'En önemli şey başlangıçtan kopmamaktı'

HDK kuruluş aşamasını anlatan ilk Eş Sözcülerden Ertuğrul Kürkçü, kongre hareketinin en önemli kazanımlarından birinin, ilk kuruluş ilkelerinden kopmayıp o dönem tüm olumsuz koşullara rağmen toplam sinerjisini koruyabilmek olduğunu söylüyor.

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) 10 yılı geride bırakıp 11’inci genel kongresini de yaptı. 2011’de dönem itibariyle Türkiye ve Kürdistan'daki mücadele pratikleri bakımında hep konuşulan ama hayata geçirilmemiş bir yapının ise öncüsü oldu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Parti- Kongre olarak tasavvur ettiği ortak ve toplam bir mücadelenin de adıydı aynı zamanda. HDK’nin ilk Eş Sözcülerinden biri olan Ertuğrul Kürkçü, kongre hareketinin kurulduğu dönemde bir ivmeye ön ayak olduğunu ve kuruluş ilkelerine bağlı kalıp bu döneme kadar geldiğine dikkat çekiyor. Fakat HDP Onursal Başkanı da olan Kürkçü’nün HDK’nin fikriyatı ile oluşan HDP’nin siyasal alandaki varlığının HDK’yi arka plana attığına dair eleştirileri de var. HDK’nin ilk Eş Sözcülerinden Ertuğrul Kürkçü ile Kongre hareketinin kuruluşundan günümüze HDK’yi konuştuk.

HDK'nin ilk eş sözcüsüydünüz, kongre kuruluş aşaması Türkiye ve de Kürdistan açısından nasıl bir öneme sahipti? Nasıl tartışmalar yaşandı?

Halkların Demokratik Kongresi (HDK), HDP’yi de kapsayan bir tasavvurun gerçekleşmesiydi.

Abdullah Öcalan 6 Temmuz 2011’de avukatlarıyla yaptığı ve Fırat Haber Ajansı’nca (ANF) yayınlanan görüşmede, sonunda HDP’ye varan ve o gün “Çatı Partisi” olarak tanımladığı yapıyı bir Kongre hareketi olarak tasavvur ediyor ve “bu oluşturulacak Çatı Partisi sadece Kongre olmaz veya sadece parti şeklinde de olmaz. Hem Kongre hem de Parti şeklinde yarı-Kongre biçiminde olabilir" diyordu. HDK bu düşüncenin gerçekleşmesi sırasında Abdullah Öcalan’ın Kongre-Parti tasavvurunun Kongre ve Parti olarak iki yapıya ayrışmasından doğdu.

Hatırlamak açısından, neydi bu düşünce?

Abdullah Öcalan’ın düşüncesi, ondan da alıntılayarak devam edecek olursak şuydu: "Çatı Partisi konusunda, daha önce söylediğim gibi Türkiye 20-25 bölgeye ayrılabilir. Örneğin Karadeniz bölgesi Doğu, Orta, Batı diye üç bölgeye ayrılabilir. İstanbul bir bölge olabilir. Ege üç bölge olabilir ve diğer yerler de sosyal, ekonomik ve kültürel durumlarına göre böyle bölgelere ayırabilirler. Örneğin Kürdistan’ı yedi bölgeye ayırabilirler. Bu şekilde Türkiye'yi 20-25 bölgeye ayırabilirler. Bundan kastım yerelliktir. Yerellik esas alınmalıdır. Mesela iki-üç vilayet birleşerek kendi yerel konferanslarını yapabilir. Yapılan bu yerel konferanslarda o yerlerden olan, orada oturan(lardan) her bir bölge için 20-25 delege seçilebilir. Yerelden yaklaşık seçilenlerin sayısı 400 kişi olabilir. Ancak söylediğim gibi yapılacak yerel konferanslarda seçilecekler mutlaka orada olanlar ve orada oturanlar olmalıdır. Bunun mutlaka böyle olması gerekir. Örneğin İstanbul'da yerel konferans olacaksa o zaman İstanbullu, orada oturan kişileri seçerler. Karadeniz'de mi yerel konferans yapılacak veya Botan'da mı, aynı şekilde oralı olup da orada oturanlar seçilmelidir. Bu şekilde yaklaşık 400 kişi yerelden seçimle, seçilerek belirlenebilir. Diğer 100 kişi de uzman kişilerden, akademisyenlerden, sivil toplum örgütlerinden, sendikalardan ve diğer kesimlerden belirlenebilir. Bu şekilde 500 kişilik bir Kongre oluşturulabilir. Bu oluşturulacak Çatı Partisi sadece Kongre olmaz veya sadece parti şeklinde de olmaz. Hem Kongre hem de Parti şeklinde yarı-Kongre biçiminde olabilir."

