Bir kayıp yakınının 25 yıllık mücadelesi…

İHD Amed Şubesi Kayıp Komisyonu’nda görev alan Adnan Orhan, babası, amcası ve amcasının oğlunun 24 Mayıs 1994’te gözaltına alındıktan sonra kaybedilmesi ve hak arama mücadelesini anlattı.

Babası, amcası ve amcasının oğlu 24 Mayıs 1994’de Amed’in Kulp ilçesine bağlı Zara köyünün Adrok mezrasında gözaltına alındıktan sonra hak arama mücadelesi yürüten İHD Amed Şubesi Kayıp Komisyonu üyesi Adan Orhan, o günden bu yana hak arama mücadelesi yürütüyor.

Babası Mehmet Selim, amcası Hasan ve kuzeni Cezayir Orhan’ın 24 Mayıs 1994’de gözaltına alındığını söyleyen Orhan, “Olay gerçekleştiği sırada ben de köydeydim” dedi.

Askerlerin bir hafta öncesinde operasyona geldiği ve bütün köyleri yaktığını vurgulayan Orhan şunları söyledi: “Bizim evlerimizi de yakmışlardı. Oradan göç etmemizi istediler. Babamlar da köyü terk etmek istemediler, bizim köyün hemen aşağında merkez köyün civarında çadırda yaşamaya başladık. 1 hafta 10 gün çadırda yaşadıktan sonra babamlar harabelerimizin yanında çadır kurup, yaşama kararı aldılar.”

KÖYLERİNİ TERK ETMEDİLER…

Askerler tarafından yakılan evlerinin harabelerinin bulunduğu yerde çadır kurarak yaşamaya başladıklarını söyleyen Orhan, bir hafta sonra askerlerin gelerek babası, amcası ve amcasının oğlunun kimliğini aldığını vurguladı.

O dönemde gözaltına alınıyorsa kaybedildiğini duydukları için gözaltılara karşı direniş gösterdiklerini de dile getiren Orhan, askerlerin, “bize yol gösterecek” diyerek alıp götürdüklerini belirtti.

Askerlerin, babası, amcası ve amcasının oğlunu alıp götürdükten sonra yaptıkları bütün başvurulara olumsuz yanıt aldıklarını da sözlerine ekleyen Orhan bir görgü tanığının anlatımlarını da şöyle dile getirdi: “Lice yatılı okulunda babamla gözaltında kalmış bir tanık anlattı. Babamları dışarıdan tanıyor, beraber gözaltında olduklarını söyledi.”

CENAZELERDEKİ TAHRİBATTAN DOLAYI TANIYAMADILAR

Yakınları gözaltına alındıktan 20-25 gün sonra Kulp civarında bazı cenazelerin olduğu haberini aldıktan sonra amcası, dayısı, babasının dayısı ve köydeki bazı kişilerin teşhis etmek için gittiğini belirtti. Ancak cenazeler üzerinde gerilla elbisesinin olması ve cesetlerin yakılmış olmasından kaynaklı tanınmayacak halde olduğu gördüklerini aktaran Orhan, “Babam sigara da kullanıyordu. Tütün tabakasını teşhis etmek için giden köylülerden birisi görüyor ve tanıyor. Orada söylüyor, ancak diğerleri inanmak istemiyor” diye devam etti.

Uzun bir zaman alan arayışlarına bir türlü cevap bulamadıklarını vurgulayan Orhan, 2004 yılında, cenazelerin bulunduğu yerde toplu bir mezar olduğu yönünde haberlerin yayınlanmaya başladığını da vurguladı.

Hulusi Adıgüzel isimli bir kaybın eşinin başvurusu sonucunda mezarın açıldığını da kaydeden Orhan, “Biz de DNA karşılaştırılması yapılması için savcılığa başvuruda bulunduk” dedi.

Araştırma sonucunda cenazelerden birisinin babası Mehmet Selim, amcası Hasan’a ait olduğunun ortaya çıktığını, ancak kuzeyin Cezayir Orhan’ın cenazesinin ise orada olmadığın görüldüğünü belirten Orhan, Lice’de yakınları ile gözaltında olan tanığın görüşlerine yeniden başvurduklarını sözlerine ekledi.

