Karayılan: Zîlan ruhuyla mücadele ediyoruz

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, 30 Haziran 1996’da fedai eylem gerçekleştiren Zeynep Kınacı’yı (Zîlan) anarak “Bugün saflarımızda Zîlanlaşma güçlenmiştir. Bu ruhla biz bugün mücadele yürütüyoruz” dedi.

MURAT KARAYILAN RÖPORTAJ

Dengê Gel Radyosuna özel bir röportaj veren PKK Yürütme Komitesi üyesi Murat Karayılan, Kurdistan Özgürlük Mücadelesi’nde bir dönüm noktasını temsil eden Zeynep Kınacı’nın (Zîlan) eylemi üzerine değerlendirmelerde bulundu.

Zîlan’ın tarihi eyleminin kadını güç ve irade haline getirme konusunda büyük bir rol oynadığını belirten Murat Karayılan, “Bir kez daha anıyor ve bu tarihi eylemi selamlıyoruz. Bugün saflarımızda Zîlanlaşma güçlenmiştir. Bugün biz bu ruhla mücadele yürütüyoruz. Demokratik Modernite Gerillası, Apocu fedai ruh ve Zîlanlaşma temelinde hareket ediyor ve bu biçimde çağın görevlerine cevap olmayı hedefliyor. Bu anlamda fedai Zîlanların ardılları olarak onun ruhunu daha da güçlendirerek mücadeleyi yürütmek bizler için bir gurur kaynağıdır” dedi.

Karayılan’ın röportajının ilk bölümü şöyle:

* Rêber Apo üzerindeki tecrit 40 aydır devam ediyor. Bunun karşısında özgür tutsakların ve halkın da belli düzeyde mücadelesi var. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Bilindiği gibi bu son hafta içerisinde Bakurê Kurdistan’ın birçok bölgesinde çatışmalar yaşandı. Mevcut bilgilere göre Glîdax, Mawa ve Pîrosa yörelerinde yaşanan şehadetlerimiz vardır. Kimilerinin sonuçları halen net değildir ancak netleşenler de vardır. Bu son hafta içerisinde verdiğimiz tüm şehitlerimizi Şexmus, Axîn ve Şervan yoldaşlar şahsında saygı ve minnetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Onlara verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyorum. Onlara verdiğimiz söze bağlı olacağız; onların intikamını alacağız ve onların hayallerini gerçeğe dönüştüreceğiz, tüm şehitlerimizi Önder Apo’nun ve Kurdistan’ın özgürlüğü mücadelesinde yaşatacağız.

Bu dönemde doğrusu bu biçimde üst üste yaşanan kayıplar bizim açımızdan ağır olmuştur. Özellikle beklentinin olduğu, şimdiye kadar Kurdistan halkına büyük hizmetlerde bulunmuş ve bundan sonra da hizmetlerde bulunabilecek arkadaşlarımızı şehit verdik.

Şexmus arkadaş 33 yıl boyunca bu hareket içerisinde en zor alanlarda, en ağır çalışmaları başarıyla yürütmüş bir arkadaşımızdı. Hiçbir beklentisi olmadan Parti’ye, devrime ve halkına hizmet etmiştir. Şexmus yoldaş, bir ömür olarak nitelendirebileceğimiz bu uzun yıllar boyunca yürüttüğü çalışmalarda belirgin bir eksikliği olan, yine kendisine dönük yoğun eleştirilerin olduğu bir arkadaş değildi. Birçok açıdan örnek olan bir arkadaştı. Özellikle de fedakarlık, cesaret, Önder Apo’nun çizgisine bağlılık, derin yurtseverlik ve yoldaşlık ruhu açısından çok değerli bir arkadaştı. Bu devrimin bir emekçisiydi. Yıllarca Kurdistan dağlarında kaldı. Belki kısa süreli ovalık alanlarda kalmış olabilir ama onların dışında sürekli bir biçimde Kurdistan dağlarında halkı için mücadele yürütmüştür. Dürüstlüğü, temizliği ve bağlılığıyla değerli bir Apocu yoldaştı. Serhat Eyalet Komutanı’ydı. Zaten hem Serhat’ta hem de Erzurum’da çok kalmıştı ve oraları taş taş tanıyordu. Kurdistan’ın o bölgesinin tamamını gezmişti. Başkaca da çok emek vermiş, çalışmalar yürütmüştü. Böyle öncü bir arkadaşımızdı. Şexmus yoldaş gibi dürüst ve fedakar yoldaşlar bu harekette rol sahibi olduğu sürece bu hareket her zaman kazanacaktır. Çünkü Şexmus arkadaş şahsında temsil edilen yoldaşlık, Önder Apo’nun saflarımızda geliştirmek istediği yoldaşlıktır. Yani hiçbir beklentisi olmadan tek taraflı olarak fedakarlık yapmak, hizmette bulunmak ve sürekli kendisini borçlu görmek. Bu, insanlık değerlerinde bir yükselişi ve büyümeyi ifade ediyor.

