Arslan: Kürdistan'da kayyum anlayışı yerle bir edildi

Seçim sonuçlarını değerlendiren DBP Eşbaşkanı Mehmet Arslan, "Halk AKP’nin korkutma, sindirme politikalarına boyun eğmemiştir. Kürdistan'da kayyum anlayışı yerle bir edilmiştir" dedi. 

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eşbaşkanı Mehmet Arslan, geçtiğimiz hafta gerçekleşen yerel seçimlere ilişkin ANF'ye konuştu. HDP'nin Türkiye’nin batısında Cumhur ittifakına karşı geliştirdiği stratejinin önemli bir başarı sağlandığına dikkat çeken Arslan, Kürdistan'da ise kayyum anlayışının halk tarafından yerle bir edildiğini belirtti. Şuan asıl gündemlerinin tecrit ve açlık grevleri olduğunu vurgulayan Arslan, "Tecrit ve açlık grevi eylemlerini bir program haline getirip, bu eksende çalışmalarımızı yürüteceğiz.

Neden tecrit ve açlık grevleri? Sayın Öcalan'a yönelik sürdürülen insanlık dışı tecridin sadece Sayın Öcalan ve Kürtlerle sınırlı kalmadığını tüm halklarının özgürlüğüne dayatıldığının altını çiziyorum. Biz parti olarak bu konuda üzerimize düşün tüm görev ve sorumlulukları tecrit ve açlık grevi eylemlerine dönük planları hayata geçirmeye çalışacağız. Umuyoruz ki bu seçim sonuçlarından hem Kürdistan da hem de Türkiye de iktidar açısından da baskının sonuç vermediğini görülür ve AKP'yi kirli politikalardan vazgeçirmeyi sağlar" dedi. DBP Eşbaşkanı Arslan'ın gündeme ilişkin değerlendirmeleri şöyle:

Önceki dönemlerde yerel yönetimlerde DBP olarak yer alıyordunuz. Bu seçimlerde ise HDP yerel yönetimlere aday oldu. DBP’nin 31 Mart yerel seçimler öncesi misyonu neydi, sonrası için bu misyon ve rol nasıl ve ne düzeyde olacak. İttifakın yerel yönetimlere etkisini değerlendirebilir misiniz?

DBP olarak biliyorsunuz 2014'te Türkiye ve Kürdistan'da seçimlere girdik ve önemli bir başarı ile 102 belediyeyi kazanmıştık. DBP’nin özelde Kürt sorununun demokratik çözümü ile Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından toplumun demokratik, eşit ve özgür belediyeciliğe kavuşabilmesi için aktif ve etkin bir rolü söz konusudur. DBP’nin rol ve misyonuna ilişkin 2014 ile 31 Mart 2019 seçimleri arasında herhangi bir değişim söz konusu değildir. Mevcut Türkiye'deki konjektürel durum ve demokratik siyasetin alanının daraltılması sonrasında 2014 yılından sonra biliyorsunuz genelde hem Türkiye cephesinde sol, sosyalist ve demokratik çevrelerle, hem de Kürdistan’daki bir çok çevre ile yürütmüş olduğu seçim ittifak çalışmalarından dolayı 2019 yerel seçimlerine 2019'dan sonra HDP adı ile seçime gidildi.

31 Mart ta Türkiye deki mevcut siyasal koşulların ve HDP’nin genel siyasi vizyonumuzu temsil etmesinden kaynaklı yürütmüş olduğumuz ittifak çalışmaları ile birlikte sadece DBP değil batıda bir çok sol, sosyalist ve demokrat çevreler hem de Kürdistan'da Kurdî partilerle birlikte çatı partisi formülü üzerinden seçime HDP üzerinden gidildi. Ama partilerimizin HDP ve DBP’nin de sorunların çözümü noktasında rol ve misyonunda herhangi bir değişiklik olmadı.

DBP’nin özellikle Kürt sorununun demokratik çözümü ve Kürtlerin kendi güvenliğini yönetme talebi gerçekleştirilinceye kadar rol ve misyonu tamamlanmış olmayacaktır. Çünkü Kürtlerin bir özgürlük ve statü sorunu var. Özellikle DBP için söylüyorum. DBP Kürt sorununun temel alan ve bu temelde tüzüğünü oluşturmuş bir partidir. Bu anlamda bu durumun sadece seçim ile sınırlı tutulmasının yeterli olmayacağını düşünüyorum. DBP’nin 31 Mart seçimleri öncesi misyonu ne ise sonrası içinde ayını temelde devam edecektir.

