Karayılan: Mesele Kürt ulusu ile Türk devleti arasındadır

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan: Herkes bilmeli; bu, ulusal bir meseledir, PKK ile Türk devleti arasındaki bir mesele değildir. Kürt ulusu ile işgalci Türk devleti arasındaki bir meseledir.

Karayılan, "Şimdi PKK olduğu için Hewlêr ve Süleymaniye’yi ‘biz kardeşiz’ diyerek kendi askeri yapmaya çabalıyor. Türk devleti, bir tel saçına dahi tahammül edemeyecek kadar yeminli Kürt düşmanıdır" dedi.

Dengê Welat radyosunun özel programında Rosida Mardin’in sorularını cevaplayan PKK Yürütme Komitesi Üyesi ve Halk Savunma Merkezi Karargâh Komutanı Murat Karayılan, açlık grevi eylemlerine, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeye, Leyla Güven’in tahliye kararına, Türk devletinin Başûrê Kurdistan’daki saldırılarına ve Doğu ve Kuzey Suriye’de sürdürülen direnişe ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

DAHA ONURLU BİR ŞEY OLAMAZ

DTK Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde Kürdistan, Strasbourg, Galler ve zindanlarda sürdürülen direnişe işaret eden Karayılan, Leyla Güven’in çıkışının sürece, döneme cevap olduğunu söyledi. Karayılan, "Çünkü Önder Apo üzerindeki tecrit halkımız ve bölge halkları üzerinde büyük bir ağırlık oluşturuyordu. Buna karşı bir çıkışın gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Değerli devrimci ve Kürt halk mücadelesinin yiğit militanı Leyla Güven bu çıkışa öncülük yaptı. Şimdiye kadar yapmaya çalıştığımız fakat yapamadığımız şeyi gerçekleştirmeye çalışıyor. Esasen bu bizim görevimizdi. Kuşkusuz tecride karşı mücadele etmek her devrimcinin, demokratın ve yurtseverin görevidir ama herkesten önce gerillanın görevidir. Hiç şüphesiz gerilla görevine sahip çıkacak, üzerine düşeni yerine getirecektir. Gerilla bu konuda kararlıdır ama şimdi yapmamız gerekeni eylemciler, Leyla Güven öncülüğünde canlarını ortaya koyarak gerçekleştirmeye çalışıyor. Çok meşru, insani ve toplumsal bir eylemle Türkiye’deki faşizmin gerçeğini gözler önüne serip faşizmi gerileterek Önder Apo üzerindeki tecridi kırmaya çalışıyorlar. Bu, çok önemli ve değerli bir çabadır. Açlık grevi eylemcileri çok çetin bir savaş ve mücadelenin yürütüldüğünü görüyor ve onlar da bu koşullarda canlarını ortaya koyarak mücadele ediyor. Böylelikle en insani tutumu geliştirip faşizm ve tecride karşı bedenlerini siper ederek direniyorlar. Bundan daha onurlu ve değerli bir şey olamaz" dedi.

TECRİT GELECEĞE DE SALDIRIDIR

Tecrit varken halklara özgürlük ve demokrasinin gelemeyeceğini, çünkü bunu yürütenin faşist bir sistem olduğunu kaydeden Karayılan, hatta bugün Erdoğan öncülüğünde yürütülen faşizmin artık tüm bölge halkları için ciddi bir tehlike haline geldiğini söyledi. Tecridin, Ortadoğu bölge halklarının geleceğine de bir saldırı olduğunu ifade eden Karayılan, sadece bir bireye karşı yöneltilmiş değil, Öcalan şahsında demokrasi ve halkların geleceğine tecrit olduğunu vurguladı. Buna karşı durmanın mücadele etmenin değerli olduğunu belirten Karayılan, bu kapsamdaki açlık grevlerinin anlamının altını çizdi.

