Irak’taki güç mücadelesi ve sonuçları

ABD ve İran’ın Irak sahasında devam eden güç mücadelesinin tarihsel arka planı ve vardığı düzey, daha da derinleşip bölgesel güçleri de içine alarak devam edeceğini gösteriyor.

Irak’ta yaşanan kriz ve kaos, ABD’nin İran’ın Kudus Gücü Komutanı Kasım Süleymani ile Irak’taki Haşdi Şabi’nin ikinci komutanı Ebu Mehdi Mühendisi’yi öldürmesinden sonra daha da derinleşti. Yaşanan sorunların tarihsel ve toplumsal temelleri ile Irak üzerinde egemenlik mücadelesi veren güçler arasındaki çelişkilerin keskinleşmiş olması, çatışma düzeyine varması, olası gidişat konusunda bazı ipuçlarını veriyor. Bu çelişkilerin iç siyasete yansımaları, iç siyasette parçalanmışlığı daha da derinleştireceği görülüyor. Daha şimdiden bunun nüveleri ortaya çıkmaya başladı.

TARİHSEL ARKA PLAN

Irak’ın idam edilen diktatörü Saddam Hüseyin, Şiiler ile Sünniler, Kürtler ile Araplar arasında ciddi çelişkiler yaratarak sistemini Sünniler üzerine kurmuştu. Şiiler ile Kürtleri tarihte eşi benzeri görülmeyen baskılarla karşı karşıya bırakmıştı. Şiilere önderlik edenleri sokak ortasında kurşuna dizerek göz dağı vermişti. Bunlardan biri de Mukteda El Sadr’ın babası Muhammed Muhammed Sadık Sadr’dı. Bazılarını da idam ederek Şiileri öncüsüz bırakmak istiyordu. Bunlardan biri de Muhammed Bakr Sadr’dı. O da Mukteda El Sadr’ın kayınbabasıydı.

Kürtlere karşı kimyasal silah kullanarak büyük katliamlar yapmıştı. Halepçe bunun en bariz örneğiydi. Onun da Behdinan ve Süleymaniye, Qendil, Xakurkê ve diğer dağlık bölgelerde yüzlerce köy ile birçok kasaba, nahiyeyi yerle bir etmişti. Kürtler bu soykırımdan kurtulmak için Bakurê Kurdistan, Rojhilat ve az sayıda da Rojava’ya geçerek korunmaya çalışmış, daha sonra fırsat bulunca Saddam’a karşı mücadele etmişti.

ABD’NİN IRAK’A MÜDAHALESİ

ABD, Irak’ın 1990’lı yılların başında Kuveyt’e girmesi üzerine Saddam Hüseyin’i devirme girişiminde bulundu. 1990’ın sonlarına doğru başlayan müdahale, 2003’te Saddam Hüseyin’in devrilmesiyle son buldu. ABD, Irak’a yerleşti. Özel temsilci atayarak Irak’ı bizzat kendisi yönetmeye başladı. Kürtlere 36/42 Paralel arasında belirlediği sınırlar içinde özerk bir alan oluşturdu. Böylelikle aslında Başûrê Kurdistan Kürtlerini bir biçimde yanına aldı.

Iraklı Sünniler eski Saddamcılar olarak kendisini örgütleyip ABD’ye karşı mücadele etmeye başladıklarını ilan etti. DAİŞ ve Irak’ta türemeye başlayan birçok El Kaide grubu bunun sonucunda ortaya çıktı.

Şiiler, Arap Şiiler olarak kendilerini örgütleyip ABD’ye savaş açtı. Bu Şiilere öncülüğü, henüz çok genç olmasına rağmen Mukteda El Sadr yapıyordu. Sadr, kurduğu Mehdi Ordusu ile ABD’ye karşı Bağdat ve çevresi ile Basra, Babil, Zikkar, Mussena, Missan, Necef ve Kerbela’da savaşmaya başladı. Mehdi Ordusu ve Mukteda El Sadr, ABD’yi işgalci ilan etti, Irak’ı işgal etmelerini kabul etmeyeceklerini açıklayarak, ABD Irak’tan çıkarılana kadar mücadele edeceklerini söylüyordu.

ABD’nin Irak özel temsilcisi Zalmay Halilzad ile Irak’ın sömürge valisi gibi hareket eden Paul Bremer döneminde hazırlanan yeni Irak anayasası 2005’te kabul edildi. Kabul edilen anayasada yönetim erki Irak’ın temel bileşenleri olan Şiiler, Sünniler, Kürtler arasında bölüştürüldü.

Anayasanın kabul edilmesinden sonra seçimlere gidildi. Irak’ta bundan sonra yönetimler seçimle başa gelecek, seçimle gidecek denildi. Muktada El Sadr’ın yandaşları farklı listelerle seçimlere katıldı. Ancak Mehdi Ordusu ile de ABD’ye karşı savaşmaya devam ediliyordu.

İRAN’IN GÜÇLENMESİ

Irak’ta Saddam Hüseyin’in ABD tarafından devrilmesinin ardından kabul edilen yeni anayasa ile yapılan devlet kurumlarının paylaşımı, en fazla İran’a yaradı. Paylaşıma göre başbakanlık Şiilere verilmişti. Şiilere düşen başbakanlık üzerinden İran çalışmalar yürüttü. İran yanlısı ve çok eskiden kurulan Dava Partisi aktif hale gelmişti. Yapılan seçimlerde az oy alsa bile başbakanlık görevi Şiilere verildiği için İran yanlısı birileri getiriliyordu. İran politikalarına ters düşmesi durumunda başbakanlığı fazla uzun ömürlü olmuyordu.

