Ok: Devlet İmralı direnişinden korktuğu için her türlü işkenceyi uyguluyor

Türk devletinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik yaklaşımının kabul edilemez olduğunu belirten Ok, "Önderlik İmralı gibi bir yerde 23 yıldır direniyor. Türk devleti bu direnişten korktuğu için her türlü işkenceyi uyguluyor" dedi.

Stêrk TV’de yayınlanan Rojeva Welat programına konuşan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, gündeme ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın kardeşi Mehmet Öcalan ile 25 Mart günü yaptığı telefon görüşmesine değinen Ok, Türk devletinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın fikirlerinden, felsefesinden ve düşüncelerinden korktuğu kamuoyu ile iletişimini tümden kesmek istediğini belirtti.

Geçtiğimiz günlerde emekli amiraller tarafından yapılan açıklama ile ilgili konuşan Ok, "Şimdi bu açıklama sonrası AKP ve MHP iktidarı topluma yine mağduriyet siyaseti yapıyor. Tabi bu büyük bir yalan, çünkü öyle bir mağduriyet söz konusu değildir. Öyle çıkıp söyledikleri gibi ortada bir darbe filan da yoktur. Ama aralarında yaşanan çelişkiler çok yoğundur. Aralarında ne zaman ne yaşanacak kestirmek zordur. Çünkü AKP ve MHP iktidarı devleti tamamen kendi hırsları ve çıkarları doğrultusunda kullanıyor. Tabi darbe de olabilir, bu da mümkündür. Ama ne zaman ne şekilde olacağını bilmek zor. Yaşanan çelişkiler, kimin ne kadar iktidar olacağının çelişki ve çatışmasıdır" diye konuştu.

Türkiye'de HDP'nin çok kilit ve önemli bir konuma sahip olduğunu vurgulayan Ok, bundan dolayı HDP'ye yönelik büyük baskılar yapıldığını belirtti. Milletvekilliği gasp edilen Faruk Gergerlioğlu'nun işkence edilerek gözaltına alınıp tutuklandığını hatırlatan Ok, Gergerlioğlu'nun onur sahibi, her şart altında insan haklarını savunan biri olduğunu söyledi.

AKP Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın korumaları ile yakınlarının saldırısı sonucu iki çocuğu ve eşini kaybeden, bir oğlu da tutuklanan Emine Şenyaşar'ın Urfa Adliyesi önündeki adalet nöbetine kendisine insanım diyen herkesin destek vermesi gerektiğini kaydeden Ok, onurlu ve değerli bir duruş gösteren Şenyaşar ailesinin yalnız bırakılmaması gerektiğini ifade etti.

25 Mart'ta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile yapılan telefon görüşmesi yarıda kesildi. Newroz kutlamalarında ise, AKP iktidarı bir zorluk çıkarmadı. Sizce devlet nasıl bir hesap peşindeydi? Kürt Halkının Newroz'da ortaya çıkan iradesini ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelik önderliğin doğum günü olan 4 Nisan tüm halkımıza, hareketimize, dostlarımıza ve özellikle önderliğimize kutlu olsun. Şüphesiz çok önemli ve anlamlı bir gündür. Tarihe müdahale olarak algılanmalı. 4 Nisan'ın ne anlama geldiği çok iyi anlaşılmalı. Bu sadece sıradan bir doğum günü değil. Halkımız geleceğini ve yaşamını önderlikte görüyor. O yüzden 4 Nisan kutsal bir gündür. Newroz ve 4 Nisan'da halkımız onurlu ve özgür bir yaşam için sürekli mücadele halinde olacağını bir kez daha kararlı bir şekilde gösterdi. Mutlaka sonuç da alacaktır.

Newroz Kürt halkı için her zaman özel ve önemli bir gün olmuştur. İşgalci Türk devleti bu Newroz'da neden sorun çıkarmadı? Halk gönlünce Newroz bayramını kutlasın diye değil elbet, çünkü bir hesapları vardı. 6 yıldır önderliğe yönelik büyük baskı ve tecrit var, 6 yıldır aralıksız kirli bir savaş yürütüyorlar. Bunun üzerinden halkımızın iradesinin kırıldığını, önderlikten, PKK'den uzaklaştığını düşündüler ve bundan sonuç almak istediler. Newroz her yıl milyonlarca kişi tarafından kutlanıyor, bu sefer küçük ve marjinal bir grup kutlama yapar diye hesapladılar. Bu şekilde kara propaganda yaparak, 'halk PKK'den uzaklaştı, kimse Newroz kutlamıyor, insanlar PKK'nin baskısı ile kutluyordu' mesajı vermek istediler. Böyle bir hesapları vardı. Fakat bu hesapları da tutmadı. Halkımız çok büyük bir baskı altında doğrudur ama Newroz'da her yerde alanlara akarak iradesini ortaya koydu, iktidara büyük bir tokat attı.