SON GÖRÜŞME DİRENİŞE KARŞIYDI

Açlık grevlerinin çok geniş bir kesime yayılıp gündem oluşturduğunu ve Türkiye’yi sıkıştırdığını söyleyen Karayılan, bu nedenle Türk devletinin, Mehmet Öcalan’ı İmralı’ya gönderdiğini kaydetti. Bunun bir taktik olduğunu vurgulayan Karayılan, şöyle devam etti: "Açlık grevinin kendileri için yarattığı baskıyı hafifletmek ve yapabilirse eylemi kırmak için böyle bir taktiğe başvurdular ama bu taktikleri sonuç almadı. Başta Leyla Güven ve tüm eylemciler ‘İmralı’ya bir kişinin bir kez gitmesiyle tecrit kırılmaz, tecrit bir sistemdir ve herkese uygulanan bir tecrit var. Tecridin bir görüşme ile kalkması mümkün değildir. Çünkü her şeyden önce bu siyasi bir taleptir’ dediler ve eylemi bırakmayı reddettiler. Bu eylemin öncülüğünü yapan Leyla Güven’dir. Tabi DTK Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili olduğu için bir rol ve misyonu, siyasi kişiliği vardır. Herkesçe tanınan birisidir. Onun tutumu da salt bir bireyin tutumu değildir. Türk devleti, onun bir dağ kadrosu, militanı olduğunu da iddia edemez. Yaşamının tümünü sivil siyasette geçirmiş, belediye başkanlığı yapmış bir milletvekilidir. Kendisine haksızlık yapılmıştır. Bütün bu gerçekler Türk devletine bir baskı yapmakta. Bu nedenle Leyla Güven’i bırakmak zorunda kaldılar. Bununla güya Leyla Güven’i eyleminde bir tereddüde koymak veya tüm dünyadan kendilerine yapılan baskıyı hafifletmek için böyle bir taktiğe başvurdular. T.C. faşizminin direnişin etkisini kırmaya dönük başvurduğu bir taktik oluyor.”

TAHLİYE KARARI DA SİYASİ

Halk üzerinde yürütülen mutlak tecrit ve faşizme karşı sürdürülen direnişin kırılması için taktik ve manevralara başvurulduğunu ifade eden Karayılan, "Tahliye kararı hukuki değil, siyasidir. Zaten Kürt halkı ve Kürt siyaseti için bir hukuk uygulanmıyor. Hepsi idari, siyasi kararlardır. Kürdistan’da sadece sömürge hukuku vardır. Fakat mücadele militanlarına karşı bu sömürge hukuku da uygulanmamaktadır. Dünyadaki hangi hukuk sisteminde tecride yer var? Hiçbir yerde yoktur. Tahliye kararı da hukuki değil, siyasidir. ‘Bırakın’ denildiği için hazırlık yaparak bıraktılar” şeklinde konuştu

GÜVEN’İNKİ KAHRAMANLIK DURUŞUDUR

“Değerli devrimci ve siyasetçi Leyla Güven bırakıldıktan sonra da bir kez daha kararını verip eylemini evinde de sürdüreceğini açıkladı. Gerçekten de bu bir kahramanlık duruşudur" diyen Karayılan, şöyle sürdürdü: "Dost düşman herkes için bir derstir. ‘Biz bunu kendi canımız ve şahsımız için yapmıyoruz. Biz kutlu bir davaya bağlıyız ve bu kutlu dava yolunda her şeye hazırız ve her şeyimizi ortaya koyuyoruz’ tutumudur. Leyla Güven’in bırakıldıktan sonra bu şekilde sergilediği tutumu gerçekten de çok anlamlıdır. Bu nedenle bu duruşu bir kez daha selamlıyorum. Bu tür kararlar bireylerin kendi özgür iradeleriyle aldıkları kararlardır. Talimat veya örgütleme işi değildir. Kendisi karar vermiştir ama sonuna kadar saygı duyulması gereken, yerinde olan bir karardır. Kuşkusuz herkes buna hürmet göstermelidir. Gerçekten de Leyla Güven şahsında çok değerli ve militanca bir duruş sergilenmektedir. Aynı duruş Nasır Yağız’da ve tüm eylemcilerin şahsında da görülmektedir. Hepsinin tutumundaki anlam ve mesaj aynıdır. Bu gittikçe genişleyip yayılmaktadır.”