ABD ise zaten Irak’ın bir bölümüne yerleşmişti ve Sünniler ile Kürtler üzerinden, bir de Şiiliğin merkezinin Necef olduğu, İran’ın Kum kentine sonradan taşındığı, Iraklı Şiilerin dini liderlerini kendilerinin seçmesi gerektiği; Arap Şiiler ile Fars Şiilerin ayrı olduğu gibi argümanlarla çelişkiler yaşayan kesimlere yatırım yaparak Irak’ta tutunmaya çalışıyordu. Ancak Mukteda El Sadr genel sorumluluğundaki Mehdi Ordusu, Şii bölgelerin tamamı ile başkent Bağdat’ta savaşı sadece ABD’ye karşı değildi. ABD ile uluslararası koalisyon içinde yer alan tüm güçlere karşı savaşıyordu. Mehdi Ordusu en sert çatışmaları Basra’da İngiltere askerlerine karşı verdi.

ZAFER VE İÇ SORUNLAR

Basra, Kerbela, Necef, Bağdat başta olmak üzere ABD ve uluslararası koalisyon güçleri ile Mehdi Ordusu arasında çok şiddetli çatışmalar oldu. En şiddetli çatışmalar, 2011’de Basra’da yaşandı. Bir günde Mehdi Ordusu’ndan 700 kaybın bile verildiği oldu. Ancak ABD ve uluslararası koalisyon güçleri buna rağmen Mehdi Ordusu’nun etkili olduğu alanlardan çekilmeye başladı. Mehdi Ordusu, Bağdat’ta büyük bir askeri gövde gösterisi ile zaferini ilan etti. Zaferden kısa süre sonra Mehdi Ordusu içinde bazı sorunlar kendisini göstermeye başladı. Sorunların başında Mehdi Ordusu’nun Resmi Sözcüsü, şimdiki İran yanlısı Asaib Ehlil Hak grubunun sorumlusu Qeys Xez Ali ile Mukteda El Sadr arasında yaşanıyordu. Mukteda El Sadr, Qeys Xez Ali’yi Mehdi Ordusu içinde başka bir grubu oluşturmakla suçluyordu.

Qeys Xez Ali, 1974’te Bağdat’ın Medinetl Sadr semtinde doğmuş. Çocukluk yıllarından itibaren Mukteda El Sadr’ın babası Muhammed Muhammed Sadık Sadr’ın öğrenciliğine başlar. Sadr’ın babası Saddam Hüseyin tarafından katledilene kadar devam eder. Sadr ile Mehdi Ordusu’nun kurucuları arasında yer alır. 2011’e kadar da resmi sözcülüğünü yapar.

ARAP DÜNYASININ AYAKLANMASI

Arap dünyasında 2011’in başlarında önemli gelişmeler yaşanmaya başladı. Arap yarımadasındaki ülkeler uzun yıllardır kendilerini yöneten diktatörlerine karşı ayaklandı. Tunus’ta başlayan bu ayağa kalkış, sırasıyla Mısır, Libya, Suriye’ye sıçradı. ABD, Rusya ve AB ülkeleri ile başta Türkiye ve İran olmak üzere bölgesel güçler, bu ayağa kalkışı kendi lehlerine dönüştürmek için politika izlemeye başladı. Tunus, Mısır ve Libya’da Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e yatırımı ile Müslüman Kardeşler’e dayalı bir sistem oluşmak üzereydi.

MÜSLÜMAN KARDEŞLER ŞERİDİNE MÜDAHALE

O yüzden ayaklanma Suriye’de tıkatıldı. Mısır, Tunus ve Libya’ya müdahalede bulunuldu. Suriye’deki durum ise bir iç savaşa dönüştürülüp sürdürüldü. Böylelikle Türkiye ve Erdoğan’ın desteği ile oluşmak üzere olan Müslüman Kardeşler şeridi durdurulmaya çalışıldı.

İran ise kendi Şii Hilali’nin oluşturma çizgisi doğrultusundaki faaliyetlerini Kudus Gücü üzerinden devam ettiriyordu. Erdoğan, Müslüman Kardeşler ile Kürtlerin imhası üzerinden bölgesel bir iktidar peşinde koşarken, İran da Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve daha birçok yerdeki güçleri ile etki alanını genişletmek istiyordu. Türkiye, Müslüman Kardeşler’e kurdurduğu gruplarla amacına ulaşmak isterken, İran ise Irak, Suriye, Lübnan, Yemen’de kendisine bağlı ve uzun yıllar önce oluşturduğu gruplar üzerinden hedefine ulaşmak istiyordu. ABD Irak’ta zaten belli ölçüde vardı. Kuzey-Doğu Suriye topraklarına da DAİŞ ile mücadele adı altında giderek Türkiye ile çelişkili/çatışmalı, İran ile çatışma üzerinden kurulu bir strateji ile sahada egemenliğini arttırmaya çalışıyordu.

Rusya, Libya’dan Suriye’ye açıktan sahaya inerek, bölgede etkisi kalan tek ülke olan Suriye’de de kaybederek bölgeden çıkmamaya çalışıyordu. Bu durum ister istemez Irak’ı da çok yakından ilgilendiriyordu.

Türkiye’nin Mısır, Tunus, Libya ve Suriye’de yatırım yaptığı Müslüman Kardeşler ve El Kaide’ye bağlı grupların maskesi kısa süre içinde düştü. Özellikle Türkiye’nin Suriye’de yatırım yaptığı çetelerin hepsi kısa sürede deşifre oldu. Türkiye’nin yatırım yaptığı çetelere Türkiye üzerinden AB ülkeleri ile Katar, Suudi Arabistan ve ABD’de destek veriyordu.

