Katırcıoğlu: Türkiye için yolun sonuna gelindi

HDP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu, Türkiye’nin artık popülist ekonomi ve siyaset anlayışıyla yönetilemeyeceğini vurguladı. Katırcıoğlu, "Artık yolun sonuna gelindi" dedi.

HDP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu, Türk ekonomisindeki çöküşü ANF'ye değerlendirdi...

-Döviz dalgalanması konusunda Berat Albayrak’ın açıkladığı yeni ekonomik modeli nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ekonomik modeli değerlendirmeden önce yaşadığımız olayı bir özetlemek gerekir. Şöyle ki Berat Albayrak’ın yeni ekonomik modeli açıklayacağı söylendi, sonra toplantının 14:30’a alındığı açıklandı. Bu saat geldiğinde ise karşımızda Tayyip Erdoğan’ı bulduk. Anlaşılan o ki, Erdoğan Bayburt’ta konuştuktan sonra Albayrak’ın toplantısının başlaması bir dizayn, bir danışıklı dövüştü. Önce kayınpeder Türkiye halkına “Milli ve yerli olun, dolarları bozdurun” diye seslenirken, damat da onun akabinde dış dünyaya ve iş dünyasına, “Merak etmeyin, istediğiniz adımları atacağız” yönünde mesaj verdi. Nedir peki istenenler? Esasında burada iki konu var: Biri, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı meselesi; diğeri ise bütçe açığının disipline edilmesi konusu. Bütün bu açıklamalar yapılırken de dolar kuru sürekli arttı.

'YATIRIMCILAR PARALARINI ÇEKTİ; ALBAYRAK BAŞARISIZ'

-Bu neyin göstergesi?

Bu, piyasa aktörlerinin ve özellikle Türkiye’ye para yatırmış finans çevrelerinin bu açıklamaların hiçbirine güvenmediklerinin göstergesi. Hemen paralarını çektiler ve kur yükseldi. Nitekim Türk Lirasının yabancı paralar karşısında neredeyse yüzde 50 eridiğini görüyoruz. Özetle Albayrak’ın yaptığı sunuş esasında başarısız bir sunuştu. Zaten Albayrak böyle bir şeyi kaldırabilecek bir sofistikasyona sahip biri değil. Damat olmasından dolayı atanması da zaten hataydı.

-Albayrak tarafından 'yeni ekonomik model' olarak lanse edilen model aslında Batı’nın uzun bir süredir Türkiye’ye 'uygula' dediği model değil mi?

Gayet tabii. Bugün yabancı piyasaların Türkiye’den beklentilerinden biri mali disiplindi, ikincisi de faiz politikalarına hükûmetin etki etmesinin önlenmesi, yani Merkez Bankası’nın bağımsızlığı meselesiydi.

'SONUNDA BATI’NIN SÖYLEDİĞİ NOKTAYA GELİNDİ'

-Peki, madem bugün Batı’nın söylediği noktaya gelinecekti, neden bu daha önce uygulanmadı?