Söz konusu tanığın babasını, amcasını ve amcasının oğlunu gözaltındayken tuvalete giderken gördüğünü, durumlarını sorduğunu aktaran tanığın, “Onlara çok ağır işkenceler yapılmıştı” sözlerine de dikkat çekti.

Gözaltında olanlar ailesinde Bulut ailesinden fertlerin de olduğu bilgisini görgü tanığının aktardığını da söyleyen Orhan şunları belirtti: “Biz aileye ulaştık. Onlar da gelip müracaat ettiler, Kulp Bağcılar, Kevre Kok civarında açılan mezardaki cenazelerden 2’sinin bize, 3’ünün de Bulut ailesine ait olduğu tespit edildi. Bulut ailesinden 5 fert, bizim aileden de 3 fert kayıptı. Mezar ise 8 kişilikti.”

‘ÇATIŞMA SÜSÜ VERİLEREK, KATLİAM’

Orhan, yakınlarının katlediliş, cenazelerin mezarlara konuluş biçimi, kemiklerin toparlanma, adli tıpa gönderilmesinde yaşanan bütün tahribatların kuzeninin DNA’sının tutmamasına neden olabileceğini de dile getiren Orhan, tanık olan bir kadının anlatımlarını ise şöyle aktardı: “Bir akşam üstü bize geldiler dediler, dışarı çıkmayın, çatışma çıkacak. Biz de dışarı çıkamadık, Lice tarafından bir helikopter geldi. Evlerimizin birkaç yüz metre aşağına iniş yaptı. Helikopter gittikten sonra silah sesleri ve insan çığlıkları yükseldi. Daha sonra ise çığlıklar kesildi, birkaç dakika sonra çok ağır bir koku geldi. Eve taraf, hepimiz de bu kokuyu aldık, hissedebildik.

Sabah çocuklar hayvanları otlatmaya çıktılar. Çocukların gitmesi ve geri dönmesi aynı anda oldu. Cesetlerin olduğunu söylediler. Biz gittik baktık, katledilmiş insanların cenazeleri var. Muhtar savcılığa bildirdi… Köylüleri topladılar, kazma kürekle bu insanların geri kalan kemiklerini çukura gömüp gittiler.”

ADLİ TIPA GÖNDERİLME SÜRECİ DE SORUNLU

Mezarların kazılması, cenazelerin gömülmesi, daha sonra ise kemiklerin mezardan çıkarılmasında hiçbir prosedürün yerine getirilmediğini de belirten Orhan, “Savcılık birkaç asker gönderiyor, kazma kürekle açtırıyor, mezarları ve adli tıpa gönderiyor. Kafatası, omurga gönderiyor. Bundan dolayı da sağlıklı bir DNA sonucu çıkmadı” dedi.

Bir mezarlarının olması için bütün kemiklerin kendilerine verilmesini talep ettiklerini de kaydeden Orhan, bunun için Kulp savcılığına başvurduklarını, ancak savcılığın da kemiklerin onlarda olmadığı biçiminde bir cevap verdiğini de sözlerine ekledi.

Daha sonra yürütülen prosedür, başvurular ve dilekçeler sonucunda savcılığın cenazelerin toplu mezarda olduğu bilgisini verdiklerini de dile getiren Orhan “Bize tek bir torba şeklinde verebiliriz dediler, biz de kabul etmedik. Şu anda 8 insanın kemikleri bir torba içinde bir kabir içerisinde duruyor” diye konuştu.

Babası, amcası ve kuzeni kaybedildikten sonra mücadelede bilinçlendiğini belirten Orhan şöyle devam etti: “Bu da bu hukuksuzluğa karşı durmak gerektiğine hissettirdi. 98’de annem, yengem, amcamın oğlu ile beraber Galatasaray Lisesi önüne gittik. Babamlar gözaltına alındığında 10-11 yaşındaydım. 98’de Galatasaray lisesi önüne gittiğimde annemin elini tutacak yaştaydım. O günden bu yana kayıplara ilişkin mücadeleyi yürütmeye, ses olmaya çalıştık. Yapılan haksızlığı kabul etmemem insan hakları savunuculuğuna kadar getirdi beni. Son 4 yıldır İnsan Hakları Derneği Diyarbakır şubesinde Kayıp Komisyonu’nda görev alıyorum.”