Belediye gaspçıları Kürdistan'ı şantiye alanlarına çevirdi

Devletin DBP’li belediyeleri gasp etme politikasını ve siyasi soykırım saldırılarını değerlendiren DBP MYK üyesi Abbas Azizoğlu, kayyumların Kürdistan'ı şantiye alanlarına çevirdiğini belirtti.

Son 3 yılda yaklaşık 10 binin üzerinde üyesi ve yöneticisi gözaltına alınan, tutuklanan Demokratik Bölgeler Partisi’nin (DBP) 30 Mart 2014 yılında yapılan yerel seçimlerde kazandığı 102 belediyeden 94’ü kayyumlar eliyle gasp edildi. Gasp edilen bu belediyeler şu anda Kürdistan’ı kelimenin tam anlamıyla şantiye alanlarına çevirmiş durumdalar. Türk devletinin hedefinde olan DBP’nin eş genel başkanları dahil binlerce üye ve yöneticisi halen cezaevlerinden rehin tutulmakta.

Devletin belediyeleri gasp politikasını, DBP’ye yönelik geliştirilen siyasi soykırım saldırılarını ve bilançosunu, partilerinin faaliyet alanlarını, rolünü ve misyonunu DBP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Üyesi Abbas Azizoğlu’na sorduk.

ANF’nin sorularını yanıtlayan Azizoğlu, saldırıların bilançosunu tutmakta zorlandıklarını belirtti. Yerinden yönetim ve yönetim gibi kavramları Kürt halkına anlatmakta yetersiz kaldıklarını kaydeden Azizoğlu, halkla beraber siyaset üretme rolünü ve misyonunu yerine getirmeleri gerektiğini vurguladı. Azizoğlu’nun sorularımıza verdiği cevaplar şöyle;

Özelikle son 3 yılda DBP'ye yönelik geliştirilen siyasi soykırım saldırılarının bilançosunu paylaşabilir misiniz?

Devletin 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra ‘çözüm süreci’ masasını devirmesiyle Kürt halkına karşı topyekun bir siyasi soykırım saldırısı gerçekleştirildi. Dolayısıyla biz de parti olarak bu saldırılardan ‘nasibimizi’ fazlasıyla aldık. Eş başkanlarımız sayın Sebahat Tuncel ve sayın Mehmet Arslan şu anda cezaevindeler. Aynı zaman DBP’nin MYK’sından tutalım da parti meclisine kadar birçok arkadaşımız gözaltına alındı, tutuklandı ve ‘ceza’ alanlar oldu.

Genel anlamda bir bilanço değerlendirmesi yaparsak, maalesef öyle bir duruma gelmiş ki çetelesini tutamaz hale geldik. Çünkü her gün bir yerlerde siyasi soykırım dalgaları var. Genel anlamda değerlendirirsek 10 binin üzerinde üyemiz ve parti yöneticilerimiz şu anda cezaevlerinde. Kaldı ki bu rakam sadece cezaevinde olan arkadaşlarımızla ilgilidir. Bunun dışında gözaltına alınıp adli kontrol şartıyla bırakılan arkadaşlarımız da var. Arkadaşlarımız adli kontrol şartıyla siyaset yapamaz hale getirildiler.

94 BELEDİYE GASP EDİLDİ

Ayrıca 15 Temmuz sözde darbesinden sonra Kürdistan’da sıkıyönetim tarzında ilan edilen Olağaüstü Hal (OHAL) ile, 2014 yerel seçimlerinde büyük bir başarıyla kazandığımız 102 belediyemizin 94’ü gasp edildi. Bu gasp edilen belediyelerimizin eş başkanlarının birçoğu ya gözaltına alındı ya da tutuklandı.

