tutuklandı ve cezaevine gönderildi.

Sadece dün bir gün içerisinde Diyarbakır’da çeşitli kurumlarda kadın çalışması yürüten TJA çatısı altında kadın haklarını savunmaya yönelik 24 kadın gözaltına alındı halen gözaltındalar. Yine Antep'te aralarında il ilçe eşbaşkanlarımızın da bulunduğu 33 kişi gözaltına alındı. AKP’nin partimize ve muhaliflere yönelik sadece bir günlük bilançosu 57 olarak gerçekleşti.

AKP SALGINDA KÖTÜLÜKTE SINIR TANIMADI

Pandemi sürecinde belki de ülke tarihine geçecek utançlardan biri olarak ifade edebileceğimiz cenazelere ve mezarlıklara yapılan saldırılara da tanıklık ettik. HPG'Li Agit İpek'in cenazesi Adli Tıp’tan ailesine kargo ile gönderildi. Anne Halise Aksoy’un içinde oğlunun cenazesiyle çekilen fotosu AKP’nin kötülükte sınır tanımadığının resmi olarak toplumun hafızasına kazındı. Konunun HDP tarafından Meclis gündemine taşınmasıyla AKP’li Cahit Özkan “adli vaka” olarak sıradanlaştırdı. Bir anneye oğlunun cenazesinin kargo ile gönderilmesi kötülüğünü böyle savundu.

TAHRİP EDİLEN MEZARLIKLAR

Yine bu dönemde çatışmalarda hayatını kaybedenlerin mezarlıkları parçalandı. En az 13 mezarlık defalarca tahrip edildi. Bununla da yetinilmedi ailelerden evlatlarının mezarlıklarını parçalayıp fotoğraflamaları istendi. Garzan Mezarlığından hiçbir hukuki izahı dayanağı olmadan çıkarılan 282 cenaze Kilyos’ta bir kaldırıma toplu olarak defnedildi. Tüm bu kötülükler dünya halkları korona virüs salgınına karşı hayatta kalma mücadelesi verirken, tüm hükümetler, STK’lar salgın karşısında insan yaşamını nasıl savunabiliriz diye hareket ettikleri bir dönemde AKP iktidarı tarafından gerçekleşti.

Bir diğer başlık elbette cezaevleri. Tüm uzman kişilerin ve ulusal, uluslararası kurumların yaptığı açıklamalarda korona salgınına karşı en büyük risk alanının cezaevleri olduğu defalarca açıklandı. Böylesi zor bir dönemde cezaevlerinin durumunu yakından takip eden ve raporlaştıran TuhadFed, ÖHD, İHD, ÇHD ve Hukuk Komisyonumuzun hazırladığı raporlarla cezaevlerindeki hak ihlalleri toplum tarafından takip edilebildi.

CEZAEVLERİNDEKİ DURUM

Özgürlükleri kısıtlanmış AKP uygulamaları ile yaşam koşulları oldukça sınırlandırılmış mahpusların hakları kullanılmaz hale geldi. Dış dünya ile tek bağlantıları ziyaretçi ve avukat görüşleri olan mahpusların aile görüş hakları tamamen ortadan kaldırıldı. Avukatlarıyla görüşmeleri birçok cezaevinde engellendi. Sosyal faaliyetler tamamem engellendi. Dışarıdan gazete ve kitapların alınması durduruldu, hasta tutsakların tedavileri engellendi. Temizlik malzemeleri, maske verilmedi. Birçok cezaevinde de mahpuslar kantinde yüksek fiyatla satılan bu ürünleri almak zorunda bırakıldı. Bir kısım cezaevinde sıcak su ihtiyacı ya hiç karşılanmadı ya da sınırlı olarak verildi. Hemen hemen tüm cezaevlerinde yemek sıkıntısı yaşandı, hem yemeğin kalitesi düştü hem de miktarı azaldı. Salgın karşısında en riskli alanların mapushaneler olduğu ulusal uluslararası kurumlarca vurgulanırken AKP-MHP salgın dönemini fırsat bilerek kendi yandaşlarını kapsayacak özel af çıkardı.

