‘Sri Lanka modeli’ ve Kürdistan -I

Uzun yıllar boyunca Sri Lanka denilince akla Tamil halkının özgürlük mücadelesi geldi. Peki başta Kürtler olmak üzere sömürgeci güçlere karşı direnen halklar için tecrübelerle dolu Sri Lanka’nın yakın tarihinde neler yaşandı?

Sri Lanka Devlet Başkanı Mahinda Rajapaksa 2009’da “terörle mücadele”de zaferini ilan ettiğinde telefonla görüştüğü ilk yabancı liderlerinden birisi dönemin Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’dü.

Sri Lanka ya da önceki adıyla Seylan… Hindistan’ın güneyindeki bu ada ülkesi 1980’li yıllardan 2009’a kadar çatışmalar, şiddet olayları ve yönetimi elinde bulunduran rejimin birçok uygulamasıyla dünya gündemine girdi. Şüphesiz uzun yıllar boyunca Sri Lanka denilince akla Tamil halkının özgürlük mücadelesi geldi. Peki başta Kürtler olmak üzere sömürgeci güçlere karşı direnen halklar için tecrübelerle dolu Sri Lanka’nın yakın tarihinde neler yaşandı? Bunların Kürdistan ile benzerlikleri ve farklı nelerdi?

GİRİŞ

Uzun yıllar müzakere ve barış arayışında olduğunu iddia eden, bu amaçla da muhatabıyla çeşitli platformlarda görüşen, kimi zaman kesintiye uğrasa da masa seçeneğini reddetmeyen bir Sri Lanka tecrübesi vardı. Ama ne olduysa 2006’ya gelindiğinde bambaşka bir süreç devreye konuldu. Barış, müzakere, masa vb. kavramlar anılmaz oldu, dillendirenler ise ihanetle suçlandı. Artık tek bir seçenek gündemdeydi; askeri çözüm. Diğer anlamıyla iradesizleştirme, ortadan kaldırma, göçertme, direniş adına ne varsa tümüyle ezme. 2009’a kadar bu süreç devam etti. O yıl son noktanın konulduğunu zannedenler zaferlerini tüm dünyaya ilan etti. “Sri Lanka modeli” denen ‘çözüm’ seçeneği, böylece benzer zihniyetteki kimi ülkeler tarafından daha fazla dile getirildi. Sri Lanka planı olarak adlandırılan bu imha konsepti gerçekten 2006’da müzakerelerle sonuç alınamayacağı görüldüğü için mi devreye sokuldu? Yoksa çok önceden yürütülen müzakere görünümlü süreç de böylesi nihai bir operasyonun hazırlık aşaması mıydı? Bu sorulara Türk devletinin Kürdistan’daki özgürlük mücadelesine dayattığı konseptlerle karşılaştırarak yanıt vermeye çalışacağız.  

Sri Lanka ordusunun 2006’da başlattığı ve 2009’da kanlı bir şekilde sonlandırdığı planın adı “Gömme-Silme”ydi. Şüphesiz mutlak imha ve tüm direniş odaklarını bertaraf edene kadar durmamayı amaçlayan bu planın ruhu, zihniyeti, eylem ve uygulamaları 2006’nın çok öncelerine kadar uzanıyor. Daha önceye devreye konulamayan imha konseptleri için iç ve dış koşullar özenle hazırlanacaktı. Büyük ölçekli kimi devletler arasındaki çelişkilerden yararlanılacak, gizli-açık ittifaklar devreye sokulacaktı. O nedenle ‘Gömme-Silme’ ismiyle ifade edilen plan, zihniyet ve uygulama olarak geçmişi olmayan, 2006 yılı ile birlikte ortaya çıkan bir süreç değildi. Zaten yaşananlar var olan zihniyetin, geçmiş uygulamalar ışığında kendini güncellemesi ve topyekûn hale getirmesiydi.

