Dünya ve Kürdistan gerçeği-MAKALE

Çok açık ki, eğer güçleri yeterse TC ve İran devletleri bu dünyada demokratik bir Kürt iradesinin ortaya çıkmasına izin vermek istemeyeceklerdir. Tek tek ve dayanışma halinde Kürt Özgürlük Güçlerine yönelik olarak her yerde saldırmaya çalışacaklardır.

Geçen hafta yapılan Tahran Zirvesi merakla bekleniyordu. Acaba Rusya, İran ve Türkiye görüşmesinden ne sonuç çıkacak diye herkes merak ediyordu. Kamuoyuna açık yapılan görüşmeler pek anlaşılır olmadıysa da, zirveden sonra İdlib, Lazkiye, Koye ve Kuzey Kürdistan’ın her alanında yaşanan saldırılar zirveden hangi sonuçların çıktığını herkese gösterdi. Rusya İdlib’deki AKP yanlısı El Nusra çetelerine saldırırken, İran devleti ise hem Rojhilatê Kurdistan’daki PJAK gerillalarına ve hem de Başûrê Kurdistan’daki PDK-İ ve HDK merkezlerine saldırdı; aynı zamanda ise bir süredir hazırlığını yaptığı Kürt siyasi tutsaklarını idam etti.

Bütün bunları fırsat bilen AKP-MHP faşizmi ise, bir yandan Kuzey ve Güney Kürdistan’daki PKK kamplarına saldırır ve Selahattin Demirtaş ile Sırrı Süreyya Önder’e hapis cezaları yağdırırken, diğer yandan ise nasıl gerçekleştirildiği şaibeli bir biçimde “Reyhanlı sanığı” dediği bir kişiyi Lazkiye’de tutuklayarak Türkiye’ye kaçırdı. Böyle bir çatışmalı ortamdan yararlanarak AB devletleri daha fazla ekonomik anlaşmalar yapmaya çalışırken, ABD ise İdlib uyarısını yinelemekle yetindi. DAİŞ’e karşı direnişin öncülüğünü yapan QSD ise, Derazor’da DAİŞ’e karşı, Efrîn’de ise faşist TC çetelerine karşı direniş eylemlerini artırdığını açıkladı.

Şimdi bütün bunlara bir de faşist TC güçlerinin 15 Ağustos günü Şengal’e ve her gün Bradost alanına yönelik askeri saldırılarını eklersek ortaya ne çıkar? Besbelli ki bu soruya verilecek cevap çok önemlidir. Açıkça görülmektedir ki, gücü yeten yettiği yere saldırmaktadır. Her devlet, kendi açısından “Terörist” saydığı her güce karşı, dünyanın neresinde olursa olsun askeri saldırıda bulunmaktadır. TC ve İran devletleri, İspanyol boğalarının kırmızıya saldırması gibi, hiçbir hukuk ve ahlak kuralına bağlı olmadan, nerede bir Kürt görürse hemen ve hayasızca saldırı yürütmektedir.

Çok açık ki, İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı dünya siyasi sistemi artık işlememektedir. Bazı kurumların adı vardır, ancak hiçbir etkinlikleri kalmamıştır. Devlet sınırları büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Artık kendini konuşturan ekonomik, siyasi ve askeri güçtür. Kimin ne kadar gücü varsa, hiçbir engele takılmadan bu güç temelinde saldırı yapabilmektedir. Üçüncü Dünya Savaşı gerçeği kendini her alanda ve herkese güçlü bir biçimde hissettirebilmektedir. Tarihinin en derin krizini ve kaosunu yaşayan kapitalist modernite güçleri çok yoğun bir ideolojik, ekonomik, siyasi ve askeri çelişki ve çatışmayı yaşamakta, ancak bu durumdan çıkış yolu bulamamaktadır. Günümüz dünya gerçeğinin en karakteristik özelliği budur.

Söz konusu bu gerçek ise, kendisini en çok ve en açık olarak Kürdistan’da ve Kürt sorunu üzerinde hissettirmektedir. Irak ve Suriye cephesinde Arap milliyetçiği biraz geriletilmiş ve Kürdistan’ın Başûr ile Rojava parçalarında Kürtlerin fiili yönetim etkinliği biraz gelişmiş olsa da, Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı sistemin ortaya çıkardığı Kürt sorunu Kürt halkının özgür iradesinin ve demokratik haklarının kabul edilmesi temelinde henüz çözülmemiştir. Küresel kapitalist modernite güçleri eski kültürel soykırım yaklaşımını kısmen aşmış ve Kürt sorunu için bireysel haklar çözümü, kültürel çözüm gibi projeleri söyler hale gelmiş olsalar da, bu temelde sorunun çözümünü gerçekleştirmeleri mümkün olmamaktadır. Çünkü, bir yanıyla Kürt sorununun söz konusu yaklaşımlarla çözülmesi mümkün değildir, diğer yanıyla ise katı soykırım zihniyetini ve siyasetini sürdüren TC ve İran devletleri bu tür çözüm arayışlarının pratikleşmesine fırsat vermemektedir. Her iki devletin de, Kürt siyasi hareketlerini ezme ve Kürt soykırımını yürütme konusunda birbiriyle anlaşma içinde oldukları görülmektedir.

