‘Sri Lanka modeli’ ve Kürdistan -II

1970’lerin başında Sri Lanka’da sivil çetelerin devreye sokulmasıyla, Tamil halkına karşı yürütülen savaş daha kirli bir hal alıyordu. Bununla da yetinilmiyor, Tamillere zorunlu göç politikası dayatılarak demografik yapı değiştiriliyordu.

1990’lı yılların ilk yarısında Sri Lanka devleti ile Tamiller arasındaki savaş kızıştı. Barış söylemleriyle seçilen Sri Lanka’nın yeni devlet başkanı Kumaratunga ise Tamillere yeni bir konsept dayatacaktı.

1970’lerin başında Sri Lanka’da sivil çetelerin devreye sokulmasıyla, Tamil halkına karşı yürütülen savaş daha kirli bir hal alıyordu. Sinhal çoğunluğun olduğu yerlerde Tamillerin evleri, işyerleri hedef alınıyor, can güvenlikleri tehdit ediliyor, devlet de buna göz yumuyordu. Devlet destekli bu çetelerin saldırıları sonucu on binlerce Tamilli daha kuzeye, Tamil anavatanına göçe zorlanıyordu. Bununla da yetinilmiyor, Tamillerin yerleşim yerlerinde de değişik alanlar zorunlu göç politikası dayatılarak buralara Sinhaller yerleştirilip demografik yapıya müdahale ediliyordu.

1980’lerin ilk yarısında geçmişle kıyaslanmayacak düzeyde bu ada ülkesinde can kayıpları yaşandı. Sri Lanka yönetimi sadece savaşçılara ve yerleşik Tamil halkına yönelmiyor, Tamilli tutsaklar da bu vahşi saldırılardan payını alıyordu. Güvenliğini devletin sağladığı hapishanelerde güya kontrol dışı sivil çete gruplar Tamilli tutsakların kaldıkları bölümleri basarak onlarcasını katlediyordu. Devletin mesajı açık ve netti: Her nerede olunursa olunsun, devletin mutlak iradesini test edenler acımasızca ezileceklerdir.

Adanın jeopolitik önemi de göz önüne getirildiğinde, derinleşen savaşla birlikte birçok devletin gizli ya da açık bir şekilde işin içindeydi. 1986’da İsrail, İngiltere ve Pakistan’dan gelen pilotlar Sri Lanka uçaklarını kullanmaya başladı. Askeri yardımlar ile silahlı güçlerini daha da geliştiren Sri Lanka yönetimi, Tamil sorununun askeri olarak üstesinden geleceğine inanıyordu. Jaffna askeri olarak kuşatıldı, ciddi bir katliam tehdidi baş gösterdi. Hindistan bu süreçte devreye girerek oluşturduğu barış gücüyle adaya çıkarma yaptı. Bir yandan Sri Lanka hükümetini dizginlemeye ve batılı güçlerden uzak tutmaya çalışan Hindistan yönetimi, diğer yandan LTTE’ye bağımsızlıkçı taleplerini revize etmeyi dayatıyordu. Zira Hindistan kontrolü dışında yaşanacak bir sonucun kendi aleyhine olacağını biliyordu.

Yer yer Hindistan barış gücü ile LTTE arasında sıcak çatışmalar da yaşandı. Hindistan askerlerinin varlığından Sri Lanka yönetimi de LTTE de rahatsızdı. 1987-1990, Hindistan barış gücünün LTTE’yi hareketsiz kılma yılları olarak geçti. İlk ateşkes ve barış görüşmeleri 1989’da başlamıştı. Ancak görüşmelerden bir sonuç çıkmadı. Sri Lanka hükümetinin odaklandığı temel konu; bir yandan LTTE’yi hareketsiz tutarken savaş hazırlığı yapmak, diğer yandan da Hindistan barış gücünün geri çekilmesinin ardından boşaltacağı yerleri hızla doldurmaktı. Son Hint askerinin ayrıldığı 1990 yılının Mayıs ayında ateşkes sona erdi, savaş yeniden tırmandı. LTTE hızlı davranarak kontrolünü sağladığı yerlere yenilerini ekledi.

