Welat ve devrim için

Gencecik yaşında gerilla olmanın heyecanını yaşadı Welat Dalaho. Emekle yaşamı örmenin, büyük değerlerden olduğunun bilinciyle her sorumluluğu yerine getiren öncü biriydi.

Ne yiğitler geçti bu topraklardan; ne Egîdler adını her karışına yazdı. O kadar kızıla boyandı ki artık hakkını verememekten utanır olduk. Kurdistan, hiçbir zaman söylendiği gibi isimsiz ve sahipsiz topraklar olmadı. Sahibi ve adı dile gelmedi ki bilinsin, duyulsun, yazılsın… Her serhildanda, her uyanışta öncekileri aratacak zulümlerle karşılaştı bu toprakların çocukları. Her seferinde ölüm ve yeniden diriliş, ölüm ve yeniden diriliş, ölüm ve yeniden diriliş… Ondandır Kurdistan’da bu topraklar için savaşan herkes birer Egîd olur.

Savaşmak, her şeyi göze almak, her seferinde o umudu kalbinde büyütmek, soylu bir yürek ister. Bugün o Egîd ruhlar öyle çoğaldı ki; görmeyen gözler görmeye, duymayan kulaklar duymaya başladı. Öyle direnişlere an be an tanık oluyoruz ki; yüreğimiz kabarıyor, gözlerimiz doluyor, belki de daha önce bu kadar yakından hissedemediğimiz ‘özgürlüğü’ derinden hissetmeye başlıyoruz. Nasıl bir şey olduğunu anlamaya başlıyoruz. Evet, özgürlük böyle bir şeymiş. Gerçekten de özüne kavuşmak, xwebûn olmak, kendin olmakmış.

O BÜYÜK HAYALİN UMUDU

Öyle güzellikler yeşeriyor ki topraklarımızda, insana sürekli ‘daha önceden özgürleşebilseydik neler yaratabilirmişiz’ dedirtiyor. İçimizde biriken tüm yetenekler, gizliden yaşadığımız kültürler, sessizce konuştuğumuz dilimizle, yaşamımızı öyle özlü ve anlamlı örmeye başladık ki; ahlaklı ve politik bilinçle bir toplumun var olabileceğini tüm halklara göstermeye başladık. Peki eğer Önderiyle birlikte topraklarımız özgürleşirse neler olur? Bunun gerçekleştiği hayalini kurmaya başladığımız saniyede yüreğimiz nasıl da heyecanla atıyor, nasıl da gururlanıyoruz.

YENİDEN DOĞACAKMIŞ GİBİ ÖLÜME

Bugün binlerce kadın-erkek Egîd savaşçılar, bu hayalin içinde kendini eritip bu ruhla savaşıyor. Her an yeniden doğacaklarmışçasına ölüme yürüyorlar. Biz geride kalanlar, artık onların verdikleri bedelleri özgür topraklara kavuşturamamanın, o yiğitlerin hakkını verememenin utancını yaşıyoruz. Bu şehitleri tek tek tanımak gerekir. Evet korkusuzlar, inançlılar, müthiş savaşçılar. Peki hayalleri nelerdi bu şehitlerin, neyi çok severlerdi, mesela nasıl gülerdi bu şehitler ya da neye hüzünlenirdi? Neyi çok özlemişlerdi? Her gerillanın rengi bambaşkadır. Her birinin özünde başka güzel duygular, özellikler var ama her hepsi aynı amaca bağlanıp adanmıştır. Her biri doğru zamanda ortaya çıkan fedai ruhlulardır.

DAĞLAR ONU ERKEN BÜYÜTTÜ

Bunlardan biri genç gerilla Welat Dalaho’ydu. Gencecik yaşında gerilla olmanın heyecanını yaşamıştı. Rojhilat’ın devrimci köklerini miras almıştı. Elbette devrim de en çok onun genç ruhuna yakışırdı. Hiçbir zaman çocuk kalmayı, çocuk görünmeyi kendine yakıştırmadı. Hem devrimcilik aşkı, hem bu dağlar onu erken yaşta büyüttü. En çok dinlemeyi severdi. Az konuşur ama her konuştuğunda bir anlam bulurdunuz. Çok derin bakardı. O bakışlarda tüm hayallerini oturup izleyebilirdiniz. Hep daha ötesine, daha uzağına bakardı. Bunun, kendini doğru militan kişiliğe ulaştırmakla mümkün olacağını iyi bilirdi. O yüzden her yönden kendisini geliştirirdi. Emekle yaşamı örmenin en büyük değerlerden olduğunun bilinciyle hiçbir zaman gocunmadan zorlu işleri göğüslerdi.

DEVRİM İÇİN BİLMEK ZORUNDAYIM

Tünellerde, şikeftlerde (sığınak), araç kullanımlarında, tamirlerinde, silah kullanımlarında kısacası her işte akla ilk gelendi. Hem şofördü, hem mühendisti, hem teknisyendi, hem askerdi, savaşçıydı hem komutandı ama her şeyden önemlisi iyi bir öncü arkadaştı. Tertemiz ve şartsız katılandı. Bir yerde bir sorun çıktığında genç yaşına, tecrübesine aldırmadan hemen o işin sorumluluğuna kendisini önerirdi. Nasıl yaparım, nasıl uğraşırım gibi kaygılara girmezdi. Çünkü devrim onu ve sorunları beklemezdi. Bunu çok çabuk anlamıştı. Bu dağlarla, bu yaşamla bütünleşmek, yürekten, içten bağlılık ve sevgi ister. Gerisi zoraki olur. Welat öyle gerillacılığın içine dalmıştı ki, sadece birkaç ayda Kurmancî lehçesini, kendi lehçesi gibi konuşmaya başlamıştı. Çünkü o bu ülkenin her toprağına, her diline, her kültürüne aşıktı. Ona en son ‘Bilmediğin bir şey yok mu?’ diye takıldığımda, “Devrim için her şeyi bir an önce bilmek zorundayım” diye cevap vermişti. İşte bu cümle, tüm gerillaların derin sorumluluğunu, fedailiğini, öncülüğünü özetleyen en kararlı, en sade cümledir.