Eren: Kürtler TC devletini çok daha iyi tanıdılar

KCK Halklar ve İnançlar Komitesi üyesi Cihan Eren, Erdoğan rejiminin uygulamalarına dikkat çekerek, “Erdoğan’ın Kürtlere kazandırdığı bir şey var; Kürtler TC devletini çok daha iyi tanıdılar” dedi.

Kürt Halk Önderi ile sekiz yıl aradan sonra avukatları görüştürüldü. Ancak tecride ilişkin kaygılar, Haziran ayındaki İstanbul seçimleri ardından güçlendi. KCK Halklar ve İnançlar Komitesi üyesi Cihan Eren, görüşmelerin yıllarca süren ağır tecritten sonra yeniden başlaması ve kesilmesi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sunduğu yedi maddelik deklarasyon ve Türk devletinin işgal saldırılarına ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.

Eren, Öcalan ile yapılan son görüşmelerin nasıl başladığı ve neden yeniden kesildiğine ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:

“Buradaki politika ve uygulamalar Türk devleti kadar komplocu güçlerin Kürt halkına, Türkiye ve Ortadoğu demokrasisine nasıl baktığını da ele veriyor. Yani İmralı’ya bakınca Türkiye devletinin nasıl yönetildiğini, hangi siyasi çizginin olduğunu, yaşanan sorunlara hangi bakış açısıyla bakıldığını anlamak gerekiyor.

Sekiz yılık tecride karşı iki yüz gün süren ve sonrasında otuz devrimci tutsağın ölüm orucuna dönüştürdüğü çok ciddi bir mücadele verildi. Bu mücadele sürecinin sekiz de şehidi oldu. Zülküf arkadaş şahsında bu şehit yoldaşları bir kez daha anıyorum. Bu direnişin yarattığı gündem, uluslar arası kamuoyunda yol açtığı etki Erdoğan-Bahçeli faşist rejimini zorladı. Bir nefes alma ihtiyacı duydular. Çünkü gerçekten de çok sıkıştılar. Laçik spi analarımızın mücadelesi halk içinde gündem yarattı. Bilindiği gibi bu direniş aynı zamanda 31 Mart yerel seçimler sürecine de denk gelmişti. Bu direniş Kürdistan'da ve Türkiye demokrasi güçleri içinde moral ve cesaret yaratmıştır. Sonuçta Türkiye'deki faşist AKP-MHP bloğu ciddi bir yenilgi aldı. Bu yenilginin iki stratejik noktası vardı. Birincisi Kürdistan'da tüm hile ve oyunlara, ayarlanmış seçim sonuçlarından tutun da askerleri ve diğer özel savaş güçlerini seçim kazanma odaklı yerleştirmeye rağmen istediklerini elde edemediler. Kürt halkı AKP-MHP faşizmine tarihi bir darbe indirdi. Bu yenilginin etkilerini azaltmak için başta Amed-Rezan olmak üzere birkaç ilçeye kayyum atadılar. Yenilginin ikinci stratejik noktası kuşkusuz ki İstanbul’du. İstanbul’u daha sayım devam ederken kayyum atar gibi AKP kazandı dediler. Yüksek olasılıkla CHP İstanbul yönetimi ve CHP’deki demokrat-liberal kesimler Kılıçdaroğlu’na rağmen buna müdahale ederek engel oldular. Seçimden sonra yaşanan süreç biliniyor. İki faşist şefin defalarca ‘İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır, kaybeden Türkiye’yi kaybeder’ dediğini biliyoruz. Faşistler kaybedince elem kulem ederek seçimleri yenilediler. İstanbul oldukça stratejik bir yerdir. Birde İstanbul'da HDP seçmeni ki çoğunluğu Kürt yurtseverlerinden oluşur, stratejik bir seçmen olarak ortaya çıktı. Demek ki bundan böyle İstanbul’u kazanmak isteyen bu seçmenin oyunu almak zorundadır. Bu çok önemlidir. İstanbul’daki Kürtler bu güçlerini daha da büyütmelidirler. İşte her iki faşist şef bu realiteyi gördükleri için de görüşmelere izin vermiştir. Görüşmeler yaptırarak Kürtlerden oy almak istemiştir. Oy vermezlerse de seçimi boykot edin demiştir. Ancak bu olmadı. Çok dilendirilmese de Erdoğan’ın Kürtlere kazandırdığı bir şey var; Kürtler TC devletini çok daha iyi tanıdılar. Kürtlerin TC’yi tanıma bilincinde Erdoğan ve Bahçeli politikalarının etkisi büyük oldu.