Direniş büyüdükçe “çözüm” arayışları daha fazla gündeme gelmeye başladı. Öyle ki Sri Lanka tarihinde ilk kez seçimlere gidilirken barış söylemi ve LTTE ile diyaloğu vaat olarak dillendiren bir isim, kadın bir lider; Chandrika Kumanatunga seçimi kazanıyordu. Bu vaade itibar eden Tamilli önemli bir seçmen kitlesi tercihini Kumanatunga’dan yana kullanmıştı. 1994’ün Kasım ayındaki seçimde Kumanatunga yüzde 63 civarında oy aldı. Emin olunmayan ve yanıtı netleştirilmeye çalışılan soru ise şuydu: Kumanatunga barış isteminde samimi miydi? Yoksa barış sözcüğünü koçbaşı niyetiyle mi kullanıyordu? Kumanatunga’nın iktidarda olduğu bu dönemde bir başka kadın lider Çiller de Türkiye'de hükümetin başındaydı. Aynı yıllarda Çiller, Bask Modeli çözümden söz edip Kürdistan’da en ağır katliamların uygulayıcısı olacaktı. Peki Kumanatunga ne yapacaktı?

KUMARATUNGALI YILLAR

LTTE, Kumaratunga’nın barış söylemine temkinli yaklaşıyordu. Hem niyetinde emin değillerdi hem de barış karşıtı güçlü Sinhal şovenizmi ile ordunun duruşunun ciddi engeller yaratacağını görüyorlardı. Kumaratunga tüm bu engelleri aşacağını beyan eden bir pozisyondaydı. LTTE Lideri Probhakaran ile bu amaçla mektuplaşıyorlardı. Diyaloga şans tanımak amacıyla gerçekleştirilen ateşkes sürecinde, Sri Lanka ordusunun saldırılarında LTTE’nin kimi önemli kadroları ise katlediliyordu.

Medyanın hali ise Türkiye’deki ana akım medyanın vaziyetinden farksızdı. Barışın sesi olmak yerine savaşın ve Sinhal şovenizminin borazanlığını ileri düzeye taşıdılar. Olası barış ihtimalini dinamitlemek için asparagas ve provokatif haberlerin bini bir paraydı. Taraflar arasında mektuplaşmalar ile diyalog sürmesine rağmen ciddi hiçbir mesafe alınamıyordu. Hükümetin samimiyetine gölge düşürecek gelişmeler her geçen gün daha da gün yüzüne çıkıyordu.

LTTE lideri Probhakaran politik atmosferin sertleşmesine ve zehirlenme çabalarına karşı rahatsızlığını her fırsatta dile getirirken, barış ikliminin oluşturulması için hükümetin daha somut tutumlar takınmasını istiyordu. Diyalog ve temaslar çeşitli düzeylerde devam ederken, Ocak 1995’te düşmanlıkların sona erdirilmesi antlaşması imzalandı. Ancak pratikte hala atılan bir adım, somut bir ilerleme yoktu. Hükümet “ha bugün, ha yarın”, “şu engel”, “bu engel” diyerek Tamilleri oyalama peşindeydi. Kumanatunga’nın danışmanları bu oyalamanın amacı şöyle itiraf ediyorlardı: “LTTE’ye karşı çok yönlü bir politika geliştirmek gerekir. LTTE bir taraftan barış görüşmelerine çekilirken, öte taraftan Sri Lanka ordusu Jaffna üzerindeki baskısını arttırmalıdır. Silahlı kuvvetlerin yeniden organize edilmesi ve düşmana karşı daha uygun bir konumlanma içine sokulması sağlanmalıdır. Barış görüşmeleri öz olarak LTTE’nin Tamil halkından izole edilmesi amacına hizmet etmelidir. Kısacası barış süreci, savaşın farklı bir düzlemde devamı ve bunun nihai amacı ise LTTE’nin tamamen yok edilmesidir’.

Bu planın farkında olan LTTE, hükümetin çözüme yanaşmadığını, ateşkes sürecini savaşa hazırlık amacıyla kullandığına dikkat çekiyor. Ateşkesin mevcut haliyle daha fazla devam edemeyeceği aşikardı. Zaten birkaç ay sonra, 1995’in Nisan ayında savaş yeniden patlak verdi. Savaşın başlamasının sorumluluğunu Tamillerin üzerine yıkmayı amaçlayan Kumaratunga, dişe dokunan hiçbir adım atmamış ve bu süreçte savaş hazırlığını yapmışken şunları söylüyordu: “Tamil halkına verilmesi gereken her şey verildi ve bundan daha fazlası ulusal güvenliğin zedelenmesi anlamına gelir.”