Ne gariptir Sri Lanka Devlet Başkanı Mahinda Rajapaksa, 2009’da “terörle mücadele”de zaferini ilan ettiğinde telefonla görüştüğü ilk yabancı liderlerinden birisi dönemin Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’dü. Benzer şekilde Türk devleti çok değil, birkaç yıl sonra siyasal çözüm çağrılarına kulaklarını kapatıp Sri Lanka ipine heveslice sarılacaktı. “Olmaz denileni Sri Lanka gerçekleştirdiyse biz de neden başarılı olmayalım” havası devletin derin kulislerinde birdenbire dolaşıma girecekti. Aynı dönemlerde AKP eliyle devreye sokulan ‘açılım’ süreçlerinde yer yer Sri Lanka örneğinin hatırlatılmasını kimi iyi niyetli çevreler bile “AKP bir yandan açılım politikasını uygularken, diğer yandan Sri Lanka sopasını gösteriyor’ şeklinde yorumluyorlardı. Sri Lanka’da da böyle bir oyunun oynandığını ya bilmiyorlardı ya da görmezden geliyorlardı. Açılımın müzakerenin bir tuzak olduğunu, nihai operasyonun bir parçası olduğuna tanık olacaktık.

Üstelik Sri Lanka’da 2006’da hazırlanan “Gömme-Silme” planının içeriği ile Türk devletinin MGK’sında 2015 yılının sonlarında son şekli verilen Çöktürme Planı’nın içerikleri şaşırtıcı ölçüde birbirlerine benziyordu. Buradan yola çıkarak Türk devletinin bu uygulamalara yabancı olduğunu, Sri Lanka’dan bunu ithal ettiğini mi söylemeliyiz?

Tekçi, baskıcı ulus devlet zihniyetleri birbirlerine benzerler. Üzerinde bulundukları zemin, demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü kılınmadıkça tümünü benzer bir yere sürükler. Hem birbirlerinden hem de tarihsel deneyimlerinden öğrenirler. O nedenledir ki Çöktürme Planı devreye konulduğunda birçok siyasi analist 1925’teki Şark Islahat Planı ve uygulamalarının güncel versiyonu ile karşı karşıya olduğunu dile getirdi. 1930 Ağrı, 1937-38 Dersim süreçlerinde de devrede olan dönemin ‘Sri Lanka’ planı ya da ‘Çöktürme Planı’ değil miydi?

Kürdistan’ın o yıllarında Sri Lanka devleti daha ortada bile yoktu. Ada Seylan adıyla bir İngiliz sömürgesiydi. 1990’lı yıllarda Kürdistan’da 4 bin köy yakıldı, 17 bin faili meçhul cinayet işlendi, sansür-sürgün kararnameleri çıkarıldı, milyonlarca insan yerinden, yurdundan edildi. Diğer uygulamaları da bütünlüklü olarak hatırlandığında görülecektir ki 90’lı yıllarda da “Sri Lanka Planı”, daha Sri Lanka’da yürürlüğe konmadan, coğrafyamızda devrededir. Bu sebeple “Türk devleti Sri Lanka’dan öğrendi, böylesi politikalardan bihaberdi” demek gerçekle örtüşmüyor. Elbette Türk devletinin öğrendikleri olmuştur, Sri Lanka’da yaşananları kendi motivasyon hanesine yazmış, bundan yararlanmaya çalışmıştır. “Sri Lanka Modeli” özü itibariyle katliamcı, tekçi, tahakküm rejimlerinin biriken tarihsel akıl ve uygulamalarının sonucudur. Bu zihniyete sahip rejimler hem bundan beslenmiş hem de katkı sunmuşlardır. O nedenle “Gömme ve Silme”ciler ile “Çöktürme”ciler dahil bunların tamamı suçlu olmakla birlikte, tek suçlu değildirler. Tarihsel ve güncel ortakları da görmezden gelinemez.