SONUÇLARINDAN ERDOĞAN SORUMLUDUR

Bu eylemlerin sonucundan Erdoğan’ın sorumlu olduğu ifade eden Karayılan, şöyle izah etti: "Çünkü İmralı işkence sistemini yürüten Erdoğan’dır. Eğer Erdoğan’ın kararı olmasa hiç kimse İmralı’ya bir tatil günü olan cumartesi gidemez. Mehmet Öcalan’ı hafta sonunda İmralı’ya gönderdiler. Buna ancak en üst düzeydekiler karar verebilir. Erdoğan’ın kararı olmasaydı kendi hukuklarını böylesine çiğneyemezlerdi. Bu kararın sahibi Erdoğan olduğu gibi, eylemin sonucundaki sorumluluk da Erdoğan’a aittir.”

KATILIM, TAVIR VE YAKLAŞIM YETERSİZ

“Devrimci sorumluluk anlamında da bizler ve tüm halkımız sorumluyuz" diyen Karayılan, direnişçiler şahsında çok onurlu ve değerli bir duruş sergilendiğini fakat buna olan yaklaşımın sıradan olduğunu gördüklerini söyledi. Leyla Güven’in ve tüm eylemcilerin sergilediği tutumun, herkese ‘ayağa kalkın, katılın, ben yaşamımı ortaya koyuyorum, siz de fedakarlık yapın’ mesajı olduğunu belirten Karayılan, "Ama istenilen düzeyde bir yaklaşımın gelişmediği açıktır. Bu direniş karşısında sergilenen katılım, tavır ve yaklaşımı eksik ve yetersiz buluyorum. Yurtsever halkımızın sergilediği tutum yetersizdir. Mesela Amed halkı Leyla Güven’in Amed Bağlar’daki evinin etrafını, sokaklarını bir grev alanına dönüştürebilir ama sıradan yaklaşılmaktadır" diye konuştu.

HDP VE DİPLOMASİ DE YETERSİZDİR

HDP’nin mücadele ettiğini ve bunun değerli olduğunu teslim eden Karayılan, "Ancak HDP’nin yaklaşımını da yeterli görmüyorum. Bugün çok kritik bir evreye girmiş olan bir eylem süreci var. Bu eylem en öncelikli ve başta gelen gündem olmalıdır. Burada çok fazla değinmek istemiyorum. Ancak özce diyebilirim ki; sergilenen yaklaşım ve destek yetersizdir" dedi.

Hatta diplomasinin yaklaşımının da yetersiz olduğunu belirten Karayılan, "Nobel Ödülü alan 40 kişinin mektubu şüphesiz değerlidir ama eylemin geldiği düzey bakımından; demokrasi, özgürlük ve yüksek insanlık düzeyi açısından yeterli değildir. Diplomasimiz de daha fazla çaba sahibi olmalıdır" şeklinde konuştu. 

Tüm Kürt ve Kürdistani kurumlar, Türkiye’deki sol sosyalistler, demokratların daha fazla çabala göstermesi gerektiğini vurgulayan Karayılan, "Çünkü tecridin kalkmasıyla Türkiye’de yeni bir dönem başlayacaktır. Bu nedenle geniş ve komple bir hamleye dönüşmelidir. Basın, kültür, siyaset, toplumsal ve her alanda güçlü bir çıkışla faşizmi gerçekten de sıkıştıran, zorlayan ve yıkmayı hedefleyen bir hamleye dönüşmelidir. Mevcut duruma bakıldığında bunun yetersiz olduğunu görüyoruz.”