AKP-MHP iktidarı halkımızın bu şekilde ayaklanacağını tahmin etmiyordu. 4 parça Kürdistan ve yurtdışında milyonlarca kişi 'Dema dema azadiyê ye' ruhu ile Newroz bayramını kutladı. İşgalcilerin inancı kırıldı, gördü ki bu kirli savaşı değil 6 yıl 60 yıl da sürdürse Kürt halkının iradesini kıramazlar. Halkımız bu mesajı çok güçlü verdi. Bu vesile ile bir kez daha 4 parça Kürdistan'da, metropollerde ve yurtdışında Newroz günü alanlara çıkan halkımızı selamlıyor ve saygılarımı iletiyorum.

DEVLET ÖNDERLİKTEN İNTİKAM ALMAK İSTİYOR

Önderlikle ilgili sosyal medyada bir bilgi paylaşıldı, 'yaşamını yitirdiğine' dair. Türk devleti önderliğe ilişkin her bilgiyi planlayarak ve hesaplayarak paylaşır. Bundan önce de bu tarz haberler çıktı. Bu tarz paylaşımlarla bunu normalleştirmek istiyorlar. Fakat hem hareketimiz hem de halkımız tarafından yine büyük bir tepki gösterildi. Bunun üzerine çaresiz kalan devlet telefon görüşmesi yaptırmak zorunda kaldı. Fakat görüşme yarıda kesildi. Önderliğin konuşması da çok anlamlı. Çok önemli bir mesaj verdi. Önderliğin Kürt halkı ve Türkiye halklarının geleceği için ne anlam ifade ettiğini Türk devleti de çok iyi biliyor.

Hukuksuz ve keyfi bir şekilde yaklaşım tabi ki kabul edilemez. Önderlik de kabul etmedi. Ne gördü önderlik? Bir tarafta halkımıza yönelik soykırım siyaseti devam ediyor, diğer yandan ise önderliğin yasal hakları verilmiyor. Sonra birden telefon görüşmesi yaptırıldı. Devletin bu saygısız yaklaşımı kabul edilemez. Önderlik de buna karşı geldi ve tepkisini ortaya koydu. Kürt halkının iradesine böyle bir yaklaşım kabul edilemez. Önderlik telefon görüşmesinde kimi eleştiriler yapınca telefonu kestiler. Önderliğin fikirlerinden, felsefesinden ve düşüncelerinden korkuyorlar. Devlet önderliğin ne kadar etkili biri olduğunu çok iyi biliyor bu yüzden intikam almak istiyorlar.

Önderlik İmralı gibi bir yerde 23 yıldır direniyor. Türk devleti bu direnişten korktuğu için bütün yasaları ayaklar altına alarak her türlü işkenceyi uyguluyor. CPT ne kadar iki yüzlü davransa da en son İmralı'daki tecride ve işkenceye dikkat çekerek buna son verilmesini istemişti. Avrupa Konseyi'nin de bu yönde açıklamaları var, yine Kürt halkının tecride karşı tepkisi aralıksız devam ediyor. Ama tüm bunlara rağmen görüşmelere izin vermeyen Türk devleti keyfi bir şekilde telefon görüşmesine izin veriyor onu da yarıda kesiyor. Bütün bunlar özel savaş uygulamalarıdır.

Bir kez daha söylüyoruz, Önderlik özgürleşmeden Kürt halkının özgürleşmesi ve Türkiye'nin demokratikleşmesi mümkün değil. Türk devleti de bunu çok iyi biliyor. Bütün bu yaşanan krizler, AKP-MHP faşizminin Türkiye halklarına yaptıkları, toplumun nefes alamayacak duruma gelmesinin sebebi önderliğe olan yaklaşımdır. Önderlik özgürleşmeden ve Kürt sorunu çözülmeden bu sorunlar devam edecektir.

Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan 6 sene önce İmralı görüşmelerini sonlandırarak çözüm masasını devirdi. Bu 6 yıllık süreçte Türk devleti hangi aşamaya geldi? Hareketiniz bu 6 yılı nasıl geçirdi?

