HDP'li vekiller: Harekete geçmeliyiz!

HDP'li vekiller, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik tecridin kaldırılması ve özgürlüğü için süren açlık grevi direnişlerine dikkat çekerek, "Bütün demokratik kamuoyunu da tutsakların sesine ses katmaya çağırıyoruz" dedi.

HDP milletvekilleri Kemal Bülbül, Hüseyin Kaçmaz, Abdullah Koç, Celadet Gaydalı, Şevin Coşkun, Feleknas Uca, Kemal Peköz, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Erol Katırcıoğlu ve Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis'te düzenledikleri basın toplantısında cezaevlerinde İmralı tecridine karşı devam eden açlık grevlerine ilişkin duyarlılık çağrısında bulundu.

'TECRİT BİR AN ÖNCE SONA ERMELİ'

Vekiller adına konuşan Gülistan Kılıç Koçyiğit, şunları söyledi:
"Cezaevlerinde bulunan siyasi tutuklu ve hükümlüler 50 gündür açlık grevi direnişine devam ediyor. 27 Kasım 2020 tarihinde başlayan ve bugün 120 cezaevinde binlerce tutuklu tarafından sürdürülen açlık grevi direnişinin temel talebi; başta Sayın Abdullah Öcalan olmak üzere tüm tutsaklar üzerindeki tecridin sona erdirilmesi ve cezaevlerindeki hukuksuzluklara bir an önce son verilmesidir.
Tutsaklar 50 gündür açlık grevi ile iktidara ‘hukuka dön’ uyarısı yapıyor
Asrın Hukuk Bürosu’nun geçtiğimiz günlerde açıkladığı 2020 yılı İmralı Ada Hapishanesi hak ihlalleri, gelişmeler ve mevcut duruma ilişkin tespit raporuna göre İmralı cezaevi, Sayın Abdullah Öcalan ve adadaki diğer tutsakların başta avukat ile görüşme hakkı, aile bireyleri ile görüşme hakkı, telefon ile görüşme hakkı ile mektup, faks ve her türlü iletişim aracılığı ile haberleşme hakkı olmak üzere tüm yasal hakları ortadan kaldırılarak tam teşekküllü tecrit uygulamasına geçilmiş, tecrit hapishanesi haline getirilmiştir. Hiçbir hukuk sisteminde yeri ve dünyada örneği olmayan İmralı sistemi dönem dönem cezaevlerinde, açlık grevleri başta olmak üzere kimi protestolara sebep olmuştur.
Zira 2018 yılında, İmralı tecrit sistemini protesto etmek için Sayın Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan ve yaklaşık 200 gün süren ve dünyanın birçok yerinde üç bine aşkın insan açlık grevine başladığı ve ölüm oruçlarına evrilen bir greve tanıklık ettik. 9 kişi de protesto amacıyla hayatına son vermişti. Bu cezaevindeki ve dışarıdaki protestolar, kamuoyu baskısı üzerine 2019 yılında gerçekleşen 5 avukat, 3 aile görüşünün gerçekleşmesine neden oldu. Fakat 2020 yılında bu kapı kapatıldı. Ve biri İmralı’da çıkan yangın diğeri de pandemi gündeminden kaynaklı, kamuoyunun kaygısı ve yoğun baskısı üzerine, olağanüstü koşullarda 3 Mart’ta aile ziyareti ve 27 Nisan’da da telefon görüşmesi imkanı sağlanmıştır. 2020 yılında da tecrit sistemi devam ettirildiği ve hiçbir olumlu gelişme yaşanmadığı için tekrar 27 Kasım itibariyle açlık grevleri süreci başlamıştır.
AKP iktidarı tecridi tüm Türkiye’de uygulamaya koydu.
Sayın Öcalan’ın barış çağrısı halkla buluştuğunda baskı rejiminin hayata geçemeyeceğini biliyorlar.
Tecrit,  nereden taraf olduğun noktasından bakıldığında bir savaş barış meselesi, siyasi alanda  demokrasi ve otoriterlik; ahlaki açıdan ise, iyilik ve kötülük meselesi olarak düşünülebilir. Türkiye’de ne zaman tecrit politikasına ara verilmişse toplum rahat nefes almış ve ülke çözüme her zamankinden daha fazla yaklaşmıştır. 2013-2015 yılları arasında İmralı’da başlayan kısıtlı çözüm ve müzakere süreci bile ülkenin baharı yaşamasına ve bu baharın coğrafyada bir iklim haline dönüşeceği yönünde umutlar yeşermesine yetmiştir. İşte tecrit politikası, insanların birbirini dinlediği, anlamaya çalıştığı bir siyasi atmosferde bahar havasını soluyanlara karşı başlatılan açık bir saldırıdır. Halklar ve toplum nefes almasın, savaş politikaları altında ezilsin diye yeniden ve yeniden hayata geçirilen bir uygulamanın adıdır.
Tecride karşı duruşumuz barışa, çözüm ve müzakereye verdiğimiz destektir.
Tutsaklara karşı ‘tecrit içinde tecrit’, ‘cezaevi içinde cezaevi’ uygulanıyor.