Başta politik mapuslar olmak üzere yüzbinlerce mapus cezaevlerinde ölüme terk edildi. Aralarında gazeteciler, öğrenciler, insan hakları savunucuları, 65 yaş üstü tutsaklar, hasta tutsaklar, çocuklu kadınlar ve Kürt siyasetçiler büyük bir ayrımcılığa tabi tutuldu. Bu dönemde 3 ağır hasta tutsak tahliye edilmeyerek bu süreçte yaşamını yitirdi. Yüzlerce mahpus da korona virüse yakalandı.”

EN AZ 70 KADIN ÖLDÜRÜLDÜ

Dede’den sonra söz alan Filiz Kerestecioğlu, salgın sırasında Kürt düşmanlığı ekseninde işlenen diğer ihlalleri şöyle aktardı:

"Salgında evlere kapanmak, birçok kadın için ev içi şiddet riskinin artması demekti. Salgının başından itibaren bu riske dikkat çekmemize rağmen, iktidar bu durumla ilgili hiçbir önlem almadı, kadınlar zaten zor bela ulaşabildikleri desteklere de ulaşamadı. Üstelik bir kamu spotu dahi yayınlamadığı gibi iktidar, bir de 6284 sayılı Kanun kapsamında erkeklerin evden uzaklaştırılması kararına kısıtlama getirmeye kalktı. Bu da yetmedi! İnfaz Yasasıyla şiddet failleri hiçbir tedbir alınmadan serbest bırakıldı; kadınlar ve çocukların başına musallat edildi. Bu üç aylık dönemde basına yansıyan haberlere göre en az 70 kadın erkekler tarafından öldürüldü, çok daha fazla kadın şiddete maruz kaldı.

KÜRT VE GÖÇMEN KADINLAR

Yalnızca erkek şiddeti değil, ev içi bakım sorumluluklarının kadınlar üzerine yıkılması, ilk işten çıkarılanların kadınlar olması gibi başka pek çok nedenle bu süreç kadınlar için çok daha sert yaşandı. Yani, bu ülkede kadın olmanın zorluğuna bir de işçi olmak, Kürt olmak ya da göçmen olmak eklenince ayrımcılıkların etkisi de çok daha büyük oluyor. Örneğin, anadilde sağlık hizmeti sağlanmadığı için, çok dilli hizmet veren belediyelerimize de kayyım atandığı için anadili Türkçe olmayan kadınların, Kürt kadınların ya da göçmen kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanması pandemi döneminde çok daha zorlaştı.

Kadın siyasetçilere ve kadın örgütlerine yönelik saldırılar pandemi döneminde de devam etti. Kürt illerinde devletin yapmadığını yapıp şiddete uğrayan kadınlara destek olan, kadın haklarını savunan Rosa Kadın Derneği üyeleri ve pek çok TJA aktivisti kadın gözaltına alındı, tutuklandı. Belediyelerin kadın merkezleri kapatıldı, erkek müdürler atandı, eşbaşkanlık sistemi, belediyenin öncü olduğu kadın kooperatifi bile suç unsuru sayıldı. Hatta 8 Martlara katılmak bile.

baskılara rağmen, bizler mücadeleye devam ettik, örneğin Kars Belediyemiz bir kadın danışma merkezi ve kadınlar için destek hattı açtı. Yine Silopi Belediyemiz Alo şiddet hattı açtı. HDP Kadın Meclisi olarak kadın kazanımlarına dönük saldırılara karşı “Kadın Mücadelesi Her Yerde” kampanyasını başlattık.

HDP’LİLER HAKKINDAKİ FEZLEKELER

Pandemi döneminde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Parlamenterler Bürosunca hazırlanan fezlekelerin Meclis Başkanlığına gönderilmesine de devam edildi. Hiç durmadılar fezleke göndermekten vazgeçmediler. 11 Mart - 30 Haziran’ı kapsayan 3 buçuk aylık raporlama dönemimizde toplam 93 fezleke TBMM Anayasa/Adalet Karma Komisyonuna gönderildi. 93 fezlekenin 84’ü HDP’li vekiller için hazırlanmıştı.

Haftalarca kapalı olan TBMM Genel Kurulu’nun açıldığı ilk hafta DTK Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili Leyla Güven, Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları ve CHP’li Enis Berberoğlu hakkındaki yargı kararları okundu.