HDP’nin yerel seçimlerde Türkiye’nin batısında Cumhur ittifakına oy kaybettirme, Kürt illerinde ise atanan kayyumları gönderme ve belediyeleri geri alma stratejisini büyük oranda gerçekleştirdiği görülüyor. Sizler bu stratejinin sonuçlarını nasıl değerlendirirsiniz. Seçim sonuçlarını nasıl okumak gerek, hem Kürdistan, hem de Türkiye geneli açısından?

Ne yazık ki Türkiye'de demokratik siyaset alanının daraltılması ve AKP iktidarının kendi siyasal anlayışının dışına çıkan tüm muhalif çevrelere yoğun bir baskı uygulamasından kaynaklı Türkiye'de artık siyasi partilerin sadece kendi güçlerine dayalı bir seçim kampanyası yürütme durumu ne yazık ki ortadan kaldırıldı. Nedeni ise özellikle AKP hükümetinin Türkiye'yi faşizan ve tek adam rejimine dayalı politik bakış açısıyla yönetme iddiasından kaynağını alan bir sonuç olarak düşünüyorum. Muhalefeti ve AKP gibi düşünmeyen tüm çevreleri o kadar ötekileştirdi ve sindirmeye çalıştı ki, zorunlu da olsa birbirinden ayrı düşünen ama Türkiye’nin geleceği ile ilgili fikir beyan etmek isteyen farklı siyasi partilerin ideolojilerini benimseyen kitleler dahi 31 Mart'ta görüldüğü gibi yan yana gelmek durumunda kaldı.

Bu partileri de aşan bir ittifaka dönüştü aslında. Bizler HDP’nin özellikle Cumhur ittifakına Türkiye’nin batısında kaybettirmek için diğer güçlü adayları desteklemesinin nedeni o siyasi partilerin politik ve ideolojik yaklaşımlarından ziyade Türkiye'de halkların geleceğini karartmak isteyen AKP zihniyetini zayıflatmak ve geriletmek adına böylesi bir destek durumu oldu. HDP’nin özellikle Türkiye’nin batısında AKP’nin MHP ile geliştirdiği bu tek adam rejimine dayalı kirli politikalarını zayıflatması açısından önemli bir sonuç alındığını düşünüyorum. Ve özellikle İstanbul, Ankara, Antalya, Adana, Mersin, Hatay başta olmak üzere bir çok ilde AKP’nin ciddi anlamda zayıfladığını görmekteyiz. Söz konusu kentler Türkiye’nin ekonomisi ve sanayisi ile Türkiye’yi Türkiye yapan kentler açısından önemli illerdir.

KURDÎ PARTİLERLE GELİŞTİRİLEN İTTİFAK ULUSAL BİRLİK AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLİ

Şuan iktidar partisi elinde Türkiye'de ciddi anlamda etkin bir güç olarak bulunan iller Kocaeli, Bursa, Antep gibi illerdir. Ve Türkiye'yi, Türkiye kimliğini sanayisi, ekonomisi ve turizmi ile temsil edebilecek iller AKP’nin değil, muhalefetin elinde. Ben bu politikanın özellikle HDP’nin bu stratejisi ile doğru orantıda olduğunu düşünüyorum. HDP kalkıp CHP ile ya da farklı bir parti ile merkezi bir ittifak olarak değerlendirilmesinden ziyade halkların kendi birlikteliğinden kaynaklanan bir kampanya süreci olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Tabi Türkiye’nin batısındaki Cumhur ittifakına karşı geliştirilen bu stratejinin önemli bir başarısı sağlandı.

Kürdistan'da biliyorsunuz 11 Eylül 2016 tarihinde AKP seçilmiş DBP’li belediyelerin 96 tanesine kayyum atadı. Bu kayyum politikasının bizler açısından temeli aslında AKP’nin Kürt karşıtı politikalarından kaynağını alıyor ve Kürtlerin demokratik siyasal alanı temsil etme ve sahip olduğu kazanımları baltalamaya yönelik bir durumdu. Kayyum politikasıyla Kürdistan da yaklaşık 2 buçuk-3 yıllık bir belediyecilik söz konusuydu oldu. Bu politikaların bir bütünü sadece bizim Türkiye batısında bir ittifak arayışını geliştirmekten ziyade Kürdistan'da da yer yer aileler, aşiretler olmak üzere bir çok Kurdî partiyle 31 Mart seçimlerinde yan yana gelme durumu söz konusu oldu. Ben Kurdî partilerle 31 Mart yerel seçimlerinde geliştirilen ittifakın ulusal birlik açısından da önemli olduğunu düşünüyorum. Hangi partinin bizlere ne kadar oy getirdiği yada kaybettirdiği üzerinden bir tartışma yapmayacağım.

