Kati Piri: AB Erdoğan’ın otoriterliğine güç veriyor

AP Türkiye raportörü Kati Piri, "AB’nin sessizliği Erdoğan’ın otoriterliğine güç veriyor, AB ne kadar sessiz kalırsa, Erdoğan o kadar istediği her şeyi yapabileceğini ve yanına kalacağını düşünüyor. Bu nedenle AP’de güçlü ses çıkarmamız gerekiyor" dedi.

Avrupa Parlamentosu (AP) Hollanda milletvekili ve Türkiye Raportörü Kati Piri, AKP iktidarının Türkiye’yi felakete sürüklediğini belirterek, "Türkiye basın konusunda hiçbir zaman tam özgür olmadı. Fakat eğer ülkenin 10 yıl önce nerede olduğuna ve bugün nerede olduğuna bakarsak açıkça bir kötüleşme görürüz. Yüz binden fazla kişi hapiste" dedi. Piri, Türkiye’de yapılacak bir değişimi AKP’den görmediğini muhalif ve demokratik kesimlerden umutlu olduğunu söyledi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridi kırmak için Leyla Güven tarafından başlatılan açlık grevine ilişkin de konuşan Kati Piri, "Türkiye’de demokrasi adına adım atılmasının tek yolu barış sürecinin tekrar başlamasıdır. Hepimiz biliyoruz ki iki tarafında bu barış sürecine ihtiyacı var. Bence açlık grevi eylemcilerinin de mesajı budur ve bu mesaj gerçekten çok önemli. Bu mesaj aynı zamanda parlamentodaki büyük bir çoğunluğun da talebidir" diyerek, Türkiye’ye açlık grevi eylemcilerinin taleplerinin kabul edilmesi çağrısında bulundu.

AP Türkiye Raportörü Kati Piri ile Türkiye’deki son durum, HDP üzerindeki baskılar, yerel seçimlerin ardından ortayı çakan gelişmeleri ve Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açlık grevlerine ilişkin konuştuk.

AP’nin Türkiye’ye yönelik sert eleştiriler içeren raporu kabul edildi, bununla birlikte müzakerelerin durdurulması istendi. Ancak istenilen reformlar gerçekleşmedi. AP’nin elinde caydırıcı başka ne tür mekanizmalar var?

Çok fazla mekanizmamız var. Bunların ilki "açıkça dile getirmek." Parlamento bunu beş yıldan beridir yapıyor. Bundan da ötesi bizler bütçe konusunda eş karar verici mekanizmayız, Türkiye’ye ayrılan fonlar, AB-Türkiye antlaşması çerçevesinde mülteciler için harcanması gereken 6 milyar Euro. (Para çok önemli bir boyut) AP bu konuda eş kanun koyucu merci. Şimdiye kadar gördüklerimiz devam eder ve Türkiye kanunlara uymazsa fonları keseriz.

Türkiye vatandaşlarının vizesiz seyahati konusunda, biz eş karar verici parlamentoyuz, anti terör yasasında asli reformlar görmek istiyoruz, bunlar olmazsa vizesiz seyahati kabul edemeyiz. Sonra gümrük birliği var. Türkiye içerisindeki en büyük yatırımcı Avrupa Birliği (AB). Yani ticaret ilişkilerimizde önemli bir boyut. Gümrük Birliği’nin yenilenmesi ve modernize edilmesi için de AP’nin onayına ihtiyaç vardır.

Daha basit cümlelerle söylersem, aslında Türkiye ve AB ilişkilerinin her aşamasında AP’nin onayına ihtiyaç vardır. Bu yüzden Türkiye’de yaşananlarla ilgili yapılan ağır eleştirileri umursamazlık yapamazsınız.

AP’nin aldığı karara rağmen, AB neden resmi olarak müzakereleri dondurmuyor?

Çok iyi soru, AB liderlerinin Haziran’da ne yapacağını görmemiz gerekiyor. Haziran’da toplantı var ve bu toplantıda AP’nin müzakerelerin durdurulması çağrısı görüşülecek. Dürüst olmak gerekirse, biz parlamentoda oy çokluğuyla bu kararı aldık, parlamentonun çoğunluğu Türkiye’deki mevcut hükümet yüzünden müzakerelerin hemen durdurulması taraftarı.

Ancak AB Konseyi’nde ülke liderleri oy birliği ile karar vermeleri gerekiyor. Orada bile büyük bir çoğunluk var. Fakat maalesef oy birliği yok. Macaristan başkanı Victor Orban ve Polonya başkanı gibi liderler Erdoğan’ı kızdırmak istemiyorlar, çünkü AB ve Türkiye’nin göçmen anlaşmasının devam etmesini istiyorlar. Bu yüzden AB liderlerinin Türkiye’ye karşı bir strateji eksikliği görebiliyoruz. Bu çok sinir bozucu.

Türkiye’deki mevcut yönetime faşizm diyenler var, otoriter rejim diyenler de var. Peki siz nasıl tanımlıyorsunuz?