PROTESTO HAKKINA DA SAYGI GÖSTERİLMEDİ

Vekillikleri düşürüldükten sonra gözaltına alınan Leyla Güven ve Musa Farisoğulları tutuklandı. Leyla Güven 10 Haziran’da tahliye edildi. Anayasa Mahkemesine Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın milletvekilliğinin düşmesine yönelik kararın iptali için yaptığımız başvuru ise reddedildi. Bu sırada, Valilik Hakkari’de toplantı ve gösteri yürüyüşleri, stant açma, çadır kurma ve oturma eylemlerini 15 gün süreyle yasakladığını duyurdu, Diyarbakır İl Binasında yapılan basın açıklamasına ise polis saldırdı. Yani iktidar, halkın iradesine göstermediği saygıyı, protesto hakkına da göstermedi.

90’LI YILLARIN POLİTİKALARI TEKRAR EDİLDİ

Bu dönem savaş politikaları hız kazandı. İktidarın bölgede yürüttüğü savaş politikası da değişmedi. Kürt yurttaşların yaşadığı bölgelerde sokağa çıkma yasakları, özel ve askeri güvenlik bölgesi ilanları, ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazılamaları, yok edilen ormanlar, helikopterler tarafından taranarak öldürülen büyükbaş hayvanlar, mezralarda hayvan otlatmak, ot toplamak isteyen yurttaşların engellenmesi, hatta evlerin basılması ve “Bize teröristlerin yerini göstereceksiniz” denilerek insanlara işkence edilmesi 90’lı yıllarda uygulanan politikaların iktidar tarafından tekrar edildiğini bize bir kez daha gösterdi.

SİVİL YERLEŞİM ALANLARI BOMBALANDI: 10 GÜNDE 9 SİVİL HAYATINI KAYBETTİ

Diğer yandan, Federe Kürdistan Bölgesine yönelik askeri operasyon başlatıldı ve sivillerin yaşadığı yerleşim yerleri bombalandı. Basına yansıyan bilgilere göre bu harekatta, sadece 17 - 27 Haziran arasında en az 9 sivil hayatını kaybetti.

EĞİTİME ERİŞİM SORUNU

Salgından derinden etkilenen alanlardan biri de eğitim alanıydı, çocuklar ve gençlerdi. Uzaktan eğitim uygulaması, hem aileleri hem öğretmenleri hem de öğrencileri zorladı. Ama hiç̧ kuşku yok ki bu süreçte en dezavantajlı gruplar uzaktan eğitime erişim sorunu yaşayan yoksullar, engelliler, mülteciler, anadili Türkçe olmayanlar oldu.

Bu sorunları en derinden yaşayan gruplardan biri de Kürt illerinde yaşayan çocuk ve gençlerdi. Örneğin; Diyarbakır’da EBA’ya giriş̧ yapan öğrencilerin oranı yüzde 20’yi geçmedi. Mevsimlik tarım işçilerinin çocukları bu dönemde de yine sistematik bir şekilde eğitim haklarından mahrum bırakıldılar. Çocuklara sokağa çıkma yasağı olduğu dönemde bile bu çocukları istisna sayıldı.

6 KİŞİ KÜRT KİMLİĞİ NEDENİYLE HAYATINI KAYBETTİ

Başta Kürt illerinde olmak üzere çocukların ve gençlerin maruz kaldığı ayrımcılık ve şiddet hız kesmeden devam etti. Bu süreçte 6 çocuk/genç̧ Kürt illerinde ya da Kürt kimliği nedeniyle, saldırıya uğrayarak, şüpheli şekilde, oynarken bulduğu cismin patlaması, kurşun isabet etmesi gibi sebeplerle hayatını kaybetti."

DEDAŞ ÜZERİNDEN KÜRT HALKI CEZALANDIRILDI

Raporun açıklanması ardından yeniden söz alan Dede, DEDAŞ üzerinden de Kürt halkının cezalandırıldığına dikkat çekti:

“Kürt illerinde hizmet veren Dicle Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (DEDAŞ), uygulamalarıyla hem gıda güvenliğini hem de halk sağlığını tehlikeye attı. DEDAŞ, kolluk kuvvetleriyle beraber, salgının en yoğun hissedildiği dönemde, borçları bahane ederek pek çok köyün tamamının elektriklerini kesti. Kesilen elektrikler nedeniyle su kuyuları çalışmadı, halk hijyenin böylesi önemli olduğu bu süreçte şebeke suyundan mahrum bırakıldı.