ANILARINI LAYIĞINCA YAŞATACAĞIZ

Yine aynı şeyleri Axîn Gabar ve Şervan Botan yoldaşlar için de belirtmek mümkündür. Bu arkadaşlarımız da hareket içerisinde 10 yıldan fazla kalan arkadaşlar olarak fedakarlıklarıyla, dürüstlükleriyle, fedai ruhu temsil etmeleriyle önde olan yoldaşlardır. Mesela Şervan yoldaşın kendisi Botan-Sêrtlidir ancak metropolde doğmuştur. Tam bir Botan aşığıydı. Zaten soyadını bunun için Botan yapmıştı. Yıllarca Botan’da kalan bir arkadaştı. Botan’dan kopmasını düşünemezdin. Toprağını ve ülkesini o kadar seven bir insandı. Bunun için tüm fedakarlıkları yapan, hizmetleri bulunan cesaretli bir arkadaştı. Axîn yoldaş da bir Botan kızıydı. Bana Köyü’nün ve Cizîra Botan'ın yurtseverliğiyle büyümüştü. Devrimci mücadele onun sevdasında vardı; mücadele adeta onun için bir aşktı. Daha Heftanîn pratiğinde bu net görülmüş bir şeydi. Axîn yoldaş, savaşçılığı, emekçiliği, temizliği ve dürüstlüğüyle kendi önünü açmış, güven veren değerli bir komutandı. Çok onurlu bir insandı. Her iki yoldaşımız da temiz yaşamları, samimi duruşları, dürüstlükleri, güçlü yoldaşlıkları, kutsal topraklara bağlılıkları, özgürlük tutkuları ve Önder Apo’ya olan bağlılıklarıyla örnek yoldaşlardı. Esasında şu anda Bakurê Kurdistan’da mücadele yürüten tüm yoldaşlar bu biçimde fedakar, fedai ve davaya bağlı kişilerdir.

Aldığımız kimi bilgilere göre Brûsk Kato yoldaşımız ve beraberindeki arkadaşlarımız da şehit düşmüştür. Yine Mawa tarafında savaş uzun sürdü ve günlerce yaşanan çatışma ardından Bêrîtan Kerboran yoldaşımızın da şehit, yanındaki arkadaşın da yaralı olabileceği yönünde bilgiler var. Yine yaralı olarak düşmana esir düşmüş yoldaşlar da vardır. Kısacası 18 Haziran’dan beri devam eden direniş çok büyük bir direniştir. Çatışmanın yaşandığı her yerde önemli ve cesaretli direnişler gelişti. Tüm bu yoldaşları saygıyla anıyoruz ve anılarını layığınca yaşatacağımıza söz veriyoruz.

Sorunuza gelecek olursam; İmralı Sistemi’nin temelinde Kürt sorunu ve Türk sömürgeciliğinin Kürt halkına dönük olan sömürgeci siyaseti vardır. Yani inkar, yok etme ve soykırım siyaseti vardır. Türk devleti şu an İmralı’da yürüttüğü siyaset ile toplumu soykırımdan geçirmek istiyor. Önder Apo Kürt halkını ve Kürtlerin özgürlük davasını temsil ediyor. Özgürlükçü kadınları temsil ediyor. Demokratik değerleri temsil ediyor. Bunu onurlu ve direnişçi bir duruşla yürütüyor. Onun için Önder Apo’ya insanlık dışı yaklaşımlarla ve psikolojik işkenceyle yaklaşıyorlar. Bakın; tam 40 aydır kendisinden haber yoktur. Yani 3 yıl 4 aydır Önder Apo’nun İmralı’daki durumuna dair bilgi yoktur. Bu dava, bir kişinin değil bir halkın davasıdır. Önder Apo Kürt halkının iradeleşmesini temsil ettiği için, ona dönük bu saldırılar oluyor. Bunun için halkımız ve Türkiyeli demokratik kesimler ile tüm devrimci-sol kesimler Türk devletinin bu uygulamalarını kendilerine dönük bir saldırı olarak da görmelidirler. Gerçeklik de nitekim böyledir.