ÖCALAN DİRENİŞÇİLERİ SELAMLADI

Taktik de olsa Öcalan ile görüşme yaptırılması ve Leyla Güven’in tahliye edilmesinin, direnişin ilk başarıları olduğunun altını çizen Karayılan, bu iki gelişmenin de iyi yanları olduğunu şöyle anlattı: "Leyla Güven’in bırakılmasının iyi yanları var. En azından eylemini evinde daha rahat bir şekilde sürdürmesi, kamuoyu ve halkla birebir bağlantıda olması önemlidir, iyidir. Mehmet Öcalan’ın Önderlik ile görüşmesi de iyidir. En azından Önderliğimizin sağlam olduğunu, moralinin iyi olduğunu öğrenmiş olduk. Koşulları çok zor olsa da duruşunu ve moralini metanetle koruduğunu anlamış olduk. Direnişçileri selamlaması da önemlidir.

ÖCALAN’IN BEKLENTİSİ

"Belki arkadaşlarımız ve halkımız ‘Önderlik ne dedi?’ diye merak ediyordur" diyen Karayılan, şöyle devam etti: "Ama Önderliğimizin sürecin hassasiyetinden dolayı farklı bir perspektif vermeyi uygun görmediği anlaşılmaktadır. Bizim için önemli olan Önderliğin durumunun iyi olduğunun öğrenilmesidir. Bu da öğrenilmiştir, yeterlidir. Hiç şüphesiz ki Önderliğimizin bizlerden beklentisinin bugün çok daha fazla olduğu anlamını da çıkarmak gerekmektedir.”

DÊRALOK HALKININ TUTUMU İYİ

Türk işgalciliğinin Bakurê Kurdistan’da her anlamda bir faşizmi hâkim kılmakla yetinmediğini diğer parçalara da saldırdığını söyleyen Karayılan, "Sömürgeci soykırımcı Türk devleti sadece gerillaya karşı değil, Medya Savunma Alanları’ndaki Kürt halkına da saldırmakta ve insansızlaştırmaya çalışmaktadır" dedi. Karayılan, şunları ifade etti: "Çünkü Dêrelok Reşawa’da şehit edilen insanlarımız bilinçlice şehit edilmişlerdir. O esnada 4 keşif uçağının havada olduğu belirtiliyor. O uçaklar insanları görüp sivil mi olduklarını, silahlı veya silahsız mı olduklarını ayırt edebilirdi. 7-8 sivil insanın nehir kenarında balık tuttuğunu görüyor. Gelip bir kez vurmuyor. İki saat boyunca süren peş peşe vuruşlardır. Bir kez daha tüm şehitlerimizin ailelerine ve Başûrê Kurdistan'daki halkımıza başsağlığı diliyorum. Bu olayda şehit düşenler davamızın şehitleridir. Dêrelok’taki halkımızın tavır ve tutumu iyiydi. İlk defa geliştirilen bu tavırla en azından işgalciliklerden duydukları rahatsızlığı dile getirdiler.

DOĞRU YÜRÜTÜLMEYEN SİYASET

Başûrê Kurdistan'da doğru yürütülmeyen bir siyaset var. Türk işgalciliği saldırıyor ama buna karşı sessiz kalınıyor. Referandum zamanında da gördük; Türk devleti o kadar saldırdı ama sessiz kalındı. PDK’nin Meclis grubu, Goran ve Newaya Nu bu sefer kınadılar ama diğerleri hiçbir şey demediler. Son iki yılda bu bölgede 20’nin üzerinde sivil insanımız şehit edildi. Bölgeyi, insanların yaşayabildiği bir alan olmaktan çıkarmak istiyorlar.