DAİŞ’İN SAHAYA SÜRÜLMESİ

Türkiye’nin çetelerinin maskesi düşünce ABD’nin Irak’a müdahalesinden sonra ortaya çıkan DAİŞ palazlandırılarak sahaya sürüldü. DAİŞ, 2013’te aktif hale getirildi. Suriye ve Irak’ta harekete geçirildi. Suriye’de özellikle de Kürt bölgelerine sürüldü. Irak’ta ise Şii, Êzîdî ve Sünni olmayan kesimlere karşı Sünnilerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerde palazlandırılarak harekete geçirildi. Bu proje, Türkiye’de üretildi. Türkiye’deki Tarık Haşimi tarafından oluşturulup harekete geçirilen bir projeydi.

DAİŞ’İN IRAK’TA BÜYÜMESİNİN İRAN’A ETKİSİ

DAİŞ, 2014’te zirveye çıkartıldı. Kuzey-Doğu Suriye toprakları ile Rojava’ya yönelik saldırılarını aralıksız bir şekilde sürdürdü. Irak’ta da harekete geçirilen DAİŞ birçok yeri Irak ordusundan aldı. Musul, Tikrit, Diyala, Kerkük’ün birçok ilçesi ile Şengal, Zumar gibi yerlerin tamamını işgal etti. DAİŞ bu bölgelere saldırırken Irak ordusu bu şehirler, kasaba ve ilçelerin birçoğunu hiç direnmeden terk etti. DAİŞ’in bu saldırıları üzerine dönemin İran yanlısı Şii İran Başbakanı Nuri El Maliki istifa etmek zorunda kaldı. DAİŞ saldırıları ve ardından Nuri El Maliki’nin istifası, Irak’ta İran’ın mevzi kaybetmesi anlamına geldi. Nuri Maliki’nin istifasından sonra Haydar Abadi, Başkan oldu.

ŞİİLERDEKİ İRAN ÇELİŞKİSİ

Başbakan olan Haydar Abadi, Amr Hekim, Mukteda El Sadr’a daha yakın duruyordu. Her ne kadar Nuri El Maliki’nin başkanı olduğu Dava Partisi içinde yer alsa da her şeyi ile İran’a yakın görünmüyordu. Haydar Abadi’nin yakın durduğu Şii Cephesi liderleri ve Şiiler kendilerini Iraklı ve Arap Alevi olarak kabul ediyor. Şiiliğin merkezinin de Kum değil, Necef olduğunu, çok sonradan İran tarafından Kum’a taşındığını söylüyor. Ayrıca Arap Alevilerin dini otoritesinin İran tarafından değil, Iraklı Arap Şiiler tarafından belirlenmesi gerektiğini söylüyor. Bunun için İran ile ciddi bir itilaf yaşıyorlar. Irak’taki İran yanlısı Nuri Maliki, Hadi Amiri, Ebu Mehdi Mühendis, Xeys Xez Ali’den ayrışıyorlar. Muktada El Sadr, Amr Hakim, Haydar Abadi ve onların çevresinin İran için ileri sürdüğü iddialar aynı zamanda İran’ın Irak’taki etkisini gösteriyor. Karşı çıktığı hususlar aynı zamanda, İran’a karşı olan tutumlarını gösteriyor.

Haydar Abadi, Başbakan olduktan sonra destek alarak iktidara geldiği ve biraz da İran karşıtı olan ekibin başarısı için bir hamleye hazırlandı. Bu hamle de DAİŞ’e karşı verilecek mücadele olarak belirlendi. İktidara geldikten bir yıl sonra DAİŞ’in ele geçirdiği başta Musul olmak üzere Irak topraklarını geri almak için çalışmalar yürütmeye başladı.

İRAN’DAN HAŞDİ ŞABİ HAMLESİ

Irak’ta İran yanlısı parti ve siyasetçilerin zayıflaması, Irak ve Arap Alevi olduğunu söyleyen biraz da İran’a mesafeli duran ekip kendisini daha da güçlendirmek için Başbakan Haydar Abadi öncülüğünde DAİŞ’e karşı bir operasyon yapma planı yaparken, İran ve Irak’taki İran yanlısı ekipten yeni bir hamle yapıldı. Bu hamle de ağırlıklı olarak Şiilerden oluşan Haşdi Şabi güçlerinin örgütlendirilmesiydi. Bu hamle, Irak topraklarının büyük bir bölümü başbakanlığı döneminde hiçbir direniş göstermeden DAİŞ’e kaptıran İran yanlısı Nuri Maliki’den geldi. Nuri Maliki, 13 Mart 2014’te resmen Haşdi Şabi güçlerinin oluşturulması için girişimde bulundu. Bu girişim, Iraklı Şii Dini Lider Seyit Ali Sistani’nin de fetvası ile destek buldu ve Haşdi Şabi güçleri oluşturuldu.

HAŞDİ ŞABİ BİR ÇATI GİBİDİR

Haşdi Şabi, Türkçe adıyla Halk Seferberlik Güçleri, çoğunlukla Şiilerden 100’ün üzerinden gruptan oluşuyor. Haşdi Şabi içinde İran’a yakın olduğu belirtilen 40’ın üzerindeki gruptan söz ediliyor. İsimleri de şu şekilde sıralanıyor:

Bedir Tugayları: 1990’lı yıllarda kuruluyor. İlk komutanı Ebu Mehdi Mühendisi’nin öldürülmesinden sonra Haşdi Şabi güçleri ikinci komutanlığına getirilen Ebu Ali Basri’dir. Ebu Ali Basri’den sonra 1998’de Ebu Mehdi Mühendisi komutanlığına getiriliyor. Şimdiki komutanı ise Hadi Amiri’dir.