Diğer yandan; Önder Apo’nun fikir ve düşüncelerinden korkuyorlar. Onlar Önder Apo’nun hakikati dile getirdiğini biliyorlar ve hakikatler etkileyicidir. Önder Apo’nun geliştirdiği fikir ve düşünceler, yine Önder Apo’nun paradigması yeni bir ışıktır, yeni bir çizgidir, yeni bir alternatiftir. Önder Apo, sömürgeciliğe ve kapitalist moderniteye karşı demokratik moderniteyi temsil etmektedir ve bunun paradigmasını geliştirmiştir. Bunun için hem küresel kapitalist modernitenin temsilcileri hem de Türk devleti ondan korkmaktadır. Zaten bunun için CPT de dürüst yaklaşmıyor ve İmralı’da yürütülen bu siyaseti meşrulaştırıyor. Çünkü bu yeni fikirden korkuyorlar, kaygılanıyorlar. Bundan dolayı İmralı’da Önder Apo şahsında Kurdistan halklarına dönük olarak yürütülen siyaset küresel bir siyasettir. Bunu doğru okumak gerekiyor.

TECRİDE KARŞI MÜCADELEYİ YÜKSELTMELİYİZ

Ayrıca İmralı’daki bu soykırımcı siyasete bağlı olarak bugün savaş yürütülmektedir. Bugün Kurdistan’da Kürt halkına karşı savaş vardır. Türk devleti bu savaşta her şeyini harcadı. Türkiye’nin tüm gelirini tüketti. Bugün Türkiye ve Bakurê Kurdistan halkları ve emekçileri açtır. Fakirlik söz konusudur. Bunun temelinde de savaş ve soykırımcı sistem, yani İmralı sistemi vardır.

Şimdi bakıyoruz, yavaş yavaş da olsa bu siyaset Türkiyeli emekçiler ve birçok siyasi kesim tarafından da görülmeye başlandı. Bu iyi bir şeydir. Çünkü artık insanlar, bu savaş durmadan Türkiye’de ne ekonomik ne de siyasi olarak bir düzelmenin olmayacağını görüyorlar. Onun için de Türkiye tarafından da katılımlar olmaktadır. Özcesi bu tecrit ve İmralı’da yürütülen sistem, artık sadece Kürtlerin değil, esas olarak Türklerin de bir sorunudur. Çünkü bu siyaset kendisiyle bir savaşı da getiriyor. Bu siyaset son bulmadan, Türkiye’de sorunların çözülmesi de mümkün değildir. Bu gerçeklik bugün birçok kesim tarafından görülmüştür. Her ne kadar gecikmeli de olsa bunun görülmesi iyi bir şeydir.

Yine Önder Apo’nun dünya çapında kapitalist moderniteye karşı demokratik moderniteyi geliştirmesi, dünya halkları ve ezilenlerde bir umut yaratmıştır. Bu çerçevede dünya çapında da Önder Apo’yu sahiplenme daha da fazlalaşıyor, Önder Apo’ya Özgürlük ve Kürt Sorununa Çözüm Kampanyası bu temelde gittikçe daha da güçleniyor. Fakat yine de bu gelişmeler yeterli gelmemektedir. Bu konuda eksikliklerimiz çoktur. Herkes bu konudaki eksikliğini görmelidir. Başta biz Özgürlük Hareketinin öncüleri olmak üzere, yurtsever halkımız ve demokratik kesimler, son tahlilde İmralı’daki uygulamalara karşı yürüttüğümüz mücadelemizde yetersizlikler olduğunu görmeliyiz. Kuşkusuz bu yetersizlikleri aşmamız, mücadelemizi daha da yükseltmemiz gerekmektedir. İmralı sistemini kırmadığımız müddetçe, özgürlüğün önünün açılmayacağını ve ortak-demokratik yaşamın katiyen gelişmeyeceğini bilmeliyiz. Bunun için tüm devrimci hareketler olarak Önder Apo’nun özgürlüğünü ve Kürt sorununa çözümü hedeflemeliyiz.