6 yıl nefes nefese geçti. Doğru mücadelemiz başladığından beri durum böyle. Ne düşman normal bir düşman ne Kürt halkının durumu normal bir durum, ne de mücadelemiz normal bir mücadeleydi. Her zaman olağanüstü bir mücadele yürüttük. Büyük bedeller verilerek bu aşamaya gelindi. Son 6 yıl ise hem halkımız hem bizim, hem de işgalci AKP-MHP iktidarı için çok önemli. 50 yıllık mücadele tarihimizin son 6 yılı çok büyük ve aralıksız bir savaşla geçti. AKP-MHP bütün hazırlıklarını Kürt halkının iradesinin kırılması ve hareketimizin tasfiye edilmesine yönelik yaptı. Bu yüzden her şeyi seferber ettiler. Hatta bunun için taviz vermedikleri devlet kalmadı. Hareketimize darbe vurup tasfiye edeceklerine inandılar.

Halkımız ve hareketimiz de bu bilinçle daha güçlü bir şekilde direndi ve bu direniş hala devam ediyor. Bizler de şüphesi bu vahşi saldırılar karşısında büyük bedeller de ödedik. Gerillanın iradesi ve önderlik felsefesi ile direndik. Türk devletinin, AKP-MHP faşizminin 6 yıllık sürecini göz önüne aldığımızda ise onları öyle bir hale getirdik ki nefes dahi alamıyorlar. PKK'nin direnişi olmasaydı AKP-MHP faşizminin ne kadar devam edeceği belirsizdi. Çünkü önlerinde hiçbir engel yoktu. PKK'nin direnişi ve mücadelesi soykırım siyasetinin sonuç almasına engel oldu. Öyle ki bu direniş ve mücadele sayesinde AKP-MHP faşizminin ne zaman sonlanacağı konuşuluyor.

Yıllardır hareket için 'diz çöktüreceğiz, artık sonları geldi' dediler, hatta biteceğine dair tarih bile verdiler. Ama buna rağmen hareket dimdik ayakta, büyük bir moral, inanç ve güçle direniyor. Umudunu kaybeden, bugün yarın sonları gelecek olan ise AKP-MHP'dir. Rêber Apo'nun felsefesi, PKK'nin direniş ruhu, 50 yıllık mücadele tarihi olmasaydı bu devletin vahşi saldırılarına karşı hiç örgüt ayakta kalamazdı. Bütün öfkeleri de bundan dolayıdır. Türk devleti bütün tekniki gücüne rağmen gelip PKK duvarına ve Kürt halkının direnişine çarpıyor. Bu hareket yokluktan var etti kendini.

Türk devletinin onlarca başbakanı, cumhurbaşkanı, genelkurmayı değişti ama PKK hala dimdik ayakta. Geçtiğimiz günlerde Süleyman Soylu, 'Erdoğan olmazsa kimse bu savaşı sürdüremez' dedi. Bir anlamda doğru söylüyor çünkü çok vahşi bir savaş yürütüyorlar. Ama artık onlar bizim karşımızda ne kadar dayanacaklarını, kaç gün, kaç ay daha kalacaklarını hesap etsinler. Bu anlamda son 6 yılın sonuçları çok önemli. Çok zorlu, büyük bedellerin ödendiği bir dönem oldu. Bu yüzden hareketimiz ve halkımız için de sonucu çok önemli.

Dediğiniz gibi AKP MHP iktidarı büyük bir krizin içinde. Öte yandan gündemde eski amirallerin yaptığı bir açıklama var. Eski amirallerin bu açıklamayı yapmasına ne sebep oldu?

Esasen devlet son nefesini veriyor. Devlet şu anda zar zor ayakta duruyor. Belirttiğimiz gibi siyasi, ekonomik durumları ortadadır. Toplum çaresiz ve umutsuz bir duruma gelmiştir. Tüm bunlara rağmen AKP ve MHP faşist iktidarı yaşanılanların topluma nasıl bir faturası çıkarsa çıksın iktidarda kalmaya çalışıyorlar. Tabi AKP ve MHP iktidarı dışında ‘bu devlet benim devletimdir' diyen ve ses çıkaran belli kesimler de var. Bu açıklamayı yapan amiraller de öyle bir kesimdir. Bu amirallerin dışında da bazı güçler vardır. Bu kesimler devlet bizimdir diyen ve AKP MHP iktidarının devleti getirdiği durumdan rahatsız olan kesimlerdir. Bunları genel olarak devletçi kesimler olarak tanımlamak mümkündür. Yani devletçi Kemalist kesimler, kendini tarikatlar veya cemaatlerin etkisinde süründüren ve tekrar eden bir devleti istemiyorlar.

