Hozat: Kürt düşmanlığı bitişe götürecek

Kürt düşmanlığındaki ısrarının, AKP-MHP yönetimindeki Türk devletini çıkmazlar içinde bitireceğini belirten KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, çelişkilere rağmen korkusundan dolayı NATO’yu bırakamayacağını vurguladı.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, iç ve dış politikasını Kürt düşmanlığına dayandıran Türk devletinin, Batı dünyasıyla sorunları ve Rusya’ya yanaşmasının da bu düşmanlıktan kaynaklandığını söyledi. NATO’dan ve Batı’dan koptuğunda başına geleceklerden korkan Türkiye’nin NATO’yu bırakamayacağını belirten Hozat, “Bu nedenle şimdi Rusya ilişkilerini şantaj olarak kullanmaktadır, ancak bunu uzun süre sürdürmesi mümkün değildir. İki tarafla kurduğu ilişkilerin hareket kabiliyeti giderek daralmaktadır. Türkiye, Kürt düşmanlığını sürdürdüğü müddetçe iç ve de dış politikada istikrar sağlayamayacağından sürekli sorunlarla karşı karşıya gelecektir. Türkiye’nin bu işgalci ve emperyal politikaları stratejik müttefiklerinden destek görmediği gibi Rusya’dan da destek görmeyecektir. Kürt düşmanlığına dayanan politikalar, sonunda Türkiye'yi çıkmazlar içinde bitişe götürecektir” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, ANF’nin sorularını yanıtladı. Söyleşinin ilk bölümü şöyle:

23 Haziran İstanbul seçimlerinden sonra Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, yeni gelişmeler yaşanacak deniliyordu. Seçmenin mesajı neydi, AKP-MHP iktidarı nasıl davranıyor?

31 Mart ve 23 Haziran İstanbul seçim sonuçları Türkiye’de yeni bir sürecin adıdır. Gelişmeler oluyor, olacaktır. AKP-MHP faşist iktidarı bu gerçeği görmezden gelse de sonucu değiştirmiyor. Bu faşist iktidarın çöküşü hızlanarak sürüyor. 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimlerinde Türkiye toplumu faşizme karşı tutumunu açık şekilde ortaya koydu. Faşist iktidara ve politikalarına güçlü bir sesle ‘hayır’ dedi. Toplum tercihini demokrasiden, özgürlükten ve adaletten yana koydu.

AKP-MHP faşist iktidarı son 4-5 yıldır Türkiye toplumuna adeta kan kusturuyor. Zindanlarda on binlerce siyasi tutsak var. Yüzlerce gazeteci ve aydın, sırf Erdoğan’ı ve AKP’yi eleştirdiği için içeride. Tutuklanmayı göze alamayan aydınların birçoğu ülkeyi terk etti. Türkiye tarihinde ilk defa bu düzeyde bir beyin göçü yaşanıyor. Faşizm toplumu kuşatmış, iliklerine kadar sömürüyor ve eziyor. Yine kadına şiddet, kadın katliamları, kadın düşmanı politikaların bir sonucu olarak dehşet bir noktaya çıkmış durumda. Bu faşist iktidarla birlikte şiddet Türkiye’de çocuklara, doğaya ve hayvanlara kadar uzanan, normalleşen bir hal aldı.

KÜRDİSTAN’DA SOYKIRIM HUKUKU

Kürdistan’da ise tamamen soykırım hukuku uygulanıyor. Siyasi, kültürel, ekonomik ve ekolojik soykırım günlük uygulamalar halini almış. Cenazelere işkence yapmaya kadar varan bu soykırımcı politikalar, gelinen aşamada AKP-MHP faşist iktidarının sonunu getirdi. AKP-MHP faşist iktidarı, artık son dönemini yaşıyor. Israrla bu gerçeği görmekten ve kabul etmekten kaçınsa da böyledi. Türkiye'nin ekonomik, toplumsal, kültürel siyasal yaşamını belirleyen alanlarda seçimi kaybetmesi bunun ifadesi olmaktadır. Zaten AKP, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra MHP ile ittifak kurup topyekun savaş sürecini başlattığında kendisinin de bitiş sürecini başlatmış oldu. Varoluş koşullarından kopup başkalaşıma uğrayan bir partinin zaten ayakta kalma şansı olamaz. Yıllar sonra MHP’lileşen bir AKP ve dolayısıyla biten bir AKP gerçeği ile karşı karşıyayız. 23 Haziran İstanbul seçimleri de bu tükenişin ilanı olmaktadır. Ancak Erdoğan ve AKP’nin bu gerçeği doğru okumadığı ve sonuç çıkarmadığı açıktır.

AKP-MHP ORTAKLIK YEMİNLERİ YENİLEDİ

23 Haziran seçim sonuçları tartışılırken bir kesim çevre ve hatta yıllardır AKP’ye oy veren bir kesim seçmen, AKP’nin kendi içinde mevcut politikalarını sorgulayarak ve seçim sonuçlarından dersler çıkararak MHP ile kurduğu faşist ittifaka son verebileceğini ve daha yumuşak bir politik tercihe yönelebileceğini konuşuyordu. Çünkü AKP’yi bu noktaya getiren AKP’nin MHP’lileşmesiydi. Fakat bu beklenti boş çıktığı gibi AKP-MHP faşist ittifakı ortaklık yeminlerini yenileyerek Kürt ve demokrasi düşmanlığında birlikte yürümeye devam etme kararı aldı. Aslında Türkiye toplumu açısından bu da hayırlara vesile olacak bir karardır, çünkü bu kararla faşist iktidar hem ömrünü kısaltmış oluyor hem de daha köklü değişimlerin zeminini yaratıyor.

DIŞ SİYASETİN İFLASI DA KÜRT DÜŞMANLIĞINDAN

Türkiye bir yandan Batı ile ilişkilerini güçlü göstermeye çalışırken, diğer yandan S-400’lerle, yine doğu Akdeniz’deki gaz çıkarma çabalarıyla gittikçe NATO ve Batı dünyasıyla arasındaki bağları koparma yolunda ilerliyor. Türkiye, AKP iktidarı ve Erdoğan’la nereye doğru gidiyor?

AKP-MHP iktidarı iç siyasette olduğu gibi dış siyasette de bir iflası yaşıyor. İktidar kendisini güçlü ve başarılı göstermeye çalışsa da gerçek durum yansıtıldığı gibi değildir. Türkiye dış siyasetinde yaşanan sorunların temel nedeni de AKP’nin Kürt düşmanı politikalarından kaynaklıdır. AKP-MHP iktidarı Türkiye’nin dış siyasetini tamamen Kürt düşmanlığı ekseni üzerine oturtmuştur. Bütün çabası, Kürtlere soykırım politikalarında dış desteği sağlamaya dönüktür. Her güç kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarını esas alarak iç ve dış politikasını belirler. Türkiye’nin Kürt düşmanı politikasını esas alarak politikalarını belirlemez. AKP’nin kendisi için ne istediğine bakmaz. Baksa bile çıkarlarına hizmet ettiği oranda dikkate alır. Türkiye’nin salt Kürt düşmanlığına odaklı politikaları mevcut bölge konjonktürü dikkate alındığında doğal olarak ABD, Avrupa ve NATO ile ciddi sorunlar yaşamasına neden oluyor. Çünkü bu güçlerin de çıkarları Kürtlerle ilişkilenmeyi ve Kürtlerden de yararlanmayı gerektiriyor.