Hareketiniz Haziran ayını fedailer ayı olarak tanımladı. Aynı zamanda 30 Haziran’da Şehit Zîlan’ın eyleminin 28’inci yılına giriyoruz. Hareketinizdeki fedailik gerçeği hakkında neler söylemek istersiniz?

Evet; Haziran ayı fedai şehitler ayıdır. Büyük fedailer, Zîlan, Sema ve Gulan yoldaşlar şahsında tüm fedai şehitlerimizi ve tüm Haziran ayı şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Şehitlerimizin anıları önünde saygıyla eğiliyor, onlara verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyorum. Haziran ayında birçok şehidimiz vardır ancak Zîlan arkadaşın öncülüğünde gelişen fedai yoldaşların şehadeti çok daha öne çıkmaktadır.

Aynı zamanda 25 Haziran günü Kobanê Katliamı’nın yıl dönümüdür. Bilindiği gibi bu günde 250 Kürt yurtseveri Türk devletinin yardımıyla gelişen DAİŞ saldırısında şehit edildi. Bu katliamda şehit edilen tüm değerli yurtseverlerimizi de saygıyla anıyorum.

Yine 29 Haziran, aynı zamanda Şêx Saîd ve onunla beraber olan 48 değerli insanımızın idam edilerek şehit edildiği gündür. Şêx Saîd şahsında Kurdistan direniş tarihinin tüm şehitlerini anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Yine bu ayda Bakurê  Kurdistan’daki toplumsal mücadelede yaşanan şehadetler de vardır. 2008 yılında Hüsnü Ablay ve Cihan Deniz arkadaşlar bir trafik kazasında şehit düştüler. Onlar Bakurê Kurdistan’ın toplumsal özgürlük ve demokratik mücadelesinin öncüleriydiler. O değerli devrimcileri de saygıyla anıyorum.

Özcesi fedai Zîlan yoldaşın şahsında tüm Haziran ayı şehitlerimizi saygıyla anıyoruz.

Fedailik esas olarak daha baştan beri hareketimizde vardır. Ülkemiz, adını söylemenin bile yasak olduğu bir ülkeydi. Kimse Kürt’ten ve Kurdistan’dan bahsedemiyordu. Öyle bir dönemde Önder Apo’nun çıkışı da kendini feda etme temelinde olan tarihi bir çıkıştır. O zamanlar mücadeleyi bu yöntemle ele almak hedef olmak anlamına geliyordu. Dolayısıyla fedaice ve fedakarca bir duruş sahibi olmayan bir kişi böyle bir çıkışı da yapamazdı. Bu temelde Önder Apo daha başta kendini feda ederek ve fedakarlık yaparak pratik yürütmüş ve yaratılan ideoloji bu temelde inşa edilmiştir. Özgürlük ve hakikat gibi kutsal değerler için fedakarlık yapmazsan, kendini feda etmeye hazır olmazsan bu mücadeleyi de yürütemezsin. Nasıl ki Hz. İsa taraftarlarına, ‘eşini ve annesini sevenler arkamdan gelmesin; çarmıhı omuzlarında olanlar arkamdan gelsinler’ demişse, yani ölümü göze alanların arkasından gelmesi gerektiğini belirtmişse; belki Önder Apo’nun kurduğu cümleler aynı cümleler olmayabilir ama Kurdistan’ın devrimcileri de aynı biçimde şehadeti göze almalı ve her türlü fedakarlığa hazır olmalı biçiminde bir duruş esas alınmıştır. Bu ideoloji bu temelde yoğrulmuştur. Onun için hareketimizde fedai duruş daha baştan beri vardı. Zamanında zindanlarda, esir yoldaşlar şahsında Parti’yi tasfiye etmek istediklerinde, başta Mazlum Doğan arkadaş, ardından Ferhat Kurtay ve beraberindeki arkadaşlar, ondan sonra 14 Temmuz eylemcileri olan Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz yoldaşlar direnişi sürdürüp kazanmak ve Parti’yi kurtarmak için kendilerini feda ettiler. Hareketin yaşaması için bedenlerini ateşe vererek, ölüm orucuna yatarak şehadete ulaştılar. Zaten düşmanı bu biçimde yendiler. Yine dağda da Egîd (Mahsum Korkmaz) yoldaş şahsında aynı ruh mücadeleyi yürüttü.