Onlarca belediye meclis üyelerimiz ve il genel meclis eş başkanlarımız ve üyelerimiz gözaltına alındı. O yüzden bilanço tutmakta bile zorlandık. Ama şu anda 53 belediye eş başkanımız tutuklu. Bu eş başkanlarımızdan 10'u hapis cezası aldı. Bunların yanı sıra daha önce tutuklanıp tahliye olan 110 belediye eş başkanımızın dosya yargılamaları da devam etmekte. Bu yargılamalar sürüncemede bırakılmaktadır. Çünkü hiçbir delil söz konusu değil.

Eş başkanlarınız Sebahat Tuncel ve Mehmet Arslan’ın durumları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Eş başkanlarımızdan sayın Sebahat Tuncel’in şu anda mahkemesi devam ediyor. Daha önceki dosyalarından birinden hapis cezası aldı. Tamamen yapmış oldukları demokratik siyasetten dolayı rehin tutulmaktalar. Sayın Mehmet Arslan eş başkanımız da Efrîn ile ilgili yapmış olduğu açıklamalardan dolayı hukuksuz bir şekilde gözaltına alınmış ve maalesef o da şu anda rehin tutulmaktadır. Bizim temennimiz, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve dolayısıyla rehin tutulan eş başkanlarımızın serbest bırakılmasıdır.

Kaç belediyeye kayyum atandı, kayyum sonrasıyla ilgili ana hatlarıyla bir karşılaştırma yapmanız mümkün mü?

Biz 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde eş başkanlık sistemiyle seçimlere girdik. Bunu halkımıza deklere ettik. Bunun karşılığında da 102 belediyede yerel yönetimleri aldık. Bu bile tek başına iktidarı bize karşı baskı uygulamaya itmişti. 1999 yılında belediyeleri kazandığımızdan bu yana, özellikle de 2014 yerel seçimlerinden beri müfettişler 24 saat boyunca belediyelerimizden çıkmıyorlardı. Belediyelerimizin icraatlarını, çalışmalarını tek tek denetliyorlardı.

Özellikle mali boyutunu denetliyorlardı. Fakat bu kadar denetleme ve zorlamalara rağmen tek bir şey bulmuş değillerdi. Bir müfettiş geliyordu, raporunu daha yazmadan diğer müfettiş geliyordu. Asıl dertleri bir şey bulup, belediyeleri gasp etmekti. Ama hiçbir şey tespit edemediler. OHAL ile beraber belediye eş başkanlarımız geçmiş dönemlerde yapmış oldukları basın açıklamalarından ve katılmış oldukları bazı parti programlarından dolayı tutuklandılar.

‘BİZİM PROJELERİMİZİ ÇALDILAR’

Aslında gasp edilmek istenen halkın iradesiydi. Seçimlerle elde edip kazanamadıkları belediyelerimiz OHAL darbesiyle birlikte gasp edildi. Kendi iç hukuklarını bile çiğnediler. Şu anda yapmış oldukları tek icraat; bir hizmet üretiyormuş hissi uyandırarak bütün şehirlerimizi şantiye sahalarına çevirmektir. Onun dışında da pankartlar açarak kendilerini ‘belediye başkanı’ olarak lanse ettirmektir. İçlerinde ukde olarak kalan isteklerini gasp yoluyla gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

Hangi belediye olursa olsun, başlarken ilk olarak 5 yıllık stratejik planını hazırlar. Kayyumlar gelirken, ‘Biz şu veya bu projeyi yaptık’ diyerek dezenforme bilgiler verdiler. Bizim var olan projelerimizi kendilerininmiş gibi gösterdiler, çaldılar. Kayyumların temel olarak şehirlerimize yaptıkları hiçbir şey yoktur. Asfalt döküp, kaldırım yapmışlar. Var olanı yıkıp yerine yenisini yapıyorlar. İş yapıyormuş gibi gösteriyorlar kendilerini.