Seçimlerden sonra ne ailelerin ne de avukatların Ada’ya gitmemiş olması görüşmelerin seçimi kazanmak amacı güttüğünü düşündürtmektedir. Türkiye ve Ortadoğu'nun en derin ve büyük sorunu olan Kürt sorununa AKP-MHP'nin seçim kazanma aracı olarak baktığı, bir kez daha görülmüş oldu. Kimin barıştan, halkların kardeşliğinden ve demokratikleşmeden yana kimin faşist ve soykırımcı olduğu, kan ve öldürmekten başka bir şey bilmediği de bir kez daha gözler önüne serilmiş oldu. Yani İmralı’da 2 Mayıs’tan 18 Haziran’a kadar yapılan dört avukat ve bir aile görüşmesinin böyle iki önemli nedenden kaynaklandığı görülmektedir.”

7 MADDELİK DEKLARASYON

Eren’in Öcalan’ın 7 maddelik deklarasyonuna ilişkin değerlendirmesi ise şöyle:

“Bu deklarasyonla önderliğimiz 2013 Newroz sürecinde belirttiği Kürt sorunun demokratik çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi noktasında olduğunu belirtti. Daha da derinleştiğini ve kararlılığını ifade etti. Ancak Türkiye Erdoğan-Bahçeli ittifakıyla dönülmesi çok zor bir faşist yolla girdiği için önderliğimizin bu çağrısı Kürt halkına ve Türkiye halklarına, demokrasi güçlerinedir. Böyle anlamak gerekir. Karşımızda faşist ve soykırımcı bir rejim varsa, Türkiye'deki sorunların barışla, uzlaşmayla, görüşerek, tartışarak çözüleceğini düşünmek kendini aldatmak olur. Zaten Türkiye'de ve kısmen de kimi Kürt çevrelerde Türkiye rejimini doğru okumama var. Mesela çıkıp konuşanlardan bazılarına bakıyorsunuz sanki hukukun işlediği hem de demokratik hukukun işlediği bir devlet de yaşıyormuş gibi konuşuyorlar. Yine muhalefet partileri ki en başta da ana muhalefet CHP lideri adeta işi gücü Erdoğan ve Bahçeliyi aklamak, demokrat göstermektir. Türkiye'nin tıkandığı, uçuruma gittiği Kürt sorununda ve dış politikada Erdoğan bir diyorsa Kılıçdaroğlu iki diyor mesela. Bunun için önderliğimizin ifade ettiği “Türkiye’nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politika ve kültürel güçle çözebiliriz.” Görüşünü demokratik toplumsal mücadele için yeni bir akla, zihniyete ihtiyaç duyduğunu çok açık göstermektedir. Mevcut durumda Kürdistan ve Türkiye'de en acil olarak faşist bir rejim olduğunun bilinmesi, bilenlerinse buna karşı daha bilinçli ve örgütlü mücadele etmesine ihtiyaç vardır. Kuşkusuz ki başta ABD ve Avrupa ülkelerinin çoğunda olmak üzere bir çok yerde sağcı milliyetçi hükümetler iş başındadır. Ancak hiç bir yerde devlet rejimleri, hukuk demokratik kazanımları yok sayarak işletilmez. Buralarda olup bitenler hükümetlerin politikaları ile sınırlı kalmaktadır. Ancak Türkiye de devlet ve rejimi faşistleştirilmektedir. Kürt düşmanlığı ve soykırımı tabana yayılarak Kürtler toptan yok edilmek istenmektedir. İşte birkaç gün önce Trabzon’da Başûr Kürtlerine yapılan saldırıyı gördük. Ne diyor oradaki AKP’li ya da MHP olduğu kesin o faşistlerden biri Kürt ulusal renk ve flamalarını kastederek ‘bu burada olmaz’ yani Kürtler olmasın, Kürtler olmamalıdır diyor adam. Kimden öğrendi bunları o adam, Erdoğan’dan hatırlayın aynı sözleri Erdoğan'da Colemerg halkına söylemişti.