Başûrê Kurdistan halkını vurarak Hewlêr’e, farklı merkezlere mesaj veriyorlar. Türk devleti böyle bir düşmandır. Şimdi birileri, ‘bunlar Türk devleti ile PKK arasındaki savaştan dolayıdır’ diyor. Bu, yetersiz ve yanlış bir söylemdir. Eğer şu anda Başûrê Kurdistan'da gerilla olmasa Türk devleti, Hewlêr’i ve pêşmergeyi hedefleyecektir. Biz bunu söylediğimiz zaman birileri ‘PKK bizi korkutmak ve kendileriyle birlikte olmamız için böyle söylüyor’ diyor olabilir ama hakikat öyle değildir. Türk devletinin, Türk işgalciliğinin konseptinin gerçeği budur. Bundan bir hafta önce Erdoğan bazı şeyler söyledi. Başûrê Kurdistan'daki bazı medya organları bunu haberleştirdi, bazıları ise çok az haberleştirdi. Belki tercümeden de kaynaklı olabilir. Peki Erdoğan ne dedi? ‘Biz, Suriye’nin kuzeyinde hiçbir zaman Kuzey Irak’taki gibi bir sorunun olmasına izin vermeyeceğiz.’ Bundan önce de Erdoğan Başûrê Kurdistan’ın statüye kavuşması döneminde hata yaptıklarını, aynı hatayı Rojava’da yapmayacaklarını söylemişti. Zaten emekli Türk generalleri anılarında ‘Saddam 1971’de otonomiyi kabul etmişti, biz de Saddam’a gidip böyle bir şey yapamazsın, kabul etmeyiz diyerek lağvettik, ortadan kaldırdık’ diyor. Eğer Saddam o zaman otonomiyi kabul etmeyip 1975’teki felaketi uyguladıysa bunun altında olan Türk devletidir. Kerkük’ün Kürtlerin elinden alınmasının altında da aynı zihniyet vardır. Bunlar göz önünde olan gerçeklerdir. Şimdi PKK olduğu için Hewlêr’e, Süleymaniye’ye ‘biz kardeşiz’ diyerek onları kendi askeri yapmak için çabalıyor. Oysa Türk devleti Kürt’ün bir tel saçına dahi tahammül edemeyecek kadar yeminli Kürt düşmanıdır.

TÜRK DEVLETİ İLE KÜRTLER ARASINDADIR

Biz 1999’dan 2004’e kadar ateşkes ilan edip, savaşı tümden durdurduk. O zaman Türk devleti Başûrê Kurdistan'ı kırmızı çizgi ilan ederek hiç kimsenin Başûr ile ilişkilenmesine izin vermedi. 2008’de Zap’ta gerilladan büyük bir darbe alıp kırılma yaşayınca bu kırmızı çizgisini kaldırdı ve o zaman Başûrê Kurdistan ile ilişkilendi. Herkes bilmeli; bu, ulusal bir meseledir, PKK ile Türk devleti arasındaki bir mesele değildir. Kürt ulusu ile işgalci Türk devleti arasındaki bir meseledir. Belki herkes bu gerçeği bilmeyebilir ama Başûrê Kurdistan'daki yetkililer bunu gayet iyi bilmektedir. Hakikat böyledir. Türk devletinin konsepti budur. Kürt halkını bir hedefleyip bir kısmını kırıma uğratmak, bir kısmını korkutmak, bir kısmını kendisine işbirlikçi kılarak amaçlarını gerçekleştirmek istiyor. Kürt’ün hiçbir yerde statü sahibi olmasını istemiyor. Kürtler Başûr’da veya Rojava’da statü sahibi oldukça Bakur’daki siyasetini sürdürmeyeceğini iyi biliyor. Bakurê Kurdistan'daki siyaseti nedir? Asimilasyondur, soykırımdır. Kürtlerin bir statüsü oldukça bunu yapamayacağını gördüğünde yeni bir konseptle tüm Kürtlere ve Kürtlerin tüm kazanımlarına savaş açtı. Hakikat böyledir. Son olarak katledilen insanlarımızın şehadetinde de bunu gördük. Bunu doğru anlamak ve yeterli bir tutum almak gerekiyor. Olaya bu temelde baktığımızda Başûrê Kurdistan siyasetinin tutumunun yetersiz olduğunu görüyoruz.”

