16 Ekim öncesi ve Kerkük ile tartışmalı bölgeler

Kerkük’te müdahaleden sonra yaşanan boşluktan en iyi yararlanan RTE’nin direktifleri ile hareket eden Kürt düşmanı ITC oldu. Zira ITC bu boşluktan yararlanarak maaşları AKP ve Türkiye tarafından ödenen çete gruplarını oluşturdu.

Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçlerinin referandumdan sonra Kerkük ve tartışmalı bölgeleri ele geçirmesi birinci yılını doldurdu. Kerkük sorununun neden ve nasıl başladığına, sorunun çözülmemesinde rol oynayan güçlerin kimler olduğuna, Kerkük gerçek demografik yapısının tarihi belgelerdeki boyutuna bakmak gerekir.

KERKÜK SORUNU NE ZAMAN VE NASIL BAŞLADI?

Kerkük sorunu, DAİŞ’in bölgeye bir proje olarak gelişi, Irak ordusunun Kerkük’ten çekilmesinden sonra Başurlu güçlerin yerleşmesi ile başlamadı. Kerkük sorunu Kerkük’te petrolün bulunması ile başlar. Bu sorun, bölgeyi zenginlik kaynakları için talan etmek isteyen uluslararası güçler ile Kerkük ve Musul’u zenginlik kaynaklarından ötürü kendi topraklarını sayan Türkiye’nin karıştırıcı eliyle başlar.

Kerkük’te petrol 1881'de İngiliz misyoner gezgin William d'Arcey, Kerkük ve civrarına yaptığı gezide, bu sahalarda petrolün bulunduğunu fark eder. Orada yaşayanların elde ettikleri bu maddeyi yakarak aydınlatmada kullandıklarını gördükten sonra, İngiltere'ye döndüğünde Kerkük'te zengin 'NAFTA' kaynaklarının bulunduğunu petrol şirketlerine bildiriyor.

Petrol şirketleri Kerkük çevresinde petrol aramak için harekete geçer. Dağılmakta olan ve toprak kaybeden Osmanlılar'a karşı Almanlar, İngilizler, Fransızlar ve Ruslar gizli anlaşmalar yaparak petrol yataklarını ele geçiriyorlar.

1. Dünya Savaşı'ndan sonra petrol bölgeleri, Osmanlı'nın kontrolünden çıkan petrol yatakları İngilizlerin denetimine girer. 19 Mart 1914 tarihinde Almanlara verilen petrol arama ve işletme imtiyazı, (ki, Aynelgazel ve Kerkük yakınlarında kazdıkları kuyular) sonra sona ererek 1. Dünya Savaşı'nın galibi olan Fransa ve İngiltere'ye geçer. Bunun sonucunda İngiltere Irak’a, Fransa Suriye’ye yerleşir.

ABD'nin de katılımı ile Almanya ve Türkiye dışlanarak Osmanlı'dan elde edilen hakları olduğunu ileri sürmüşler, yeni kurulan Irak Devleti ile müzakerelere başlamışlar. 1925 yılında Irak Krallığı ile yapılan müzakereler sonucu bütün Irak'ta araştırma, işletme hakkı elde edilir. 10 Haziran 1929 tarihinde Turkish Petroleum Company adı Irak Petroleum Company (İPC) olarak değiştirilir. Böylece hâkimiyet İngilizlere geçti. 1926 Ankara Antlaşması ile Türkiye, Kerkük ve Musul’dan tamamen çıkarıldı. Bu anlaşmaya göre Türkiye Musul-Kerkük petrollerinden 10 yıl boyunca yani 1936 yılına kadar yüzde on pay alacaktır. Türkiye bu payını 5000 İngiliz altını karşılığında bir seferde alarak tamamen Kerkük ve Musul’u İngiltere'ye teslim etti.