Yıllar sonra Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında Kumaratunga’nın sarf ettiği sözlere benzer ifadeler yankılanacaktı. Savaş konseptini yeniden devreye sokan Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Ülkemizde Kürt sorunu diye bir sorun kalmamıştır, şu saatten sonra var olan tek sorun, terör sorunudur” diyecekti. Aslında Türk devlet yöneticileri gibi Sri Lanka devlet erkanı da Tamil meselesinin varlığını hiçbir zaman kabullenmediler. Zira onlara göre Sri Lanka’da tek hakim ve hak sahibi topluluk vardı, o da Sinhallerdi. Bunun dışındakiler misafirdiler ve kendilerine sunulanla yetinerek hadlerini bilmeliydiler. Bu sorunu görünür kılan LTTE ve Tamil direnişi ortadan kaldırılırsa sorun da çözülmüş olacaktı. LTTE lideri Probhakaran bu duruma dikkat çekerek şunları belirtiyordu:

“Kumaratunga yönetimi Tamil sorununu barışçıl ve siyasal yollarla çözüm vaadiyle iktidara gelmişti. Ancak şimdi askeri çözüm düşüncesine yaklaşmış durumdadır. İktidar Tamil halkının acil taleplerini LTTE’nin özel talepleri gibi algıladı. Bu nedenle insani taleplerin çözümüne askeri bir perspektifle bakmayı tercih etti. Bize bu taleplerin ulusal güvenlikle ilgili sorunların olduğu anlatıldı. Bu yanıt bizi hayal kırıklığına uğrattı. Bizler de bu koşullar altında hükümete belli bir zaman diliminde bu sorunların çözümü için süre tanıdık. Aksi taktirde görüşmelere devam etmek, bunu bir barış süreci olarak anlamlandırmak imkansızdı.

Hükümet bunun üzerine tüm yasakların kaldırılacağına dair söz verdi. Biz verdiğimiz süreyi uzattık. Ancak hükümet aldığı kararları uygulamaya geçirmek için bir çaba göstermedi. Geçmiş Sinhal iktidarlara karşı oluşmuş bir güvensizlik vardı. Chandrika Kumaratungu hükümeti aynısını tekrarlıyordu. Tamil halkı geçmiş dönemlerde Sinhal iktidarlar tarafından birçok kez aldatıldı. Antlaşmalar yapıldı, sözleşmeler imzalandı. Ancak hiçbiri yerine getirilmedi. Bizim tarihimiz bundan ibaret ve Chandrika bir istisna değil. Sorunların çözümü için süre verdiğimizde hükümet bunu ciddiye almadı. Kararları uygulamaktan ısrarla kaçındılar. Halkımızın, başından itibaren acil çözüm bekleyen talepleri, sonradan gelişen talepler olarak kategorize edilemez. Hükümet adım atmaya niyetli olsaydı, bunları 24 saat içinde yerine getirmek mümkündü. Yapmadılar ve şimdi yalnızca bizi suçluyorlar.”

Ancak Kumaratungu hükümeti bu çağrıya kulak vermedi, üstelik uluslararası alanda sürecin LTTE tarafından sabote edildiği propagandası yapıyordu. Böylelikle Tamillere yönelik yeni kapsamlı operasyonları için meşru zemin yaratacaklarını düşünüyorlardı. LTTE de bunun farkında olduğu için uluslararası kamuoyuna sürekli barış ve çözümden yana olduklarını deklere eden açıklamalar yapıyordu. Uluslararası arenada Kumaratunga da boş durmuyor, lobi ve manipülasyon işinin eri olan İngiltere’nin en büyük reklam ajanslarından biriyle anlaştı. Yasak, işkence, ölüm ve harabeye çevrilen kentlerle Tamillere soykırım siyasetini en üst seviyeye çıkarmasına rağmen Kumaratunga “barış yanlısı” gibi gösteriliyordu. Küresel güçlerin önemli bir bölümü Sri Lanka hükümetinin yanındaydı, uluslararası kamuoyu ise sessizliğe bürünmüştü.