‘HALKA KORUMA ORDUSU İLE GİDİYORLAR’

Kayyumlar gelmeden önce yaptığımız çalışmalar ve projeler bellidir. Mali konularda da biz devamlı halkımıza karşı şeffaftık. Bunu da açıklıyorduk. Tabii ki eksik kaldığımız, eleştirilecek yanlarımız vardır. Her zamanda gerek halkımızdan gerekse STK’lerden doğru gelen eleştirilere açık olduk. Ama bugün belediyelerimizin durumu ortadadır.

Biz her zaman belediyelerimizin halkın olduğunu ve halk temelli çalışmalar yürüttüğümüzü söylüyorduk. Ama şu anda bütün belediyelerimizin karakollara çevrildiğini görüyoruz. Halkımız bırakın kendi sorunlarını dile getirmeyi, vergilerini ödemek için belediyeye gitmekten imtina eden bir duruma geldi. Kendilerini belediye başkanı olarak gören kayyumlar halka inememekteler. Bir koruma ordusu ile sokağa çıkıyorlar.

‘BELEDİYE BİR BİNADIR’

Bizim için bir binanın var olup olmaması hiç önemli değil. Belediye bir binadır. Oysaki biz ilk günden beri, belediyelerimiz gasp edildikten sonra dahi dışarıda olan tüm belediye eş başkanlarımız ve encümenlerimiz halkın içinde çalışmalarına devam etmektedirler. Halk ile birlikte siyaset üretmeye çalışmaktadırlar.

Yerel yönetimler dediğimiz olgu tam olarak budur. Halkın karar süreçlerine dahil olduğu anlayıştır. Eğer bir mahallenin park ihtiyacı varsa, bu mahallelinin ihtiyacı üzerine yapılır. Ama biz halk adına karar verme gibi bir duruma düşersek, işte bugünkü halkın iradesini gasp eden insanların durumuna düşmüş oluruz.

DBP'nin mevcut haliyle rolünü ve icraat alanını nasıl değerlendiriyorsunuz?

DBP olarak temel misyonumuz halkın demokrasilerde karar süreçlerine dahil olmasının önünü açmaktır. Ayrıca toplumun değişik kesimlerinden eğitim ile ilgili farklı talepleri var. Bunların başında da Kürdistan’daki hak gaspları gelmektedir. Örneğin halkın yatay ve dikey örgütlenmesini sağlamak gerekiyor. Bunun eğitimlerinin verilmesi lazım.

Halk bu tarz bir örgütlenmeyi gerçekleştirdiği müddetçe devlet denilen bir olguya da ihtiyaç duyulmaz. Çünkü hem kendisini yönetmiş hem de kendi kararlarını almış olacak. Almış olduğu kararlarda da bir aidiyet hissi olacaktır. Dolaysıyla bizim DBP olarak temel misyonumuz yerinden yönetimi esas almamızdır. Yerinden yönetimi uygulayacak olan halkı da buna göre eğitmek, bilinçlendirmek ve örgütlü bir hale getirmektir.

Kürt siyasi hareketi uzun yıllardır Demokratik Özerklik çalışması yürütüyor. Türk devletinin baskılarını da hesaba katarak, bunu ne kadar hayata geçirebildiniz? Nasıl bir mesafe kat ettiniz?

Demokratik özerklik söylemi bir fobi haline gelmiş. Aslında Demokratik Özerklik dediğimiz şey, yerinden yönetimin güçlendirilmesidir. Yerinden yönetim ise halkın karar mekanizmalarına dahil olmasıdır. Yani merkeziyetçi bir iktidar elitinin her yerel ile ilgili karar almasının önüne geçmektir. Yerel kendi ihtiyaçları çerçevesinde sorunlarını dile getirir, tartışır, çözüm yollarını bulur ve bu çözüm yolları ile beraber var olan sorunlarını gidermesi gerekir.