Asaib Ehl el Hak: Bu grubun komutanı Xeys Xez Ali’dir. 2003’te Mehdi Ordusu’nun kuruluşunda yer alarak Muktada El Sadr ile hareket eder. 2011’e kadar Mehdi Ordusu’nun resmi sözcülüğünü yapar. Muktada El Sadr ile 2011’de yaşadığı çelişkiden ötürü Mehdi Ordusu’ndan ayrılır. 2014’te Haşdi Şabi kurulunca bu grubuyla Haşdi Şabi içinde yer alır.

Diğerleri: Ketaib Hizbullah, Hareket el Nuceba, Ketaib İmam Ali, Ketaib Seyyid el Şuheda, Ketaib Cund el İmam, Liva el Muntazar, Seraya Aşura, Liva Kerbela, Liva Ali el Ekber, Seraya el Cihad, Fırka Abbas el Kıtaliyye, Ebu Fadl el Abbas, Hareket el Abdal, Liva Ensar el Merciyye, Salahaddin Tugayı, Kerkük Haşd, Kuvvet Ahrar el Irak, Fursan el Cubur, Liva Muntazir, Ceyş el Muammel, Liva el Tafuf, Kuvvet el Şehid el Sadr, Seraya Horasani, Liva el Taf, Seraya Ensar el Akide, Fırka İmam Ali el Kıtaliyye, Kuvvet Ahrar el Irak ve Kuvvet el Şehid el Sadr.

TÜRKİYE’NİN HAŞDİ VATANİ HAMLESİ

Türk devleti de Kürtler üzerinden geliştirdiği siyaset, Irak’ın petrol sahası olarak bilinen Musul ve Kerkük’ü topraklarına katmak, Irak’ta Başûrê Kurdistan başta olmak üzere büyük bir bölümünü kendi toprakları olarak gördüğü için İran ile Irak üzerinde bir egemenlik mücadelesi veriyordu. O yüzden Haşdi Şabi kuruluşundan kısa bir süre sonra Haşdi Şabi’ye karşılık Irak’ta Şiilere karşı geliştirdiği katliamlar ile suçlanan, bundan ötürü idamla yargılanan ve tutuklanmak üzereyken Ankara’ya kendisini atmayı başaran Tarık Haşimi ve Musul’u DAİŞ’e teslim ederek Ankara’a giden Esil Nuceyfi ile bir plan yaptı. Plan, Haşdi Şabi’ye karşılık Sünnilerden oluşan Haşdi Vatani adında paramiliter bir güç oluşturmaktı. Bunun için Federe Kürdistan yönetimiyle yaptığını iddia ettiği bir anlaşma sonucu Musul ve Şengal’e yakın olan Başika’ya güç gönderdi. Buraya gönderilen güç, Haşdi Vatani adını verdikleri paramiliter çete grubunu oluşturacaktı. Bu tehlikeli plan, Haydar Abadi’nin gündemine girdi. Abadi, Erdoğan’dan işgalci güçlerini çekmesini istedi. Çekmemesi durumunda güç kullanmaya kadar varan birçok girişimde bulunacaklarını açıkladı. Türkiye ise Federe Kürdistan yönetimiyle yaptıkları bir anlaşmadan elde ettikleri hakla pêşmerge ve askeri güçleri eğitmek için orada olduklarını ve çıkmayacaklarını söylüyordu. Eğitiyoruz dedikleri askeri güç ise paramiliter ve çete gruplarıydı.

Zamanla İran ile Suriye ve Kuzey-Doğu Suriye üzerine varılan anlaşamadan ötürü Erdoğan bu çete gruplarının eğitiminden ve Haşdi Vatani gücünü oluşturmaktan vazgeçtiği izlenimini vermeye başladı. Ancak gerçek o değildi. Oluşturduğu çete grupları DAİŞ ile hareket ederek Musul ve çevresi ile Kerkük’te İTC (Irak Türkmen Cephesi) adıyla resmileştirildi.

DAİŞ lideri Bağdadi’nin öldürülmesinden sonra DAİŞ’in başına geçen Muhammed Abdul Rahman el Mewli el Selbi’nin kardeşinin Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilci Yardımcısı Adil Selvi olması, DAİŞ ile TC, DAİŞ ile İTC ve DAİŞ ile Haşdi Vatani arasındaki ilişkiyi doğruluyor.

DAİŞ ÜZERİNDEN HAKİMİYET MÜCADELESİ

Haydar Abadi, bir yandan İran ve İran yanlısı Irak’taki Şiilerin, öte yandan Türkiye’nin Haşdi Vatani adıyla yaptığı bu hamlelere karşı konumunu güçlendirmek için ABD ve Uluslararası Koalisyon ile DAİŞ’e karşı operasyon yapmayı planladı. 10 Haziran 2014’ten itibaren DAİŞ’in elinde olan Musul ve diğer bölgeleri kurtarmak için hazırlanan bu plan, 2015 başından itibaren konuşulmaya başlandı. 2015’in yazında gerçekleşmesi beklenen Musul operasyonu, Ramadi'nin kaybedilmesi, Irak Ordusu ve milislerin beklenen ilerlemeyi kaydedememesi sonucu 2016’ya kadar ertelendi. 17 Ekim 2016’ya kadar ertelenen operasyon, Irak Başbakanı Haydar el-Abadi'nin saat 01.40 sıralarında devlet televizyonundan yaptığı basın açıklamasıyla başladı. Operasyona, pêşmerge ve ABD topçu birliklerinin yanı sıra Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Başika Kampı'nda eğittiği Ninova Muhafızları da katıldı. Türk devletinin Başika kampında eğitti denilen Ninova Muhafızlar, DAİŞ’e Musul’u teslim eden Esil Nuceyfi tarafından kuruldu. Bir süreye kadar da komutanlığını yaptı. Irak’ta hakkında tutuklama çıkınca Türkiye’ye kaçtıktan sonra bu grubun adı Ninova Bekçileri olarak değiştirildi. Başına da Esil Nuceyfi’nin oğlu Abdullah Nuceyfi getirildi.