TC rejiminin Tunç yasası Kürt meselesinin görünmezliğidir. Her dönemin özgünlüğü olsa da ruhu aynıdır, Sri Lanka Planı’dır. Hatta dayatılan konseptler bazı yönleriyle Sri Lanka’dan çok daha derin ve kapsamlıdır. Ama dönemsel benzerliklerin dikkat çekici olduğu da ortadır. Bu nedenle 2009’da nihayete erdirildiği belirtilen Sri Lanka Planı ve süreci ile bir nevi uyarlanmış versiyonu olarak devreye sokulan “Çöktürme Planı”nın benzerlik ve farklılıklarını ortaya koymak, anlamaya çalışmak, neyle karşı karşıya olduğumuzu da görmek açısından yararlı olacaktır. Kumaratunga ve Rajafakse nasıl ki birbirinin takipçisi ve yol arkadaşıysa, Çiller ve Erdoğan da benzer ortaklığın yürütücüsüdürler. Her iki örnekle de adeta gelen gideni aratmıştır. Peki Sri Lanka neresidir? Tamillerin Kürt halkıyla benzerlikleri nelerdir?

İKİ HALKIN YAŞADIĞI ‘GÖZYAŞI DAMLASI’ ADASI

Hindistan’ın 20 deniz mili kadar güneyinde bunuyor. Haritada bakıldığı zaman da görüleceği üzere gözyaşı damlasını andırıyor. Adanın bugünkü nüfusu yirmi milyon civarında. Adada iki temel halk topluluğu var. Kuzeyinde ve kısmen doğusunda Tamiller ile, güney, orta kesim ve batıda çoğunluk olarak ikamet eden Sinhal’ler. Birçok kaynak her iki topluluğun M.Ö 5. ve 3. yüzyıllar civarı Hindistan’dan göç ettiklerini belirtiyor. Sinhal topluluk kendilerini Hint Avrupa (Aryen) kökenine dayandırır. Tamiller de Hindu uygarlığını yaratan Dravida kökeninden geldiklerini, dillerinin de Dravida bağımsız dil ailesine mensup olduğunu belirtirler. Sinhaller Budist, Tamiller ise Hindu dinine mensupturlar. Adada bulunan yerli Tamil topluluğunun yanı sıra bir de Hindistan’dan 19. yüzyılda çay ve kahve plantasyonlarında çalıştırılmak üzere İngiliz sömürgecileri tarafından getirilen ve Hindistan Tamilleri olarak bilinen Tamil topluluğu da yaşıyor. Bu grup ağırlıklı olarak Tamil anavatanı olarak bilinen ülkenin kuzey ve doğu kesimlerine değil, çay ve kahve plantasyonlarının bulunduğu ülkenin orta kesimlerine yerleştirilmiştir. Bir nevi göçmen ve geçici işçi olarak görülmüşlerdir.

Sri Lanka sömürgecilikle ilk olarak 16. yüzyılda tanıştı. Bu sömürgeci güç Portekizlilerdir. Portekiz sömürgeciliği adaya çıktığında, bu topraklarda üç krallık hüküm sürüyordu. Bunlardan ikisi Sinhal, biri de Tamil krallığıydı. Kotte ve Kandy krallıkları Sinhal’lere aitken, Jaffna krallığı ise Tamil topluluğuna aitti. Tamil’ler 15. yüzyılda çok kısa bir süre Sinhal’lerin egemenliğine girmiş olsa da yüzyıllar boyu kendi bağımsız yönetimlerine sahip oldular. Portekiz sömürgeciliğinin ardından adayı ele geçiren ve kontrolüne alan ikinci sömürgeci ülke Hollanda’ydı. Bu süreç yaklaşık 150 yıl sürdü.

1800’lü yılların başında Hollandalıları kovarak adada hakimiyetini ilan eden en sonuncu sömürgeci göç ise İngilizler oldu. 1948 yılındaki adanın bağımsızlığına kadar İngiliz sömürgeciliği devam etti. İngiliz sömürgesi altında adadaki topluluklar etnik ve dinsel farklılıklara göre konumlandırılmışlardı. Görece ademi merkeziyetçi denilebilecek bir yapı söz konusuydu. Ada nüfusunun çoğunluğunu Sinhal topluluğu oluşturmasına rağmen Sinhaller kendilerini dezavantajlı görüyorlardı. İngiliz sömürgeciliği döneminde eğitim düzeyleri de göz önüne getirildiğinde kamu görevlerinin önemli bir bölümünde Tamiller yer alıyordu.