Bu çalışma sadece Kürdistan ile sınırlı bir çalışma değildir. Biz parti olarak tüm Türkiye halklarıyla beraber, her yerelin karar süreçlerine dahil olması gerektiğini öngörüyoruz. Dolayısıyla demokrasilerde olmazsa olmaz olan toplum faktörünü ön plana çıkarmaya çalışıyoruz. Bizim temel çalışma alanımız budur. Ama maalesef ulus devlet gerçekliği, bizim bu çalışmamızın kendilerini ortadan kaldıracaklarını bildiği için saldırganlaşıyor ve bizi ortadan kaldırmaya çalışıyor.

Son 3 yılın muhasebesini yaparken Demokratik Özerklik, öz yönetim ve öz savunmayı yeterince uyguladığınızı, buna dayalı örgütlenmede mesafe kat ettiğinizi düşünüyor musunuz?

Yerinden yönetimin hakim kılınması anlamında genel olarak değerlendirme yapmak gerekir. Kürdistan ve Ortadoğu coğrafyasında ulus devlet anlayışının temel sütunlarını yıkacak olan bu yerinden yönetim politikaları ister istemez devletin vahşice saldırılarına maruz kaldı. Bu adımımızın ilk olması nedeniyle bizlerin de çok fazla yol kat edemediğimiz gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Birçok kazanım ve görünür kılınmış şey vardır ama sonuca vardırma anlamında hala kat etmemiz gereken epeyi bir yolun olduğunu pratikte gördük.

Bildiğiniz üzere MGK’de görüşülen bir ‘Çöktürme eylem planı’ deşifre olarak basına da düşmüştü. Dolayısıyla bütün kazanımlarımıza karşı topyekun bir saldırı gerçekleşecekti ve gerçekleştirildi de. Bunun karşısında da halkımız kendi öz yönetim anlayışlarını devreye koydu. Çok anlamı ve büyük direnişler verildi. Fakat biz halkımıza bunu tam olarak anlatamadık, izah edemedik.

Halen de izah etmekte zorlanıyoruz. Aslında ulus devlet mantığının gelişen demokratik ulus kavramına, yerinden yönetim ve halkın kendisini yönetme çabalarına karşı topyekun bir saldırı içerisinde olduğunu anlatamadık. Halkımız bu özyönetim direnişlerinde bodrumlarda yakılırken, kendimizce bir şeyler yapmaya çalıştık ama çok da sonuç alıcı bir politika geliştirdik diyemeyiz.

Kürdistan kentleri topyekun saldırılarla yıkılırken, siyasi hareketin uluslararası kimi kurum-kuruluşlarla diplomatik görüşmeleri oluyordu. Bu kurumlar yaşananlara neden müdahale etmedi sizce?

Öncelikle biz öz gücümüze dayanan bir parti ve halkız. Bu öz gücümüze dayanarak bir direniş söz konusuydu. Fakat olay o kadar çok boyutlandı ki aslında bir duyarlılık yaratılabilirdi. Zaten özeleştiri verirken biraz da bu minvalde veriyoruz. Gereken duyarlılığı yaratamadık. Devletin baskısı elbette vardı, önümüz kesiliyordu. Fakat bizim gerçekliği izah edebilme argümanlarını kullanabilme eksikliğimizden kaynaklı duyarlılık sağlayamadık.

Uluslararası bir duyarlılık gerçekleştirebilirdik. Gelip burada müdahale etmeleri anlamında söylemiyorum. Yine uluslararası güçlerden medet umma anlamında da bunu belirtmiyorum. Ama bir uluslararası kamuoyunda bir duyarlılık oluşturabilirdik. Maalesef kendi cephemizden ne şehirlerimizde ne Türkiye’de ne de uluslararası arenada eylem, etkinlik ve argümanlar geliştiremedik. Sonucunda da hiç istemediğimiz bir duruma geldik.