Musul operasyonunda Irak üzerine hakimiyet mücadelesinde olan ABD, İran ve Türkiye yer aldı. Türkiye, KDP ile anlaşmalı olduğu için pêşmergenin yer alması ve bir de Başika’da eğittiği paramiliter çete grubu Ninova’nın Muhafızları adındaki grupla yer aldı. İran kendisine bağlı 30 civarındaki Haşdi Şabi içinde yer alan grupla yer aldı. ABD ise kendi gücü ve Uluslararası Koalisyon güçleri ile yer aldı. 2017’nin ortalarına kadar devam eden operasyonla Bakuba, Diyala, Ambar, Tikrit, Telafer en son Musul ve şehirlere bağlı binlerce köy, onlarca ilçe ve kasaba DAİŞ’ten geri alındı. Suriye sınırına yakın bazı bölgeler, Kerkük, Musul ve diğer şehirlere bağlı bazı köyler ile ilçe ve kasabalar DAİŞ’in elinde kalmış olsa da operasyon büyük oranda tamamlandı. Haydar Abadi, operasyonla kısmen de olsa konumunu güçlendirdi.

İran ile ABD arasındaki çelişkiler ve bu çelişkilerin en yoğun yer yer çatışmalı da olsa sürdüğü Irak’ta, her ikisi arasında bir dengeyi tutturarak siyaset yapmak o kadar kolay değildi. Bu, Haydar Abadi’nin en büyük açmazlarından biriydi. Ona rağmen kısmen de olsa diğer rakiplerine bir üstünlük sağlamıştı. Irak’ta hakimiyet mücadelesi sürdüren ABD, İran ve Türkiye ile her üç güce bağlı grup ve güçler bu operasyonda yer aldığı için denge korundu. Ancak her üç güç de birbiriyle ilişki, çelişki diyalektiği içinde bu mücadeleyi sürdürüyordu.

REFERANDUM DENGEYİ BOZDU

Bu hassas ve her an değişkenlik gösterme ihtimali olan dengenin sürdüğü bir dönemde Federe Kürdistan Başkanı Mesud Barzani tarafından alınan ve tarihi de belirlenen ‘Bağımsızlık Referandumu’ tartışmaları sürüyordu. ABD, BM ve uluslararası güçler referandumun yapılmaması için girişimlerini sürdürüyordu. ABD ve BM, referandumun iki yıl sonraya ertelenmesi, merkezi hükumetle yaşanan sorunların çözülmemesi durumunda kendi gözetimlerinde bir referanduma gidilmesi gibi bir öneri sunarak garantörlüğünü de üslendi. Rusya’nın tam da o dönemde devreye girerek Başûr yönetimi ile petrol anlaşmasını yapmasından güç alan KDP referandumdan vazgeçmedi. Referandum belirlenen 26 Eylül 2017’de yapıldı. Referandumun ardından Kürdistan’ı sömürgesinde tutan İran, Irak ve Türkiye, aralarındaki tüm çelişkileri dondurarak, referandumu geçersiz saymak için ittifak yaptı. Birkaç ay önce Türkiye’nin işgal güçlerinin Başika’dan çıkmaması durumunda güç kullanacakları şeklinde açıklamalar yaparak Türkiye’yi tehdit eden Başbakan Haydar Abadi’nin talimatı ile Türkiye ve Irak ordusu Başûr sınırında tehdit amaçlı bir tatbikat yaptı. İran, sınır kapılarını kapattı. Irak, Başûr havaalanlarının uluslararası ve iç hat seferleri için kapattı. Irak hükümeti, 16 Ekim’de referandumu gerekçe yaparak tartışmalı bölgelere saldırdı. Bir gecede tartışmalı bölgelerin tamamını işgal etti. Irak, ordusu ve ordusunun en aktif gücü olan Haşdi Şabi güçleri ile saldırdı. Bu, ABD’nin uzun yılardır Irak’ta, İran’ı sınırlandırmak için yürüttüğü mücadelenin tersine bir durumu beraberinde getirdi. İran, Haşdi Şabi grupları ile daha önce hemen hemen hiçbir etkisinin olmadığı başta Kerkük olmak üzere birçok alana girdi. Böylelikle İran, Irak geneline yayılmış oldu. Bunun yanı sıra İran, Irak ve Türkiye’nin referanduma karşı aralarındaki çelişkileri dondurarak referandum gerekçesi ile Kürtlere karşı eski ittifaklarına dönmesi, var olan ve her an değişkenlik gösterebilen dengeyi bozdu.