ZÎLAN’IN EYLEMİ KADIN ORDULAŞMASINA GÜÇ VERDİ

Fakat Zîlan yoldaşın 30 Haziran 1996’da geliştirdiği eylemin çok özel bir yeri vardır:

Birincisi; Zîlan arkadaşın, hareketimizin taktik tıkanma yaşadığı, daralmanın olduğu bir dönemde, kendi hazırladığı ve başarılı bir biçimde hayata geçirdiği eylemi bir taktik çıkış ve yeni bir yöntem olmuştur. Zaten o yöntem temelinde sonradan Özel Kuvvetler oluştu ve bu yöntem bir mücadele çizgisi halini aldı.

İkincisi, 6 Mayıs 1996’da Önder Apo’ya yönelik olarak bir saldırı gerçekleşmişti. Düşman Önderliğimizi suikast etmek istemişti. Zîlan yoldaşın eylemi, buna karşı da bir çıkıştı. Yani Önder Apo’yu korumak için kendini feda etmen gerektiği, her şeyin verilmesi gerektiği gerçeği bu eylemle ortaya konulmuştu. Zaten Zîlan yoldaş da mektubunda, ‘canımdan başka verecek bir şey olsaydı, onu da verirdim’ diyor ya; işte bu eylemle bu gerçeği de ortaya koyuyor. Kısacası ideolojik açıdan da Zîlan yoldaş, “Önder Apo’yu ve hareketi savunmak için insan her şeyini verebilmelidir” yaklaşımıyla fedai ruhu temsil etmiştir. Nasıl ki zindandaki yoldaşlar Parti’yi kurtarmak ve başarmak için kendilerini feda ettilerse, Zîlan yoldaş da hem taktik çıkış açısından hem de Önder Apo’nun savunulması açısından hiçbir şeyin taksir edilmemesi gerektiğini, kendini feda etmen gerekiyorsa feda etmen gerektiğini ortaya koymuştur.

Üçüncü önemli yanı ise; bu eylemin kadın ordulaşmasına da güç vermesidir. Özellikle Kurdistanlı özgürlükçü bir kadın olarak Zîlan yoldaşın yaptığı eylem tüm arkadaşlara güç verdi. Ardından yavaş yavaş yayılarak tüm topluma güç oldu. Bu eylem, kadının nasıl irade olabileceğini, nasıl cesaretli olabileceğini ve nasıl en üst düzeyde büyük bir eylemci olabileceğini gösterdi. İlham oldu, cesaret verdi ve kadın ordulaşmasının önünü açtı. Ondan önce de kadın yoldaşların direnişi söz konusuydu. Mesela zindanda Sakine Cansız yoldaşların direnişi, yine Bêrîtan arkadaşın eylemi ve daha birçok yoldaşın direnişi vardı ama Zîlan yoldaşın eylemi çok önemli bir zamanda muntazam bir eylem olarak gelişti ve bu da Kürt kadınının önünü açtı.

Bilindiği gibi bizden önceki dönemlerde ister dini karakterli olsun isterse de siyasi, sosyal karakterli olsun tüm devrimlerde kadın haklarından bahsedilmiştir. Az da olsa daha iyi yaklaşımlar geliştirilmiştir. Ama hiçbir devrim kadının eşitlik sorununu temelden çözecek bir biçimde gelişme yaratmamıştır. Yalnızca Önder Apo, daha paradigmasını ilk geliştirdiği dönemde, ‘kadın da güç ve irade olmalı; erkeğin 5 bin yıllık egemenliğini eleştirmeden ve kadın irade olmadan, bu temelde kadın devrimi yaşanmadan kadın özgürleşmez ve toplum da özgürleşemez’ demiştir. Yani Önder Apo’nun paradigmasında bu çerçeveye göre kadın güç ve irade olmalıdır. İşte Zîlan yoldaş bu konuda rol oynamıştır; yani Zîlan kadını güç ve irade haline getirmek için bu tarihi eylemiyle büyük bir rol oynamıştır. Onun için Zîlan arkadaşın eyleminin, kadın özgürlük mücadelesinde olduğu gibi genel özgürlük mücadelesinde de önemli bir rolü vardır. Bir kez daha anıyor ve bu tarihi eylemi selamlıyoruz. Bugün saflarımızda Zîlanlaşma güçlenmiştir. Bu ruhla biz bugün mücadele yürütüyoruz. Demokratik Modernite Gerillası, Apocu fedai ruh ve Zîlanlaşma temelinde hareket ediyor ve bu biçimde çağın görevlerine cevap olmayı hedefliyor. Bu anlamda fedai Zîlanların ardılları olarak onun ruhunu daha da güçlendirerek mücadeleyi yürütmek bizler için bir gurur kaynağıdır.