SİNHALLERE GÖRE TAMİLLER ADANIN MİSAFİRİ

Sinhaller nüfus anlamında 3’te 2’lik bir çoğunluğa sahip olsalar da coğrafik olarak daha büyük bir toprak parçasına hakimdiler. Kendilerini adanın muktediri, asıl sahibi olarak görüyorlardı. Onlara göre Tamiller adaya kendilerinden sonra gelmişlerdi, bu bile onları ev sahibi, Tamilleri göçebe ya da misafir yapmaya yeterdi. Hele hele Aryen kökenli oluşları onları üstün ırk yapıyordu. 1940’lı yıllarda dünyayı sarsan Ari ırkının üstünlüğünü dile getiren Nazi propagandası onların elini güçlendirmişti. Mademki adanın gerçek sahibi kendileriydi ve Aryen ırkı gibi üstün bir ırka mensuplardı, o halde adanın hakimiyeti buna göre şekillenmeliydi. Bu anlayışın gideceği yol böylece belli olmuştu.

Sinhaller, İngiliz sömürgeciliğinin sona ermesini demokratik bir fırsata dönüştürmek yerine, sömürgeci efendilerine özenmeyi maharet saydılar. Tabi tüm bu süreç İngilizlerden bağımsız değildi. Hindistan ve Ortadoğu’da da görüldüğü gibi İngilizler çatışma zeminlerini yaratarak çekilmişlerdi. Sri Lanka’da yaşanan da bundan farklı değildi. Bağımsızlıkla birlikte çoğunluğa dayalı gücünü kullanan Sinhaller, devleti tüm kademeleriyle gele geçirmek için kolları sıvadılar. Kamu görevlerine yeni alımların neredeyse tamamı Sinhal topluluğundan seçildi. Ademi merkezi yapı giderek Sinhallerin merkezinde olduğu katı merkezi bir yapıya dönüştürülüyordu. Bu tür uygulamaların her biri Tamil toplumunda huzursuzluklara, itiraz ve protestolara yol açmışsa da Sinhaller bu tepkilere gözlerini yummuş, hatta bastırma yolunu tercih etmişti. Nüfus olarak azınlıkta olan Tamiller doğal olarak parlamentoda da yeteri derecede karar mekanizmalarında yer alamıyorlardı. Tamiller, Sinhal etnisitesinin devlete tümüyle damgasını vurur hale gelmesini, karar mekanizmalarından, devlet dairelerinden dışlanmalarını, yerel yönetimlerinin giderek işlevsizleşmesini ve Budizmin devlet dini haline getirilerek, kimliklerinden sonra inançlarının da hiçe sayılmasını doğal olarak kabullenmiyorlardı. İngilizcenin yerine ise devletin dili artık Sinhalceydi ve Tamilce resmi kurumlardan, iş yaşamından ve toplumsal yaşamın önemli bir bölümünden silinip atılmakla karşı karşıydı. Devleti her yönüyle bir inanç ve etnik kimlik temelinde tekçileştiren bu politikadan vazgeçilmesini isteyen Tamiller, en temel haklarının tanınmasının her düzeyde talep ediyorlardı. Yanıt, Sinhalleştirme politikasının artan oranda sürdürülmesi oldu.

TAMİL DEVRİMCİLERİNİN ÇIKIŞI…

16. yüzyıldan itibaren ada Seylan ismiyle anılıyordu. 1972’de Sinhalleştirme politikasının sonucu olarak adanın isim Sri Lanka olarak değiştirildi. 1970’e gelindiğinde devlet kurumlarında çalışan Tamilli sayısı yüzde 6’ya düşmüştü. Bunların da ‘makbul’ Tamiller olduğunu varsaymak yanlış olmazsa gerek. Sinhal yönetimi, yeni devlet yapısını dayatıyor, temel haklarında ısrar eden Tamiller de buna karşı direniyordu. Bu direnişi kırmak ve Sinhal toplumunu uyguladığı milliyetçi politikanın etrafında kenetlemek için devlet yönetimi kışkırtıcı, provokatif eylemleri devreye soktu. Bunun sonucu olarak çeşitli şehirlerde Tamiller ve Sinhaller karşı karşıya geldi, ölümler, yaralanmalar oldu.