Şimdiki koşullarda AKP de büyük korku içinde ve seçime gittiği takdirde kaybedeceğini biliyorlar. Gittikçe de kan kaybediyorlar. Amaçları biraz toparlanmaktır. Eski tecrübelerine dayanarak biraz tarikatlar ile ilişki kurmaya gayret ediyorlar. Bu çerçevede tarikatların önlerini açıyorlar, imkanlarını arttırıyorlar ve onlarla ilişkilerini sağlam tutuyorlar. Tüm bunların dışında kalan klasik devlet yanlısı kesimler ise devletin eski haliyle kalmasını ve tarikatların hükmünde bir devlet yapısını istemiyorlar. Bu temelde çeşitli biçimlerde tepkilerini ortaya koyuyorlar. Tabi bunlar da belli bir gücü oluşturuyorlar. Sadece emekli amiraller değil, ordu içinde de bu anlayışı temsil edenler vardır. AKP ne yaptı; askeri yapı ile oynadı. Hulusi Akar eliyle ordu ile oynadı. Yani eski Türk askeri yapısı şu anda yoktur, içinde çeşitli tarikatların etkili olduğu bir yapı halindedir.

Bu emekli devletçi amirallerin tepki verip açıklama yapma sebebi bundan dolayıdır. Yani dertleri demokrasi filan değildir. Ülke daha demokratik bir hale gelsin gibi bir dertleri veya amaçları yoktur. Yani bunların dertleri Türkiye’deki demokrasi sorunu, yaşanan adalet, hukuk sorunları gibi nedenler değildir. AKP ve MHP ülkeyi tarikatlar ile birlikte bir aile şirketi haline getirmiştir ve gün geçtikçe daha kötü hale gelmektedir. Emekli amirallerin tek amaçları klasik devletin yapısını devam ettirmektir. Bu durum bize devlet içinde çelişki ve çatışmaların arttığını gösteriyor. Yani AKP’nin kendi içinde, ordu içinde ve devletin farklı kesimlerinde çelişkiler artıyor. En son bilindiği gibi TÜSİAD tepkilerini bir açıklama yaparak dile getirdi.

HERKES MEVCUT REJİM İLE BİR ÇATIŞMA HALİNDE

Yani esasen herkes mevcut faşist rejim ile bir çatışma ve çelişki süreci içinde. Herkes durumun böyle gidemeyeceğini söylüyor. Şimdiye kadar AKP tüm stratejisini ve siyasetini hareketimizi bitirmek üzerinden oluşturdu. Dış politikasını, ekonomisini, iç siyasetini her türlü çabasını hareketimizi bitirmek üzerinden geliştirdi. Tabi bu konuda istedikleri sonucu alamayınca ağır bir fatura olarak onlara geri dönüş oldu. Şimdi uluslararası alanda çeşitli girişimler ile kendilerini ayakta tutmak istiyorlar. Esasen Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile amaçladıkları şey ABD’ye biraz yaranmak ve kendini şirin göstermek. Yani diğer anlamıyla ABD’ye taviz vermek. Bu emekli generaller ise bu antlaşmanın Türkiye lehine önemli bir anlaşma olduğunu söylüyorlar. Bu yüzden Ruslar ile bir sıkıntılı durum yaşanmasından da endişe duyuyorlar. Yoksa bunların yaptığı açıklama Türkiye'deki demokrasi, özgürlük veya insan hakları ile ilgili değildir. Yani bu durum sadece bize devlet içi çelişki ve çatışmaların arttığını gösteriyor.

Şimdi bu açıklama sonrası halen AKP ve MHP iktidarı toplumu yine mağduriyet siyaseti üzerinden kendine taraf tutmaya çalışıyor. Tabi bu büyük bir yalan, çünkü öyle bir mağduriyet söz konusu değildir. Öyle çıkıp söyledikleri gibi ortada bir darbe filan da yoktur. Ama aralarında yaşanan çelişkiler çok yoğundur. Aralarında ne zaman ne yaşanacak kestirmek zordur. Çünkü AKP ve MHP iktidarı devleti tamamen kendi hırsları ve çıkarları doğrultusunda kullanıyor. Tabi darbe de olabilir, bu da mümkündür. Ama ne zaman ne şekilde olacağını bilmek zor. Yaşanan çelişkiler, kimin ne kadar iktidar olacağının çelişki ve çatışmasıdır. Yani şu an itibariyle bildiğimiz devlet ciddiyeti diye bir şey ortada kalmamıştır. Hukuku, adaleti, siyaset ilkelerini, her şeyi bir kenara koymuşlardır.