ABD BİR HAMLE YAPMAK ZORUNDAYDI

Denge, ABD’nin aleyhine, İran’ın ise lehine bozulmuştu. ABD’nin sınırlandırmak istediği İran’ın, Irak’ın tüm alanlarına dağılacak şekilde yayılması, ABD’yi Irak’ta daraltıyordu. O yüzden ABD’nin yeni bir hamle yapması gerekiyordu. ABD, yeni hamleye hazırlanırken, 12 Mayıs 2018’de Irak Parlamentosu seçimleri yapıldı. Parlamento seçimlerinde İran yanlısı Şii gruplar azımsanmayacak bir sonuç elde etti. ABD ile doğrudan bir politika izlemese de İran’a mesafeli durma politikasını izleyen, ABD ile İran karşıtlığında buluşan Şii gruplardan Sadr Hareketi dışındakiler istenen sonucu elde edememişti.

Bundan ötürü ABD, seçimlerden 6 gün sonra, yani 18 Mayıs 2018’de İran ile 2015’te yapılan Nükleer Enerji Anlaşması’ndan tek taraflı olarak çekilerek hamleyi başlattı. Bunu, ağırlaştırılmış ambargo kararları izledi. İlk ambargo kararlarının ardından 5 Kasım 2018’den itibaren İran’dan petrol alan ülkelerin petrol almaması şeklinde ambargoyu daha da ağırlaştırdı. Bu durum, ABD ile İran arasındaki gerginliği tırmandırdı.

ABD ile İran arasındaki çelişki ve bu çelişkilerin yansıması olarak Kürtlerin birbiri ile çelişkisinden ötürü cumhurbaşkanı seçilemiyordu. Şiilerin çelişkisinden ötürü başbakanın kim olacağı konusunda uzlaşma sağlanamıyordu. Başbakan belirlense bile bakanlıklarda yer alacağı kişiler üzerinde uzlaşma sağlanmıyordu. Sünnilerin kendi aralarındaki çelişkiden ötürü Parlamento Başkanı belirlenemiyordu. Irak, 12 Mayıs’ta seçim yapılmış olsa da Ekim’e kadar hükümetsiz ve yönetimsiz kaldı.

ABD ile İran arasında Ekim’in başında varılan zımni uzlaşmanın Irak içindeki güçlere yansıması sonucu önce Parlamento Başkanı seçildi. Ardından YNK’li Berhem Salih Cumhurbaşkanı oldu. Berhem Salih, seçildikten bir gün sonra bir iş insanı ve teknokrat olan Adıl Abdulmehdi’ye yeni hükumeti kurma görevini verdi. Ekim sonuna doğru Adıl Abdulmehdi hükumetini güven oyuna sundu. Abdulmehdi’nin kurduğu kabineden 8 bakan güvenoyu almadı. Bunun nedenlerinin başında ABD ile İran arasında yaşanan çelişkilerin, Irak’taki siyasi parti ve grupları yansıması geliyordu. Zira Adıl Abdulmehdi’nin güvenoyu almayan savunma, içişleri, adalet bakanlıkları başta olmak üzere diğer 5 bakanlık üzerine uzlaşma sağlanamıyordu. Abdulmehdi, İran’ın dayatması üzerine kendisine yakın ve Haşdi Şabi’nin birinci sorumlusu olan Falıh Feyyaz’ı içişleri bakanı yapmak istiyordu. Başta Muktada El Sadr olmak üzere İran’a mesafeli duran Amr Hekim’in Hikme Hareketi ve Haydar Abadi ile kendi listesi olan Nasr listesinde Meclis’e giren Şiiler karşı çıkıyordu. Adalet Bakanlığına YNK ile KDP, Kerkük ve diğer bölgeler üzerine yaşadıkları çelişkilerden ötürü seçilemiyordu. Savunma bakanı, Sünnilerin kendi aralarında yaşadıkları çelişkilerden ötürü belirlenemiyordu. Yaklaşık 8 ay sonra Adıl Abdulmehdi büyük uğraşlar ve grupların kendi aralarında zımni de olsa bir uzlaşma sağlamaları sonucu hükumetini tamamladı. Hükumetin tamamlanması Sadr’ın hükumet kurulmadan önceki şartlı desteğinin de sonuna geliyordu. ABD ile İran arasında yaşanan çelişki, gerginlik ve sorunların en çok yoğunlaştığı, sertleştiği bir döneme de geliyordu. Hürmüz Boğazı başta olmak üzere birçok yerde iki güç arasında yaşanan sorunlar, İngiltere ve diğer AB ülkelerinin dahil olduğu krizlere dönüştü.

SADR’IN SÜRESİ VE GÖSTERİLER

Sadr’ın ‘eğer istediğimiz politikaları izlemese dışarıdan destek verdiğimiz hükumeti yıkarız’ şartlı desteği için belirlediği bir yıllık sürenin dolmasına bir ay kala, başta Başkent Bağdat olmak üzere Arap Şiilerin yaşadığı Necef, Kerbela, Basra, Nasıriye, Divaniye, Missan, Mussena, Zikar’da halk, işsizlik, yoksulluk, hizmetsizlik ve yolsuzlukla mücadele edilmediği için hükumet karşıtı gösteriler başlattı. 1 Ekim’de başlayan gösterilerin 4. ayı dolmak üzere ve devam ediyor. Muktada El Sadr, hükumet karşıtı gösterilere iç siyasette etkili olmak için destek verdi. Sadr ile İran’a mesafeli olarak bilinen Amr Hekim, Haydar Abadi de destek verdi. Iraklı Şii Dini Lder Ali Sistani de göstericilere destek verenler arasında yer aldı. Sistani, yaptığı çağrılarda göstericilere zarar gelmemesi, ülkenin daha büyük bir kaosa sürüklenmemesi için göstericilerin taleplerinin yerine getirilmesini istiyordu.