Bu ayda Kurdistan’da birçok olay yaşandı. Önce 3 Haziran’da Colemêrg Belediyesine kayyum atandı, buna karşı halkın direnişi oldu ve bu direniş hala da devam ediyor. Daha sonra 20 Haziran’da Amed ve Mêrdîn arasında büyük bir yangın çıktı. Yangını söndürmek için devletin müdahalesi olmadı, halk kendi imkanlarıyla yangını söndürmek istedi ve 15 kişi hayatını kaybetti. Bu olaylarda devletin yaklaşımı nasıl okunmalı?

Öncelikle Çinar ve Şemrex’teki olayda yaşamını yitiren tüm insanlarımızı saygıyla anıyor, Allah’tan rahmet diliyorum. Tüm aile fertlerine, yakınlarına ve Kurdistan halkına başsağlığı diliyorum. Ayrıca halen içlerinde durumu ağır olan yaralı kişiler de vardır. Hepsine acil şifalar diliyorum.

Kurdistan’da yaşanan her olayda insanın karşısına çıkan tek bir şey vardır. Bu da Türk devletinin inkar ve yok etme siyaseti, yani soykırım siyasetidir. Gerçekten insan tüm olaylarda bunu görüyor. Mesela kayyum konusunda da böyle. Halkımız sandığa gidiyor, oyunu kullanıyor, temsilcisini seçiyor; sonra kayyum adı altında el koyuyorlar. Dolayısıyla kayyum Kürt halkının iradesinin tanınmamasıdır; halkımızın iradesinin çiğnenmesidir. İşte gördük; Colemêrg’de 3 Haziran gününde bunu böyle uyguladılar. Ondan önce Wan’da da uygulamak istediler ama tepkiler güçlü gelişince geri adım attılar. Şimdi de halkımızın tepkisi vardır ve bu tepkinin daha da güçlü olması gerekiyor. Yani irademizin çiğnenmesi karşısında sessiz kalmamalıyız. Onur ve şahsiyet sahibi olan, ‘bu topraklarda ben de bir insanım’ diyen hiç kimsenin bu iradeyi ezen siyaset karşısında sessiz kalmaması gerekiyor. İnsan olmak buradan geçmektedir. Eğer sessiz kalırsan ve ona göz yumarsan, o zaman insanlığın nerede kalır? Kısacası Türkiyeli tüm demokratlar ve Kurdistanlı yurtseverler bu siyasete karşı durmalıdır. Bu siyaset, esasında bir vahşet siyasetidir. Bu çağda hem seçim yapıyorsun hem de seçimlerden sonra kayyum atıyorsun. Bunun nedeni nedir? Bunun nedeni Kurdistan’daki soykırım siyasetidir. Bu devlet Kürt halkının hiçbir yerde irade olmasını istemiyor. Bakın; Rojava Kurdistanı’nda da yerel seçimler var; orada da halk belediye eşbaşkanlarını seçmek istiyor ama bunlar orada da karşı çıkıyorlar; bir de kıyameti koparıyorlar. Niye? Çünkü Kürtlerin irade olmasını istemiyorlar. Ta Japonya’da Kürtçe dil eğitim hakkı verdiği için bunlar Japonya’yı bile protesto etmediler mi! İşte bunlar böyle bir devlettir. Sadece inkar ve imha siyaseti yürütmüyorlar; Kürtlere genel bir soykırımı dayatmak istiyorlar. Türkiye sınırları içinde olduğu gibi Türkiye sınırları dışında da Kürtleri yok etmek istiyorlar.