Çünkü Tayyip Erdoğan’ın faizler düşük olmalı diye bir inancı vardı. Faizler düşük olsa, enflasyon olmaz diyordu. Bu argüman iktisaden yanlış; bu tamamen İslam diniyle bağlantılı bir ideolojik anlayıştır. Buradaki mantık, faizler düşük tutulursa, maliyetler düşük olur; maliyetler de düşük olursa, fiyatlar da düşük olur; dolayısıyla da enflasyon olmaz veya düşer mantığı. Fakat bu mekanizmanın çalışabilmesi için faizlerin düşmesi ve maliyetin düşmesinin yanı sıra başka bir şey olmaması gerekir ekonomide. Yani eğer ekonomide maliyet enflasyonu var ise o zaman faizleri düşürmeye çalışmanın enflasyonu indirici bir etkisi olacaktır. Ama Türkiye’de enflasyon sadece maliyet enflasyonu değil ki, esas talep enflasyonu var. Bu ideolojik tutumla Merkez Bankası üzerinde baskı kurulduğu için, Batı Merkez Bankası’nın bağımsız olması gerektiğini söyleyerek Türkiye’ye sırt çevirmeye başladı. Hatırlarsanız seçim öncesi İngiltere’ye giden Tayyip Erdoğan orada yaptığı bir açıklamada, siyasetçi olarak davulun kendi boynunda, tokmağın ise Merkez Bankası’nın elinde olduğunu belirterek, davulu taşıyan kişi olarak tokmağın da kendi elinde olması gerektiğini, seçildiği takdirde de bu tokmağı eline alacağına benzer laflar etmişti alacağını. Bu açıklama kurların yükselmesine neden olmuştu. Bunun üzerine Tayyip Bey hemen Mehmet Şimşek’i gönderdi; Şimşek gitmeden önce saçma sapan bir faiz düzeneği vardı, onu değiştirmek zorunda kaldılar. Fakat ne var ki seçim oldu ve Erdoğan başkan seçildikten sonra Türk ekonomisinin temel mekanizmasını Hazine ve Maliye Bakanlığı adı altında tek elde topladı ve bakanlığın başına da kendi damadını geçirdi. Bu da piyasada büyük bir güvensizliğe neden oldu.

'BU HÜKÛMET NE DIŞARIYA NE İÇERİYE GÜVEN VERİYOR'

-Ekonomik dalgalanma sebebi her ne kadar Rahip Brunson üzerinden açıklansa da, sizce bu krizin siyasi ve ekonomik arka planı gerçekten nedir?

Brunson meselesi kilit mesele olarak duruyor ama aslında arkasında bütün dış politika meselelerimiz yatıyor. Her şeyden önce bu hükûmet yabancı sermayeye güven vermiyor. İşin ilginç yanı ise ülke içerisine de güven vermiyor. İkincisi, Türkiye bir NATO üyesi olarak zaman zaman kendi oyununu Rusya, Çin ile dans ederek sürdürüyor, bir taraftan gidip Ruslarla S 400 füzelerinin pazarlığını yaparken, diğer taraftan ise Amerika ile F 35 uçak pazarlığını yapıyor. Bütün bu ikilemler de bu hükûmetin güvenilmez olduğuna işaret ediyor. Üçüncüsü, bu yeni Türk tipi başkanlık ile birlikte herhangi bir denetimi olmayan bir hükûmet ile karşı karşıyayız. Bu dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir başkanlık sisteminde olan bir şey değil. Tayyip Erdoğan her konuda karar verebilir ve her şeyi yapabilir bir pozisyonda. Eğer Meclis’te muhalefet çoğunluğu elde etseydi bu denetim işlevi görebilirdi, ancak gelinen noktada bu şans kaçırıldığı için kararların merkezileştiği bir Türkiye’ye doğru gidiyoruz. Bir toplumda kararlar merkezileşiyorsa o kararların hatalı olma ihtimali artar. Şirketlerde bu böyledir mesela; şirketleri de tek adam yönetmez, departmanlar vardır, bu departmanların sorumluları vardır ve bir etkileşim içinde şirketi yönetirler. Burada Tayyip Bey her şeye karar veriyor. Ülkede oynanan şans oyunlarını bile neredeyse kendisi yönetecek. Batı bu durumu da değerlendiriyor; denetimi olmayan, hukuk sistemi ile demokrasinin işlemediği ve toplumun manipüleye açık olduğunu gördüklerinden bizi güvenilir bir ülke konumundan çıkartıyorlar.