Sadr, gösterileri kendi lehine çevirmeye uğraşıyordu. Zira gösteriler başlamadan kısa süre önce Adıl Abdulmehdi, İran’ın talebi ve dayatması üzerine yandaşı Haşdi Şabi sorumlusu Falih Feyyaz’ı içişleri bakanı olarak atamak istiyordu. Sadr buna karşı ‘ancak cenazelerimize basarak’ yapabilirler demişti. Abdulmehdi, Fayyaz’ı içişleri bakanı yapamayınca Haydar Abadi’nin görevinin son günlerinde Fayyaz’ı ulusal güvenlik danışmanlık görevinden almıştı. Abdulmehdi, Fayyaz’ı yeniden aynı göreve getirdi.

Gösteriler giderek şiddetlendi. Göstericiler, giderek daha fazla İran karşıtı sloganlar atmaya başladı. ABD, yaptığı açıklamalarla göstericilere destek verdiğini deklare etti. Gösterilerin 2. ayında Irak Başbakanı istifa etti. Ancak yerine hala bir hükümet kurulmadığı için geçici başbakan olarak görevini devam ettiriyor. Gösterilerin renginin biraz daha İran karşıtı olduğu açığa çıktı. Kriz daha derin ve köklüydü.

SÜLEYMANİ SONRASI KARTLAR AÇILDI

ABD ile İran arasında Irak üzerinden yaşanan çekişmenin köklülüğü 3 Ocak’ta İran’ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ile Haşdi Şabi sorumlularından Ebu Mehdi Mühendisi’nin Bağdat’ta öldürülmesi ile netlik kazandı. ABD’nin böyle bir şeyi yapması çok beklenmiyordu. Böylelikle iki güç, 40 yıl boyunca birbirlerine karşı vekil güçler kullanarak ya da ambargolar uygulayarak verdikleri mücadelenin sonuna geldi. Bundan sonra mücadele her iki gücün arasında ve çok açık bir biçimde yürüyecekti. Ancak bu durum, her iki gücün de vekil güç kullanmayacağı anlamına da gelmiyordu.

İRAN, TUTUMLARINI BELİRLEMELERİNİ İSTEDİ

İran, çok direkt olmasa da tamamı resmi ve yarı resmi olan basınında yer verdiği haber, analiz ve yorumlarla en başta Türkiye’den dolaylı bir dille tutumunu netleştirmesini istedi. ‘Devirim Muhafızları’na ait Farshaber ajansında Ali Haydar Haksal imzasıyla ‘Felaketin eşiği, Türkiye ne yapacak’ başlığıyla çıkan bir yorumda, Türkiye’nin tutumunu netleştirmesi istendi. Haksal, yorumunda Türkiye’nin bu krize dahil olduğu ve nasıl tutum alması gerektiğini şu ifadelerle anlatıyordu: “Bölgemizdeki karmaşa derinleşerek sürüyor. Suriye, Irak ve İran karmaşasına Türkiye de dahil. Zorunlu bir dahil oluş. Güneyimizde Suriye sorunu, terör, ABD emperyalizminin bitip tükenmeyen tuzaklarının ardı arkası kesilmiyor. Türkiye daraldığı zamanlarda bir türlü bir çıkış yolu bulamıyor. Amerika’nın Türkiye aleyhine olan politikalarına sert tepkiler verilmekte ve fakat bu sadece söylemde kalabilmektedir. Türkiye’de onlarca üs bulunmakta. Bunların en önemlisi İncirlik. Yakın zamanda Ermeni tasarısının geçmesi üzerine oldukça tepki gösterildi ancak karşı hamlede bulunulmadı.”

Haksal, yorumunda bu gerilim ve krizde Türkiye’nin şu nedenlerden ötürü taraf olduğunu iddia ederek tutumunu netleştirmesini istiyordu: “Böyle bir durumda, İran’ın gücü ne, direnmesi nasıl sonuçlar getirecek? Bu karmaşık olayın çok yönlü düşünülmesi gerekiyor. Bizi de ilgilendiren doğrudan bu işin içinde oluşumuz. Kendimizi asla dışarıda tutamayız. Tutamayız çünkü Türkiye’de onlarca üs bulunuyor. Bu üsleri komşumuza karşı kullandırmama gücümüz ve irademiz ne kadar? Kaldı ki Ermeni sorunundan sonra sanki konu kapanmış gibi görünüyor. Oysa Demokles’in kılıcı gibi tepemizde duruyor.”

İran, Türkiye’den tutumunu bu şekilde belirlemesini isterken, Irak’ta gerek hükümet devlet kurumları içindeki yandaşları gerekse kendisine yakın Haşdi Şabi içindeki grupları üzerinden baskı yapmaya başladı. Baskılar, 5 Ocak’ta Irak Parlamentosu’nun toplanıp, Irak’taki yabancı güçlerin çıkarılması kararını alma gibi bir sonuç doğurdu. Ayrıca hem geçici Irak Başbakanı Adıl Abdulmehdi’yi hem de Federe Kürdistan Başkanı Neçirvan Barzani’yi Tahran’a davet etti. Abdulmehdi ve Barzani’ye üç kez davet gelmesine rağmen hiçbir lider Tahran’ı ziyaret etmedi. Aynı dönemde iki lidere de ABD’den de davet geldi. Tahran ziyareti davetine cevap vermeyen Abdulmehdi ve Neçirvan Barzani, ABD davetine de cevap vermedi.