"Daha önce bu Çatı Partisi için ‘Demokratik Topluluklar Partisi’ ismini önermiştim. Ancak bugün ilk defa daha uygun bulduğum bir isim öneriyorum: ‘Demokratik Ulus Kongre-Partisi’. Araya tire koymamın sebebi ne tam Kongre ne de tam parti olmasındandır. Yarı Kongre şeklinde olabilir. Aynı zamanda yasal mevzuata göre hukuken var olabilmesi için ve hukuki varlığının kabullenilmesi için de Demokratik Ulus Kongre-Partisi şeklinde parti olarak kurulabilir. Bu şekilde hukuken varlığı da olur. Gerçi anayasa ve diğer yasalar da değişecektir. Ancak şimdilik bu şekilde hukuken de var olur.

“Bu Kongre-Partinin aynı zamanda 100 kişilik bir de Kongre-Parti Meclisi olur. Bu yüz kişi, 500 kişilik Kongre üyeleri arasından seçilir. Demokratik Ulus Kongre-Parti Meclisi oluştuktan sonra üç ayda bir toplanır. Ve çalışmalarını bu şekilde devam ettirir. Ayrıca bu Kongre-Partinin 25 kişilik bir de Yürütmesi olur. Bu 25 kişilik yürütme Konsey şeklinde işleyebilir. Bu Kongre-Partinin başkanlığı da zaten Genel Başkan-Eşbaşkanlık şeklinde olur. Muhtemelen eş başkanlıklar da şu anki parlamenterlerden seçilir. Ancak BDP'nin eş başkanları, Kongre-Parti'nin eş başkanları olmazlar, onlardan farklı kişiler eş başkan olurlar. BDP varlığını devam ettirir. Ancak Çatı Partisine seçilecek eş başkanları BDP'nin eş başkanları olmaz, seçilen iki parlamenter olur. Bu şekilde Demokratik Ulus Bloku oluşturulur. Bu blokta tüm sol-sosyalist çevrelerin olması gerekir. Zaten üç sol-sosyalist adayı da seçildi. Seçilen üç kişi şimdilik yeterli sayılabilir. Benim için Türk Solu, Kürt Solu gibi bir ayrım yoktur, Kürt-Türk ayrımı da yoktur. Benim için esas olan Demokratik Ulus Blokudur. Ben bunu esas alırım. Beni ilgilendiren budur.

“Şayet söylediğim şekilde Demokratik Ulus Bloku inşa edilirse Sol, müthiş bir başarı sağlar. Bir sonraki seçimlerde en az yüzde yirmi oy alabilirler. Bu blok o zaman Türkiye'nin en güçlü üç blokundan biri olur. […] Tüm sosyalist çevreler olmalı, hiçbir sol-sosyalist çevre Çatı Partisinin dışında bırakılmamalıdır. Hatta liberal özgürlükçüler de olabilir. Buna inansınlar, bu yönde çalışmalarını yürütsünler. Tüm bu çalışmalara hızlı bir şekilde başlanabilir. Sanırım Ekim'e kadar Demokratik Ulus Kongre-Partisi çalışmalarını tamamlarlar.”

Abdullah Öcalan aynı konuşmasında Kürt Ulusal Konferansı’nın başlı başına apayrı bir süreç olarak tasarlanması düşüncesiyle de şunları önermişti:

"Ulusal konferans içinde ve bünyesinde bir parlamento oluşturulmalıdır. Ahmet Türk ve Şerafettin Elçi bu çalışmaları yapabilirler. İkisine de selamlarımı iletiyorum. Daha önce söylediğim savaş ve barış ilkesiyle diğer temel ilke ve pratik öneriler üzerinden konferans çalışmaları yapılabilir. Ulusal Konferansın yapacağı en önemli hususlardan biri parlamento kurmaktır. Zaten KNK var, ancak bu kurulacak parlamento KNK'nin yeniden yapılandırılması şeklinde olabilir. Hatta Filistin'deki FKÖ modeli örnek alınarak bir parlamento oluşturulabilir. Daimi meclis şeklinde olur. Ulusal konferansın yapacağı en önemli ikinci şey de bu parlamentonun bir yürütme organını oluşturmaktır. Hatta buna gölge kabine de diyebiliriz. Bu şekilde parlamentonun da bir yürütmesi olmuş olur. Ulusal konferansın yapacağı üçüncü ve en önemli şeylerden biri de silahlı güçlerin koordinesidir. Barzani'nin silahlı güçleri veya Irak Kürt federasyonu silahlı birlikleri ve diğer silahlı güçlerin koordinesi sağlanmalıdır. KCK'nin temsilcisi de ulusal konferansta yer almalı ve KCK kendi temsilcileriyle kendisini temsil etmelidir.”