'İNŞAAT SEKTÖRÜYLE DÖVİZ BULAMAZSIN'

Meseleye ekonomik boyuttan baktığımız zaman ise, Türkiye’nin zaten dışa bağımlı bir ekonomisi olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin kendi kaynaklarıyla büyüme şansı sadece yüzde 4-5 civarıdır. Eğer siz bu ekonomiyi yüzde 7, 8, 9, 10 büyümeye zorlarsanız bu ancak ve ancak yabancı sermaye girişleriyle olabilir. Yabancı sermaye gelmezse siz o büyümeyi sağlayamazsınız, çünkü kaynağınız, tasarrufunuz yok. Geçen sene ekonomimiz yüzde 7.5 büyüdü, peki nasıl büyüdü? Büyük ölçüde vergilerle devlet kaynaklarını kullanmışız; devlet bütçesinin açık vermesinin sebebi bu. Devlet bütçe açığına karşılık olarak çeşitli teşvik ve kredilerle küçük, orta ölçekli işletmeleri finanse etti. Peki bütçe açığı nasıl kapanacak? Enflasyon olarak kapanıyor, yani bütçe açığı denk gelmese o zaman fiyatların genel seviyesi başlıyor artmaya. Bizim bu durumda ne yapmamız lazımdı peki? Döviz kazandırıcı işler yapmamız lazımdı. Dolayısıyla hem ekonomik hem de siyasi olarak baktığımızda Türkiye’nin sıkıntılı bir yapısı olduğunu açıkça görüyoruz. Yaptırımlar için gerekli olan kaynakları bulabilmemiz için dışarıya mal satmamız gerekti. Ama dışarıya mal satmak için de dışarının alacağı malları üretmemiz lazımdı. Böyle baktığımızda benim görebildiğim kadarıyla gerek imalat sektörünün ve sanayi üretiminin, gerek tarımın Gayri Safi Millî Hasıla’da (GSMH) payları azalıyor, inşaat gibi sektörlerin payı artıyor, fakat bu artış bizim ihtiyacımız olan dövizi getirmiyor. Çünkü inşaat sektörü yabancıya bina satarsan döviz getirebilir, aksi takdirde döviz getirmez. Bu hükümet 16 yıldır bu gerçekleri bile bile her şey güllük gülistanlıkmış gibi rahat davrandı; bir taraftan tarımı bitirirken, diğer taraftan ise her yere binalar, köprüler, AVM’ler diktiler. Bu bir aymazlık. Ülkedeki iktisatçılar bu konuda çok uyarılar yaptılar ama hükümet dinlemedi. Bugün “Onların doları varsa, bizim Allah’ımız var” dedikleri gibi, toplumu gaza getirdiler ve seçimi kazandılar ancak artık yolun sonuna gelindi. Türkiye bu popülist ekonomi ve siyaset anlayışıyla yönetilemez.

'ÇELİK ÜRETİCİLERİ İFLAS EDEBİLİR'

-Türkiye’ye yaptırımların İran’a yapılan yaptırımların akabinde gelmesi nasıl okunmalı?

ABD ile ilişkilerimizin bozulması aslında Amerika’nın İran’a uygulandığı yaptırımlarla ilgili son gelişmelerin Türkiye’ye de olma ihtimalini artırıyor. Mesela en son Türkiye’den dışarıya ihraç edilen çelik ve alüminyum ürünlerine uygulanan gümrük vergileri artırıldı. Yani o pazarları bize kapattılar. Ülkemizde 19 çelik üreticisi var; onlar yeni pazarlar bulmaya çalışacaklar, bulamazsalar da iflas edecekler.

'IMF’YE GİTMEK ZORUNDA KALACAKLAR'

-Türkiye o zaman IMF’nin kapısını tekrar mı çalacak, yoksa Avrasya Blokuna yaklaşmayı mı tercih edecek?