Mesela devlet ciddiyetinin kalmadığını MHP liderinin Alaattin Çakıcı isimli mafya ile olan ilişkisinde görmek mümkün. Onunla kurduğu ilişki yaptığı görüşme ve hukuk dışı serbest bıraktırılması bunların hepsi devletin nasıl bir hal içinde olduğunu açıkça gösteriyor. Devletten güç alan mafyalar ise siyasetçileri açıkça tehdit ediyor. Tabi bu faşist AKP MHP rejimi böyle devam edemez. Dışarda da artık onların herhangi bir referansı kalmadı. Mesela en son Libya’da alınan karar ile herkesin güçlerini çekmesi gerektiği söylendi. Şimdi Türk devleti Libya hamlesi ile ne elde etti? Hiçbir şey. İngiltere, Fransa, ABD gibi güçler oradaki inisiyatifi Türkiye’ye bırakır mı? Ya da ABD ve Rusya gibi güçler Suriye'de Türk devletinin istediği gibi hareket etmesine izin verir mi? Şimdi ise Güney Kürdistan’da bazı hamleler ve NATO üyeliğini de kullanarak biraz gündem olmaya çalışıyorlar. Ama bu konularda artık pek yapabilecekleri bir şey kalmamıştır.

HDP'ye yönelik kapatma davasına ilişkin iç muhalefetin ve uluslararası arası kuruluşların tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Esas olarak Türkiye’de var olan muhalefet HDP’dir. Yani gerçekten demokratik bir muhalefet yapan, kadınların, gençlerin ve diğer tüm toplumsal kesimlerin haklarını, isteklerini savunan ve temsil eden HDP’dir. AKP ve MHP faşist rejimi de bunu biliyor. Bu yüzden HDP’ye durmadan saldırıyor. Diğer partiler, CHP ve İYİ Parti eğer gerçekten muhalefet yapsaydı, AKP ve MHP iktidarı bir gün daha duramazdı. Bütün siyasi partiler bir araya gelip bir basın toplantısı ile AKP ve MHP’nin ülkeyi bir çiftlik gibi yönettiğini, kendi çıkarları çerçevesinde hareket ettiğini söylese, tutumlarını tepkilerini ortaya koysa AKP ve MHP iktidarı bir gün daha ayakta kalamaz. Ama bunu yapmıyorlar. Peki neden bunu yapmıyorlar. Çünkü damarlarında, geleneğinde demokrasi kültürü yoktur.

Özellikle Kürt meselesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesi konularında çok korkaklar. Bu noktada sorumlulukla hareket edip cesaretle yaklaşan HDP’dir. Bu yüzden de onlara yapılmayan saldırı kalmadı. Mesela en son olarak Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu tutukladılar. Gergerlioğlu onur sahibi, her şart altında insan haklarını savunan biriydi. Kendisinin gündeme getirdiği işkenceci bir polisin eliyle zorbalıkla evinden alınarak tutuklandı. Yani bu devlet böyle bir devlettir. Amaçları tamamen iktidara karşı kimsenin ağzından tek bir kelime çıkmamasıdır. Herkesi sessiz ve iradesiz bir duruma sokmaya çalışıyorlar. Bu noktada önlerindeki en büyük irade HDP’dir. Biliyorlar ki HDP’yi de ortadan kaldırsalar biraz önleri açılacaktır. HDP’nin var olan bu direnişi, tavrı ve duruşu bu açıdan çok onurlu ve önemlidir. Kendilerini güvenmeli ve bu duruşlarını sürdürmelidirler.

HDP ARKASINDA ON MİLYONLARIN OLDUĞU BİR SİYASİ GELENEK

CHP ve İYİ parti eğer gerçek bir demokrasi mücadelesi vermeseler mevcut durumlarından öteye gidemezler. Hiçbir zaman da iktidar olamazlar. Bu partiler gerçekten bir değişim istiyorlarsa HDP ile ittifak yapmak dışında çareleri yoktur. Eğer bunu yapamıyorlarsa, sadece yürüttükleri siyaset yalandan ibaret olur. Türkiye toplumu da artık bunu biliyor. Bu noktada HDP kendini alternatifsiz görmemelidir. Bir tartışma var halihazırda üçüncü yol veya üçüncü ittifak.

Bu noktada HDP çok kilit ve önemli bir konuma sahip. Tabii ki AKP ve MHP faşizmi HDP’nin bu rolünü bildiği için ortadan kaldırmak istiyor. Bunun için de HDP’ye kapatma davası açtırıyor, yüzlerce siyasetçisine siyaset yasağı getiriyor, mali yardımı kesip bir bütünen HDP’yi etkisiz bırakmaya çalışıyorlar. Bu saldırılar ile HDP’nin üstüne gitmeye devam edecekler. HDP de halkımız da bunu bilmelidir.