Kurdî partilerin belediye kazanımlarındaki etkilerini bir gündem olarak tartışmayı doğru bulmuyorum. Bizim için önemli olan halkımızın ulusal birliğine hizmet edebilen politikaları geliştirebilmesi açısından bir sonuç almaktı. Bu açıdan da 31 Mart yerel seçimler vesilesiyle böylesi bir protokolün ve ittifakın geliştirilmesini çok olumlu buluyorum. Bizler de bu ittifakın içindeyiz ve katkı sunmaya çalışıyoruz. Halkımız için de bu ittifakın büyük moral oluşturduğunu düşünüyorum. Toplumda yan yana gelinmenin zor olacağı düşünülüyordu. Ama biz bu korkuyu kırdık ve 31 Mart yerel seçimleri çalışmaları her alanında halkımızın kaygısına ve ulusal birliğin hassasiyetine göre düşünüldü. Ben söz konusu ittifakın Kürtlerin kendi ulusal birliğine hizmet etme açısından bir adım ve başlangıç olarak değerlendiriyorum.

İktidarın özellikle Şırnak ve kimi ilçelerde devreye koyduğu seçim usulsüzlüklerine YSK tarafından göz yumulduğu görülürken, YSK’nin seçim sonuçlarının tamamlanmasına yakın sistemini kapatması ve veri akışını durdurmasını nasıl görmek gerek? Ve yine AKP’nin kimi yerlerde seçim itirazlarının kendi aleyhine sonuçlandığı da görüldü. Tüm bunları nasıl değerlendirmek ve yorumlamak gerek?

Aslında Türkiye'de çok demokratik bir seçim süreci yaşanmadı. Seçimler Türkiye'de her zaman şaibeli ve meşruiyetine gölge düşüren bir atmosferde geçirildi. Ama ne yazık ki bu 31 Mart yerel seçimlerinde Türkiye’nin geçmiş dönemlerindeki meşruluğu olmayan seçim dönemlerini aşan, kirli ve anti demokratik bir seçim yarışına girildi. Bir taraftan AKP ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur ittifakı devletin oluşturduğu tüm maddi ve manevi imkanları ve desteğini arkasına alarak muhalifleri seçim çalışmaları yürütemeyecek bir noktaya getirme ve çalışmalarını engellemeye dönük bir baskı durumu oluşturuldu.

Ama bir taraftan da devletin maddi ve manevi tüm imkanları Cumhur ittifakında bulunan siyasi  partilere peşkeş çekildiği bir seçim süreci yaşandı. Ben Türkiye deki bütünlüklü olarak seçim kampanya süresinin çok eşit çok demokratik olmadığını düşünüyorum. Ama Kürdistan'da bu durum kat be kat aşıldı. Yani biliyorsunuz Cumhurbaşkanı Kürdistan var mıdır yok mudur, Kürtler var mıdır yok mudur gibi tartışmaları üzerinden Kürtleri kendi ülkelerinden, topraklarından kovma durumuna kadar geldi.

İşte bizler seçim çalışmaları yürütürken gittiğimiz kentlerdeki mitingler ve açılışlar askerin ve polisin gölgesi altında gerçekleşti. Miting alanlarımızda halkın ablukaya alınarak miting alanına girişi engellendi. Bir çok alanda HDP’nin mitingine gitmenin veya oy vermenin baş ağrıtacağı gibi tehdit ve şantajlarla karşılandı. Yine stratejik bazı alanlara dışarıdan taşınan oylarla, seçmenlerle Kürdistan'da özellikle de Botan hattında ve Şırnak'ta demografik yapının değiştirildiğini düşünüyorum. Oraya dışarıdan insanlar getirildi. Polisler, asker ve aileleri dışarıdan getirildi. İşte Şırnak'ta seçim günü bunların görüntüleri yansıdı.

DIŞARIDAN SEÇMENLER GETİRİLDİ

Özellikle Botan hattının demografik yapısını değiştirmek istiyor AKP. Çünkü Kürt özgürlük mücadelesi sürecinde özellikle bu kentlerin üstlenmiş olduğu sorumluluklar ve yakalamış olduğu örgütlülük düzeyi AKP’yi korkutuyordu. Ve AKP öz direnişlerden tutalım da, kayyum politikalarına kadar Kürdistan'da Kürtlerin canıyla, kanıyla, emeğiyle tüm kazanımları ve değerlerini elinden almaya çalıştı. AKP 2016 yılından beri kayyumların meşruluğunu dünyaya ve Türkiye ye anlatamıyordu. Bu anlamda özellikle seçmen sayısı az olan bölgelerde dışarıdan seçmenler getirterek, seçmen dengesini değiştirerek baskı ve zorla belediyeleri almaya çalışıyordu. Botan hattında bu uygulandı.