DEDAŞ üzerinden Kürt halkının cezalandırılması politikaları sonucu gıdaya en çok ihtiyaç duyulduğu, uzmanların kıtlık tehlikesini ısrarla vurguladığı bir dönemde Kürt çiftçisinin hasadı susuzluk nedeniyle tarlada yandı. Hayvanlar susuzluktan telef oldu, Tarım ve Orman Bakanlığı bitkisel üretimin geliştirilmesi programına önemli tarım merkezleri arasında yer alan Diyarbakır, Urfa ve Mardin'i dahil etmedi ve destekten mahrum bıraktı.

Bunların yanı sıra sınır ötesinde Rojava'daki tarım alanları top atışlarıyla ateşe verilerek tarladaki ürün harap edildi.”

DOĞA VE KÜLTÜR TALANI, RANT PROJELERİ

Dede şunları ekledi:

“Tüm başlıklarda ifade ettiğimiz gibi pandemi dönemini fırsat bilerek bir çok ihlale imza attı bunlardan biri de doğal ve kültürel alanların talanı oldu. Pandemi sürecinde doğal varlıkları ve kültürel zenginlikleri gözetmeden politika üreten ülkelerin iklim krizine ve salgınlara karşı daha kırılgan hale geldiği görüldü. Covid-19 salgını ekolojiye ilişkin politikaların gözden geçirilmesi için uyarı niteliğindedir. İklim krizi her geçen kirlenen betonlaşan kentlerde en başta yoksulları etkilemektedir.

Korona krizi doğayı, ekolojik dengeleri ve halkın yararını gözeten politikaları artık vakit kaybetmeden uygulamamız gerektiğini hatırlatmıştır. Ancak bu gerçekliğe rağmen AKP iktidarı pandemi döneminde birçok hukuksuz ÇED raporu çıkarmış, ÇED raporu alınmadan birçok projenin hayata geçirilmesine ön ayak olmuştur. Başta 12 bin yıllık geçmişi olan Hasankeyfi sular altında bırakan Ilısu Barajı olmak üzere birçok doğal ve kültürel alan, HES projeleri ve çeşitli rant politikalarına iktidar tarafından kurban edildi."

İKTİDAR BİZİMLE KAVGASINI VARLIK YOKLUK KAVGASINA DÖNÜŞTÜRDÜ

Filiz Kerestecioğlu da yeniden söz alarak şunları ifade etti:

“Bu üç ayda Kürt halkına ve partimize yönelik ihlalleri bir arada gördüğümüz bu rapor, iktidarın bizimle olan kavgasının artık bir varlık yokluk kavgasına dönüşmüş olduğunu teyit ediyor. Yani, iktidarın 15 Temmuz sonrasında MHP ile kurmuş olduğu koalisyonu ayakta tutabilmesinin yolu açık ki, Kürt düşmanlığından geçiyor. Nasıl ki 15 Temmuz öncesinde Gülen Cemaatiyle ortaklıklarında en kolay uzlaştıkları konu Kürtlere ve muhaliflere yönelik devlet baskısı ise, bugünkü ortaklarıyla da en iyi bu konuda anlaşıyor. 15 Temmuz’dan önce ne vardı? KCK operasyonları. 15 Temmuz’dan sonra değişmeyen ne? KCK operasyonları. Kumpas davaları arasında sayılan KCK davası devam ediyor. Şimdi terörist ilan edilmiş hakimlerin savcıların inşa ettiği davalarda yargılanan yoldaşlarımız hala hapiste. 15 Temmuz’dan önce siyasi baskı amacıyla kullanılan davalar, gömlek değiştirmiş hakimler, savcılar ve aslında bizzat iktidar tarafından devralınmış durumda.

Bizler bugün bu insan hakları ihlallerini belgelemenin ve kamuoyuyla paylaşmanın önemine inanıyoruz. Demokratik, eşit, özgür ve barışçıl bir ülkeyi geçmişten aldığımız derslerle birlikte yaratma umudunu dün yitirmediğimiz gibi bugün de yitirmeyeceğiz.”