İran güçlere tutumlarını netleştirmek isterken çatışmalı durumda olduğu bazı güçlere ilişkin de olumlu mesajlar vererek aralarında yaşanan sorunları çözme eğilimini gösterdi. Bu güçlerin başında da Suudi Arabistan geliyor. Geçen süreçte İran yetkilileri tarafından yapılan açıklamalarda, Suudi Arabistan ile aralarında yaşanan sorunları çözmek için görüşmeye hazır oldukları şeklinde mesajlar verdi. Suudi Arabistan, bu mesajlara olumlu karşıladı. Bu durum, İran’ın Suudi Arabistan üzerinden ABD ile dolaylı bir ilişki geliştirmek istediği şeklinde de yorumlanıyor.

DAVOS’TA NETLEŞEN TUTUMLAR

ABD, son olarak Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’na hem Neçirvan Barzani’yi hem de geçici Irak Başbakanı Adıl Abdulmehdi’yi davet etti. Neçirvan Barzani, bir heyetle katıldı. Forumda yaptığı konuşmanın ardında ABD Başkanı Donald Trump ile görüştü. Davos dönüşünden sonra Irak’ta devam eden ABD güçlerinin çıkarılması tartışmalarına, ‘ABD ve Koalisyon, Irak’ta kalmalı’ şeklinde yaptığı açıklamalarla taraf ve tutumunu netleştirdi. Neçirvan Barzani’nin tutumunu netleştirmesinden sonra İran’ın ne yapacağı merak konusu. İran’ın bu duruma sessiz kalmayacağı ve bir biçimde cevap vereceği tahmin ediliyor.

Adıl Abdulmehdi ise Davos’a davetli olmasına rağmen gitmedi. Yerine Irak’ın Kürt olan Cumhurbaşkanı Berhem Salih’in gitmesi istedi. Berhem Salih, gidere ABD Başkanı Donald Trump ile görüştü ve Irak’taki İran yanlısı Haşdi Şabi gruplarının hedefi haline geldi. Bazı gruplardan ‘Bağdat’tan çıkarırız’ şeklinde tehditler de geldi. İran basın yayın kuruluşlarında Berhem Salih’in Irak ve İran’a ihanet ettiği, Trump’tan yeni başbakanı belirleme icazetini aldığı şeklinde yayınlar yapılıp hedef haline getirildi.

SADR NEDEN YENİDEN İRAN’A YAKINLAŞTI?

Sadr, yaşanan bu gelişmeler üzerine ABD güçlerinin Irak’tan çıkarılması için 24 Ocak’ta yüz binlerin katıldığı bir gösteri düzenlemek istedi. Sadr’ın bu gösteri kararı yeniden İran’a yakınlaşmaya çalıştığını gösteriyor. Iraklı Şii Dini Lider Ali Sistani, Sadr’ın bu girişimine karşı çıktı. Şiilerden Sadr’ın düzenlemek istediği bu gösteriye katılmamasını istedi. Ona rağmen Sadr, 24 Ocak’ta gösteriyi düzenledi. Gösteriden sonra Irak’ta dört aydan beridir devam eden gösterilerden de desteğini çektiğini açıkladı. Sadr’ın bu açıklamasından sonra göstericiler içinde yer alan az sayıdaki destekçileri meydanlardan çekildi. Sadr’ın yandaşlarının çekilmesinden sonra Irak ordusu ve polisi göstericilere sert müdahalelerde bulunmaya başladı. Meydan, alan, köprüleri ele geçirmeye çalıştı. Göstericiler koordinasyonu, Sadr’ın kendilerine ihanet ettiğini açıkladı. Meydanlarını bırakmayacakları, ordu güçlerine karşı direneceklerini, meydanlarını koruyarak gösterilerin Sadr’a bağlı olmadığını kanıtlayacaklarını açıkladı. Göstericiler, ellerindeki yerleri korumayı başardı. Göstericilerin İran’a karşı olan tutumları da daha da sertleşerek devam etti. İran’a karşı daha radikal sloganlar atılmaya başlandı.

Sadr’ın tutumu Irak’taki Şiiler arasında bulunan parçalanmışlığa yeni bir boyut kazandırarak daha da derinleştirdi. Sadr, İran yerine Suudi Arabistan ile yakınlaşarak bir siyaset yürütüyordu. Sadr’ın bu tutumu, İran ile Suudi Arabistan arasında başlayan ılımlı mesajların verildiği bir sürece denk gelmesi, olası bir İran ile Arabistan arasındaki olumlu gelişmede ortada kalmamak için İran’a yakınlaşmaya çalışması olarak değerlendiriliyor.

BUNDAN SONRASI

Bütün bunlar bir araya getirildiğinde ABD ile İran arasında başlayan ve Irak’ı da yutacak şekilde devam eden çatışmaların, derinleşerek devam edeceğini gösteriyor. Ayrıca var olan siyasi bunalım ve hükümet krizinin de çözülmeden devam edecek gibi. Bunun yanı sıra Kürtler ile İran yanlısı Şiiler arasında başlayan krizin de bir çatışmaya dönüşme ihtimalinin olduğu söylenebilir. Bu duruma seyirci gibi duran Sünnilerden Türkiye’ye yakın olan kesimlerin, Türkiye ile Irak ve Başûrê Kurdistan’da bazı girişimlerde bulunacağı görülüyor. Bir dönem parlamento başkanlığını yapan Selim Cuburi’nin son günlerde gazetecilere verdiği demeçlerde, Musul ve Kerkük’ün Türkiye’nin ‘Misak-ı Milli sınırları’ içinde olduğu ve önümüzdeki dönemde, Musul’un Türkiye’ye dahil edilebileceği şeklinde yaptığı açıklamalar, Türkiye ile bazı planlar üzerinde çalıştıklarını gösteriyor.