Üçüncü Dünya Savaşı önceki dünya sistemini işlemez kılar ve tüm dünyada gücü ve savaşı etkili hale getirirken, bu durumun en ağır ve acı sonucu Kürdistan’da yaşanmaktadır. Bu noktada ABD ile yaşadığı çatışmalı durum gereği İran devleti biraz daha dikkatli hareket ederken, TC devletinin hiçbir ahlak ve hukuk kuralı dinlemeden Kürtlere saldırdığı ve her yerde Kürt katliamı yaptığı günlük yaşanan bir gerçektir. Cizre, Sur, Nusaybin, Şırnak ve Yüksekova gibi Kürt kentlerinin tank ve toplarla nasıl yakılıp yıkıldığı bilinmektedir. 20 Ocak’tan itibaren Kürdistan’ın şirin kenti Efrîn’e nasıl saldırdığı ve tüm dünyanın gözü önünde söz konusu kenti katliamlarla işgal ettiği ortadadır. Başta Bradost aşiret alanı olmak üzere Güney Kürdistan’a yönelik olarak her gün yirmi dört saat uçak saldırısı yapmaktadır. 9 Ocak 2013 tarihinde MİT’in gerçekleştirdiği Paris katliamının bir benzeri, yine MİT ve Türk ordusu tarafından İsrail’in FKÖ yöneticilerine yönelttiği saldırıya benzer bir biçimde 15 Ağustos günü Şengal’de gerçekleştirilmiş, Êzîdî Toplum Koordinasyonu üyesi Zeki Şengalî katledilmiştir.

Çok açık ki, eğer güçleri yeterse TC ve İran devletleri bu dünyada demokratik bir Kürt iradesinin ortaya çıkmasına izin vermek istemeyeceklerdir. Tek tek ve dayanışma halinde Kürt Özgürlük Güçlerine yönelik olarak her yerde saldırmaya çalışacaklardır. Bu konuda küresel kapitalist modernite güçlerinin antidemokratik çıkarcı politik duruşlarından yararlanacaklardır. Yine Kürt siyasetinde tarihsel olarak rol oynamış olan işbirlikçi güçlerden sonuna kadar yararlanmaya çalışacaklardır. Bu konuda Hewler’deki sözde Kürt yönetim gerçeğinin çok iyi anlaşılması gerekir. Kendi yönetimleri altındaki bir alanda ve kendileri tarafından yerleştirilmiş olan Rojhilat Kürdistanlı örgütlerin merkezleri İran tarafından vurulmuş, söz konusu örgütler çok ağır bir darbe yemiş, ancak Hewler yönetiminden ciddi bir tepki bile ortaya çıkmamıştır. Çok açık ki, Kürt işbirlikçiliği kendi basit çıkarları için Kürdistan’ın diğer parçalarını ve başka Kürt örgütlerini rahatlıkla satabilmektedir. Hatta 2017 yılı Ekim ayında Kerkük’te görüldüğü gibi, yönetimi altındaki toprakları bile satabilmektedir.

İşte bu da bir yönüyle günümüz Kürdistan gerçeğidir. Dikkat edilirse, dünya ve Kürdistan gerçeği birbirinden çok farklı değildir. Peki bu durum bir kader midir? Bundan kurtulmanın yolu yok mudur? Vardır elbette! İnsanlık için kurtuluş yolu olmaz olur mu? Ancak bu durumdan kurtuluş yolunu gösterenleri de her türlü yafta ile suçlamakta ve zindanlara doldurmaktadırlar. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın durumu bunu açıkça göstermektedir. Kenya’dan tüm bu güçlerin ortak marifeti ile kaçırılıp yirmi yıldır İmralı zindanına konmuş bulunmaktadır. 11 Eylül 2016 tarihinden bu yana tam iki yıldır kendisinden hiçbir haber alınamamaktadır. İmralı’da Önder Abdullah Öcalan üzerinde tarihin en ağır tecridi ve baskısı uygulanmaktadır. Onu izlemeye çalışanlar bugün dağlarda kurşunlanmakta, kentlerde tutulup zindanlara doldurulmaktadırlar.

Peki niçin? İnsanların ve de Kürtlerin bulundukları yerlerde sorgusuz sualsiz katledilmelerini ifade eden bu düzenin değişmesini istediği ve bunun yolunu gösterdiği için! Faşist-soykırımcı güçlerin kriz, kaos ve çatışma içine soktukları sorunlara çözüm bulmaya çalıştığı için. Dünyayı ve Kürdistan’ı kan gölüne çeviren bugünkü savaşı sona erdirmek istediği için. Kürt halkının da diğer halklarla birlikte ve demokratik bir sistem içerisinde özgür ve kardeşçe yaşaması için her türlü çabayı harcadığı için. İşte diğer yönüyle yeni ve özgür Kürt gerçeği de bu oluyor. Suriye’de görüldüğü gibi, tüm insanlığı faşist DAİŞ belasından bu yeni Kürt gerçeği kurtarıyor. Faşist, soykırımcı ve işbirlikçi güçler ne kadar birlik olsalar ve azgın saldırı yürütseler de, Kürdistan’ın ve dünyanın geleceğini bu gerçek belirliyor.

Kaynak: Yeni Özgür Politika