Yani her şeyden önce Türkiye ve Kürdistan'da yaşayanların Erdoğan ve bahçeli gerçeğini çok iyi tanımaları lazım. Kitaplarda okuduğumuz Hitler, Musolini, Franko rejimlerinin aynısıdır. Türkiye'de kitaplardaki faşistliğe karşı değil, ülke de yaşanan somut faşistliğe karşı mücadele edilmesi gerekiyor. Bu konuda zayıflık var. Korku ve tedirginlik var. Oysaki yerel seçimler halkın ezici çoğunluğunun bu faşistleri istemediğini, Erdoğan rejimini kabul etmediğini göstermiştir.

Her gün anketler yapılıyor. Halkın yüzde altmıştan fazlası Erdoğan ve Bahçeli rejimin değiştirilmesini, yeniden parlamenter düzene geçilmesini istiyor. Yani faşistler yenilmiştir. Biraz daha mücadele edilirse her ikisi de tarihin çöp sepetine atılacak.”

İŞGAL SALDIRILARI

Eren, Kürdistan’ın üç parçasında Türk devletinin işgal saldırıları ve işgal tehditleri, Öcalan’ın görüşmeler sırasında verdiği mesajlar ve faşist AKP-MHP blokunun seçimlerde aldığı darbe ile birlikte şöyle değerlendirdi:

“Türk devleti yaşanan 3. Dünya savaşı ortamında Kürtleri halk olarak soykırımdan geçirip yok etmek istiyor. Bir halk olarak Kürtler diye bir toplumun kalmasını istemiyor. Kürdistan'ı da Türk toprağı yapmak istiyor. Böylece Osmanlının yıkıldığı dönemde kaybettiği toprakların Kürdistan bölümünü yeniden ele geçirmek istiyor. Bunu yaparken de konjonktürden yararlanmak istiyor. Kendisini pazarlıyor. Bu sömürgeci emelleri için elindeki kozları çoğaltmak istiyor. işte S-400ler meselesi var. Bununla batılı güçlerle arasını gererek soykırım ve işgal politikalarına destek vermelerini sağlamaya çalışıyor. Yani Kürt düşmanlığını, Kürdistan işgalini uluslar arası bir politika düzeyine çıkarmıştır. Doğal olarak Kürt halkı çok büyük bir tehdit altındadır. Bu tehdidi ancak güçlü bir mücadele bertaraf edebilir. Kürt halkının mücadelesi ile yenilgiye uğratılırsa ancak akıllanır. O da bunu bildiği için başta gerilla güçlerimize karşı olmak üzere Kürt halkının mücadele dinamiklerine, kazanımlarına çok yoğun saldırıyor. Rojava düşmanlığı, Başûr işgal saldırıları Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmak amaçlıdır. Doğrudan ben Kürtlerin kazanımlarını hedefliyorum demez. Örneğin daha önce defalarca Erdoğan bir kaç defa da Davutoğlu Başûr’daki statü için ‘bizim vakti zamanındaki hatamızın eseri’ dedi. Bu ne anlama geliyor. Fırsat bulduklarında bu hatalarını düzeltmek yani Başûr'u ortadan kaldırmak anlamına geliyor. Yine Rojava için Kürt koridoru dediler başta. Daha sonra özel savaş uzmanları Kürt koridoru dersek Kürtler tepki duyar bunun yerine terör koridoru diyelim dediler.

TC'nin bu emelini hiç bir zaman unutmamalıyız. Dolayısıyla başta Bakur olmak üzere Rojava ve Başûr'da halk olarak birlik ve bütünlük içinde mücadele etmek durumundayız. Gerilla zaten direniyor. Eğer Başûr ve Rojava’daki mücadeleyi de gerilla direnişine paralel daha örgütlü ve güçlü yürütürsek bu düşmanın ömrü ayları geçmez. İşte bu anlamda Başûrlu gençlerin öz savunma örgütlülüğü, canlı kalkan eylemleri anlamlıdır. Fakat düzeyin daha da geliştirilmesi, kitleselleştirilmesi de gerekiyor.”