TÜRKİYE HİÇBİR ZAMAN VAZGEÇMEDİ; SÜREKLİ KARIŞTIRDI

Türkiye ile Irak arasında 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara Antlaşması imzalandı. Bu anlaşma Türkiye-Irak -İngiltere arasında imzalandı ancak Türkiye hiçbir zaman Musul ve Kerkük’ten vazgeçmedi. Musul ve Kerkük’ü Misak-ı Milli sınırları içinde kabul etti. Ancak İngiltere ve uluslararası güçlere karşı herhangi bir şey yapamadığından Kerkük’teki Türkmenler eli ile sürekli Kerkük ve çevresini milliyetçilik zehri ile karıştırdı. 1959 yılında Binbaşı Mustafa Dabak adlı Irak ordusunda subay bir Türkmen eliyle Kerkük merkezli bir ayaklanma başlattı. Henüz yeni kurulan ve zayıf olduğunu düşündüğü Irak Cumhuriyetini bu ayaklanma ile Kerkük üzerindeki hesapları konusunda zorlayarak bir şeyler elde etmeye çalıştı. Ancak Abdulkerim Kasım, Mustafa Dabak’ın başlattığı ayaklanmayı sert bir şekilde giderek bastırdı. Türkiye ise bu ayaklanmayı Kürtler bastırdı diye Kürtlerden intikam alma andını içti. Aynı yıl İstanbul'da okuyan ve ‘Kürtçülük yapıyor' diye Apê Musa’nın da içinde olduğu 50 Kürt öğrenciyi yakaladı. Bu öğrencilerden biri soruşturma sürecinde yaşamını yitirdi. Bu, tarihe '49’lar Olayı' olarak geçti. Bu olay Türk resmi belgelerine "Kerkük’teki Türkmenlerin intikamı alındı" şeklinde geçiyor.

TARİHİ BELGELERDE KERKÜK'ÜN DEMOGRAFİK YAPISI

Kerkük, içinde yaşayan halklarla sürekli bir halklar mozaiği oldu. Kürt, Türkmen, Arap ve Asuri, Süryani gibi çeşitli halklar ve etnik yapısı ile her zaman mozaik olmayı korudu. Türk devleti Kerkük’teki Türkmen nüfusunu gerekçe yaparak sürekli Kerkük’ün bir Türkmen şehri olduğunu dile getiriyor. Türkiye Kerkük’teki Türkmen nüfusunu koruma adıyla sürekli Kerkük’ü karıştırmak istedi. Amacı, Türkmenleri korumaktan çok önce İngiltere'ye, daha sonra bir devlet olan Irak’a Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra kaptırdığı Musul ve Kerkük’teki petrol rezervlerini yeniden ele geçirmekti.

Kerkük’ün demografik yapısı, hangi halkın çoğunlukta olduğuna dair tarihin çeşitli dönemlerinde en yetkili ağızlar tarafından sürekli rakamlar verilmiştir. Bu yetkili ağızlardan biri, Türkiye’nin İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü. İnönü'nün, Kerkük ahalisine ilişkin Lozan görüşmelerinde verdiği rakamlarda Kürtler Kerkük’ün yerlileri olarak birinci sırada yer alıyor. İkinci sırada Türkmenler geliyor, üçüncü sırada Araplar, dördüncü sırada ise Hıristiyanlar olarak verdiği diğer farklı inançlardaki halklar ve azınlıklar geliyor. İnönü, Êzidîler Kürt olmasına rağmen, Kürt nüfusu içinde vermeyip, onları da gayrimüslim halklar olarak tanımladığı Asuri, Süryaniler içinde vermesine rağmen, Kerkük’teki Kürt nüfusunun ezici çoğunluğu oluşturduğu Lozan görüşmelerindeki rakamlarla görülüyor.

İsmet İnönü’nün verdiği bu rakamları, 1958 yılında Irak’ta Cumhuriyetin kuruluşundan bir yıl önce yapılan nüfus sayımı da doğruluyor. 1957 yılında yapılan sayıma göre 388829 kişi olan Kerkük'te yaşayanlardan yüzde 48.2’lik bir oranını Kürtlerin oluşturduğunu görülüyor. Kürtleri 109620 kişi ile Araplar, Arapları 83371 kişi ile Türkmenler takip ediyor.

20 yıl sonra 1977 yılında yeniden yapılan nüfus sayımına göre, Kürtler ile Türkmenler 3 bin civarında bir azalma gösterirken, Arap nüfusunda hızlı bir şekilde artış görülüyor. 1957 yılındaki sayımda sayılarının 109620 kişiden 218755 kişiye çıktığı görülüyor. 20 yıl sonra 1977 yılında yapılan nüfus sayımına göre ise Kürt nüfusunda yaklaşık 40 bin kişilik, Türkmen nüfusunda da 30 bin kişilik bir azalma görülüyor. Kerkük’te sayıları az olan Arapların sistematik bir şekilde Kerkük’e yerleştirilerek demografik yapının değiştirilmesi için politika yürütüldüğü anlaşılıyor.