BATI İLE SORUNLARININ KAYNAĞI DA KÜRT DÜŞMANLIĞI

Türkiye 2014 yılına kadar ABD ve NATO ile uyumlu ve paralel bir bölge politikası yürüttü. Bu zamana kadar fazla bir sorun yaşanmadı. AKP’nin DAİŞ’le ilişkileri ve YPG-YPJ tarafından Kobanê’nin DAİŞ’ten kurtarılması ve DAİŞ’in ölümcül bir darbe yemesiyle birlikte AKP, ABD ile ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Çünkü Kobanê zaferiyle AKP-DAİŞ ortaklığı büyük darbe yedi. ABD ve NATO, o saatten sonra DAİŞ’e karşı bir pozisyon aldı, kendi çıkarları gereği Kürtlerin ve Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) DAİŞ’e karşı verdiği savaşı destekledi. ABD’nin ve NATO’nun bu politika değişikliği, AKP’nin paradigmasına ve siyasi çıkarlarına göre değildi. AKP, DAİŞ’le ilişkisine ve ittifakına dayanarak Suriye’de ve bölgede işgalci emperyal bir güç olmayı hedefliyordu. Erdoğan kendisini tüm İslam dünyasının ve DAİŞ’in halifesi olarak görüyordu. Osmanlı İmparatorluk toprakları üzerindeki isteklerini gizlemiyor, kendisini yeni Osmanlı’nın padişahı sanıyordu. Şam’ı ele geçirip Emevi Camisi’nde namaz kılmayı; Libya ve Mısır’da kendine bağlı iktidarlar yaratmayı; Başûrê Kurdistan’dan Suriye’nin şehri Halep’e kadar olan Kürdistan coğrafyasını Kürtleri soykırıma uğratarak Türkiye topraklarına katmayı amaçlıyordu. Dünya savaşı koşullarından yararlanarak Misak-ı Milli hülyasını gerçekleştirmek istiyordu.

TÜM ÇABASI İŞGALCİLİĞİNİ SÜRDÜRMESİ

Çağın gerçekliği ile bağdaşmayan neo Osmanlıcı bu politikaların geldiği nokta ortadadır. Türkiye Suriye’de ve bölgede büyük bir çıkmazın içerisindedir. Suriye politikasında bazı konularda ortak hareket etseler de birçok bakımdan stratejik müttefikleriyle ters istikamette bir siyaset izlemektedir. Mısır’da ve Libya’da yine öyle. İran’da denge siyasetini yürütemez duruma gelmiştir. Irak’ın zayıf ve parçalı durumundan faydalanmak istese de istediği sonucu burada da yeterince alamamaktadır. Rusya siyasetinde de stratejik müttefikleriyle, NATO’yla ciddi problemeler yaşamaktadır, yaşamaya da devam edecektir. Rusya ile S-400 savunma sistemini almaya kadar giden ilişkiler de Kürt düşmanı ve Neo Osmanlıcı politikaların bir sonucudur. İşgalci emperyal planlarını uygulamada ve Kürt soykırımında stratejik müttefiklerinden öngördüğü desteği alamayınca yönünü Rusya’ya verdi. Aslında Rusya’yla ilişkilerini esas olarak Kürt soykırımına izin alma konusunda bir şantaj olarak kullanmaktadır. Tüm çabası işgal ettiği Efrîn, Cerablus, Bab ve İdlib’te kalıcı olmaya çalışmak ve mümkünse bir yolunu bulup Rojava’nın diğer alanlarını da işgal etmektir.

İŞGALCİ POLİTİKALARI KABUL GÖRMÜYOR

AKP-MHP faşist iktidarındaki Türk devleti, Üçüncü Dünya Savaşı koşullarından ve Kürt örgütleri arasındaki çelişkilerden, Kürtlerin parçalılığından yararlanarak Kürt soykırım politikalarını sonuca götürmek istiyor. 21. yüzyılda Kürtlerin siyasi statü sahibi olmasını engellemek istiyor. Kürt kazanımlarının kalıcı olmaması için her parçada çılgınca Kürtlere saldırıyor. ABD ve NATO ile büyük sorunlar yaşamayı göze alarak Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi alması Kürt düşmanı politikasıyla da yakından ilgilidir. Demokratikleşme arayışı ve çabası içerisinde olan bir devletin geliştireceği bir davranış değildir bu. Savaşı ve şiddeti temel bir politika olarak benimseyen ve belirleyen faşist bir iktidar davranışıdır. Akdeniz, Kıbrıs krizi de Kürt düşmanlığından kaynaklanan gerici ve savaş politikasının yarattığı bir durumdur. Sormak lazım Türkiye’nin Kıbrıs’ta ne işi vardı? Türkiye Kuzey Kıbrıs’ı işgal etmiştir. Kıbrıs’ta da Efrîn, Cerablus, Bab, İdlib ve Bradost’ta olduğu gibi işgalci pozisyonundadır. Kıbrıs kara sularının enerji kaynakları Kıbrıs halkına aittir. Türkiye’yi ilgilendiren bir durum yoktur. Ancak Türkiye Kuzey Kıbrıs’ı ilerde resmi olarak da kendisine bağlamak istediği için bu tutum içine girmektedir. Türkiye’nin bu işgalci ve emperyal politikaları stratejik müttefiklerinden destek görmediği gibi Rusya’dan da destek görmeyecektir.

Rusya, çıkarlarını sağlama alana kadar Türkiye’yi idare edecektir. Rusya kendi açısından Türkiye gibi bir NATO ülkesini ve ABD’nin stratejik müttefikini ABD ve NATO ile çelişir ve çatışır noktaya getirmeyi ve NATO’yu zayıflatmayı kendi politikası açısından bir başarı olarak görmektedir.

TÜRKİYE NATO’YU BIRAKACAK DURUMDA DEĞİL

NATO, Sovyet Rusya’ya ve reel sosyalizmin etki alanlarına-yapılarına karşı kuruldu. Şu anda Sovyet Rusya yok, iki kutuplu dünya da yok. Küreselleşen kapitalist-emperyalist tek kutuplu bir dünya var. Dolasıyla NATO da kuruluş gerekçesinin zayıflamasıyla eski işlevini kaybetmiştir. Aslında Türkiye de bir nevi NATO’nun bu durumundan faydalanmak istiyor. Böyle de olsa Türkiye’nin tek taraflı kararlar alarak fiilli bir durum yaratıp kuralları ihlal etme tutumlarını NATO ne kadar kabul edebilir, ileride daha açık göreceğiz. Bunun kolay kabul edilmeyecek, oldukça ciddi bir durum olduğu açıktır. Türkiye’yi kuran Batı dünyası, Türkiye’yi nasıl tutacağını ve kullanacağını da bilecektir elbette. Öte yandan Türkiye’de öyle NATO’yu bırakacak bir ülke değildir. NATO’dan ve Batı’dan koptuğunda başına geleceklerden korkmaktadır. Bu nedenle şimdi Rusya ilişkilerini şantaj olarak kullanmaktadır. Ancak bunu uzun süre sürdürmesi mümkün değildir. İki tarafla kurduğu ilişkilerin hareket kabiliyeti giderek daralmaktadır. Türkiye, Kürt düşmanlığını sürdürdüğü müddetçe iç ve de dış politikada istikrar sağlayamayacağından sürekli sorunlarla karşı karşıya gelecektir. Kürt düşmanlığına dayanan politikalar, sonunda Türkiye'yi çıkmazlar içinde bitişe götürecektir.