Örneğin Beytüşşebap'ın nüfusu 5 bindir ama orada oy kullanan seçmen sayısı bu sayıdan çok fazla bir oranda. Uludere'de çok ufak bir halk yaşamasına rağmen dışarıdan çok sayıda asker, polis, korucu getirilerek seçmen sayısının dengesi değiştirildi. Şırnak'ta 24 Haziran 2018 tarihinde kullanılan oylarla 31 Mart 2019 tarihinde kullanılan oylar arasında 10 bin seçmen farkı var. Şimdi AKP’nin Botan'da, Şırnak'ta başarılı olup olmamasının resmi belediyeyi zorla, hukuksuz ve kirli yöntemlerle ele alması ile alakalı değildir.

BAZI İLLER AKP TARAFINDAN GASP EDİLDİ

Şırnak’ın bütünlüklü sonuçlarına bakalım. HDP 160 bin küsur oy almış, AKP Şırnak genelinde 42 bin oy almış. Şimdi sormak gerek. Sen 42 bin oyla nasıl yöneteceksin? Yani HDP’nin aldığı oyun dörtte birine tekabül etmiyor. Ve şuan Şırnak Belediyesi ile sınır hattında bulunan ilçeler ve beldeler AKP denetimine girmiş durumda. Bu durum demokratik seçim sonucu değildir. Bu özellikle devletin o hatta yönelik uyguladığı politikanın sonucudur. Zaten şuanda elde edilmiş sonuçların hiç biri gerçeği göstermiyordur.

Biz Şırnak'ta oyların yüzde 99.9 almış olsaydık dahi, AKP Şırnak Belediyesi’ni Kürtlere vermeyecekti. Çünkü Şırnak haritadan silindi. Çünkü Şırnak dünyanın gözü önünde zulme maruz kaldı. Şimdi AKP ise Türkiye'de kaybettiği gücü Şırnak, Bitlis, Ağrı  ile tanımlamaya çalışıyor. Bu bilgi gerçeği yansıtmıyor. AKP düştüğü durumu ve zayıflığı Şırnak ile gizleyemez. Şırnak halkını tanıyoruz.

Şırnak'ın seçim sonuçlarında HDP almış 160 bin, AKP almış 42 bin. Şırnaklıları, Botanlıları AKP temsil edemez. Şırnak AKP’nin kirli politikaları ile gasp edilmiştir. Sadece Şırnak için söylemiyorum. Muş, Malazgirt , Viranşehir için de geçerlidir. Halfeti de Mersin ve Adana'dan getirilen 3-4 bin polisin resmi üniformayla oy kullanıldığı görüldü. Sandık başlarına askeri araçların konvoy şeklinde gidildiği görüldü. Sanki o kentler işgal edilmiş görüntüsü verilmeye çalışıldı.

Seçim sonrası parti çalışmalarınız nasıl bir yol izleyecek? Yine özellikle gündemde sıcaklığını koruyan tecrit ve bağlı olarak sürdürülen açlık grevlerine ilişkin yol haritanız nasıl şekillenecek? Sürece dair neler söyleyebilirsiniz?

Kuşkusuz bu sürecin bizler açısından çok ağır ve vicdani sorumluluğu var. Seçimlere de bu vicdani sorumlulukla girdik. Bir tarafta Sayın Öcalan üzerinde sürdürülen insanlık dışı, hukuksuz bir tecrit, bir taraftan ise bu politikalardan kaynaklı binlerce kişi açlık grevi başlattı. Ve bu her iki süreç bizler açısından en stratejik ve en önemli olarak kabul ettiğimiz konularken, ne yazık ki çok eşit ve demokratik bir süreç olmasa da bizler halkımızın her alanda temsil edilebilmesi için bu seçimlere de girmek zorundaydık. Bizler seçim sonrasında ilk olarak bölgedeki seçim sonu değerlendirmelerini yaptık.