1975'TEN SONRA KÜRTLERİN SÜRÜLMESİ ARTTI

Her ne kadar 1977 yılındaki nüfus sayımına göre Kürtlerin Kerkük’te sayılarının 40 bin kişi civarında azaldığı görülse de, 1975 yılından sonra izlenen özel politika, Kürtlerin bölgeden çıkarılması sonucu yüz binlerce Kürt evlerinden, köylerinden, kasabalarından, yerlerinden yurtlarından göçertildi. Bu politika, 1975 yılında İran ile Irak arasında ABD arabuluculuğunda Cezayir'de yapılan anlaşmadan sonra Irak tarafından Kürtsüz bölge oluşturmak amacıyla izlenen özel bir politikaydı.

Bu politika Kürt katili Saddam Hüseyin’in iktidara gelişi ile birlikte daha acımasız bir şekilde izlenmeye başladı. Şii, Kakai, Şebek ve Êzidî Kürtlerine yönelik katliam ve köyler, kasabaların boşaltılması biçiminde ortaya çıktı.

Bu politikalar sonucu Mendeli, Celavla, Xaneqin'de Kürtler tamamen sürülmeye başlar.

1975 yılından sonra başlayan birinci enfal ile sürgün arttı.

Xaneqin’in Kurutu ilçesi 70 köyü ile, Meydan ilçesi 45 köyü ile, Celavla nahiyesi 38 köyü ile, Mendeli ilçesi ve Beregroz, Kezeriye nahiyeleri köyleri ile birlikte Kürtlerden arındırıldı. Bu şehir, ilçe, nahiye ve köylerden sürgün edilen Kürtler Ramadi, Ambar şehir ve köylerine sürülürken; Basra, Ramadi, Anbar gibi yerlerden ise Araplar getirilerek yerlerine yerleştirildi. Xanegin’in köy ve ilçeleri ise tamamen boş bırakıldı. Ramadi, Anbar tarafına sürülen Kürtlerden orada yaşayamayanlar sürüldükleri yerlerden kaçarak Kelar ve Kifri'ye yerleşti.

Xurmatu’da tıpkı Xaneqin’e benzer bir durum yaşandı. Dakuk’un çevresinde yaşayan ve kendi köyleri olan Kakailer de bu sürgün ve katliam politikasından nasibini aldı. Êzidîler ise Şengal ve Musul, Kerkük çevresinde bulundukları diğer köylerde içlerine büzülürek yaşamaya, ayakta kalmaya çalıştılar.

ENFALLER...

Kürtlere yönelik Saddam’dan önce Hasan Ahmet Bekir ile -ki bunu da Saddam iktidara getirdi- başlayan göçertme, katletme, sürgün politikaları, 1978 yılından itibaren enfaller yani soykırımlar şeklinde kendisini göstermeye başladı. Enfallerle Kürtlere yönelik Mendeli, Celavla, Xaneqin, Xurmatu, Dakuk, Kerkük, Musul ve çevresinde başlayan sürgün ve göçertme politikaları, bu kez Başur'un Halepçe, Kelar, Kifri, Süleymaniye ve çevresi ile Hewler ve Behdinan’da boydan boya enfal uygulaması olarak yayılmaya başladı. Bu enfaller sırasında KDP ve YNK halkı koruma yerine İran'a geçerek halkı korumasız bıraktı.

Saddam Hüseyin’in 1990 yılında Kuveyt’i işgal etmeye başlaması ile ABD, Irak ve Saddam’a müdahale etmeye başladı. Bölgeye konuşlandırdığı Çekiç Güç uygulaması ile Başur sınırlarını 36-42’nci paralel arasında kalan bölge olarak belirledi. 1991 yılında Başur halkı Ranya’dan başlayarak Qaledizê ve oradan da Süleymaniye, Zaxo, Duhok ve boydan boya tüm Başur'u saran ayaklanmayı başlattı. Bu ayaklanma ile Saddam Hüseyin Başur’un birçok yerinden çıkarıldı. 1992 yılında ABD Mam Celal ile Mesut Barzani’yi Washington’da bir araya getirerek Başur'un bugünkü parlamentosunu ilan etti. Böylelikle günümüzdeki Başur Parlamentosu ve Bölgesel Yönetimin temelleri atıldı.

