Gören gözler ve kaydeden yüreklerimiz...

Nisan ayının sonlarına doğru giderken arkadaşlara söylemek istediğim şey şu; 'gözlerimizi kamera, yüreğimizi arşiv yaptık bu dağlara ve dağlı insanlara. Bunu büyütmeye devam edelim…'

Kameralarımızın çekemediği birçok görüntü ya da fotoğraf makinalarımızın kadrajına sığmayan fotoğraflar vardır. Bu bazen özgürlük savaşçılarının bir gülüşü, bazen bir bakışı olur. Dağların kucağında akan bir derenin akışı, sonbaharda sararmış yaprakların özgür dağlara nakşettiği renk olur bazen… Bazen de yağmur tanelerinin mutluluğuna kucak açmış bir çocuk portresini yansıtan kadın gerillalar olur. Saçlarını baharın bereketli yağmuruna bırakan uzun saçlı Mezopotamya kadınları olur bazen. Bazen de yemyeşil yapraklar üstünde düşmeye yakın inatla tutunmaya çalışan su damlalarıdır. Ve daha birçok güzelliğin içinde saklanmış yaşam detayları…

Tüm bunlar ne kadar kaydedilebilir ki bir kameraya? O yüzden dağlarda, dağlı insanların mekanlarında gözün gördüğü ve yüreğinde arşivlediği çok şey vardır. Bundan kaynaklı dağ basıncılarının çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Hakikatin peşinden giderken, o yaşama, güzelliklere, zorluklara, acılara, öfkeye… dair ne varsa tüm bunları yansıtmaya çalışırken ya da paylaşmaya çalışırken sadece bununla sınırlı kalınmıyor. Tarihe özgür bir zaman dilimini sığdırmak gibi bir duyguyu hissettiriyor insana. En zoru ve anlamlısı da yüreğinin tüm tanık olduklarınla büyüdüğünü, yük taşıdığını hissediyorsun. Ve bu anlam büyük bir ruh sızıntısı oluşturuyor. Ne gariptir ki öyle… 

Doğal olan mekan içinde dağdan dağa dolaşınca dağlar, insana zamanla asiliği bahşediyor. Mesela hiçbir dağa aşık oldunuz mu? Onu göremeyince, onun kucağında yaşayamayınca, suyundan içmeyince büyük bir sızı hissettiniz mi? Ben hissettim… karşınızda dimdik, tamamen kayalıklardan oluşan bir tepeye öyle bir anlam biçiyorsunuz ki, ona adım attıkça ruhunuzun özgürleştiğini hissedersiniz. İşte o an özgürlüğün aşkla ne kadar bütünleştiğini daha iyi anlarsınız. O dağların çekimini alırsınız ya da unutulmayacak fotoğraflar çekersiniz, bu az da olsa yükünüzü hafifletir. Ama bu bahsettiğim hatta daha fazlası olan duyguları sadece yüreğiniz tanık olur ve saklar. Bir nevi bizim literatürümüzle; arşivler…

İnce ve hiç bitmeyen patikalarda yürürken, ayaklarınız olabildiğince sancı çekerken hiç yorulma hissini yaratmayan şeyler vardır. Mesela patika kenarlarında açılan papatyaların rüzgarda nazlı nazlı sallanması gibi. Ya da patika üstünde sararan yapraklara basıp geçerken zamanın yitip giden birçok anıları, insanları ya da zamanı düşlersiniz. O düşün nasıl fotoğrafı çekilir acaba? Kendi topraklarımızdan uzaklaşmanın verdiği bedeli ayaklarımızın hissettirdiği duygu, nasıl kameraya kaydedilir? Önünüzde yürüyen özgürlük savaşçılarının taşıdığı yükleri, attığı adımları, yüzünden akan terleri, içtiği su şişesini, elindeki silahına sarılışını… tüm bunlara tanık olmak…

İşte bahsettiğim şans bu! Ve dağları aşarken dağlı insanları tanımak… belki normal bir gerilla birimi içinde yaşarsanız sadece gerillacılık yaparsınız. Ama bir de dağlı basıncı olmak, gerillaya dışardan bakmanızı istiyor sizden. Aslında fedakarlıktır bir nevi… O yüzden onlarca, yüzlerce gerillayı görüp tanırsın. Sadece gözlerin görmez, kiminin bir bakışı, bir gülüşü, bir anısı ve birçok şey yüreğinde iz bırakır. Bazen biri avucunun içine bir ateş böceği bırakır bir gece ansızın ve o geceden sonra gördüğün ateş böcekleri sana o gerillayı hatırlatır. Bir daha asla silinmeyecesine… Tıpkı dağlarda basıncı olan ve Haftanin’de şehit düşen Arhat Ba yoldaş gibi… Ya da bir gerilla, bir akarsudan geçerken aldığı bir taşı anı niyetine cebinden çıkarır ve sana uzatır. O taş anlamın kendisi olur artık. Çünkü o andan itibaren büyük bir anlam biçilir. Avaşin’de şehit düşen gerilla Mizgin’nin verdiği taş gibi…

Bazen gördüğün yüzler çok sonrada büyük bir acı hissettirir. Zaman geçip giderken toprağa akan canların haberini aldıkça ya da kendi elinle çektiğin onlara ait fotoğraflarını haber saatlerinde görünce o an ruhun nasıl kıvrandığını hangi kelimeler anlatabilir? Tıpkı Cilo dağlarında şehit düşen gerilla Sema gibi… Her kamerayı elimize aldığımızda, asıl yüreğimizin neler kaydedeceğini bizlere düşündüren, hissettiren Halil Dağ gibi… İşte tüm bu değerli insanların bıraktığı yerden devam etmek, hakikatin peşinden hiç pes etmeden yürümek gerekir. Bazen ustanın dediği gibi savaşın tam içinde yer alarak özgür hislerin buluşturduğu ortak noktada yer almak lazım. Bu nisan ayının sonlarına doğru giderken ve gazeteciler gününe doğru adım atarken tüm arkadaşlara söylemek istediğim şey şu; “gözlerimizi kamera, yüreğimizi arşiv yaptık bu dağlara ve dağlı insanlara. Bunu büyütmeye devam edelim…"