Bakıyorsun, sokaklarda Kürt çocukları panzerlerle eziliyor. Bakıyorsun, 83 yaşındaki Makbule Özer ana ve daha birçok anayı tutukluyorlar. Zaten hasta ve yaşlı insanlardır ama alıyor zindana atıyor. Yine az önce de bahsettiğimiz İmralı sistemi gibi bir sistem dünyanın başka neresinde vardır? Kürt halkının bir önderine karşı nasıl böyle bir yaklaşım gelişebiliyor? Ama bu soykırım siyaseti nedeniyle Türk devleti bu yaklaşımı esas alıyor. Bu vahşettir. İnsan haklarının ayaklar altına alınmasıdır. Hukukun çiğnenmesidir. Ama bunu günümüzde Türk devleti Kürt halkına karşı yürütmektedir.

Şayet bu yangın olayı Isparta’da veya Konya’da olsaydı, acaba Türk devleti böyle mi yaklaşırdı! Aynı saatte tüm araçlarını, helikopterlerini, uçaklarını oraya götürmez miydi? Bakanları aynı gece oraya gitmezler miydi? Giderlerdi. Peki niye Çinar’a ve Şemrex’e gelmediler? Çünkü Kürt’türler. Kürtlerin zaten öyle pek değeri yok onların gözünde. Zaten Kurdistan’daki orman yangınlarını kendileri çıkarmıyorlar mı? Ama Türkiye’de her daim yangın söndürmek için uçaklar, helikopterler ve binlerce ekipman sürekli bir biçimde devrededir. Kısacası Kürtlere karşı çifte standart vardır. Bu çifte standart sadece Kürt halkına karşı değil, Kurdistan’ın toprağına karşı, Kurdistan’ın ormanına karşı, Kürt halkının bağına bahçesine karşı, Kürtlerin her şeyine karşı uygulanmaktadır. Kürtlerin hayvanlarına bile çifte standart uygulanmaktadır. Bu yangında o kadar hayvan öldü. İşte Kurdistan’da böyle bir zulüm vardır.

Diğer bir husus ise, bu olay bir katliam biçiminde gelişmiştir. Orada DEDAŞ diye bir kurum var. AKP-MHP devleti bu DEDAŞ’ı Kürtlerin başına bela etmiş ve bu kurum da adeta Kürt halkıyla oynuyor. Günümüzde elektrik sıradan bir şey değildir. İnsanlar yaşamlarını elektriğe bağlı sürdürüyorlar. Elektrik yoksa su yoktur; su yoksa ürün, bahçe olmaz. Sanayinin bu kadar geliştiği bir dönemde insan yaşamı biraz da elektriğe bağlanmış. Ancak bunlar elektriği bir kesiyorlar bir bağlıyorlar. ‘Para ödemediniz’ diyorlar, kesiyorlar. Yani bu biçimde adeta toplumumuzla oynuyorlar. Bunun üzerine bir de hiçbir yatırım da yapmadığı, sadece milleti sömürerek para aldığı ortaya çıktı. Oradaki o direk sistemini 40 yıl önce kurmuşlar. Halen ağaçtan yapılmış direklerdir. Kısacası o yangını bunlar çıkartmıştır. Bu bir katliamdır.

Valilik de onları savunmak için anız yangını olduğunu iddia ediyor...

Bu valilerin hepsi sömürgeci valilerdir. Onların görevi halka karşı devleti savunmaktır. Yalnızca yangın için mi böyle açıklama yaptılar? Nerede bir köylü öldürülse, “biz orada operasyon yaptık, bir PKK’li öldürüldü” diyorlar değil mi? Çocuklarımızı sokaklarda panzerlerle eziyorlar; bir de üzerine, ‘trafik kazası oldu’ diyorlar. Yani bu valiler her şeyi bu biçimde yumuşatarak devleti aklıyorlar. Özellikle de Kurdistan’daki valilerin hepsi özel seçilmiş kişilerdir. Onun için de böyle açıklamalar yapıyorlar. Ama artık bu olayı kendileri de inkar edemezler. Olayı soruşturan birçok kurum açıklama yaptı ve bu yangının elektrik direklerinden kaynaklandığını belirtti. Zaten yöre insanı da bunu gözleriyle görmüş. Kısacası Kurdistan’daki sömürgeci sistem bu olayı gerçekleştirmiştir. Bu sıradan bir yanma olayı değildir. Bu yangın çıkarmadır. Her yerde Kürt toplumu ve Kurdistani olan şeyleri ikinci sınıf gören yaklaşımları açığa vuruyor. Bu artık gizlenebilir bir şey değildir. Bu göz önündedir.