SADDAM'A MÜDAHALENİN ARDINDAN...

ABD kendi onayı ile Kuveyt'e sürülen ve ardından 1991 yılında müdahale ettiği Saddam Hüseyin’i devirdikten sonra Irak ve Başur için yeni bir süreç başladı. İki yıl gibi bir süre ABD’nin içinde yer alacağı kişilerden oluşturduğu Irak geçici yönetimi ile yönetildi. Bu geçici yönetim de ABD’nin Irak’taki özel temsilcisine bağlı bir şekilde çalıştı.

Bir komisyon (2005 yılında oluşturuldu) ile Irak’ın yeni anayasası hazırlandı. 139 Madde’den oluşan Yeni Irak Anayasasına bu bölge ve yerlerin durumunu içeren 140. Madde diye bir madde eklendi.

140. Madde, Mendeli’den başlayıp Hewler’e bağlı, Hewler-Kerkük arasındaki Altınköprü, Kuşte, Süleymaniye’ye bağlı Nawşıwan’ın bir bölümü ile Çimen, Karahincir’e, yine Kelar ile Kerkük arasındaki Keremkadır ilçesine kadar olan bölgeyi içeren ve tartışmalı bölge olarak adlandırılan bölgenin sorunlarını çözmek için eklenen bir madde.

Bu maddeye göre, Kerkük ve tartışmalı bölgeler olarak adlandırılan bölgelerden Saddam Hüseyin döneminde sürgün edilen, mallarına en konulan başta Kürtler olmak üzere diğer halklar iki yıl içinde yerlerine dönecek, her aileye 10 milyon Irak Dinarı tazminat ödenecek. Kürtler ve diğer halkların yerine Irak’ın diğer bölgelerinden getirilerek yerleştirilen Araplar getirildikleri yerlere geri gönderilecek. Getirildikleri yerlere geri gönderilen Arap ailelerden her birine 20 milyon Irak Dinarı tazminat ödenecek. Geri dönüşler tamamlandıktan sonra Kerkük için referandum yapılacak. Bütün bunların iki yıl içinde yapılması gerekirdi. Referandumla birlikte Irak Anayasasına eklenen 140. Madde ortadan kalkmış olacaktı.

Yeni Irak Anayasasının 2005 yılında kabul edilmesinden sonra yapılan seçimlerle Saddam Hüseyin’den sonraki ilk Irak hükûmeti kuruldu. Kurulan ilk hükûmete, şimdiki Dışişleri Bakanı İbrahim Caferi, Saddam Hüseyin’den sonraki ilk başbakan oldu. Caferi, 140. Madde'yi uygulaması gereken ilk başbakandı.

Yeni Irak Anayasası'na eklenen 140. Madde belirlenen iki yıllık gibi bir süre içinde uygulanmadı. Çünkü geri dönüşlerin hepsi olmadı. Ayrıca ailelere verileceği söylenen tazminatlar ödenmedi. O yüzden 140. Madde, uygulanmadan iki yıllık süresini doldurduğu için kalkmış oldu. İbrahim Caferi 140. Madde'yi uygulamak için ilk başkan olurken sadece iki yıl gibi bir süre görevde kaldı. İki yılın sonunda istifa etti yada ettirildi, yerine Nuri Maliki başbakan oldu.

Irak hükûmeti tazminatları ödemeyerek, geri dönüşler için istenilen yasal zemini hazırlamayarak 140. Madde'yi uygulamadı. Ancak Bölgesel Yönetim de bu maddenin uygulanmamasını hiçbir zaman sorun yapmadı. Çünkü Bölgesel Yönetim tartışmalı bölgeler olarak adı geçen bölgeleri Kürdistani bölgeler olarak gördü. 2009 yılından itibaren sürekli bağımsızlıktan söz etmeye başladı. Irak ile yaşanan sorunların çözümü olarak anayasal, yasal olarak görmekten çok yapılacak bir referandumla ‘bağımsız Kürdistan’ adını verdikleri, sadece Başur’un belli il, ilçe, köyleri içeren, kendi iktidar alanı olarak garantiye aldıkları bir Kürdistan oluşturmayı düşündüler.