Maruz kaldıkları her katliama karşı Tamillerin devreye koyduğu sınırlı misillemeye de büyük yönelimlerle yanıt veriliyordu. Tamiller içerisinde “bu durum daha fazla devam edemez” fikri giderek ete-kemiğe bürünüyordu. Yeni Tamil Kaplanları (TNT) örgütü bu zemin üzerinde kurulduğunda yıl 1972’dir. TNT 1976’da yeniden yapılanmaya giderek Tamil Elam Özgürlük Kaplanları (LTTE) kurulduğunu ilan etti.

1974 yılındaki bir olay ise Tamilli devrimciler için bir kilometre taşı olacaktı. Tamil Öğrenci Federasyonu üyesi 17 yaşındaki bir genç, polisin eline geçmemek için yanında bulundurduğu siyanürü içerek intihar etti. Bu, Tamil hareketinde devrimci bir geleneğin başlangıcı oldu. LTTE daha sonraları bu geleneği örgüt kararı haline getirdi. Militanları yanlarında siyanür kapsülleri taşıyarak, esir düşme olasılığı belirdiğinde bu kapsülleri yutuyor, yaşamlarına son veriyorlardı. Bundan dolayıdır ki Sri Lanka devleti uzun süre LTTE hakkında ciddi bir bilgiye sahip olamadı. 2009’daki askeri yenilgiye kadar sayısı binleri bulan Tamil militan sağ ele geçmemek için bu şekilde yaşamlarına son verdi.

1970’lerin ikinci yarısına yeniden dönersek, 1977 seçimleri yaklaştığında Tamiller artık bağımsız, sosyalist bir devlet çağrısı yapıyorlardı. İktidar adayı olarak seçime giren UNP ise Demokratik Sosyalizm söylemi ve Tamil sorununun çözümü vaadini dile getiriyordu. Buna kanan bazı Tamiller oylarını UNP’ye verdiler. UNP seçimleri kazandığında kabineye iki Tamilliyi de bakan olarak aldı. Seçimin hemen ardından ise “ayrılıkçı” olarak tanımladıkları Tamilleri bastırmak üzere Jaffna’ya askeri birlikler gönderildi. Tamil muhalefetine yönelik en sert tedbirler devreye konurken “biz Tamillerle değil, LTTE’ye karşıyız” cümlesini çok sık kullandılar. Zaten kabinelerine aldıkları “makbul” Tamilli bakanlara da imhacı yüzlerini perdeleme amacıyla devletin üst kademesinde koltuklar vermişti. Türkiye ve Kürdistan coğrafyasına pek de yabancı olmayan şu argüman sıkça öne sürülüyordu; Ülkenin bekası tehdit altında, bölünme olasılığına karşı en güçlü tedbirler şart. Böylesi bir siyasal atmosfer içerisinde 1978’de anayasal değişiklikle başkanlık sistemine geçildi. Başkan artık mutlak otoriteydi, bu şekilde her şey daha hızlı ve etkili gerçekleştirilecekti.

SRİ LANKA’NIN KARMAŞIK JEOPOLİTİĞİ

Sri Lanka’ya en yakın ülke olan Hindistan, eyaletlerden oluşan bir idari yapıya sahiptir. Hindistan’ın güneyinde Tamil Nadu eyaleti bulunur. Zaten Hindistan’ın Sri Lanka’ya en yakın coğrafi parçasını bu eyalet oluşturuyor. 50 milyonu aşkın Tamil nüfusu bu eyalette yaşıyor. Sadece bu eyaletin coğrafi büyüklüğü, neredeyse Sri Lanka adasının iki katıdır. Sri Lanka’nın kuzeyi de tarihsel olarak Tamillerin yerleştiği topraklar olunca, ulus devletçi zihniyete sahip Sinhaller bu durumu kendileri açısından yaşamsal tehdit olarak görüyordu. Onlara göre Tamiller başarı kazanırsa, bu aynı zamanda Hindistan’ın başarısı olacak ve koca Hindistan ülkesi küçük Sri Lanka’yı kolayca yutacaktı. Bu nedenle Tamil meselesi ulusal güvenlik meselesiydi ve mutlaka bastırılmalı, etkisizleştirilmeliydi.