1934 yılında Mahmut Esat Bozkurt isimli bir bakanları, “bu ülkede Türkler efendidir, diğer milletler de mecburen Türklere hizmet etmek zorundadır” biçiminde şeyler söylemiştir. Aradan yıllar geçmiş ama devlet bu siyasetini halen değiştirmemiştir. Belki zaman zaman yumuşak dil kullandıkları oluyor; ‘Kürtler kardeşimizdir’ filan diyorlar ama bunların hepsi sahtedir. Bunlar Kürtleri yok etmek ve ortadan kaldırmak istiyorlar. Kurdistan’ın hiçbir parçasında Kürtlerin iktidar olmaması için, statü sahibi olmaması için, irade sahibi olmaması için çabalıyorlar. Siyasetleri bu temeldedir. Bu siyasetleri değişmediği sürece bu ikilik ve çifte standart da sürekli olacaktır. Bunun için ister Kürt olsun, ister Türk, Arap, Fars veya Asuri-Süryani olsun, tüm özgürlükçü çevreler ve soykırım siyasetine karşı olan hiç kimse Türk devletinin bu siyaseti karşısında sessiz kalmamalı, mücadele yürütmelidir.

Kürt halkı olarak mücadele etmemiz gerekiyor. Bilmemiz gerekir ki Devrimci Halk Savaşı çerçevesinde bir mücadele yürütmezsek bu siyaset değişmez. Ancak bir bakıyorsun kendisini aydın, akademisyen ve bilinçli kişilik olarak göstermek isteyen kimileri çıkıyor, bu gerçekliği göz önüne almadan ‘silah bırakılmalı’ vb. söylemlerde bulunuyorlar. Bunlar ya bilinçli ideolojik ve sosyal ajanlardır; ya da Türk devlet hakikati hakkında hiçbir şey bilmeyen kişilerdir. Türk devlet siyaseti Kürt halkını yok etmek istiyor. Soykırıma karşı sen elin boş durursan, o bu siyasetini hiç bırakır mı! Bırakmaz. Ancak bizler her anlamda mücadele yürütürsek bu siyaseti bıraktırabiliriz. Bakın; ben her şeyin silah ve savaş olduğunu belirtmiyorum; ama silahlı mücadeleden tutalım her biçimde mücadeleye kadar geniş bir yelpazede olan bir mücadele hattını örmek gerekiyor. Biz buna Devrimci Halk Savaşı diyoruz ve Devrimci Halk Savaşı’nın da doğru anlaşılması gerekmektedir. Halkımızın bugün yürüttüğü toplumsal mücadele ve serhildan hareketi de bu savaşın çerçevesinde yer almaktadır.

Türk devleti bugün iki noktada mevcut siyasetini bırakabilir. Birincisi, bizim bu soykırımcı siyaseti yenmemiz halinde bırakabilirler. İkincisi ise, bizi yenemeyeceklerini anlarlarsa, yani Kürt halkı ve özgürlük hareketi olarak bizlerin yenilmez olduğumuzu ve sürekli direneceğimizi anlarlarsa o zaman bırakabilirler. Ancak bu temelde çokça belirttiğimiz gibi eşitlik temelinde yaşamamız mümkün olabilir. Yoksa bu zihniyetleriyle kimse bunlarla yaşayamaz. Bu artık kesin bir şeydir. Bunun için de herkes bu siyasetin kaybetmesi veya tıkanması için her anlamda mücadele çabası içerisine girmesi gerekir. Devrimci Halk Savaşı çerçevesinde mücadeleyi güçlendirme temelinde onları yenerek ve kendi yenilmezliğimizi de ispat ederek bu soykırımcı siyaseti ortadan kaldırmalıyız.