MALİKİ'NİN BAŞBAKANLIĞI

Saddam’dan sonra seçimle başa gelen ilk Irak Başbakanı İbrahim Caferi, sadece 2007 yılına kadar görevde kaldı. 2007 yılında başbakanlığı Nuri Maliki’ye devretti. Maliki'ye, 2009 seçimlerinde İyad Alavi kendisinden daha fazla milletvekili çıkarmasına rağmen hükûmet kurma görevi verildi. Maliki'nin 2009 yılında kurduğu hükûmet, daha önce belli anlaşmalarla yüzde 17 olarak belirlenen Bölgesel Yönetim bütçesini yüzde 12’ye indirdi. Bu durum Irak Merkezi Hükûmeti ile Bölgesel Yönetim arasında yaşanan sorunlar ile krizi daha da derinleştirdi. Bütçenin indirilmesi KDP tarafından bağımsızlık söylemlerini yeniden üst perdeden dillendirilmeye başlamasına neden oldu.

DAİŞ YENİ BİR DURUM YARATTI!

Tam da bütçe tartışmaları ve krizi ile KDP tarafından bağımsızlık söylemlerinin üst perdeden dillendirilmeye başladığı bir dönemde, Saddam’dan sonra Irak’ta türetilen 2013 yılında Suriye’de birçok yeri ele geçirerek Reqa’da halifelik ilan eden DAİŞ Irak’ta saldırılarını başlattı. Kısa süre içinde Anbar, Tikrit, Diyala, Xaneqin başta olmak üzere birçok şehir, ilçe, köy ve bölgeyi ele geçirdi. Temmuz ayında da Musul, Telafer, Beci gibi sınır bölgelerini de ele geçirdi. Ardından Şengal, Rabia, Zumar gibi bölgeleri de ele geçirdi. Telafer, Musul’dan sonra Kerkük’e kadar ilerlemeye başladı. DAİŞ’in saldırı başlattığı bölge, şehir, ilçe köy kasabalardan Irak ordusu, Nuri Maliki’nin talimatı ile geri çekildi. DAİŞ saldırıları Kerkük yakınlarına ulaşınca peşmerge güçleri ile gerilla güçleri Kerkük ve orta alan diye adlandırılan Irak ve Başur’da tartışmalı alan olarak adlandırılan yerleri savunmak için Kerkük ve çevresine müdahale etti. DAİŞ, Kerkük’ün Havice ilçesine kadar olan bölgeyi ele geçirmişti. Zaman zaman Kerkük şehir merkezine yönelik saldırılarda da bulunuyordu. Ancak saldırıları, gerilla güçlerinin aktif taktiği ile peşmerge güçleriyle birlikte karşılık verilmesinden ötürü püskürtülüyordu.

DAİŞ’in, bu kadar geniş bir alanı Irak ordusunun çekilerek ele geçirmesinin sorumlusu olan dönemin Başbakanı Nuri Maliki, istifa ettirildi. Yeri Haydar Abadi başbakan olarak atandı.

DAİŞ’in alana girmesi ile Irak Anayasasının 140. Maddesi'ne göre çözülmesi gereken Kerkük başta olmak üzere tartışmalı bölgeler sorunu, geçici de olsa kendiliğinden çözülmüş oldu. Peşmerge güçleri ve Bölgesel Yönetim kurumsal olarak tartışmalı bölgelerin her tarafına girdi. Irak Merkezi Hükûmeti adına çok fazla bir şey kalmadı.

DAİŞ'E KARŞI HAMLE

Haydar Abadi, başbakanlığa ABD ve uluslararası güçler tarafından getirildiği için 2016 yılına kadar yine uluslararası güçlerin desteği ile orduyu toparladı. 2015 yılında DAİŞ ile mücadele için kurdurduğu ve içinde 160 grubun olduğu Haşdi Şabi güçleri ile 2016 sonbaharında uluslararası koalisyon ile birlikte DAİŞ’e karşı operasyonlar başlattı. DAİŞ’e karşı operasyon Irak’ın güneyindeki kentler ile Diyala, Tikrit hattından başlatıldı. Ardından Musul’u DAİŞ’ten almak için operasyonlar 2017 baharından itibaren genişletilerek devam ettirildi. Musul, Telafer, Ambar, Beci, Baac gibi önemli merkezler DAİŞ’ten geri alındı. En son 2017 Eylül’de Kerkük’ün Havice ilçesini DAİŞ’ten geri almak için operasyon başlatıldı. Havice operasyonu da kısa sürede sonuçlandı. Irak ordusu Uluslararası Koalisyonun desteği ile DAİŞ’e karşı büyük bir başarı elde etmişti.