Erdoğan ve arkadaşları her ne kadar zamanında İMF’ye biz borç veriyoruz gibi açıklamalar yapsalar da, İMF’ye gitmek bir ekonomik gereklilik olarak ortaya çıkacak. Avrasya meselesi ise daha stratejik bir mesele. Çünkü bu NATO’dan çıkıp, Rusya ve Çin’in olduğu Şanghay Beşlisi’ne dahil olmak anlamına gelir. Bence Tayyip Erdoğan bu gidiş gelişlerle oynuyor; S-400’leri alırım diyor, sonra da F-35’leri istiyor. Basit oyunlar bunlar bence, kimse bunu yutmuyor. Avrasya tercihinin arkasında kim duracak? İş insanları durabilecek mi? Bence durmaları mümkün değil. Çünkü siz ekonomik faaliyetlerinizin çoğunu Avrupa ile yapıyorsunuz, öyle bir ortaklık anlaşmanız var; gümrük anlaşmanız var, NATO’nun içindesiniz, yani bu ilişkileri terk edip de Şanghay Beşlisi’ne dahil olmaya kalkarsanız toplumun önemli bir kesimi buna karşı çıkar. İş insanları da buna itiraz ederler. Çünkü Şanghay Beşlisi’nin Türkiye’ye ekonomik olarak getirebileceği çok şey olacağı kanaatinde değilim. Çin’in etrafındaki küçük ülkeler bile ellerini verdikleri zaman kollarını alamamışlardır, yani o kadar kolay iş değil.

'DEMOKRASİN VARSA GÜÇLÜ DEVLETSİN'

-Hükûmet Rusya ile ABD arasında gidip gelerek neyi hedefliyor?

Ben güçlü bir devletim, beni ciddiye alın demeye getiriyor. Ama senin ciddi oluşunun bir kredibilitesi olması lazım. Sen devlet olarak tek başına ayakta durabiliyor musun? Mesela uçaklarının motorunu yapabiliyor musun? Yapamıyorsun. Veya otomobil üretebiliyor musun? Yok, onu da üretemiyorsun. O zaman demek ki ayaklarının üzerinde duramıyorsun. Dünya bunu görüyor. Güçlü bir devlet olma gerekleri ancak ve ancak siyasi olarak demokratik bir ülke olmanla mümkün olabilir. Farklılıklarıyla barışık yaşayan bir toplum olman lazım, ifade özgürlüğünün ve her türlü fikir özgürlüğünün sağlandığı ve yaratıcılığı teşvik eden bir ülke olman lazım. İnsanlar özgür değilse yaratamaz; yaratıcı olamazlarsa hiçbir şey üretemezler, yeni bir şey ortaya koyamazlar. İnsanların bir şeyleri yaratabilmelerinin koşulları ise özgürce düşünmelerinden, sorgulamalarından geçer. Yani yaratıcılığın ortaya çıkması için mutlaka özgür bir ortam lazım. Büyük devlet olmak günümüzde daha demokrat olmakla mümkün, ancak böylelikle daha güçlü bir ekonomi yaratabilirsiniz. Yani böyle baskıyla devam ederek Kore’yi mi taklit edeceksiniz? Mesela sadece Kuzey Kore değil, Güney Kore’de de bir dönem faşizme yakın bir yönetim vardı. Ama ne zaman ki demokrasiye geçmeye karar verdiler, yeni bir anayasa yaptılar, Güney Kore özgür bir ülke haline geldi. Bu sadece devlet teşvikleriyle olmaz ki.

'YOLUN SONUNA GELİNDİ!'

-İktidar ülkedeki her krizi algı yönetimiyle yönetmeye çalışıyor. Sizce bu ekonomik krizde bu yöntem işe yarayacak mı?

Bence artık yolun sonuna geldik. Bu noktadan sonra hani doktorlar hastalara, ne yersen ye derler ya, artık umutsuz vakayız. Siyasetlerde algı yönetimi işe yarayabilir ama bizim gibi içten bölünmüş toplumlarda herkesin kendi mahallesinde bir algı yönetimi var. Herkes kendi mahallesinden bakarak algı yönetimine razı oluyor. Dolayısıyla artık Türkiye’de algı yönetimi de işe yaramaz. Türkiye’nin kendi ülkesindeki vatandaşlarına karşı da, dünyaya karşı da artık açık ve net olması gerekiyor. Öyle Efrîn’e asker çıkartacaksın, beka sorunu diyeceksin, bunları kimse yutmuyor. Neyin bekası Allah aşkına? Bunlar da algı operasyonu. Türkiye eğer bir algı yaratmak istiyorsa, biz demokratız algısını yaratması gerekiyor. Türkiye ancak demokratikleşerek siyasal ve ekonomik sorunlarını çözebilir.