‘ÇÖZÜM SÜRECİ HEPİMİZDE BİR REHAVET YARATTI’

Aslında ‘çözüm süreci’ dediğimiz süreç, hepimizde bir rehavet ve gevşeme yarattı. Biz sanki her şey bitti, barış sağlandı gibi davrandık. Biz tabii ki demokratik siyaset üreten bir parti olarak barışın olması, kanın akmaması ve hiç kimsenin ölmemesi için çabalıyoruz. Ama nasıl bir barış? Kimsenin bahşetmediği, kendi öz gücümüze dayanan onurlu bir barışın siyasetini yürütüyoruz. Biz aslında bu siyaseti yeterince yürütemedik. Özeleştiri vermemiz gereken konulardan bir tanesi de budur.

Kendi rolümüzü oynamamız gerekiyordu. Kendi misyonumuzu ve asli görevimizi yerine getirdiğimiz zaman sonuç alıcı olurdu. Bizim asli görevimize dönmemiz lazım. O da toplum içerisinde olmak, halkı örgütlemek, bilinçlendirmek ve eğitmektir. Bu çerçevede de halkı kendi kendini yönetebilecek seviyeye getirmemiz ve buna inandırmamız gerekiyor. Artık farklı oluşumlardan veya güçlerden medet ummadan öz gücümüzle kendimizi nasıl idame edebilir ve yönetebiliriz onu anlatmamız gerekiyor. Onun pratiğini yaşamamız lazım.

Partinizin diğer Kürt partileri-örgütleri ile diyalog, görüşme ve ortak çabası var mı?

Biz DBP olarak, Kürdistanî çevrelerle yakın bir temas içerisindeyiz. Bu uzun süredir devam eden bir çalışma. Yapılan son seçimlerle beraber bu çalışmamız biraz daha ivme kazandı. İstenilen seviyede olmasa bile bir zemin oluşturulmuştur. Kürdistan ulusal birliğinin oluşturulması için parti olarak yoğun bir çaba içerisindeyiz. Daha çok DTK üzerinden geliştirilen süreçler olmasına rağmen, biz de bu sürecin merkezinde yer alıyoruz.

24 Haziran seçimlerinde de bazı şeyler ortaya çıktı. Biz ne olursa olsun, Kürdistanî çevrelerle demokratik ittifakımızı, yani ulusal birliğimizi gerçekleştirmek zorundayız. Özellikle Kurdewari yaklaşan tüm Kürdistanî parti veya oluşumlarla ilişkilerimiz önceden de vardı, bundan sonra daha fazla olacak. Bu çalışmalarımız daha fazla yoğunluk kazanacaktır. Ortak bir zeminde buluşarak, ortak siyaset yapabilmek için daha fazla mesai içerisinde olacağımızı belirtebilirim. Aslında halk içerisinde yaptığımız çalışmalarımızda da bu ihtiyaç kendini gösterdi.

Halkın sizden beklentisini ve sizinle olan ilişkisini anlatabilir misiniz?

Halkımızın, bizden talebi ve beklentisi ulusal birliğin sağlanması. Özellikle bu son seçimlerden sonra oluşan siyasi konjonktürel durum halkın artık iktidardan hiçbir beklentisinin olmadığını gösteriyor. Aslında siyaset halk ile yapıldığı ölçüde siyaset olur. Meclis’te var olmak önemlidir, o da bir araçtır mücadelemiz açısından. Ama o seçilmiş olan arkadaşlarımızın halkın içerisinde ve onlarla siyaset yapılmasını istiyor halkımız.

Şimdi yerelde mevcut siyaseti HDP yaptığı için halkın bu talebi HDP’yedir. Bize yönelik talepleri ise, daha çok eğitim talebidir. Bu paneller, sempozyum şeklinde de olabilir. Bizim geleneğimiz de olan ‘Şevbêrk’ misali eğitimler de olabilir. Oturulur, sorunlar tespit edilir, tartışılır ve çözümler üretilir. Bizde kendi planlamalarımızı bu minvalde yapma çabası içerisindeyiz. Topluma aidiyet hissi vermeli ve bunun üzerinden toplumu tüm karar mekanizmalarında aktif kılmalıyız. Böylelikle de demokrasimizi geliştirmiş olacağız.