BARZANİ'NİN REFERANDUM HAZIRLIĞI

Irak bir yandan DAİŞ ile öte yandan Bölgesel Yönetim ve kendi içinde derin sorunlar yaşarken, Başur'da ciddi siyasal, toplumsal sorunlar yaşanmaya başlamıştı. Her ne kadar Başûrê Kurdistan Parlamentosu'nda çok sayıda parti olmasına rağmen KDP, Parlamentoyu ya istediği gibi değerlendiriyordu yada istediği gibi değerlendiremediği durumlarda ise işlevsizleşitiriyordu. Başur hükûmetinin başında ve kilit noktalardaki bakanlıkları zaten ele geçirmişti. Başur hükûmetinde yer almasına rağmen muhalefet görevini kısmen de olsa yürütmeye çalışan Goran Hareketinden olan Parlamento Başkanı, KDP tarafından resmi olmasa da azledildi. Parlamento Başkanının Parlamento ve Hewler'e girişi yasaklandı. Goran Hareketinin başında ve hasta olan Newşirwan Mustafa hakkında tutuklama kararı çıkartılmıştı. Siyasal sorunların başında gelen sorunlardan biri de, 2015 yılında görev süresi biten Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin bir türlü görevi bırakmak istememesiydi. Bunun için Parlamentoya müdahale edilmiş, Parlamento Başkanı saf dışı bırakılmıştı. Zira Bölge Başkanının görev süresi Parlamentoda uzatılabilirdi. Parlamento Başkanı devre dışı bırakılınca hiçbir yetkisi olmayan bir başka kurum tarafından iki yıl Mesut Barzani’nin görev süresi uzatıldı. Bunun yanı sıra Irak DAİŞ ile boğuşurken, Kerkük’e yerleşip birçok petrol bölgesine ele geçiren KDP, 2015 yılında Irak Merkezi Hükûmeti'nden habersiz ve onun onayı olmadan RTE, AKP ve Türkiye ile petrol anlaşması yaptı. Kerkük petrolleri KDP üzerinden Türkiye’ye akmaya başladı.

İçte yaşanan kriz siyasal ve toplumsal ayrışmaya doğru giderken, başta Türkiye ile petrol anlaşması olmak üzere Merkezi Hükûmet ile birlikte alınması gereken birçok karar KDP tarafından alındığı için Abadi ile yaşanan kriz derinleşti. Barzani, ikinci bir kez görev süresinin uzatılmayacığını bildiği için Irak ile yaşanan sorunları gerekçe yaparak ‘bağımsızlık referandumunun’ yapılması için peş peşe kararlı olduklarına dair açıklamalarda bulundu. Barzani, referandum ile aslında Başûrê Kurdistan’ın ölünceye kadar başkanlığını garantiye almak istiyordu. O yüzden referandumdan başka bir şey düşünmüyordu. Başta ABD olmak üzere uluslararası güçler Barzani ile görüşerek referandumdan vazgeçirmeye çalıştı. Bunun yerine BM, ABD, İngiltere Kürtlerin yararına olan bir alternatif sundu. Ancak Barzani bütün bunlara rağmen referandum kararından vazgeçmedi. Belirlenen 25 Eylül tarihinde referandum yapıldı. Referandumun başta Kerkük olmak üzere tartışmalı bölgelerde yapılması Irak ile Başur arasında yaşanan krizi daha da derinleştirdi.

Irak Merkezi Hükûmeti başta olmak üzere İran, Türkiye referandumu yasa dışı ilan etti.

HAVİCE OPERASYONUNDAN SONRA ABADİ HAREKETE GEÇTİ

Irak Başbakanı Haydar Abadi, Eylül 2017 ortalarına doğru Havice operasyonundan sonra harekete geçti. Abadi ve Irak Hükûmeti yasa dışı ilan ettiği referandumun Kerkük ve tartışmalı bölgelerde yapılması gerekçelerini daha da güçlendirdi. Abadi, hükûmetinin taleplerinin başında; referandumun geçersiz sayılması ve DAİŞ saldırıları öncesinde bulundukları alanlara geri dönmesi ile Başur tarafından ele geçirilen petrol sahalarının devredilmesi, ayrıca Musul ve diğer alanlara yönelik operasyonlardan kaçarak KDP’ye teslim olan DAİŞ’lilerin geri verilmesi geliyordu. Bunların yapılmaması durumunda Havice operasyonundan sonra Kerkük sınırlarına yaptığı askeri yığınakla askeri bir müdahalede bulunacaklarını söylüyordu.