ÇÖZÜM İÇİN AKP-MHP İKTİDARI AŞILMALI

Türkiye’deki rejimin krizleri çözme gücü olması bir yana krizler ürettiği tüm boyutlarıyla açığa çıkmıştır. İç ve dış kamuoyu bir alternatif beklemektedir. Nasıl bir çözüm Türkiye’nin sorunlarına çare olabilir, Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın çözüm önerilerini çare mi?

Türkiye’de Kürt sorunu demokratik temelde çözülmeden hiçbir sorun çözülmez. Kürt sorununun demokratik çözümü ile Türkiye’nin demokratikleşmesi birbirine bağlıdır. Biri olmadan diğeri olmaz. Ancak mevcut AKP-MHP iktidarı, bırakalım Kürt sorununu çözmeyi soykırım politikalarıyla sorunu daha da kangren hale getiriyor. Çözümsüzlüğü derinleştiriyor. Bu iktidar, kriz ve kaosu derinleştirmenin nedenidir. Tüm faşist iktidarlar gibi kriz ve kaos yaratan savaş politikalarından besleniyor ve kendisini ayakta tutmaya çalışıyor. Bu durum Türkiye’de toplumsal, ekonomik ve siyasi bunalımı derinleştiriyor. Türkiye’nin demokratik bir yönetime ve siyasete ihtiyacı vardır. AKP-MHP faşist iktidarı bunu sağlayamaz, aksine demokratik siyasetin önünde ayak bağıdır. Türkiye'de sorunların çözülmesi için AKP-MHP faşist iktidarının aşılması ve demokratik siyasetin inşa edilmesi gerekiyor. Bu açıdan Türkiye demokrasi güçlerinin tarafından demokratik siyasi alternatifi yaratmak acil bir görev haline gelmiştir.

DEMOKRASİ GÜÇLERİNE ÇOK İŞ DÜŞÜYOR

31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimleri de Türkiye toplumunun demokratik siyaset talebini çok açık bir şekilde ortaya koydu. Halk, demokrasi cephesinin geliştirilmesini ve büyütülmesini istedi. Demokratik alternatif bir siyasetin ortaya çıkmasını ve güçlenmesini istedi. Yerel seçimlerde halk, demokrasi güçlerine, demokratik siyasetin geliştirilmesi ve birleşik demokrasi hareketinin örülmesi mesajını verdi. Halk tabanda gerçekleşenin, siyasal aktörler tarafından somut platformlara dönüştürülmesini beklemektedir. Bu anlamda HDP başta olmak üzere demokrasi güçlerine çok iş düşüyor. Türkiye toplumu demokrasiye, özgürlüğe ve adalete susamıştır.

SORUN ÖNCÜDE, ÖRGÜTLEMEDE

Önderliğin HDP şahsında tüm demokrasi ve özgürlük güçlerine verdiği mesaj çok önemlidir. HDP kendisini demokratik siyaset alternatifi haline getirebilir. HDP’nin paradigması, fikriyatı toplumsal tabanda kendisini inşa ettikçe, örgütlendikçe demokratik alternatif haline rahatlıkla gelebilir. Türkiye’de demokratik örgütlenmeye açık muazzam bir toplumsal zemin vardır. Sorun, bu hazır yapıyı-potansiyeli örgütlemede ortaya çıkıyor. Öncüde sorun var. Siyaset yapanda sorun var ve zayıflık var. Demokrasi güçlerinde parçalılık, dağınıklık var. Mücadele enerjisi ortak bir noktada buluşamıyor. Eğer HDP ve tüm sol demokratik güçler kendilerini etkili bir demokrasi gücü haline getirirlerse kendi dışlarında kalan demokrasi güçlerini de cesaretlendirir ve harekete geçirirler.

ÖCALAN’IN ÖNERİLERİ, TÜM YARALARI İYİLEŞTİRİCİDİR

Önderliğin çözüm önerileri Türkiye’nin kanayan tüm yaralarını iyileştirecek niteliktedir. Türkiye’nin en büyük ve en derin yarası hiç kuşkusuz Kürt sorunudur. Kürt sorunu demokratik temelde çözülse Türkiye’de tüm sorunlar çözülür. Gelinen aşamada bu artık tartışılmaz bir gerçektir. On yıllar içinde yaşananlar bu gerçekliği tüm siyasal yapılara ve toplumsal güçlere göstermiştir. Önderlik, Mayıs ve Haziran ayında avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde de çözüm anlayışını tekrardan ortaya koydu. Demokratik siyasetin ve yöntemin sorunların çözümünde ön açıcı olacağını, demokratik siyaset alternatifinin geliştirilmesi gerektiğini belirtti. Bu konuda toplumsal örgütlenmenin ve mücadelenin önemine dikkat çekti. Örgütlü toplumla topyekun bir toplumsal mücadele verilmeden demokratik siyaset alternatifinin ortaya çıkması olası değildir. Zaten demokratik siyaset, toplumla yapılan siyaset demektir. Bu açıdan toplumsal ve siyasal mücadelenin kesintiye uğramadan çeşitlenerek büyümesi ve yayılması çok önemlidir, gereklidir.

DEMOKRATİK ÖZERK KÜRDİSTAN

Kürt sorunu demokratik özerklikle çözülür. ‘Kürdistan’da demokratik özerklik, Türkiye’de demokratik Cumhuriyet’ çözüm formülasyonu budur. Demokratik özerklik, Türkiye açısından bir beka sorunu değildir. Aksine Kürt sorunu demokratik özerklik çözümüyle neticelenmezse Türkiye çok ciddi beka sorunları yaşayacaktır. Demokratik özerklik, Türkiye sınırları içerisinde en makul, en gerçekçi ve en demokratik çözüm modelidir. Demokratik özerklik ayrı bir devlet değil; öz yönetim, yerelden yönetim modelidir. 21. yüzyılda bu çözüm modelini reddetmek, inkar ve imha siyasetinde ısrar etmek, soykırımcı faşizmle açıklanabilir ve nitekim yüzyıldır yaşanan, AKP-MHP faşist iktidarıyla daha da katmerleşerek devam eden durum budur. Önderlik, demokratik siyasetle çözümsüzlüğün yarattığı tehlikeli duruma müdahale etmek istiyor. Ancak tecrit sürdürülerek Önderliğin bu çabaları da engelleniyor.

AKP, DAİŞ GİBİ İSLAM’A DA ZARAR VERİYOR

AKP içinde seçimlerden sonra çatlaklar baş gösterdi. Bir yandan Davutoğlu yeni parti kuracağı yönünde açıklamalarda bulunurken diğer yandan Ali Babacan ve Abdullah Gül çevresi yeni bir oluşuma doğru gidiyor. AKP, neden parçalanmayla yüz yüze?