EFRÎN BOYNUMUZUN BORCUDUR

134 gün süren Kobanê Direnişi’nin Kürt halkının tarihine altından bir sayfayla yazılan tarihi bir direniş olduğunu hatırlatan Karayılan, şöyle konuştu: "Gelhat ve Arin yoldaşlar öncülüğünde gerçekten de bir destan yazıldı. Tüm Kobanê şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz. Türk devleti Kobanê’de aldığı darbe ile tüm Rojava’yı hedefledi ve Efrîn saldırısını gerçekleştirdi. Efrîn’de de Avesta ve Karkerler şahsında tarihi bir direniş gelişti. Çağın Direnişi’nde şehit düşen tüm şehitleri de saygıyla anıyoruz. Efrîn’i özgürleştirmek ve o şehitlerin anılarını özgür bir Efrîn’de yaşatmak bizim boynumuzun borcudur. Bu mücadelenin belli bir süreyi alacağını biliyoruz ama Efrîn hiçbir zaman Türk devletine mal olmayacaktır. Çünkü Türk devleti Efrîn’i Kürtlerden alıp Araplaştırmak, Türkleştirmek istiyor. Bu da bizim için ulusal bir sorundur ve mümkün değildir. Efrîn özgürleşip kurtulmadıkça bu topraklarda hiçbir zaman barış olmaz, huzur gelmez.

Özellikle değerli Efrîn halkımız bilmelidir ki; Kürdistan halkı olarak Efrîn’den Zagroslara, oradan da Ağrı’ya kadar uzanan hat boyunca Türk devleti ile baştan başa bir savaş içerisindeyiz. Çünkü Türk devleti Kürtleri bir millet olmaktan çıkarmak istiyor, biz de ‘biz bir milletiz ve var olacağız’ diyoruz. Bunun için savaşla, direnişle, açlık greviyle, her türden ve her renkten eylemlerle şeref, onur, haysiyet, varlık ve gelecek savaşını vereceğiz. Bu, önümüzde duran en insani ve önemli görevdir. Olmazsa olmazdır. Bu açıdan Efrîn, halkımız için kırmızı çizgidir. Efrîn’i bu anlayış ve kavrayışla ele almak gerekiyor. Efrîn, Türk devletinin faşizmine yedirilmeyecektir, onlara bırakılmayacaktır ve onların yurdu yuvası haline gelmeyecektir. Efrîn onların boğazında kalan ve onları boğan bir lokma olacaktır. Onların boğulduğu yer olacaktır. Halkımızın ve oradaki savunma güçlerinin iddiası ve ısrarı bunu göstermektedir.”

TÜRKİYE İŞGALİ GENİŞLETMEK İSTİYOR

Türk devletinin niyetinin Rojavayê Kurdistan  ve Suriye’nin bir bölümünü işgal ederek Suriye’de istedikleri gibi bir hükümet kuruluncaya kadar çekilmemek olduğunu hatırlatan Karayılan,  jeostratejik konumunu pazarlayarak, bazen ABD’nin bazen de Rusya’nın söylemlerinin üzerine atladığını söyledi. 'Güvenli bölge ve 'Adana Anlaşması’nı örnek gösteren Karayılan, şöyle konuştu: "Ancak özce belirteceğim; artık halkımız imkân sahibidir. Şimdi Kürt halkının bir çizgisi, ideolojisi, programı, savunma gücü, siyaseti ve diplomasisi var. Kendileri nasıl diplomasi yapıyorlarsa Kürt halkı ve Kürt devrimi ister Amerika cenahında isterse de Rusya, Avrupa ve tüm dünya cenahında doğru ve devrimci siyaseti yürüterek Türk işgalciliğini yenilgiye uğratacaktır. Artık Kürtler de tartışmasız bir aktördür. Kürt halkı artık savunmasız değildir. Artık savunma gücümüz vardır. Siyasetimiz ve çizgimiz vardır. Bu nedenle mücadeleyi çok yönlü ele almalıyız. Her şey silahlı mücadeleyle sınırlı değildir. Siyaset ve diplomasi de en az onun kadar önemlidir. Rojava Devrimi’nin elindeki bu imkanları doğru değerlendireceğine ve işgalcilerin emellerinin gerçekleşmeyeceğine inanıyoruz. Amerika ‘Suriye’den çekileceğim’ dediğinde işbirlikçi kesimlerde bir dalgalanma gelişti. ‘Rojava Devrimi ne zaman tasfiye olur ve biz de yararlanırız’ diyen tırşıkçı bir kesim daha fazla Türk devleti ile işbirliği içinde ihaneti derinleştirdi ve hayaller kurdu. Ama bu kursaklarında kalacak. Çünkü Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye devrimi artık bir hakikattir ve 5 yıldan bu yana dünyanın başına bela olan DAİŞ kabusunu ortadan kaldırdı. Bu hakikati hiç kimse inkar edip ortadan kaldıramaz.”