Peki, bu düşünceler bileşenler tarafından nasıl karşılandı?

2011 Haziran genel seçimlerine bağımsız adaylarla giden “Emek, Demokrasi, Özgürlük Bloku” bileşenleri Öcalan’ın önerilerini çok büyük ölçüde benimsedi. Ancak onun “Demokratik Ulus Kongre-Partisi” olarak önerdiği bileşik yapıyı -kısmen partiler kanunu ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı içtihatları nedeniyle- iki ayrı yapı halinde tasarladılar: 15 Kasım 2011’de 25 bölgeden gelen yerel delegasyonlar Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) kuruluşunu ilan etti. Bir “seçim partisi” olarak tasavvur edilen Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) Tüzük ve Programı HDK zeminlerinde oluşturuldu ve 2012’de yapılan resmi başvuruyla HDP’nin kuruluşu hukuken tamamlandı. Ancak HDP Ekim 2013’deki 1. Olağanüstü Kongresi’ne kadar siyasi faaliyet göstermedi. Siyasi faaliyetin merkezi, parlamentoda BDP-Blok, Kürdistan’da BDP olmaya devam etti. HDK ise Türkiye’deki toplumsal mücadele dinamiklerinin mücadele ve faaliyetlerinin örgütlenmesi ve eşgüdümü ile Barış ve Demokratik İslam Konferans’larının toplanmasına yoğunlaştı. 

HDK kuruluşundan bu yana halkların mücadelesi ve eşitlik açısından ne gibi kazanımlar sağladı?

İlk yıl için daha önce de söylediklerimi baz alarak şunları ifade edebilirim: Yaptığımız en önemli şey sürekli kötüleşen politik iklim koşullarında, Kongre’yi inşaya başladığımız anda var olan sinerjiyi korumaktı. Politik hareketler, partiler HDK’nin başlangıç aşamasındaki taahhütlerine genellikle sadık kaldılar ve HDK’nin organlarının oluşumuna katkı verdiler. Meclisin, Meclis Komisyonlarının, Yürütmenin oluşumuna yol verilmesi ilk başta sanıldığından çok daha zordu. Bu zorlukların üstesinden gelmeyi başardık. İşleyen kurullar oluşturuldu. Yürütme ve Meclis rutinleri oluştu. Yerel Meclisler kendi gündemleriyle hareket etmeye başladılar. İstanbul’da bağımsız ve kendini finanse eden bir merkez büro açıldı. Şüphesiz gelişme eşitsizlikleri var. Ama HDK doğrultu kazandı. İzmir’deki Newroz kutlamalarının HDK pankartı altında gerçekleşmiş olması, örneğin, gözümle görebildiğim çok önemli bir gelişmeydi: Mitinge katılım olağanüstüydü. Kürtler ve sol resmen HDK bayrağının altına girmeyi başardı. Newroz mitinginin açılış konuşmasını İzmir HDK sözcümüz yaptı. Bunca provokasyona, dezenformasyona karşın 35-40 bin insan, solun neredeyse bütün renkleri İzmir’de ırkçılığa, tetikçiliğe karşı etkin ve dinamik bir blok oluşturdu. İstanbul’da, Ankara’da, Mersin’de, Adana’da HDK ispatı vücut eyledi. Bence Kongre’nin ikinci birleşimine giderken en önemli şey başlangıçtan kopmamaktı, bunu başardığımızı söyleyebilirim. Süper Lig’e çıkan takımların birinci yıl hedeflerini gerçekleştirmeleri gibi oldu: “Kümede kaldık”. 

Zorluklar yaşandı dediniz neydi bunlar?