AKP devlet içinde güçlendikçe ve iktidarını pekiştirdikçe kuruluş gerekçelerine ters düşmeye başladı. Ünlü filozofun ifade ettiği gibi; ‘mutlak iktidar, iktidar sahibini mutlaka bozar’ tezi bir kez de AKP şahsında doğrulandı. Mutlak güç ve iktidar, AKP’yi yozlaştırdı, toplum karşıtı-toplum kırımcı bir parti haline getirdi. İslam’ın adalet anlayışıyla yola çıktı ama adaleti katleden İslam karşıtı bir parti oldu. AKP kadar din istismarcılığı yapan, dine saldıran ve din düşmanlığı yapan bir parti yoktur. İslamiyet’te insanın ve mensup olduğu kavmin Allah tarafından yaratıldığına inanılır. İnsan tüm yaratılanların en seçkini kabul edilir. Allah’ın insanları kavimler şeklinde 72 dilli yarattığına inanılır ve her milletin kimliğine ve inancına büyük saygı duyulur. İslamiyet’te adaletin anlam kazandığı nokta, her millete ve insana aynı nazarla bakabilmektir. İslam’ın bu adalet anlayışıyla AKP gerçeğine bir bakalım; tek kelimeyle İslam karşıtı bir partidir, deriz. AKP iktidara ulaşmada ve iktidarını sürdürmede İslamiyet’i sadece bir araç olarak kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Bu açıdan temiz dini duygularla AKP’ye oy veren birçok kesim şimdi AKP’nin bu gerçeğini görüyor, AKP’den uzaklaşıyor. Hatta AKP’nin politikalarının DAİŞ gibi İslam’ı olumsuz gösteren bir durum ortaya çıkardığını söylemekteler.

İSTİSMARCI FAŞİST BİR PARTİDİR

AKP’nin Gülen cemaatiyle birlikteliği de iktidarı içindi, Kürt sorununa çözüm diyerek geliştirdiği özel savaş süreci de iktidarı içindi, şimdi beş yıla yakındır MHP ile geliştirdiği ittifak da iktidarı içindir, iktidarda kalmak içindir. AKP istismarcı, faşist karakterli bir partidir. AKP’nin tek bir ilkesi vardır o da iktidara giden her yol mubahtır ilkesidir. AKP’ye göre iktidar için her türlü yalan söylenebilir, her biçimde hırsızlık yolsuzluk, ahlaksızlık, vicdansızlık yapılabilir, sömürü, talan, gasp, savaş, şiddet, baskı ve zulüm bu işin doğasıdır ve hepsi de mubahtır. AKP tamamen budur. Böyle bir AKP daha fazla nasıl ayakta kalabilirdi ki, halk desteğini daha fazla nasıl sağlayabilirdi ki? Sağlayamazdı. Bu nedenle iktidarının altındaki zemin kaymaktadır.

ERDOĞAN EŞİTTİR AKP OLDU

AKP tek kişi iradesine dayanan faşist diktatoryal bir parti haline geldi. Erdoğan eşittir AKP oldu. Kendi içinde bile aykırı cılız bir sese tahammül edemez duruma geldi. Erdoğancılar dışında herkes düşman görüldü. Erdoğan’ı eleştirmek adeta Tanrıyı eleştirmekmiş gibi sapkın bir anlayış içerisine girildi. İçeride ve dışarıda savaş ve şiddetle tüm muhalefeti ezmeyi ve tasfiye etmeyi esas aldı. Erdoğan, kendisini sevmeyen, alkışlamayan, dalkavukluk yapmayan herkesi düşman olarak görmeye başladı, bu durumu Türkiye’nin beka sorunu olarak tanımladı. Erdoğan’ın iktidar-koltuk sorunu Türkiye’nin beka sorunu haline getirildi. Öyle paranoyak ki; birlikte partiyi kurduğu en yakın arkadaşları olan ama şimdi Erdoğan’ın siyasetini benimsemeyen kişileri bile düşman ilan etti. Giderek artık Erdoğan’ın-AKP’nin etrafında rantla beslenen, yozlaşmış maslahatçı kesimler kalacaktır. AKP’yi bölünmeye götüren esas nedenler bunlardır. AKP’yi MHP ile buluşturan esas gerçeklik de budur. Şu anda tamamen MHP’lileşen bir AKP var. MHP’lileşen AKP hiçbir soruna çözüm gücü gösteremez.

AKP’DEKİ ERİME VE BÖLÜNME HAYIRLIDIR

AKP’de yaşanan erime ve bölünme çok doğal bir sonuçtur. Hayırlı olmuştur. Ortaya çıkan bu eğilimler demokratik anlayışı ve siyaseti esas alırlarsa bir gelişim kaydedebilirler. AKP’nin geçmiş pratiğinden ders çıkararak Kürt sorununda oyalamacı değil, demokratik yaklaşım göstermeleri gerekir. Aksi halde kötürüm kalmaya mahkum olurlar.

DEMOKRATİK ANAYASA ACİL İHTİYAÇTIR

HDP, Türkiye’de demokratik bir anayasa yapılması yönünde çalışmalarını sürdürüyor. Nasıl bir anayasa, Türkiye’deki tüm kesimlerin ihtiyaçlarını karşılayabilir?

Türkiye’nin demokratik bir anayasaya acil ihtiyacı vardır. HDP’nin bunu gündemine alması çok iyi olmuştur. Her toplumsal kesimi, sivil toplum örgütlerini, kadın hareketini, gençliği, çevre hareketini demokratik anayasa çalışmasına dahil etmek, onların görüş ve önerilerinden yararlanmak, anayasa yapım sürecine iradesini katmak önemlidir. Anayasa demokratik niteliğini ancak böyle kazanır. Anayasa yapmak masa başı kağıt üzerinde bir çalışma yapmak anlamına gelmez. Yeni anayasayı, Türkiye toplumunun temel talebi haline getirmek, toplumu bu sürece katmak, zihniyetini demokratikleştirmek anlamına geliyor. Toplumun yeni anayasa talebi kuşkusuz vardır fakat taleplerini tartışarak belirginleştirmek ve yükseltmek önemlidir. Aslında anayasa yapım süreci baştan sona bir toplumsal dinamizm ve mücadele süreci demektir. Halkla, sivil kurumlarla, kadın, gençlik, çevre hareketleri, demokrasi güçleriyle toplantı/tartışma yürütmek kadar sokaklarda bu taleplerini dile getirme ve hareketli bir mücadele içerisinde olmayı de gerektiriyor. Belki de daha fazla bu gerekiyor.

YENİ ANAYASANIN KAPSAMI

Mevcut anayasası 12 Eylül faşist darbesinin anayasasıdır. İttihat ve Terakki anlayışından doğan bir anayasadır. Türkiye bu faşist anayasayla yönetiliyor. On yıllardır bu anayasadan herkes şikayetçidir. Bu anayasanın yerine demokratik bir anayasa yapma talebi toplumda güçlüdür. Dolayısıyla yamalı bohça haline getirilmiş 12 Eylül anayasanın tamamen bir kenara atılarak yepyeni demokratik ve özgürlükçü bir anayasanın yapılması gerekiyor. Kişi hakları, farklı etnik ve dinsel topluluklar dahil tüm topluluk hakları, emekçilerin hakları, kadın hakları, çevre hakları, çocuk hakları vb. anayasada en demokratik çağdaş kriterlere uygun yer almalıdır. Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanmadığı bir anayasa gereklidir. Yeni anayasada Kürtler, Türkiye’nin asli kurucu halklarından biri olarak eşit özgür yurttaşlık temelinde demokratik özerk bir statüye kavuşmalıdır. Topluluk hakları kapsamında Kürtlerin dil, kültür ve siyasi hakları öz yönetim modeliyle anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır. Aynı biçimde Türkiye’de yaşayan milyonlarca Alevinin özgürce inancını yaşaması, örgütlenmesi ve hakları güvenceye alınmalıdır. Yanı sıra Türkiye’de yaşayan tüm inanç ve kültürel toplulukların özgürce yaşaması ve örgütlenmesi anayasada güvenceye kavuşturulmalıdır.