Kuşkusuz seçim sonuçlarında bizlerin kendi politikalarımızı ve faaliyetlerimizi gözden geçirmemizi ve öz eleştirisel yaklaşmamızı gerektiren bir çok mesajın ve vurgunun olduğunu düşünüyorum. Ama öncelikle bu genel tabloyu anlamamız gerekiyor. Gündemimiz tecrit ve açlık grevleri. Seçim dönemlerinde de bu kritik ve hassas konuları birlikte götürmeye çalıştık. Zaman zaman bu konular birbirlerinin önüne geçiyordu belki ama bizler bu süreçteki değerlendirmeleri tamamladıktan sonra özellikle tecrit ve açlık grevi eylemlerini bir program haline getirip, bu eksende çalışmalarımızı yürüteceğiz. Neden tecrit ve açlık grevleri?

HALK AKP'NİN KORKUTMA POLİTİKASINA BOYUN EĞMEDİ

Bizler tecridi yalnızca Sayın Öcalan üzerinde sürdürülen bir durum olarak ele almıyoruz. Az önce sözünü ettiğimiz seçim usulsüzlüklerin nedeni düşünüldüğünde bunu tecrit olarak gösterebiliriz aslında. Sayın Öcalan'a yönelik sürdürülen insanlık dışı tecridin sadece Sayın Öcalan ve Kürtlerle sınırlı kalmadığını tüm halklarının özgürlüğüne dayatıldığının altını çiziyorum. Bizim tecrit konusundan çıkarımımız budur. Bundan kaynaklı Türkiye de demokratik siyasete bir alan açılacaksa hükümet de 31 Mart yerel seçim sonuçlarını önüne koyarak değerlendirecekse biz bunun öncelikle tecridi ortadan kaldırmakla, açlık  grevi eylemcilerinin taleplerini gerçekleştirmesi ile başlanması gerektiğini düşünüyoruz.

Biz parti olarak bu konuda üzerimize düşen tüm görev ve sorumlulukları tecrit ve açlık grevi eylemlerine dönük planları hayata geçirmeye çalışacağız. Umuyoruz ki bu seçim sonuçlarından hem Kürdistan da, hem de Türkiye'de iktidar açısından da baskının sonuç vermediğini görülür ve AKP yi kirli politikalardan vazgeçirmeyi sağlar. Bizim açımızdan Türkiye ve Kürdistan’daki seçim sonuçları bunu açığa çıkardı. Yani halk AKP’nin korkutma, sindirme politikalarına boyun eğmemiştir. Kürdistan'da kayyum anlayışı yerle bir edilmiştir. Batı'da AKP tüm gücünü yitirmiştir. AKP’nin meşruluğu bundan böyle tartışmaya başlanacaktır.

Seçim çalışmaları kapsamında halk buluşmaları gerçekleştirdiniz. Halkın talebi ve beklentisi ne oldu?  Özellikle seçim çalışmalarında halkın kayyuma tepkileri ve tecrit ile bağlantılı olarak gelişen açlık grevlerine ilişkin talepleri neydi?

Bizler Türkiye'deki siyaseti değerlendirirken, sorunun temelini Sayın Öcalan üzerindeki tecridin oluşturduğunu görüyoruz. Sorunların tamamı Kürt sorununda düğümleniyor. Ben Türkiye'deki en politik en örgütlü toplumun Kürtler olduğunu düşünüyorum. Bizim bu seçim sürecinde gittiğimiz tüm seçim buluşmalarında halkımızın öncelikle bizlere ilk sorduğu soru açlık grevi eylemleri nasıl gidiyor oldu, ne olacak, parti ne yapacak oldu. Sayın Öcalan’ın önderlik kimliği ile ilgili Kürtler de genel anlamda bir kabulleniş var. ‘Önderliğimizin durumu ne olacak?’ diye soruyorlar.

Kürtler evet seçimlere girip belediyeleri kazanmak istiyor ama Kürt sorunu çözülmeden ve Sayın Öcalan üzerindeki tecrit sonlandırılmadan da kazanılan belediyelerin yeterli olmayacağını biliyorlar. Evet belediyelerin AKP’nin eline geçmesini istemiyorlar ama sorunların belediyelerle de çözülemeyeceğini biliyorlar. Bundan kaynaklı benim özellikle bulunduğum sohbetlerde tanık olduğum soruların başında Sayın Öcalan ve açlık grevi eylemcilerinin durumu oldu. Birçok Kürt evinde sofra kuramıyor. Binlerce temsilcisi ve çocuğu şuan açlık ile mücadele ederken, insanlar yemek yiyemez duruma geldiler. Anneler evlerde gözyaşları eşliğinde sofra kurup kaldırdıklarını dile getiriyorlar bize. Bu durum vicdan meselesine dönüşmüş durumda.