'TUTSAKLAR ÖLÜME TERK EDİLDİ'

Karşısında muhalefet eden, 7’sinden 70’ine kadar hemen herkesi 'teröristlikle' suçlayan ve onları cezaevlerine dolduran iktidar, yaşamsal faaliyetlerini bir başına gerçekleştiremeyeceği raporlarla belgelenmiş olan ağır hasta mahpusların cezaevlerinde ölüme yürümesine göz yumuyor ya da onları ölüme terk etmekte bir beis görmüyor. Pandemi koşullarında bir korunma yöntemi olarak ‘hijyen’ imkanları bulunmayan, bu imkanlardan mahrum bırakılan siyasi tutsaklar adeta ölüme terk edilmiş durumdadır. Salgına karşı toplumu, tutsakları korumayan iktidar anlayışı ile karşı karşıyayız. Bu iktidar aklı bunları yapmazken muhalefetin sesini kısmanın, içeride tutsakların yaşam alanlarını sınırlandırmanın, haklarını budamanın; yani saldırıların, hak gasplarının gerekçesi yapıyor.
Çıplak arama yaygınlaşıyor, kameralarla tutsakların yaşam alanlarını gözetleniyor.
Cezaevlerinde son zamanlarda yaşanan en önemli hak ihlallerinden birisi de, 'İyi Hal Kurulu’ uygulamasıyla infazı biten tutukluların keyfi biçimde cezaevinde tutulmaya devam edilmeleridir. 14 Nisan 2020'de kabul edilen ayrımcı infaz yasasının, tutsakların, ‘iyi hal’ değerlendirmelerine yönelik yeni düzenlemeleri içeren hükümleri, 1 Ocak 2021'den itibaren uygulamaya başlandı ve tüm dünyayı kasıp kavuran pandemi nedeniyle binlerce adli hükümlü tahliye edilirken bu ayrımcı düzenleme ile bırakın siyasi mahpusları tahliye etmelerini, tam tersi rehin tutma uygulamasına daha da derinleştirdiler.
İnfaz süreleri bitmiş çok sayıda tutsak keyfi biçimde cezaevinde tutulmaya devam ediliyor.

'TUTSAKLAR AÇLIK GREVİYLE HEPİMİZİN HAKKINI SAVUNUYOR'

Kendisine karşı muhalefet eden herkesi cezaevleriyle tehdit eden, tutuklama ve gözaltılarla yıldırmaya çalışan iktidar, cezaevlerindeki durumu da ağırlaştırarak bütün topluma gözdağı veriyor. Hepimiz cezaevlerinde yaşanan saldırıların bütün topluma yönelik olduğunu çok iyi biliyoruz, hepimizin haklarının gasp ediliyor, bu hukuksuzluklar hepimize yönelik olarak işletiliyor. İşte tutsaklar açlık grevi direnişiyle aynı zamanda bizim hakkımızı, hukukumuzu, ülkenin demokrasisini savunuyor.
Hak ve hukuk sorununun sadece bir kişinin değil tüm toplumun sorunudur .

'BİZİM DE TALEPLERİMİZ'

Bu yüzden yaşananların hiçbirine seyirci ve duyarsız kalamayız. Duyarsızlığın iktidarın saldırganlığına ortak olmak anlamına geldiğini ve aslında zımni uzlaşma olacağının farkındayız. O yüzden tutsakların dile getirdiği taleplerin tamamını sahipleniyoruz, ‘talepleri taleplerimizdir’ diyoruz. Ayrıca açlık grevi direnişi hepimize büyük bir vicdani sorumluluklar yüklüyor. Tutsaklar başka türlü kendilerini ifade etme imkanları kalmadığı zaman bedelleri ağır olan “açlık grevi” direnişine başvuruyorlar.

'HAREKETE GEÇMELİYİZ'

Türkiye’de şimdiye kadar açlık grevlerinin ağır bedelleri oldu, yüzlerce insan bu direnişlerde yaşamını yitirdi. En son 2018 yılında tecride karşı başlatılan ve yaklaşık 200 gün süren açlık grevleri sürecinde 9 insan yaşamını yitirdi. Adil yargılama talebiyle açlık grevi yapan Grup Yorum üyeleri  ve Halkın Hukuk Bürosu avukatları hayatlarını kaybetti. Üstelik bu dönemlerde iktidar verdiği taahhütlerin hiçbirine uymadı, sorumluluklarını yerine getirmedi. En önemlisi de yaşatmak için kılını kıpırdatmadı. Çok geç olmadan ve tekrar aynı noktaya gelmeden, yeni can kayıplarını yaşamamak için toplumsal muhalefet güçleri olarak harekete geçmek zorunda olduğumuzun altını çizmek istiyoruz.
Parti olarak bu konuda daha önce gösterdiğimiz duyarlılığı daha güçlü bir şekilde göstereceğimizi belirtiyor, bütün demokratik kamuoyunu da tutsakların sesine ses katmaya çağırıyoruz. Beklentimiz hukuksuzluk ve saldırıları yürüten iktidardan değildir, aslında temel beklentimiz toplumsal güçlerden, demokrasi yanlılarındandır. İnsan yaşamı bizim için değerlidir, kutsaldır, o zaman tutsakların da yaşamlarını riske atacak tutumlardan uzak durmaya çağırıyoruz."