O DA SÜREÇ BOZULUNCA ‘BİZİ KANDIRDILAR’ DEDİ

Ayrıcı şöyle bir algı yaratılıyordu; Başbakan Kumaratunga barış görüşmelerine safça ve tedbirsiz yaklaşmış, ‘kurnaz’ Probhakaran tarafından aldatılmıştı. Güya Kumaratunga LTTE’ye güvenmiş, barışa odaklanırken tedbir amaçlı da olsa savaş hazırlığını ihmal etmiş, diğer taraftan Probhakaran ise bu güveni ve barış sürecini avantaja dönüştürerek hareketini büyütmüş, savaşa hazırlamıştı. Tüm bu algının kirli savaşın kurgusu olduğu daha sonra bizzat Chandrika Kumaratunga tarafından şu sözlerle itiraf edilecekti: “Ben Paris’te öğrenciyken gerilla savaşını inceledim ve onunla ne şekilde mücadele edilebileceğini öğrendim. Biz, onlarla müzakereyi LTTE’nin barışçıl çözümü kabul etmeyeceği ve silah bırakmaya yanaşmayacağı bir zeminde sürdürdük.”

Bu sözler Kumaratunga’nın bir özel harp elemanı olduğunun ispatıydı. Asıl barışçı olanın kendileri olduğunu, barışa gelmek istemeyenin LTTE olduğunu göstermek suretiyle LTTE’yi köşeye sıkıştırmak daha kolay olacaktı. Ordu tam hazırlığını buna göre yapacak ve LTTE’yi bu şekilde yenilgiye uğratacaktı. Ancak sahada her şey bu hesaba göre ilerlemiyordu. Bu nedenle Sri Lanka hükümeti daha fazla dış yardıma, askeri, lojistik ve diplomatik desteğe ihtiyaç duydu.

LTTE’NİN ‘TERÖRİST ÖRGÜTLER’ LİSTESİNE ALINMASI

Ülke imkanları iç savaş için peşkeş çekiliyor, her bir desteğin karşılığında yeni bir taviz veriliyordu. En önemli desteği ise 1997 yılında dönemin ABD yönetiminden aldılar. LTTE, ABD’nin “terör örgütleri” listesine dahil edildi. Bunun anlamı şuydu; Sri Lanka hükümetinin LTTE’ye yönelik her türlü konsepti meşru görülecekti. Güya siyasi çözümü teşvik ediyormuş gibi yapan ABD, 1997’deki gelişmeyle rengini açıkça belli etti.

Süre giden savaşta bir türlü istenilen sonuç alınmayınca Sri Lanka hükümeti çareyi daha fazla silahlanmakta buldu. 2001 yılına kadar arada kısa dönemli ateşkesler olsa da ufukta çözümün gözükmemesi çatışmaların daha da derinleşmesine yol açtı. LTTE ise tarihinin en kapsamlı saldırısını işte böyle bir atmosferde 2001 yılının Temmuz ayında gerçekleştirdi. Katunayake bölgesindeki askeri hava üssü ve Bandananaike uluslararası hava üssü hedef alınmıştı. Savaşı tırmandırmak için son dönemlerde İsrail ve Rusya’dan alınan uçaklar bu hava üslerine yerleştirilmişti. Çok iyi eğitim almış 21 Tamil komandosunun yaptığı saldırıda Sri Lanka hava gücüne büyük zayiat verildi.

Tamillere göre Sri Lanka devleti kimi eylem sonucu hava kuvvetleri kapasitesinin yüzde 45’ini kaybetti. Sri Lanka’da yayın yapan Eelanathan gazetesinde yer alan bilanço şöyleydi, üç Airbus, dört K-Fir bombardıman, üç K-8 eğitim uçağı, iki Mig-27 savaş jeti, iki M1-17 saldırı helikopteri, iki Bell 412 helikopteri ve iki VV1P 412 helikopteri imha edildi, ayrıca üç Airbus, dört K-fir bombardıman ve bir M124 helikopteri, bir Antanov nakliye uçağı tahrip edildi. Hükümet ise 540 Milyon Dolar maddi zarara uğradıklarını açıkladı.

ABD’NİN DESTEĞİYLE ‘OSLO GÖRÜŞMELERİ’

Savaş devam ederken, diplomasi de çeşitli düzeylerde sürüyordu. Bu sefer “arabulucu” aktör Norveç’ti. Herkes bunun ABD destekli bir girişim olduğu biliyordu. 19 Aralık 2001 günü Norveç’in arabuluculuğunda taraflar uzun süren çatışmalı dönemin ardından yeniden masaya oturmaya karar verdi. Ateşkes ilan edildi, müzakereler yeniden başladı. Ancak o süreçte LTTE’nin aleyhine iki gelişme yaşandı. Bunlardan ilki; 11 Eylül 2001 günü ABD’deki ikiz kuleler saldırısınını ardından küresel ölçekte ‘terörle mücadele’ konseptinin ivme kazanmasıydı. İkincisi ise 2002’de Hindistan’ın Tamil Nadu eyaletinde LTTE karşıtı olarak bilinen J. Joyalelitha’nın eyalet başkanlığına getirilmesiydi.