BAŞÛR’U İŞGAL ETMEK İSTİYOR

Erdoğan ayakta kalmanın yolunu savaş politikalarında ısrarda görüyor. Halbuki savaş politikalarını izlemesi sonucu bugün sallantılı hale geldi. Başûrê Kurdistan’a yönelik bu saldırıları ne anlama geliyor, Kürtler bu saldırılar karşısında ne yapmalıdır?

AKP-MHP faşist iktidarı, Kürt soykırımı politikalarıyla iktidarını sürdüreceğini düşünüyor. Türkiye’de yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunları savaş politikasıyla örtbas etmeye çalışıyor. Türkiye’nin gündemini sürekli savaşla doldurarak, dikkatleri savaşa çekerek esas sorunların gündemleşmesini önlüyor. Dikkat ederseniz Türkiye’de çok ciddi ekonomik ve siyasi kriz olmasına rağmen milletçiliği kışkırtarak dikkatleri Başûr’daki işgal savaşına, Rojava’ya saldırılara çekiyor. Savaş politikasında ısrar etmesinin temel bir nedeni, Türkiye’de yaşanan sorunların üstünü savaşla örterek iktidarını sürdürme çabasıdır. Elbette bu da soykırım politikalarıyla ilgilidir. AKP-MHP faşist iktidarı, Kürtlere karşı bir soykırım savaşı yürütüyor. Başûr’u işgal harekatı da bunun bir parçasıdır. Farklı göstermek istese de Başûr’daki savaş bir soykırım savaşıdır. Türk devleti, AKP-MHP iktidarı Başûr’u Misak-ı Milli planı temelinde işgal etmek istiyor.

MİSAK-I MİLLİ HAYALİNDE

Neo Osmanlıcı hezeyanlarla hareket eden Erdoğan-Bahçeli ikilisi, Üçüncü Dünya Savaş koşullarından yararlanarak Kürtlerin soykırımı üzerinden Misak-ı Milli planını geliştireceklerini düşünüyor. PKK’yi önlerinde büyük bir engel olarak görüyorlar ve o yüzden azgınca PKK’ye saldırıyorlar. Herkes de çok iyi biliyor ki PKK’nin varlık ve kuruluş gerekçesi Kürt soykırımını engellemek ve Kürtlerin demokratik haklarına kavuşmasını sağlamaktır. PKK, Kürt halkıyla bir bütündür. PKK’ye saldırı Kürt halkına saldırıdır. Bu açıdan PKK gerekçesiyle Başûr’u işgal saldırılarının tek bir anlamı vardır ve o da Başûr soykırımıdır. KDP’nin, Türk devletinin soykırım saldırılarını meşrulaştıran açıklamaları soykırımcı devlet karşısında duruşunu ortaya koymaktadır. Hangi noktada durduğunu ifade etmektedir. Bu duruşun, Kürtlerin ulusal çıkarlarına zarar verdiği açıktır. KDP’nin bu yanlış yoldan dönmesi gerekiyor.

KDP İLE PKK’Yİ ÇATIŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR

Türk devleti yıllardır Kürtler arasındaki parçalanmadan, çelişkilerden ve çatışmalardan yararlanarak soykırım amaçlı işgal politikalarını uyguluyor. Kürtlerin demokratik birliğini bu biçimde engelliyor. Türk devleti, Kürtlerin birlik olmasını, demokratik ulusal birliğini sağlamasını istemiyor. Kürtler birlik olursa soykırım siyasetini yürütemeyeceğini çok iyi biliyor. Kürtleri birbiriyle savaştırarak, çatıştırarak inkar/imha siyasetini sürdürüyor. Şimdi de büyük bir gayretle KDP ile PKK’yi çatıştırmaya, Pêşmerge ile gerillayı birbiriyle savaştırmaya çalışıyor. KDP, bu oyuna gelmemelidir. Bu büyük bir tuzaktır. PKK Başûr’daki kazanımların güvencesidir. KDP’yi de ayakta tutan temel güçtür. Doğru olan; bu süreçte demokratik ulusal birliği sağlayarak ortak bir ulusal duruş geliştirebilmektir. Kürtlerin kazanımlarını koruyacak, Kürtlerin haklarını güvenceye alacak duruş budur. Zaman ve süreç tam da ulusal birlik sürecidir. Ulusal Kongre ile ulusal demokratik birliği taçlandırma sürecidir. Diğer biçimiyle Kürt düşmanı soykırımcı bir rejimin aleti olunur.

BAŞÛR HALKININ DURUŞU ÖNEMLİDİR

Halkımıza büyük görevler düşüyor. Kürdistan halkı artık eski halk değildir. Büyük oranda ulusal bilinci ve duygusu gelişmiş bir halktır. İhanet duruşu içinde olan kesimleri rahatlıkla doğru yola getirebilecek bir düzeye ulaşmıştır. Aydınlar, yazarlar, sanatçılar, demokratik toplumcu güçler başta olmak üzere Başûr halkımız demokratik ulusal birlik iradesini çok güçlü bir biçimde ortaya koyar, Türk faşist işgaline karşı topyekun bir direniş içerisine girerse bu soykırım planları büyük oranda boşa çıkarılacaktır. Bu anlamda halkımızın tepkisi ve mücadele duruşu çok önemlidir. Halkımız Türk faşist işgalini reddederek ayağa kalkmalıdır. Baskılara ve engellemelere karşı durmalıdır, Şêladizê duruşuyla Türk işgaline gereken cevabı vermelidir. Türk işgali, Başûr halkının iradesine ve kazanımlarına saldırıdır. Nitekim Başûr halkımız, Türk işgaline karşı büyük bir öfke içerisindedir. Bu öfke sokaklara ve meydanlara taşarsa soykırımcı-işgalci Türk devleti bu işgali sürdüremez.

KDP, KENDİSİNİ DE KANDIRIYOR

AKP iktidarı şu anda en zayıf durumda olmasına rağmen Başûrê Kurdistan’ı işgal saldırılarında KDP’den destek alıyor. Erdoğan’ın, 2017 referandumunda Barzani Ailesi için kullandığı sözler ve KDP’ye yönelik tehditlerine rağmen KDP neden bunu yapıyor?