En önemli zorluk, Kongre’nin oluşum varsayımlarının üzerinde yükseldiği siyasi iklimin tepetaklak olmuş olmasıydı. Kongre büyük ölçüde çözüm ve barış ikliminin süre gideceği öngörüsünün yaygın olarak paylaşıldığı bir dönem değerlendirmesinin verdiği itilimden güç almıştı. Özellikle, herhangi bir seçim başarısı kazanmadığımız, hatta seçime girmediğimiz yer ve bölgelerde Kongre’ye gösterilen teveccüh daha çok böyle bir algıyla bağlantılıydı. Ancak KCK tutuklamaları ve silahlı çatışmaların tırmanmasıyla birlikte iklim büyük bir hızla kötüleşti. Bu hem motivasyonu olumsuz etkiledi, hem de Kongre’nin en önemli bileşeni olan BDP’ye hem batıda hem Kürdistan’da ağır darbe indirdi. Batıda seçim kazandığımız her yerde BDP il, ilçe yönetimleri en az iki kez tutuklama devresinden geçti ve tutuklamalar devam ediyordu. “BDP’nin kriminalizasyonu” olarak niteleyebileceğimiz bu süreç HDK’nin gelişimine ve meşruiyetine de zarar verdi. Dahası, hükümet savaş dayatmasına ve KCK tevkifatına başlamasından sonra genel ve yaygın bir medya ambargosuna tabi tutulduk. Seçimler öncesi ve sırasında hemen her gün birkaç TV tartışmasına çağrılır ve kimilerini geri çevirmek zorunda kalırken, kimi istisnaları bir yana bırakırsak bunlar neredeyse tamamen son buldu. Üstüne üstlük, haber nesnesi olduğumuz çoğu durumda da kişisel ya da kurumsal olarak daha çok iftira, suçlama, karalama, itibarsızlaştırmanın konusu olduk. Bu tabii halka ulaşma önünde büyük bir engeldi. Bununla birlikte o dönem İMC, Hayat TV, Özgür Gündem, Evrensel, Nuçe TV, Birgün gibi sol-sosyalist medyanın varlığı, internet medyası, sosyal medya bu alandaki kayıpları önemli ölçüde telafi ediyordu.

İlk dönem buna rağmen dediğiniz gibi kazanımlarıyla da devam etti değil mi?

HDK’nin ilk dönemdeki en önemli başarısı, HDP’nin kurumsal kuruluşunu gerçekleştirmesi ve bugün hala esaslı bir değişime uğramış olmayan temel belgelerini oluşturmasıydı. Bence Program ve Tüzük’ün kurgusu ve formülasyonlarının başarısı Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı ve eşitlik talepleriyle diğer demokratik talepleri bir geçiş programı kapsamında antikapitalist taleplerle bağdaştırmakta çok etkili oldu. Bugün HDP fikriyatı denilen şey esas olarak budur.

İkincisi, 2013 ve 2014’te topladığımız Barış Konferansları ve Demokratik İslam Kongresi’dir. Özellikle 2013 Barış Konferansı, “Çözüm ve Müzakere” süreçlerine toplumsal ilginin uyandırılması, katılım sağlanması, mücadele dili ve söyleminin yenilenmesi bakımından büyük bir itilim ve zenginlik sağlarken, Kürt halkının taleplerinin meşruiyetine de çok esaslı dayanaklar oluşturmakta başarılı bir hamle oldu.

Üçüncüsü, Kürtler’den başka egemen ulus dışı, ulusal ve kültürel toplum ve topluluklar da kendilerini ifade gücü ve cesareti kazanmakta HDK’nin varlığından çok yarar gördü. “Bilinmeyen dil” kalmadı. Bu bakımdan HDK çok değerli bir kaldıraç ve toplumsal bir arayüz oluşturdu. Süryaniler, Êzidîler, Lazlar, Araplar, Pomaklar, Ermeniler ile Aleviler, ateistler, Şafiler, Caferiler, Nusayriler, Hristiyanlar, Museviler ve onların oluşturdukları kültürel ve toplumsal yapılar ve tek tek kişiler, HDK içinde açıkça yer alarak birçok tabunun yıkılmasında ve kimlik, inanç eşitliğinin gerçekleştirilmesinde çok esaslı rol oynadı. Ayrıca HDK Göç ve Mülteci Komisyonu, Suriyeli göçmenlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde onların da sorunlarına müdahil olmaya gayret etti. Sonuçta diyebileceğim, en azından kendi nüfuz alanında cins, toplumsal cinsiyet, etnik, ulusal ve inanç aidiyeti konusundaki eşitsizliklerin giderilmesinde HDK görünür bir katkıda bulundu. 

HDK'nin kuruluşundan bu yana siyasi atmosfer elbette değişti. Peki şimdi HDK'nin başlattığı bu politik hamle ortak ve birleşik mücadele açısından günümüzde nasıl bir yere tekabül ediyor sizce?