HDP’yi kapatma ihtimalleri vardır. Son olarak Gergerlioğlu’nun durumu gibi her bir siyasetçiyi de hapse atıp bir korku ve irade kırılması yaratmaya çalışacaklar. Tabi HDP de kendi içinde nasıl alternatif geliştirebilir diye tartışmalar sürdürüyor. Ama nihayetinde HDP için siyaset yolu her zaman açık olacaktır. Yani arkasında on milyonların olduğu bir siyasi gelenek, kendine bir yol bulacaktır. Şimdiye kadar direndiler, bundan sonra da bu onurlu duruşlarını devam ettirmeliler. Ne kadar direniş içinde olurlarsa üzerlerindeki saldırılar da o ölçüde bertaraf olacaktır. Uluslararası alanda kurumların veya kişilerin tepkileri oluyor. Bu anlamda sahiplenme önemlidir. Tabi bu noktada devletlerin yaklaşımı farklıdır.

AVRUPA İKİ YÜZLÜ BİR YAKLAŞIM İÇERİSİNDE

Örneğin bundan birkaç gün önce Almanya devleti Türk devletinin ağzıyla açıklama yaptı. İşte ‘HDP PKK ile arasına mesafe koysun' gibi bir açıklama yaptı. Şimdi şunu söylemek lazım Almanya neden bunu söylüyor. Zaten her gün AKP bunu tekrar edip duruyor. Esasen Almanya devleti ve tüm Avrupa ülkeleri şunu sormalı: Yüz binlerce insanın oylarıyla seçilmiş HDP'li siyasetçiler şu anda neredeler? Neden zindanlara atılıyorlar? Bütün HDP belediyeleri zorla gasp edildi. Hepsine kayyum atandı. Muhtarlara kadar hepsi görevlerinden alınıp hapse atıldı. Bunların hepsi milyonlarca insanın iradesiyle seçilmiş kişilerdi. Avrupa Birliği bunları sormalı, bunların nerede olduğunu sormalıdır. Bunların hepsi terörist miydi? Hepsini zindanlara attınız. Bunları sormuyorlar. Bu konuda Avrupa oldukça iki yüzlü ve oportünist bir yaklaşım içinde.

Bu kadar şeyden sonra ‘HDP PKK ile arasına mesafe koysun’ diyorlar. Bunun temel nedeni kirli çıkarlarından başka bir şey değildir. Suriye iç savaşı başladığında Erdoğan çok kurnaz bir şekilde ‘Biz Osmanlı geleneğimiz gereği kapılarımızı açtık tüm insanlar bize sığınabilir’ demişti. Bu çağrı ile milyonlarca sığınmacıyı çekti. Şimdi ise bu mültecileri Avrupa ülkelerine karşı ölçüsüz ve ahlaksız bir şekilde koz olarak kullanıyor. En ufak bir çelişkide ‘Biz kapılarımızı açarız ve hepsini Avrupa'ya göndeririz’ diyorlar. Almanya başta olmak üzere tüm Avrupa bu tehdit karşısında ne taviz varsa veriyorlar. Siyasetlerini bu karşılıklı kirli çıkarlar belirliyor.

Bu iki yüzlü oportünist ve demokrasi değerleri dışında bir yaklaşım ve siyasettir. Yani Almanya veya AB’nin AKP siyasetine veya açıklamalarına inandığı yok. Taviz vermelerinin temel sebebi kendi çıkarlarıdır. Bu açıdan onların yaklaşımlarını dürüst olmayan iki yüzlü bir siyaset biçimi olarak görüyoruz. Tabi bunların dışında Avrupa’daki birçok kurum kuruluş ve kişinin yaklaşımlarını, tepkisini olumlu değerli görüyoruz. Bu anlamda HDP diplomasi çalışmalarını yoğun sürdürmelidir. Bundan da daha önemli olan halkımızın kendine güvenmesi ve haklı mücadelesini sürdürmesidir. On yılların birikimi ve geleneği söz konusudur. HDP dışında Türkiye’nin geleceği karanlıktır. Bu bilinçle hareket edilmelidir. Gelecek halkımızın ve HDP’nindir. Bunun dışında bir seçenek yoktur.

HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu işkence edilerek gözaltına alınıp tutuklandı, yine Urfa adliyesi önünde adalet nöbeti tutan Emine Şenyaşar’ın durumu var. Yani hukukun ve adaletin kalmadığı bir yerde artık bir başkaldırı gerekçesi olmaz mı?