KDP işbirlikçi bir siyaset yürütüyor. Bu zihniyetten kaynaklı özgürlükçü, yurtsever, devrimci ve demokratik Kürt örgütlerini kendisi açısından bir tehdit olarak görüyor. Bu örgütleri tasfiye etmek için Kürt düşmanı Türk devleti ile işbirliği yapıyor. KDP’nin Kürtlerin ulusal çıkarlarını, haklarını ve özgürlüklerini fazla düşündüğü yok, kendi dar ailesel çıkarlarını ve iktidarını düşünüyor. Kürtler halen varlık ve yokluk savaşı veriyor. Kürtlerin varlığı dahi kabul edilmiş, özgürlüğü sağlanmış değildir. Kürtler soykırım savaşına karşı ayakta kalma ve varlığını koruma savaşı veriyor. Durum buyken kendisine Kürt partisiyim diyen bir örgütün dar çıkarlar hesabına Kürt düşmanı soykırımcı Türk devletinin inkar imha politikalarını desteklemesi, işgali ve PKK’ye saldırıları meşrulaştırmasının Kürtlükle, Kürt özgürlük davasıyla alakası yoktur. KDP, farklı Kürt gruplarını başka güçle etkisizleştirme politikasını bir tarz haline getirmiştir. Ancak günümüzde bu politika tüm Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını tehdit edecek bir duruma geldi. Hatta KDP kendisini var eden etkenleri ortadan kaldıracak bir konuma düşmektedir. Kürtlerin mücadelesi zayıfladığında bunda ilk zarar göreceklerden biri de bazı imkanlar elde ettiğini düşünen KDP olacaktır. Eğer KDP mevcut kazanımları güvencede sanıyorsa kendini kandırıyordur.

KDP BİLİYOR AMA TERCİH EDİYOR

Türk devleti Kürtlerin inkarı ve imhası üzerinde kurulan bir devlettir. Anayasası Kürt inkarına ve imhasına dayanıyor. Bu anayasa halen yürürlüktedir. AKP-MHP faşist iktidarı da yüzyıllık bu politikaları, İttihatçı anlayışla sonuca götürmek istiyor. AKP iktidarının, Başûr’un bağımsızlık referandumuna gösterdiği tepki de bununla alakalıdır. Aslında KDP, Türk devletinin gerçeğini bilmiyor, anlamıyor değil. Böyle düşünmek de hatalıdır. KDP’nin sorunu zihniyetle ilgilidir ve bir tercih meselesidir. KDP’nin ulusal bilinci ve yurtseverlik duyguları çok zayıftır, varlığını Kürt düşmanlarının yanında yer alarak diğer Kürt örgütlerini, siyasi güçlerini etkisizleştirmede görüyor. Böyle var olma mücadelesi olur mu? Kürt sorununa demokratik ulusal ve özgürlükçü bir çözüm perspektifi yoktur. Kürtlük istismarcılığına ve değer tüketiciliğine dayanan, ilkel milliyetçi bir anlayışı temsil ediyor. Bu duruş KDP’ye fazla bir şey kazandırmaz. Kürt halkı demokratik ulusal bilinçle aydınlandıkça ve örgütlendikçe KDP’nin bu politikası işlemez hale gelecektir. Bir faydası olacaksa şayet tekrar da olsa belirtmek istiyoruz; KDP, Kürtlerin özgürlük mücadelesine zarar veren bu duruştan vazgeçmelidir. Soykırımcı Türk devletinin inkar ve imha politikalarını desteklemeyi bırakmalıdır. Ulusal değerlerden yana tutum almalıdır.

PKK HER TÜRLÜ FEDAKARLIĞA HAZIR

KDP anlayışını ve yaklaşımını değiştirirse ve ulusal duyarlılıkla hareket ederse PKK ile çok rahatlıkla bir araya gelebilir, demokratik ulusal ittifakı geliştirebilir. Bu biçimde Ulusal Kongre de yapılır, ulusal birlik de sağlanır. PKK buna her zamankinden daha fazla hazırdır. Hemen bugün her türlü fedakarlığı göstermeye hazırdır.

AKP’Yİ BAŞÛR YÖNETİMİ AYAKTA TUTUYOR

Siyasal açıdan düşünüldüğünde AKP iktidarı ayakta kalmak için Güneyli güçlere muhtaçtır, ancak her ne oluyorsa sürekli sanki bu güçler AKP’ye muhtaçmış izlenimi yaratıyorlar. Bu psikolojik bir durum mudur, bunu nasıl izah ediyorsunuz?

İşbirlikçi anlayışın, en temel ve belirgin özelliği öz güvensizliktir. Zaten öz güvenden yoksun olduğu için işbirlikçiliğe yönelmektedir. Çıkarlarını böyle koruyacağını düşünmektedir. En büyük yanılgıyı ve gafleti de bu noktada yaşamaktadır. İşbirlikçilik, kölelik yaratır. İşbirliğine girdiğin gücün bağımlısı olursun. Bu, giderek ulusal değerlere ters bir karakter ve zihniyet yapısı ortaya çıkarır. Oysa KDP’nin ve hiçbir Kürt partisinin buna ihtiyacı yok. KDP’nin elinde muazzam imkanlar ve değerler var. Başûrê Kurdistan her açıdan çok zengin bir coğrafyadır. Üretime açık muhteşem bir tarım ve hayvancılık alanıdır. Kendi kendisine yetebilme kapasitesine sahiptir. Kaldı ki muazzam gelirler elde etmektedir. Ancak doğru, planlı, uzun vadeli ve halk için kullanılmadığından bu değerler çarçur ediliyor. Tüketim toplumuyla Türkiye’ye peşkeş çekiliyor. Şu anda Başûr, Türkiye’ye değil, Türkiye Başûr’a muhtaç bir durumdadır. Başûr’dan Türkiye’ye bir gün petrol gitmezse ve Türkiye ucuz mallarını getirip Başûr’da satmazsa AKP iktidarı bir ay bile ayakta kalamaz. AKP iktidarı sürekli geçen yıllarda ekonomik iyileşmeden söz ediyor. Bunun sağlatan kesinlikle Başûrê Kurdistan'ın bir sömürge haline getirilmesidir. Başûr halkına ait olan değerlerin bir kesimin tüketim ve konformist yaşamı için Türkiye'ye aktarılmasıdır. AKP iktidarı, yıllardır hem ekonomik olarak hem de siyasi olarak Başûr yönetiminin desteğiyle ayakta kalıyor. Bu soykırım savaşını da KDP yönetiminin desteğiyle yürütüyor. Yoksa bırakalım Xakurkê’ye gelmeyi, Başûr toprağına adımını dahi atamazdı.

YNK, KURULUŞ İLKELERİNE SAHİP ÇIKMALI

YNK’nin ya da YNK içindeki bazı kesimlerin bu süreçteki yaklaşımları da olumsuz değil mi?

YNK, Sayın Celal Talabani’den sonra çok güçsüzleşti. İbrahim Ahmet çizgisini ve Celal Talabani çizgisini koruyamadı, savunamadı. YNK’yi ulusal çıkarlara ve değerlere duyarlı, yurtsever demokratik bir örgüt olarak biliyoruz. Maalesef şimdi bu duruşu gösteremiyor. Kendi içinde çok parçalı ve dağınıktır. İçerisinde bazı kişiler ve gruplar, ulusal çıkarlara zarar veren bir yaklaşıma da girebiliyor. Soykırımcı Türk devleti, YNK’nin de bu zaaflı duruşundan yararlanmak istiyor. Onu da KDP’nin durduğu noktaya getirmek istiyor. Bu konuda YNK içinde belli bir direncin olduğunu görüyoruz, bu olumludur ama çok yetersizdir. YNK, kuruluş ilkelerine sahip çıkmalıdır. İbrahim Ahmet’in yolunda yürümede ısrar etmeli ve kararlı bir duruş sergilemelidir. YNK’ye yakışan, bu duruştur. Beklenen de budur. YNK, ancak kuruluş felsefesi ve tarihindeki duruşuyla bir siyasi hareket olarak ayakta kalabilir. Başka türlü siyasi hareket olarak varlığını sürdürebileceğini sanırsa gaflet içine düşer. YNK, ancak çizgisini korursa siyasi güç olarak ayakta kalabilir. Aksi halde kendisini daha fazla zayıflatarak meşruiyetini yitirir.