Hindistan ise bağımsız Sri Lanka’yı kontrolü altında tutmak istiyordu. Çünkü hemen burnunun dibindeki bu kara parçasının kendisine rakip ülkelerle iyi ilişkiler kurması ve onların denetimine girmesi, kendisi için tehdit oluşturacaktı. O nedenle Sri Lanka ile ilişkilerde “havuç- sopa” politikası uygulana geldi. Yer yer LTTE’ye destek verildi, imkanlar yaratıldı, bazen üzerine gidildi, dizginlenmeye çalışıldı, en sonunda da Hindistan sadece Tamilleri yüzüstü bırakmakla kalmayacak, aynı zamanda katliam sürecinin gizli ortakları arasına katılacaktı. Sri Lanka’nın Hindistan karşıtı bir coğrafya haline gelmemesi için bu gerekli görülmüştü.

ABD VE ÇİN’İN KAPIŞMA SAHASI

Diğer yandan Pakistan’ın tarihsel olarak Hindistan’la devam çelişkileri bölgenin jeopolitik önemini karmaşık hale getiriyordu. Pakistan, Sri Lanka yöntemine her dönem ve her düzeyde desteğini eksik etmedi. Asya’nın dev gücü Çin de işin içindeydi. Ortadoğu’dan ciddi miktarda petrol alan Çin, petrolün taşınma süreci ve güvenliği açısından Sri Lanka adası bir nevi stratejik bir ana üs konumundaydı. Bunun yanında Hindistan’a daha yakından varlığını hissettirmek, tüm Hint denizinde gücünü göstermek açısından Çin, Sri Lanka adasına büyük önem veriyordu.

ABD ve Batılı müttefikleri açısından da bu ada parçası küçük olsa da görmezden gelinemeyecek kadar önemliydi. Hem kendilerinin güçlerini göstermesi hem de rakiplerinin at oynatmalarına göz yumulmaması açısından önemli bir coğrafyaydı. Uzun deniz yolculukları gözetildiğinde doğal bir liman ve ulaşım güzergahı açısından da kavşak rolüne sahip bu ada ülkesinin jeopolitik öneminin farkında olanlar, görüldüğü üzere bir şekilde bu sürecin içinde oldular. Asya kıtasının Çin, Hindistan, Pakistan ve Japonya gibi ülkeler ile, bunların hakim olmasını engellemeye çalışan ABD ve müttefiklerinin çıkarlarının çatıştığı sahalardan biri de Sri Lanka’ydı. Sinhal yönetimi de kah biriyle yan yana durdu, kah diğeriyle, bazen açık, bazen gizli ittifaklar kurdu, güç odaklarının çelişkilerinden yararlanmaya çalıştı, jeopolitik konumunu pazarlamada sınır tanımadı.

HİNDİSTAN’IN DENGECİ SİYASETİ

Hindistan’ın Tamil Nadu eyaleti tümüyle LTTE’nin etkisinde olsaydı belki her şey bambaşka olabilirdi. Hindistan yönetimi de bunun farkında olduğu için oldukça kontrollü hareket ediyordu. LTTE’nin Tamil Nadu eyaletini yönlendirmesi, Hindistan için de ciddi bir tehdit oluşturabilirdi. Hindistan LTTE’ye Tamil olduğu, haksızlığa maruz kaldıkları ve ülkesinin önemli bir eyaletindeki topluluğun soydaşları oldukları için değil, tamamen siyasal nedenlerle ve çıkar amaçlı yaklaşıyordu. Bazen topraklarında kamp açmalarına izin verip, her desteği sunarken, başka bir başka zaman diliminde ise tam tersine düşmanlık etmeleri tamamen bu sebepteydi.

Yarın:

- Kumaratungu da süreç bozulunca ‘bizi kandırdılar’ dedi

- AB’nin LTTE’yi ‘terörist örgütler’ listesine almasıyla başlayan süreç

- Tamil ve Sri Lanka’nın ‘Oslo görüşmeleri’…