ERDOĞAN’IN DAİŞ YALANI

Erdoğan’ın 'DAİŞ’e karşı hiçbir devlet savaşmadı, biz savaştık' sözlerinin,  hiç utanmadan tüm dünyanın gözleri önünde açıkça yalan söylemekten öte olmadığını kayeden Karayılan, şunları sordu: "Eğer savaştılarsa ellerinde kaç DAİŞ’linin cenazesi var? Yoktur. Eğer savaştıysa elinde kaç tane DAİŞ’li esir var? DAİŞ adı altında evlerinden alıp tutukladıklarından bahsetmiyoruz. Gerçekten savaşta kaç DAİŞ’li tutuklamıştır? Hiç yoktur. Neden? Çünkü DAİŞ ile hiç savaşamadı ki! Tam tersine DAİŞ ile hep müttefikti. Cerablus ve Bab’ı ittifak yaparak aldı. DAİŞ’i destekleyen ve besleyen Erdoğan’dır, DAİŞ’e karşı nasıl savaşacak? İdeolojik olarak hemen hemen aynıdırlar ve pratikte de ortaktırlar. Kobanê’nin işgal edilmesi de DAİŞ ve Erdoğan’ın ortak planıydı.”

HECİN’DE CİDDİ BİR SAVAŞ VAR

“Bugün Hecin’de çok ciddi bir savaş sürüyor. Nasıl ki DAİŞ’e karşı ilkin Kobanê’de savaş çok şiddetli ve çetin bir şekilde yürütüldüyse şimdi de DAİŞ devletinin sona doğru geldiği Hecin’de aynı şiddet ve yoğunluktaki çetin bir savaş yürütülmektedir" diyen Karayılan, şunları paylaştı: "Hecin kurtarılmasıyla da DAİŞ bitmez. DAİŞ’in bir altyapısı var ve tümden bitmez. Tümden bitmesi için belli bir zamana ve daha uzun soluklu bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Fakat DAİŞ’in kurduğu Irak-Şam devlet sistemi ortadan kalkacaktır. DAİŞ devletinin olduğu son yer de Hecin’dir. QSD yetkilileri bir aya yakın bir zaman içinde sonuca gideceklerini açıkladı ama DAİŞ, Hecin’de oldukça direniyor ve çok ciddi bir savaş yürütüyor. Bunun tümden DAİŞ’in sonu olacağını sanmak ve söylemek yanlıştır. DAİŞ, kendisini her tarafa dağıtıp yayılıyor. İşte Irak’ın birçok yerinde olduklarını, Irak arazisine yerleştiklerini duyuyoruz. Tümden bitirmek için daha zaman var."