ULUSAL BİRLİK ÖNÜNDEKİ ENGELLER

‘Kürtler esas olarak birlik olduklarında güç olurlar’ belirlemesi, PKK tarih sahnesine çıktığından beri gündeme getirilmektedir. Bugün Kürtler arası ulusal birliğin oluşmasının önünde ne tür engeller var?

* KDP’nin siyasi çizgisi ve bunun neden olduğu Türk devletiyle işbirlikçiliği, ulusal birliğin önünde ciddi bir engeldir.

* PKK ve PKK’ye yakın siyasi örgütler-yapılar dışında diğer örgütlerin, siyasi ulusal birliği sağlama kararlılıkları ve iradeleri zayıftır.

* Kürt toplumunda önemli düzeyde demokratik ulusal bilinç ve duygu gelişmekle birlikte henüz topyekun bir duruş geliştirmede zayıflıklar vardır. Demokratik birliğin-ittifakın gelişmesi konusunda güçlü bir ulusal toplumsal baskı yoktur. Bu konuda çok güçlü toplumsal bir baskının gelişmesi ve mücadelenin verilmesi gerekiyor.

* Kürt aydınları, demokratik ulusal birliğin gelişmesi konusunda rollerini oynamada çok yetersiz kalmaktalar. Ulusal birliğin önündeki engelleri analiz etmede, eleştirmede, toplumda bilinç yükseltmede ve toplumu mücadeleye çekmede maalesef aydınlarımız çok kısır ve oportünist kalmakta.

* Sanatçılar da demokratik ulusal birliğin sağlanmasında rollerini yeterince oynamamakta. Halbuki en güçlü ses, buradan yükselmeli ve en güzel demokratik birlik örneği bu sanat ve kültür alanında ortaya çıkmalı. Bu konuda belli gelişmeler olmakla birlikte oldukça yetersizdir.

MEVCUT YÖNETİMİN SORUMLULUKLARI VAR

Başûr yönetiminde değişimler oldu. Bu yönetim, ulusal birliğin yaratılması ve Başûrê Kurdistan’ın demokratikleşmesi konusunda neler yapmalı, sorumlulukları nedir?

Başûr yönetiminde köklü bir değişiklik yoktur. Şimdi başkan olan Neçirvan Barzani dün de Başûr yönetiminde önemli bir yerde görev yürütüyordu. Yine başbakan olan Mesrur Barzani de öyle; bir nevi Mesud Barzani ile birlikte bölge yönetiminde söz sahibiydi. Bu açıdan yeni bir yönetim yok aslında. Bundan ziyade önemli olan, zihniyet ve politika değişikliğidir. Elbette yeni yönetim ekibi, daha genç ve heyecanlıdır. Tarihi bir sorumluluk üstlenmişler, bir ülke parçasını yönetiyorlar. Kürtlerin ulusal birliğini sağlamada sorumlulukları vardır. Bu konuda halkın beklentisi söz konusudur. Başûr, diğer parçalardan bağımsız ele alınarak yönetilemez.

KÜRDİSTAN DA SORUN DA BÜTÜNDÜR

Kürdistan sorunu bir bütündür. Egemen güçler Kürdistan’ı parçalayıp parçalar arasına sınırlar çizmiş olsalar da bu Kürdistan ülkesinin bir bütün olduğu gerçeğini değiştirmez. Kürt sorunu da bir bütündür. Birbirini etkilemektedir. Bu açıdan Kürdistan'ın tüm parçalarında sorunlar çözülmeden Başûrê Kurdistan'ın, ‘ben federasyonuma kavuşmuşum’ diyerek özgürlük kazandığını düşünmesi büyük bir yanılgıdır. Dolayısıyla bir parçanın, diğer parçalar karşısında tarihi, ulusal sorumlulukları vardır. Ülkenin bir parçasını yöneten siyasi erk, ‘benim parçama bir şey olmasın da diğer parçaların canı cehenneme’ diyemez. Nitekim bu anlayışla yönettiği parçayı da koruyamaz ve savunamaz. Çünkü Bakur’un durumu doğrudan Başûr’u da ilgilendiriyor. Başûr’un durumu da doğrudan Bakur’u ilgilendiriyor. Diğer parçalar için de bu geçerlidir. Mesela Başûr yönetimi, ‘Türk devleti Bakur’da Kürtlere soykırım uygulayabilir, Kürtleri inkar ve imha edebilir bu beni ilgilendirmez’ diyemez, dememelidir. Dediği anda meşruiyetini kaybeder. Nitekim şimdi KDP ciddi bir meşruiyet sorunu yaşamaktadır. Bağımsızlık referandumu sırasında karşılaştıkları bile parçalardaki Kürt sorununun birbirinden koparılamayacağını ortaya koydu. Kürt sorunu olan devletlerin yürüttükleri Kürt politikası, tüm Kürt partilerini ilgilendirmektedir. Bu konuda çok fazla değerlendirme yapmak bile doğru değildir, çünkü ortalama bilinçte olan halkımız da bu gerçeklikleri bilmektedir.

SALDIRILARI NORMALLEŞTİRMEK, DÜŞMANA HİZMETTİR

Seçimlerden sonra Kortek Katliamı, yine Xinerê, Xakurkê, Goşinê alanlarında da sivil katliamlar yapıldı. Herhangi bir suçluluk durumu ya da hesap verme gerçekleşmedi. Evrensel hukuk açısından bu tür durumların bir yaptırımı olmasa bile halklar bu tür katliamları kabul etmezler. Başûrê Kurdistan halkının ve bir bütün olarak Kürtlerin ve tüm insanlığın bu saldırılar karşısında ne gibi sorumlulukları bunuluyor?

Türk devleti, şimdiye kadar Başûr’da yüzlerce sivili katletti. Bu sivil katliamları, Kürdistan coğrafyasının havadan atılan bombalarla yakılıp yıkılmasını, köylerin, bağ ve bahçelerin küle dönmesini, soykırım saldırılarının bir parçası olarak görmeyenler insan olamaz, yurtseverliğin kırıntısını ruhlarında taşıyamazlar. Türk devleti, Bakur’da olduğu gibi Başûr’da da soykırım yürütüyor, Başûr’u işgal ediyor. Sivil ölümleri, Kürdistan'ın tüm ormanlarını yakması, Kürt’e bakışın sonucudur. Bu açıdan Başûr’a yönelik saldırıları, sivil ölümlerini ve ormanların yakılmasını normalleştiren her söylem ve davranış, düşmana hizmettir.