Ben siyaset bilimci değilim. Uluslararası ilişkiler okudum. Bence birçok siyaset bilimci rekabetçi otoriter sistem olarak tanımlayabilir. Ancak bir etiket koymanın ötesinde, neler yaşandığına bakmalıyız. Neler olduğunu gördük, bu hükümet günlük olarak hukuk ihlal ediyor, kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal ediyor, etnik toplumların haklarını ihlal ediyor. İşte Türkiye’de yaşanan gerçek bu.

Dürüst olalım, mesela Türkiye basın konusunda hiçbir zaman tam özgür olmadı. Fakat ülkenin 10 yıl önce nerede olduğuna ve bugün nerede olduğuna bakarsak açıkça bir kötüleşme görürüz. Yüz binden fazla kişi hapiste.

Güneydoğu'da belediye başkanlarına ne olduğunu gördük, çok sayıda HDP’li milletvekili cezaevinde. Bunu kesinlikle demokrasi olarak tanımlayamazsınız.

AKP iktidarı ile Türkiye’de bir değişim umudunuz var mı?

Keşke evet diyebilseydim. AKP iktidarındaki Türkiye’nin son 5 yıldır raportörüyüm ve çok fazla pozitif boyut göremedim. Tabi ki 2014 tamamen farklı bir yıldı. Barış süreci vardı. 2019’da AKP’nin reform yapacağına dair ümit beslemenin yolu nedir? Bu parti yıllardır iktidarda olan bir parti, dünyada da birçok örneği var, iktidara yapışırsınız. İktidar vatandaşlarınız için yapacağınız reformlardan daha önemli hale geliyor.

Şimdi umudumuz yerel seçimlerden sonra oluşacak durumdur. Seçimlerde nüfusun büyük bir çoğunluğunun AKP politikalarına taraf olmadığını gördük. Bence umut yine Türkiye’de değişimi isteyen insanlardan geliyor. Onlardan çok umutluyum, değişim istiyorlar ve onlarla değişim gelecek, çünkü Türkiye’nin demokratikleşmesi için bu değişime çok ihtiyaç var.

Türkiye’deki iktidarın bu kadar baskısı, hukuk devletinin ortadan kaldırılması, HDP’li seçilmişlerin hapse atılması, belediyelere kayyum atanması, Suriye’de uluslararası hukuka aykırı işgal, Kürt kentlerinin yıkılması, cihatçı gruplarla ilişkisi gibi saymakla bitmeyen ihlallere rağmen Avrupa hükümetleri ve kurumları neden daha somut ve caydırıcı tedbirler almayı tercih etmiyor?

Size karşı çok dürüst olacağım, bence Avrupa sürekli değerlerden ve insan haklarından bahsediyor ama gerçekte harekete geçmeye gelince bu değerleri sıklıkla unutuyorlar. Türkiye’ye karşı gördüğümüz de bu. Bence birçok Avrupalı politikacı, “Türkiye NATO üyesi, OSCE üyesi, AK üyesi ve onu zorlamak istemiyoruz, bizden çok uzaklaşmamalı, doğuya doğru uzaklaştırılmamalı, batıya bağlı kalmalı, ticari çıkarlarımız var” diye yaklaşarak bir şekilde istikrar olduğu müddetçe sessiz kalmayı tercih ediyorlar.

Ben Avrupalı liderlerin bu politikasına tamamen karşıyım. Benim gördüğüm, AB’nin sessizliği Erdoğan’ın otoriterliğine güç veriyor, AB ne kadar sessiz kalırsa, Erdoğan o kadar istediği her şeyi yapabileceğini ve yanına kalacağını düşünüyor. Bu nedenle buna karşı bizim AP’de güçlü bir ses çıkarmamız gerekiyor. Ve sadece Türk devletini değil aynı zamanda, Türkiye’de yaşananlara karşı ilgisiz kalan AB hükümetlerini de eleştirmeye devam etmemiz gerekiyor.

Kısaca sorarsak AB’nin kırmızı çizgileri kalmadı mı?

Bu şimdiye kadar olmadı, bu sonuç olur. Bu çizgiler olsaydı şimdiye kadar AB liderleri Türkiye ile müzakereler askıya alınmış olurdu. Kırmızı çizgilerimizi 2017’de açıkça ortaya koyduk. Eğer milletvekillerini, gazetecileri ve Osman Kavala gibi bağımsız toplum liderlerini cezaevine atmak ve bununla birlikte gücü bir kişide toplayan tamamen anti demokratik anayasa ile devam etmek, işte bunlar bizim kırmızı çizgilerimizdir.

Ama maalesef bizim kırmızı çizgilerimiz çoktan aşıldı. Bu yüzden müzakerelerin askıya alınması çağrısı yaptık. Şimdiye kadar hükümetlerin geçmişte bahsettikleri tek kırmızı çizgi ‘idam cezası’ vardı, ki şuan ondan da bahsetmiyorlar. Şimdi soruyorum; eğer bir aday ülkede ciddi olarak AB üyesi olmak istiyorsa, buna yönelik tek kırmızı çizginiz idam cezasının yeniden uygulanması mı? Bence Türkiye zaten şimdiye kadar tüm kırmızı çizgileri aştı.