Dönemin Irak Kürt Cumhurbaşkanı Fuad Masum, Abadi’nin altı maddede toplanan bu talepleri ile Başur’a geldi. Bir gün sonra yani Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçlerinin Kerkük ve tartışmalı bölgelere askeri operasyon başlatmasından bir gün önce olan 15 Ekim'de, KDP ve YNK kurmayları Süleymaniye’nin Dukkan ilçesinde toplandı. Toplantıda Irak ile anlaşma kararı alındığına dair yaygın görüşler ileri sürüldü. Ancak buna rağmen yapılan açıklama ise geri adım atılmayacağı şeklindeydi. Bir gün sonra, 16 Ekim gecesi Irak ordu güçleri, federal polis ve Haşdi Şabi güçleri, Xaneqin ve Xurmatu’dan askeri müdahaleyi başlattı. Askeri müdahale ile Irak ordu güçleri birkaç saat içinde Kerkük’ün Daqoq ilçesine ulaştı. Yaklaşık bir saat sonra Kerkük Havaalanı ele geçirildi. 17 Ekim'de sabah saatlerinden itibaren ise Irak ordu güçleri, federal polis ve Haşdi Şabi güçleri, Kerkük’ün dış mahalllerine ulaştı. Şehir merkezindeki gerilla güçleri kısa süreli bir direniş gösterdi. KDP ve YNK'nin Irak ile anlaşarak peşmerge güçlerini geri çektikleri HPG güçleri tarafından anlaşılınca, gerilla güçleri de bir savunma hattı oluşturarak çatışmaları durdurdu.

İKİ GÜNLÜK MÜDAHALENİN SONUÇLARI AĞIR OLDU

Irak ordu güçleri, federal polis ve Haşdi Şabi güçleri, bir günde Xaneqin’den Altın köprünün yarısına kadar, yine Süleymaniye’nin Karahincir nahiyesine kadar olan bölgeyi ele geçirdi ve bir gün sonra Şengal, Maxmur, Rabia ve Zumar’ı ele geçirdi.

Bu kayıplar toprak açısından Başûrê Kurdistan için büyük bir kayıptı. Zira kaybedilen alanlar, Başur topraklarının yarısından bir fazlasıdır. Yani kaybedilen alanlar tüm Başur topraklarının yüzde 51’lik bir bölümünü oluşturuyor.

Yaşanan kayıplar sadece toprak kaybı değildi. Toprak kaybı ile birlikte Kerkük’ün altı büyük petrol bölgesi olan Babagurgur, Bayhesen, Cembur, Havana, DBZ’nin tamamı kaybedildi. Başur yönetiminin elinde -kalmaktan çok bir anlamda Irak tarafından bırakılan- Taqtaq’ın alt tarafındaki Şiveşok petrol bölgesi ile yeni açılmış birkaç kuyu kaldı. KDP alanında ise Maxmur’un alt tarafındaki Xurmal petrol bölgesi kaldı.

Yaşanan kayıplar sadece toprak ve petrol yatakları değil. Siyasal açıdan da büyük kayıplar yaşandı. Siyasal açıdan yaşanan kayıpların başında, görev süresinin bitmesini gerekçe yapan Mesut Barzani'nin müdahaleden sonra istifa etmiş olması geliyor. Bunun yanı sıra uluslararası ve bölgesel güçler nezdinde yaşanan itibar kaybı, diplomatik ve siyasi açıdan yaşanan diğer kayıplardır. Her ne kadar KDP daha doğrusu Neçirvan Barzani Türkiye ile ilişkileri düzeltme adına her türlü tavizi vermiş, Bradost ve Başur’un diğer bölgelerini Türkiye’nin işgaline açmış olsa da, hâlâ Türkiye’deki yatırımlarını kurtarabilecek kadar Erdoğan’ı ikna edebilmiş değil!

İran ile olan sınır kapılarının hepsinin Merkezi Hükûmete devredilmiş olması, ekonomik olarak yaşanan diğer kayıplar.

Müdahale ile birlikte geçici vali atandı. Kürtlere ait olan Kerkük Valiliği hâlâ geri alınabilmiş değil.