TÜRK DEVLETİNİN SALDIRILARI SONUÇSUZ

Medya Savunma Alanları’na yönelik çok yoğun hava saldırıları yapıldığını; her metrekaresine tonlarca bomba yağdırıldığını belirten Karayılan, herkesin şunu bilmesini istedi: "Bu saldırılara karşı belli bir sistem gelişmiş bulunmaktadır. Türk devletinin saldırıları sonuçsuzdur ve kayıplarımız olmamaktadır. Geliştirilen yeni gerilla sistemiyle grup biçimindeki kayıpların önü alındı. Olsa da belki küçük birimler şeklindeki şehadetler olur ama son aylarda böyle bir durum da olmamıştır. Türk devletinin bu saldırıları ekseriyetle boşa çıkartıldı. Belirttiğimiz gibi yeni gerilla sistemi tam oturtulursa tüm saldırılara karşı etkili tedbir alınabilir. Nerede disiplin ve tedbir zayıflığı yaşanırsa orada açık verme ve kayıplara yol açma yaşanabilir. Şimdi kış sürecinde Amed’de operasyon vardı ve sona erdiği belirtildi. Aynı şekilde Cudi’de de operasyon var. Bu operasyonları sonuçsuz kaldı. Bazı eski gerilla noktalarına gidip arkadaşların bazı eşyalarına rastlayınca bunları basına verip gerillanın yerini tespit ettiklerini öne sürüyorlar. Şimdiye kadar içerideki operasyonlarında da başarısızdırlar. Anlaşılan arkadaşların tedbirleri belli düzeyde iyidir.”

BU YIL ZİRVESEL SAVAŞ YAŞANACAK

En stratejik yıla girdiklerini söyleyen Karayılan, şöyle açıkladı: "Bu yıl içindeki tüm gelişmeler Önderliğimizin, hareketimizin, halkımızın ve hatta bölge halkının geleceğini netleştirecektir. Her şeyin bu yılda gerçekleşeceğini iddia etmiyorum. Yalnız 2019’daki gelişmeler kendisinden sonraki yılların da rengini belirleyecektir. Çünkü bu yıl içinde biz ve işgalcilik arasında Bakur, Başûr ve Rojava’da zirvesel bir savaş yaşanacaktır. İdeolojik, siyasi, diplomatik ve askeri anlamda her bakımdan bir mücadele ve savaş yaşanacaktır. Onlar bize darbe vurup bizi geriletmeyi hedefleyecektir. Biz de onların politikasını, konseptini boşa çıkarıp özgürlük davasını başarıya ulaştırmayı esas alacağız. Bu anlamda çok ciddi çabalarımız olacaktır.

DÜŞMANIN UMUDUNU TAM KIRAMADIK

Türk sömürgeciliği Kürt halkına dönük saldırganlığını yeni dönemde de sürdürecektir. Doğrudur, düşman şimdiye kadar başarıya ulaşamadı ama umudu tümden kırılamadı. Bu da bizim yetersizliğimizdir. Düşmanın başarmasını engelledik ama umudunu kıramadık Ama biz bu yılda işgalcilere gereken cevabı vermek istiyoruz.

Leyla Güven öncülüğündeki bu direniş, gerilla olarak bize de mesajdır. Gerekli mesajı anlamalıyız. Önderlik üzerindeki tecridi kaldırmak bizim görevimizdi. Doğrudur, bu hususta direndik ve çok tarihi direnişler sergilendi. Siyasi ve toplumsal alanda, zindanlarda yoldaşlarımız, halkımız bedenlerini ortaya koyarak bu görevi üstlenip gereğini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bu açlık grevi direnişleriyle 2019 yılına girdik. Bu kış sürecinde direnişi onlar yürütüyor. Ondan sonra da bu direnişi, sorumluluğu ve hamleyi bizler devralmalı ve sonuca götürmeliyiz. Sonuca gitmek için bugün her zamankinden daha fazla imkân ve koşullara sahibiz. Gereken biçimde yaklaşıldığında 2019’un her anlamda bizim olacağına inanıyoruz. Bu kutlu yürüyüşte tüm eylemciler, halkımız ve yoldaşlarımız için başarılar diliyoruz.”