HDP eski eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, AİHM kararına rağmen halen cezaevinde tutuluyor. Sizin de defalarca çağrılarınız oldu, AP’nin yeni girişimleri olacak mı?

AP’de bugün son günümüz. Seçimlerden sonra yeni bir parlamento kurulacak. Eğer önümüzdeki seçimlerde parlamentoya yeniden seçilirsem, Selahattin Demirtaş’ın evine, eşi Başak hanım ve çocukların yanına döneceği güne kadar savaşamaya devam edeceğimi garanti ederim.

Ekim’deki Türkiye ziyaretimde Diyarbakır’a gitme nedenim buydu. Selahattin Demirtaş ve adil yargılama olmadan politik nedenlerle hapsedilmiş diğer HDP’liler ile AP adına dayanışma için ziyarette bulundum. Ve bu soruya cevabım ‘evet, kesinlikle.’

Türkiye’deki yerel seçimleri ve Erdoğan hükümetinin seçim sonrası ihlallerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İstanbul’un yeni belediye başkanını tebrik ettim. Bir bakalım AKP bunu kabul edecek mi. Ankara ve diğer büyük şehirlere bakarsak muhalefetin bu şehirleri kazandığını görüyoruz. Aynı zamanda HDP buralarda aday çıkarmayarak muhalefete destek vererek, karşı bir güç oluşturdu. HDP’nin bu stratejisi çok etkili oldu ve işe yaradı.

Muhalefetin aldığı bu büyük şehirlere bakarsak, umudum buralardan doğru Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı olur. Güneydoğu’da yaşananlar için ise çok kızgınım. YSK seçimlerden önce belediye başkanların başvurusunu kabul edecek, onay verecek, seçimlerde halk kendi başkanlarını seçecek, ama nasıl oluyor da YSK kalkıp yasadışı bir şekilde ihraç edilenlerin belediye başkanı olamayacağını ve mazbatanın ikinci gelen partinin belediye başkanına verilmesine karar verir?

Bu herhangi bir Avrupa ülkesinde asla olmadı. Bu kesinlikle anti demokratik bir şey. İnsanlar oy verdikten sonra oyunun kurallarını değiştiremezsiniz. Biliyorum hala bazı itiraz prosedürleri devam ediyor ve bu süreç biraz daha devam edecek gibi. Ama bütün bu olanlara rağmen gerçek demokratik değişimin mümkün olduğuna dair insanlarda umut var. Özgür bir kampanya süreci yoktu, özgür bir medya yoktu, ama buna rağmen seçim sonuçları Türkiye’de değişim istendiğine dair çok güçlü bir işaret.

Şu anda Kürtlerin temel gündemini tecrit oluşturuyor. Abdullah Öcalan, ne avukatları, ne de ailesi ile görüştürülüyor. Bu tecride karşı binlerce kişi açlık grevinde. İşkenceyi Önleme Komitesi gibi kurumlar neden bu kadar ağır tecrit ve tutukluluk koşullarına rağmen harekete geçmiyor? Sizin bu konudaki tutumunuz nedir?

CPT’nin raporunu tabi ki okudum. Askeri darbeden sonra Sayın Öcalan’ın ziyaret edilmesi raporu hemen yayınlanmamıştı. Açlık grevindekilerin taleplerini anlıyorum, Türk devletinin kendi anayasasına saygı göstermelerini talep ediyorlar. CPT Avrupa Konseyi’nin bir parçası, Türkiye de buna saygı göstermeli.

Buradaki kilit mesaj şudur; ki bu AP ve AB tarafından da destekleniyor; barış sürecinin tekrardan başlamasıdır. Bu on yıllarca devam eden bir sorun, tüm insanları için çok acıların yaşanmasına neden oldu. Türkiye’de demokrasi adına adım atılmasının tek yolu barış sürecinin tekrar başlamasıdır. Hepimiz biliyoruz ki iki tarafında bu barış sürecine ihtiyacı var. Bence açlık grevi eylemcilerinin de mesajı budur ve bu mesaj gerçekten çok önemli. Bu mesaj aynı zamanda parlamentodaki büyük bir çoğunluğun da talebidir.

23 ile 26 Mayıs tarihlerinde AP seçimleri var. Şayet seçilirseniz Türkiye’de yaşanan bu hukuksuzluğa ve adaletsizliklere karşı nasıl bir mücadele içerisinde olacaksınız?

Seçim kampanyasında olan bir politikacı için gerçekten zor bir soru, çünkü seçilebilmeniz için önce kendi vatandaşlarınızın desteğini almaya ihtiyacınız var. Ama tabi ki Türkiye’deki ve Güneydoğu’daki gelişmelere çok dahil oldum, Diyarbakır ve Mardin’e son ziyaretim boşuna değildi.

Size şunu söyleyebilirim; eğer parlamentoda yine aynı pozisyonda olursam, politik sürecin başlamasına öncülük yapmak isterim, bu çok önemli. Yeniden Türkiye raportörü mü olurum, başka bir pozisyonda mı olurum, onu bilmiyorum. Ama şunu garanti edebilirim; hangi pozisyonda olursam olayım bu süreçten vazgeçmeyeceğim.