Müdahale ile tartışmalı bölgeler ve Kerkük’ten geri çekilen peşmerge güçleri ile asayiş güçleri hâlâ Kerkük’e dönebilmiş değil.

Siyasi, ekonomik olarak yaşanan bu kayıplara ek olarak, bir de bölgede sayıları on binlerle ifade edilebilen Kürdün, evlerinden, topraklarından terk etmeleri söz konusuydu. Müdahaleden sonra baskı, şiddete maruz kalan, ev ve iş yerlerine el konulduğu için göç eden on binlerce Kürt hâlâ Süleymaniye, Hewler, Kifri, Kelar, Çemçemal, Taqtaq, Halepçe’de göçmen koşullarda yaşıyor. Müdahale ile birlikte binlerce ev talan edildi, bir o kadarı yakıldı. Araba, bağ, bahçe, tarla, sürü ve evlerine el konuldu.

ITC, BOŞLUKTAN YARARLANARAK ÇETELERİ OLUŞTURDU

Kerkük’te müdahaleden sonra yaşanan boşluktan en iyi yararlanan RTE’nin direktifleri ile hareket eden Kürt düşmanı ITC oldu. Zira ITC bu boşluktan yararlanarak maaşları AKP ve Türkiye tarafından ödenen çete gruplarını oluşturdu. ITC oluşturduğu bu çeteleri AKP ve Türkiye’nin Kerkük’teki amaçlarını gerçekleştirmek için kullanacak. Zaten ITC yöneticileri, yine hepsinin sözcülüğüne soyunan Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi M. Fatih Yıldız, bu amaçlarını herkesin anlayabileceği bir dilden açıkladı. "Kerkük ata toprağımız" diyerek Kerkük üzerine kurdukları planı da açıklamış oldu.

SEBEPLERİ REFERANDUM

Her ne kadar 2014 yılından sonra referandum yapılmamış olsa da DAİŞ saldırılarından ötürü Bölgesel Yönetim ve askeri güçlerin tartışmalı bölge olarak ifade edilen alanlara girmesiyle defacto bir durum oluşmuştu. Bu, 140. Madde, her ne kadar yasal olarak ve zamanında uygulanmamış olsa da, bir nevi uygulanması anlamına geliyordu. Irak Merkezi Hükûmeti'nin ileri sürdüğü talepler yerine getirilmiş olsaydı bu kayıpların hemen hemen hiçbiri yaşanmamış olacaktı. Yaşanacak olan kayıplar ise 2014’ten sonra ele geçirilen petrol yatak ve kuyularının ortaklaştırılması olurdu. Böylelikle aslında Kürtler Başur’da bugün yaşanan ekonomik, siyasal sorunların büyük bir bölümünü yaşamıyor olacaktı.

'ÇÖZÜM' DENİLEN 140. MADDE GEÇERSİZ

Yaşanan bunca kayıptan sonra Bölgesel Hükûmet, Irak Merkezi Hükûmeti ile Kerkük ve tartışmalı bölgeler sorununu 140. Madde kapsamında çözülmesi gerektiğini herkesten çok dillendirmeye başladı. Ancak sözü edilen 140. Madde'nin iki yıl içinde uygulanması gerekiyordu. Bu yapılmadığı için o maddenin yasal olarak şimdi herhangi bir geçerliliği yok.

Bir şekilde uygulanabilir hale getirilse dahi, o maddenin uygulanması için yerine getirilmesi gereken taahhütler yerine getirilecek mi gibi bir soru herkesin kafasında. Zira 'madem şimdi çok fazla uygulanmasını istiyoruz, neden daha önce moral çöküntüsünün yaşanmaması için uygulanmasında ısrar etmedik' değerlendirmeleri birçok kesim tarafından yapılıyor. Ancak tüm bunlara rağmen bir ortaklaşmanın gerekliliği, halkın geri ev ve topraklarına dönmesi, halkların bir arada yaşaması için ortak bir çözüm bulmaktan başka bir çare yok.

Tüm yaşananlara rağmen ortak bir çözüm bulmak için daha fazla çaba sarf edilebilir ama RTE ve AKP bu çözümün gelişmemesi için elinden geleni yapacak. Çünkü AKP, Kerkük ve Musul’u işgal etmekten başka bir şey düşünmüyor. O yüzden gelişebilecek çözüme Kerkük ve tartışmalı bölgeleri karıştırarak engel olmaya çalışacak.