Tabi biraz derin bakılırsa hukukun bir argüman olduğunu söylenebilir. Devletin kabul gördüğü bir argüman. Ama öyle olsa bile verilen mücadele sonucu hukuk bir hak verme biçimi olarak kabul edilmiştir. Ama bu hukuk bile günümüzde ayaklar altına alınmış. Yani bahsettiğiniz Şenyaşar ailesi gerçekten hukuk olsaydı bu kadar haksızlığa, zulme maruz kalmış bir aile nasıl bu durumda olurdu? Yaşlı bir anne ve oğlu 24 saat adliye binası önünde oturup adalet nerede diye haykırıyor. Zaten o anne soruyor ‘adalet nerede, toprağın altına girmiş.' O annenin çığlığı esasen sadece onun değil tüm toplumun acısıdır. O aile tepkisini öyle ortaya koymuş. Onurlu değerli bir duruştur. Tüm demokrasi mücadelesi veren kurumlar, kişiler, partiler ve kendine insanım diyen herkes bu mücadeleye sahip çıkmalı destek vermelidir. O anneyi yalnız bırakmamalıdır.

Yani siz de belirttiniz. Artık Türkiye’de bir başkaldırı olmaması için herhangi bir neden yoktur. Bu sadece Kürt halkı için değil tüm Türkiye halkı için geçerlidir. Türkiye'deki diğer halklara da ne yaşatıldığı ortadadır. Mesela en son Boğaziçi üniversitesi öğrencileri. O çocuklara, gençlere her gün yapılanları herkes gördü. Ayrıca hiç kimse özgür ve rahat bir şekilde fikrini ifade edemez duruma gelmiştir. Yani toplumun yaşamı ile onuru ile geleceği ile oynuyorlar. Her gün bir kadın katlediliyor. En son İstanbul Sözleşmesi'ni kaldırdılar. Bu belirttiğimiz sorunların hepsi toplumsal başkaldırı için nedenlerdir. Bunlar toplumun 24 saat ayağa kalkması için nedenlerdir. Yani bir isyanın açığa çıkmasını gerektirecek nedenlerden daha fazlası yaşanıyor şu an. Ama maalesef bu çok gelişmiyor veya belli bir yere kadar gelişiyor. Öncülük ve örgütlülük bu noktada önemlidir. Tabi her şey öncülük ve örgütlülük ile de sınırlı değildir.

Bundan bir süre önce Myanmar’da darbe oldu. Mesela izliyoruz orada çocuklar bile darbeye karşı protesto yürüyüşü yapıyor. Peki nasıl oluyor da Türkiye'de kimsenin konuşamadığı, fikrini söyleyemediği, demokratik tepkisini ortaya kıyamadığı bir toplum oluşturuyorlar. Bu mümkün müdür? İnsan neden yaşar. Yaşamın anlamı nedir ki? Evet öncüsüz ve örgütlülük olmadan olmaz ama söz konusu insan onuru, şerefi ve kişiliği oldu mu herkesin bir sorumluluk içinde hareket edip bir şeyler yapması gerekir şüphesiz. Toplum böyle bir şeydir. Sorunları ve sıkıntıları biriktirir ve belli bir noktadan sonra patlar. Bu noktada önemli olan örgütlülüktür. Bu birikmiş toplumsal sorunlar AKP ve MHP faşizminin başında patlayacaktır. Ne kadar örgütlü ve direniş içinde olurlarsa o kadar güçlü olurlar. Bu süreçte böyle bir diyalektiği yaşıyoruz.

Türk devletinin baskıları sonucu, KDP ve Bağdat yönetimi Êzidî toplumunun iradesi dışında bir anlaşma imzaladı. Heyder Şeşo gibi isimler ise provokatif açıklamalarda bulunuyor. Şengal'de yaşanan durum nereye doğru gidiyor?

Şimdi Irak’ın durumuna, Güney Kürdistan’a baktığımızda yeterince sorunlar olduğunu görüyoruz. Bağdat kendi içinde sorunlar yaşıyor, Güney yönetimi yine aynı şekilde toplumsal, ekonomik siyasi sorunlar yaşıyor. Yani bunlar tüm bu sorunları bir kenara koymuşlar, Êzidîlerin yaşadığı Şengal bölgesini kendilerine sorun haline getirmişler. Yani bunların amacı nedir? Şengal mevcut öz yönetimi ile kendini yönetmeye devam ederse Güney Kürdistan yönetimi veya Irak yönetimi ne kaybeder. Ya da KDP için Şengal’deki mevcut durumun ne gibi bir tehlikesi vardır. Ya da Irak için ne tehlike arz ediyor. Binlerce insanı katliamdan geçmiş, zulüm görmüş ve BM'nin bile yaşadıkları katliamı soykırım kabul ettiği bir topluluğun bunlara ne gibi zararı olabilir.