Sri Lanka hükümeti değişen konjonktürden faydalanarak bir yandan barış görüşmelerini yürütüyor, diğer yandan da devletlerarası diplomasi trafiğine hız veriyordu. LTTE Lideri Parabhakanon görüşmeler sürerken ayrı devlet kurma konusunda ısrarlı olmadıklarını, politik çözüm çabalarından memnuniyet duyduklarını, bunun gerçekleşmesi için de illaki müzakerelerin sonunun beklenmesinin şart olmadığını dile getiriyordu. ABD dahil, devreye giren bütün devletler ise silahsız LTTE beklentilerini sık sık hatırlatmaktan geri durmuyorlardı. LTTE’nin cevabı netti; “Nihai çözüm oluncaya kadar kimse bize silah bırakmaktan söz etmesin”.

“Oslo görüşmeleri” olarak başlayan süreç yalnızca Oslo’daki toplantılarla sınırlı kalmadı. Almanya’nın başkenti Berlin’de, Japonya’da, Tayland’da, heyetler arası görüşmeler devam etti. Ancak kalıcı çözüme hizmet edecek adımlar atılmaması nedeniyle süreç ilerleyemedi. Sabırlar zorlanıyor, başka faktörler devreye giriyordu.

JVP FAKTÖRÜ…

Halk Kurtuluş Cephesi anlamına Janatha Vimukhti Peramuna (JVP) 1967 yılında kuruldu hem Marksizm’den hem de Maoizm’den etkilendiğini ifade eden bu parti, kendisini daha çok vatansever olarak tanımlıyordu. İlk başta destek verdikleri dönemin hükümetine daha sonra karşı çıkmaya başladılar. Kendilerini radikal, sol ve eşitlikçi olarak görüyorlardı. Hükümetten memnun olmayanlara da seslenen JVP hızla örgütlendi, kısa bir sürede yaygın bir askeri ve ayaklanma gücüne ulaştı. Öyle ki 1971 yılında başlattıkları ayaklanma ile 50 civarında yerleşim yerini kontroller altına almayı başardı. Hükümetin dış desteği engelleyici tedbirlerinin ardından, lojistikten mahrum kalan JVP, giderek zorlandı. Ordunun yaptığı kapsamlı operasyonlarda binlerce JVP militanı katledildi, binlercesi tutuklandı. JVP’nin lideri Rohana Wijeweera ise 1989 yılında gözaltına alındıktan sonra infaz edildi.

Tamil mücadelesinin gelişmeye başlaması ile birlikte devrimci-solcu geçinen JVP birdenbire Sinhal milliyetçiliğine savruluverdi. 1982 seçimlerine giderken temel motive edici sloganları “Eelam tehlikesini bertaraf etmek için JVP’ye oy verin”di. JVP artık nasyonalist bir partiye dönüşmüştü. Tamil karşıtlığını her geçen gün daha fazla artıran JVP’ye göre Tamillerle yürütülen müzakereler derhal sonuçlandırılmalı, askeri çözüm tek seçenek olarak gündeme alınmalıydı.

Sri Lanka rejimi ise böyle düşünen JVP ile ortak hareket etme kararı aldı. Dönemin devlet başkanı Kumanatunga 2004’te JVP ile birlikte kurduğu UPFA erken seçimi kazandı. Bu değişim Rajapakse’yi başkanlığa götüren süreci de beraberinde getirdi. 2005 yılındaki başkanlık seçiminde Rajapakse iki aşırı milliyetçi parti ile ittifak yaptı ve ülkenin yeni devlet başkanı oldu. Nasyonalist JVP ve Budist milliyetçisi JHU ile iktidarı garantileyen Rajapakse ile birlikte savaşın ayak sesleri daha fazla duyuldu. Çünkü bu dinci-milliyetçi ittifak diyalog ve ateşkese son verilmesi, ardından da LTEE’nin tasfiye edilmesini amaçlıyordu.

Yarın:

- Karuna ihaneti Tamillerin mücadelesine nasıl bir darbe vurdu?

- Rajapakse nasıl iktidara geldi ve Kadırgaman’a suikasti kimler tertipledi?

- Tamil ülkesinde Kürdistan’ı aratmayan savaş yöntemleri…