ZATEN HPG, BAŞÛR’UN DA SAVUNMA GÜCÜDÜR

Başûr’da halkımızın katliamlara ve işgale karşı tepkisi gelişiyor. Yakın süreçte Başûr gençliği öz savunma adıyla sivil bir örgütlenmeye gittiğini de deklare etti. Tamamen Başûr gençliğinin sivil bir inisiyatifi olarak ortaya çıksa da KDP, bunu da çok abartarak ve PKK’yi de suçlayarak adeta sanki PKK Başûr’da öz savunma adıyla kendilerine karşı askeri bir güç örgütlemiş gibi bir algıyla AKP-MHP faşist iktidarının Başûr’a dönük soykırım saldırılarını örtbas etmeye çalıştı. Halbuki PKK’nin, KDP’nin iddia ettiği gibi silahlı bir askeri güç örgütlemesine ihtiyacı yok. Zaten HPG, Başûr’un da öz savunma gücü olarak Başûr’da yıllardır Türk işgaline karşı mücadele ediyor, direniyor, direnecektir. KDP’nin iddia ettiği gençliğin bu sivil savunma insiyatifi ilanını bizler de basından öğrendik. Türk devletinin işgaline karşı Başûr gençliğinin tepki geliştirmesinin, Başûr yönetimine ne gibi bir zararı olabilir ki? Aksine Başûr yönetimi, kendisi açısından bunu bir destek olarak algılamalıdır. Halkın, kadınların ve gençliğin işgal karşısında takındığı mücadeleci tutum, Başûr yönetimini memnun etmelidir.

SİYASİ VE HUKUKİ MÜCADELE DE GEREKİYOR

Başûr’da yaşanan bu katliamların hepsi savaş suçudur. Türk devleti soykırım suçu işliyor. Halkımız bunun hesabını, mücadelesini büyüterek soracaktır. Toplumsal mücadele kadar siyasi ve hukuksal mücadeleyi de geliştirmek gerekiyor. Dünya ülkeleri evrensel hukuku çiğneyerek kirli çıkarları gereği Türk devletinin suçlarına göz yumsalar da Kürtler her alanda bu haklı mücadeleyi yürüteceklerdir. Kuşkusuz Başûrê Kurdistan yönetiminin ve siyasi partilerin bu saldırılar karşısında mücadele yürütmemeleri kabul edilecek bir durum değildir. Halbuki bir kişinin saçına dokunulduğunda kıyamet koparmaları gerekir. Yönetim, böyle meşruiyet kazanır. Siyasi partiler, böyle halk adına siyaset yaptıklarını söyleyebilirler. Bugün bu saldırılara ve sivil ölümlere tepki gösterilmezse bu normalleşir, insanlar bu tür şeylere alışır. Yarın Başûrê Kürdistan’a yönelik herhangi bir saldırıda da bu duyarsızlığın zararları yaşanır. Halbuki Kürt halkı, heryerde bu tür saldırılar karşısında duyarlı hale getirilmelidir. Kürtlerdeki yurtseverlik ve mücadele bilinci de böyle gelişir. Özgür yaşam da böyle bir Kürt halk gerçekliğiyle kazanılır ve güvenceye alınır.

ÖCALAN İLE GÖRÜŞME SEÇİM EKSENLİYDİ

Öcalan ile avukatları, Mayıs ve Haziran aylarında toplam dört görüşme yaptı. İstanbul seçimlerinden sonra bu görüşmeler kesildi, tecrit devam ediyor. Bu durum, nasıl anlaşılmalı?

‘Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım’ direniş hamlesi, AKP-MHP iktidarını oldukça zorladı ve sıkıştırdı. İç ve dış kamuoyunda teşhir olmasına yol açtı. Tecridi sürdürmesinin ne hukuki ne de başka bir meşruiyeti olduğundan üzerindeki baskıyı azaltmak açısından direnişin bitirilmesi kendileri açısından önemliydi. Bu da ancak Önderlik görüşmeleriyle mümkündü. İmralı görüşmelerinin bir nedeni budur. İkinci bir neden seçimlerle ilgilidir. 31 Mart seçimlerinde AKP-MHP faşist iktidarı ciddi bir oy kaybı yaşadı ve gerçekten darbe yedi. Neredeyse tüm büyük şehirleri kaybetti. Bunu sindiremedi ve İstanbul seçimlerine darbe yaparak seçimi yenileme kararı aldı. İstanbul’u kazanması için Kürt oyları başta olmak üzere HDP seçmeninin oylarına ihtiyacı vardı. Önderlik görüşmesini yaptırarak bu oyları almaya çalıştı. Önderlik de bu görüşmelerden yararlanarak kendi siyasi çizgisini ortaya koydu. Türkiye'nin demokratikleşmesi doğrultusunda neler yapılması gerektiğini belirterek, demokrasi güçlerinin pozisyonunu güçlendirme çabası içinde oldu. AKP’nin yaklaşımıyla Önderliğin yaklaşımı tabi ki farklıydı. AKP’nin 18 Haziran’da İmralı görüşmesi yaptırması da seçimle ilgiliydi. Hatta AKP’yle ilişkisi olan birisinin Önderlikle görüştürülmesi de bu amaçlaydı. Ancak Önderlik, HDP’nin kendi kararını kendisi alacağını belirtmiş, HDP de Türkiye demokrasi güçleriyle buluşma anlamına gelen bir duruş göstererek AKP’nin seçimi kaybetmesinde rol oynamıştır. AKP zaten görüşmeleri seçim ekseninde yürüttüğünden seçimlerden sonra tecridi devam ettirmektedir.

TECRİDİN HİÇBİR MEŞRUİYETİ YOK

Buna sessiz kalınamaz. Tecride sessiz kalmak insanlık suçudur. Tecridin hiçbir meşruiyeti kalmamıştır. Adalet bakanı ve hükümet yetkilileri de bunu açıklamalarıyla itiraf etmiştir. Önder Apo da 30-40 gün sonra görüşmelerin amacı ve niteliği anlaşılır, görüşme yaptırılmazsa çok yönlü demokratik mücadele devam etmelidir, demiştir. 18 Haziran’dan bu yana görüşmeler olmuyor. Buna güçlü bir toplumsal tepkinin geliştirilmesi gerekiyor. Halkımız her yerde tecritin tamamen ortadan kaldırılması için mücadelesini kesintiye uğratmadan sürdürmelidir. Dostlarını ve demokratik kamuoyunu harekete geçirmelidir. Şu bilinmelidir ki; tecrit sürdürülse de büyük zindan direnişinin yarattığı sonuçlar nedeniyle artık eskisi gibi sürdürme imkanı kalmamıştır. Toplumsal mücadele yürütüldüğünde tecridi kırmak mümkündür.

ÖZGÜR ÖNDERLİK, DEMOKRATİK TÜRKİYE’DİR

CPT İmralı’da yaptığı görüşmelerin ve incelemelerin sonuçlarını halen kamuoyuna açıklamış değildir. CPT bu sonuçları kamuoyu ile paylaşmalı ve tecride karşı tutum almalıdır. Siyasi partiler, demokrasi güçleri, demokratik hukuk kurumları başta olmak üzere tüm sivil toplum kurumları tecrite karşı harekete geçmeli ve güçlü bir mücadele içerisine girmelidir. Önderliğin her düşüncesi ve görüşü, Türkiye demokrasisine ve demokrasi güçlerine büyük bir güçtür. Özgür Önderlik, demokratik Türkiye’dir. Herkes, kendi üzerinde tecrit görerek mücadele etmeli, demokrasi mücadelesini büyütmelidir.

Devam edecek…