Halen binlerce Êzidî kadın ve çocuk kaçırılmış veya köleleştirilmiştir. Ben olsam Êzidî toplumu olarak Irak hükümetine şunu sorarım. Eğer siz kendinize devlet diyorsanız gidin o kaçırılan binlerce kadın ve çocuğu bulun. Soruyorum ey Heyder Şeşo, Şengal’e saldırı olduğu zaman sen ne bedel verdin. Halen binlerce kadın ve çocuk kayıp. Git onları bul. Aynı şekilde KDP de öyle. Tüm bu gerçekleri bir kenara bırakıyorlar. Şengal’in tarihini, orada yaşananları unutturmak istiyorlar. Şengal'e saldırı olduğunda ki bu 73. Ferman olarak adlandırılıyor, Bağdat ne yaptı, KDP ne yaptı? Peşmerge gücü için bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü KDP’nin talimatı ile peşmerge geri çekilmek zorunda kaldı. Hiç kimse bir şey yapmadı. Peki şimdi ne olmuş neden bu kadar ortalıkta konuşup provokatif açıklamalarda bulunuyorlar. Bunları söyleyerek elinize ne geçiyor. Zaten Êzidî toplumu yeterince zulüm görmüş. Şimdi yavaş yavaş kendi topraklarına dönmeye, yaralarını sarmaya çalışıyorlar. Tek istekleri kendi topraklarında özgürce yaşamak. Bu istek ne KDP için ne de Irak için bir tehlike oluşturmuyor.

KDP VE IRAK HÜKÜMETİ ÊZİDÎ HALKINI TAHRİK ETMEKTEN VAZGEÇİN

Burada bir oyun ve haksızlık vardır. Her şeyden önce Heyder Şeşo söylesin, kaç tane çocuk kurtardılar, kaç tane kadını DAİŞ'in elinden kurtardılar. Aynı soru KDP için de Bağdat yönetimi için de geçerli. İlk başta Êzidî halkına, tarihe ve İnsanlığa hesap verin. Tüm bunları unutmuşlar. İçinden çıkamadıkları bir sürü sorunlarına rağmen gündemlerine aldıkları bir konu var o da Şengal. Bu bir haksızlıktır. Bunu söylemek gerekir. Ayrıca bu Türk devletinin bir planıdır. Türk devletinin baskısı ve tehditleri sonucudur. Yani Irak devleti ‘Türk devletinin baskısı var’ demesin. Siz de bir devletsiniz, sizin de bir irade ve egemenliğiniz var. Yarın öbür gün Bağdat’a girdiklerinde aynı şeyi mi söyleyeceksiniz? Söylemeniz gereken şey ‘hiçbir hakkınız yoktur.’ Yani Türk devleti deyip kendinize gerekçe bulmayın. O zaman sizin devlet ciddiyetiniz ve egemenliğiniz nerde kalır.

Aynı şekilde KDP yönetimi. Zaten Güney Kürdistan’da her yeri işgal etmiş Türk devleti. Peki bu yetmiyormuş gibi bir de Şengal’i de mi işgal etsinler? Provokatif açıklamalarda bulunup tahrik etmenizin amacı nedir. Tüm bunlar hatadır. Tabi Êzidî halkımız direniyor. Êzidî halkı DAİŞ’in saldırısı altında Şengal dağını terk etmediler. Bu anlamda geçerli olan onların iradesidir. Tabi gidenleri de anlıyoruz. Çaresiz ve korku içinde oraları terk etmek zorunda kalanlar da oldu. Ama orada kalıp direnenler bedel verenler önemlidir. Şimdi onlar biz özgür bir şekilde yaşamak istiyoruz diyorlar. Hem Irak devletini hem de Güney Kürdistan yönetimini de tanıyoruz diyorlar. Bu noktada doğru bir hukuk çerçevesinde bir anlaşmaya varılabilir.

Yani Şengal’in bir günde Bağdat’ı yenme gibi bir iddiası mı var? Ya da Güney Kürdistan’ı mı yenecek? O zaman sorun nedir. Sürekli Türk devletinin baskısı ile nereye gideceksiniz. Zaten Türk devleti yeterince Güney Kürdistan’ı işgal etmiş. KDP’nin Güney Kürdistan’da Türk devletinin iradesi dışında söyleyebileceği bir şey mi kalmış? Yani yazıktır, günahtır. Bunu yapmayın. Ne tahrik edin ne de gerekçeler ile bu yaklaşımınızı meşru koşmayın. Siz de egemenliği olan yönetimlersiniz. Sizin de bir tavrınız ve söyleminiz olsun. Êzidî toplumunun daha yaraları tazedir. Halen binlercesi kayıptır. Tüm bunların yanında başka bir acı yaşatmak istiyorlar. Tabi toplum bunu kabul etmiyor. Buna karşı da saygı ile yaklaşmaları gerekir.