Teorik olarak bütün HDP üyeleri HDK’nin de doğal üyesidir. Öyle olmalıdır: Ne yazık ki, HDP’nin 2013’te siyaset sahnesine çıkışının ardından yaşadığı 2014 Cumhurbaşkanlığı, 2015’teki 7 Haziran Genel Seçimleri, yine 2015’te 1 Kasım Genel Seçimleri ve 2017 referandumu sürecinde HDK insansızlaştı, kitlesini kaybetti ve çoraklaştı. Teoride ve pratikte HDK’nin insan kaynağı HDP’nin kendisiydi. Ne var ki, HDP’nin aktüel siyasi dengeleri etkileme, cari siyasette görünür olma, çözüm sürecinde rol üstlenme kapasitesinin HDK’ye göre fersah fersah büyük oluşu, insanlarda emeklerinin ve mücadelelerinin karşılığını dolaysız olarak gördükleri duygusunu pekiştirdikçe HDK’de gösterilecek faaliyetin anlamı, HDP’liler için giderek belirsizleşmeye başladı. HDP merkez kurulları da HDK’yle kurucu bir ilişki sürdürmeye ilgilerini kaybetti.

Öte yandan HDP’nin hitap alanındaki kitleler için bildik ve anlamı dolaysız olan parti formu karşısında Meclisler üzerinde yükselecek doğrudan eylem örgütü olarak HDK, sınıf bilinçli devrimciler dışında HDP üye ve sempatizanları için giderek bir muamma halini almaya başladı. Geleneksel komünal asabiyenin canlı bir biçimde varlığını sürdürdüğü Kürt kırlarında ve küçük yerleşimlerde DTK bünyesinde iş gören Meclisler temelinde örgütlenme modeli, büyük kentlerde ve Türkler’in baskın olduğu ilçe ve mahallelerde yaşam alanlarında HDK bünyesinde idari birimler temelinde işlemedi. İşlevsel, konu temelli meclisler (Eğitim Meclisi, Halklar ve İnançlar Meclisi, Şehir Plancıları Meclisi vb.) dışında meclis örgütlenmesi hayata kavuşmadı. Özetle meclisler Türkçe’ye tercüme edilemeyip yerine de başka bir şey konamayınca HDK git gide kavruldu, ıssızlaştı, çoraklaştı. Teoride Parti ve Kongre modelinin (Parti-Kongre değil) ya da paradigmasının hareketin dip akıntısında vücut bulacağını varsaydığımız kanadı bir kabuktan ibaret kaldı. Modelin, bir toplumsal devrim hareketi üzerinde yükseleceğini varsaydığımız toplumsal tabanı, HDP’ye meyletti ve dönüp HDK’ye bakmaz oldu.

Peki, bunun çözümü konusunda sizin öneriniz nedir?

Bu süreç ancak HDP yönetiminin HDK ile müşterek çalışması ve HDK’yi kollayan bir iş bölümü içinde, HDP’nin HDK’ye karşı bir vazifesi olduğu bilinciyle tersine çevrilebilirdi. Ne var ki, HDK’nin ihyası hiçbir zaman HDP gündeminde kendisine yer bulamadı ve bugüne böyle gelindi.

Bugün konu bu bağlamda ve bu mantıkla ele alınmadıkça, HDK, HDP’nin 6 milyon seçmeninin yüzde birini olsun kucaklar hale getirilmedikçe ve HDP ile aynı program hedefine (“demokratik halk devrimi”) sahip kendi öz insan kaynağına kavuşmadıkça gerçek manada ihya edilmiş olamaz.

Ben bu çerçevede, doğrudan doğruya HDP’nin de dönüşümü bağlamında ve aktif katılımıyla ele alınmadıkça HDK’nin yeniden kuruluşu konusunun, yalnızca HDP dışı bileşenlerin katkısıyla -bu katkıyı elbette önemsiyorum- bir sonuca varamayacağını düşünüyorum. Öte yandan HDK’nin, HDP’den “daha devrimci”, “daha önemli” toplumsal ve politik görevlerle yükümlenmiş olduğuna dair varsayımları ise özgün modelle ilgisiz görüyorum. Bu başka bir model tartışmasının eseri olabilir. HDK ve HDP paradigmada bir ortak hareket sürecinin birbirinin içine giren, birbiriyle simbiyotik ilişkilere sahip bileşenleridirler. Tersine, birbirlerinden nitelikçe farklı insan kategorilerinin örgütlendiği düzeyler olarak görülmeleri özgün model açısından sadece bir yanılsamadır. Sürecin sorunlarına bu bilinçle yaklaşmak gerekir.