Karayılan: Yenilgi aşamasına getirdik

AKP-MHP faşizmine karşı savaşın önemli bir aşamaya ulaştığını belirten PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan,  “Bedel ödedik, ödüyoruz, ancak rejim yenilgi aşamasına geldi. Artık bu rejimi yenebileceğimiz bilinmelidir” dedi.

Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı başarısızlığın, ekonomik, askeri, siyasi, toplumsal krize dönüşüp derinleştiğini kaydeden PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, “Trump kaybedince yaslanacak kimse yok diye paniğe girmiş durumdalar. Korku sarmış bunları. Avrupa’ya ve Biden yönetimine, ‘size teslim olacağız’ mesajları veriyorlar. 43. PKK yılı sıradan bir yıl olmayacak. Sonuç alıcı bir yürüyüş için Kürdistan’ın ve Önder Apo’nun özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi açısından mücadelede büyük bir yıl olacaktır” diye konuştu.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, PKK’nin kuruluşunun 42. yıl dönümü vesilesiyle Stêrk TV’de yayınlanan Özel Program’a konuk oldu. Karayılan ile yapılan söyleşinin tamamını paylaşıyoruz.

PKK mücadele ile dolu 42 yılı geride bıraktı, 43. yıla nasıl bir mirasla ve hangi koşullarda giriliyor?

PKK, ne normal sıradan bir süreçte ne de normal sıradan herhangi bir parti gibi kuruldu. Önder Apo, Kürdistan’da soykırım ve asimilasyon siyasetinin çok fazla geliştiği, halkımızın artık yok olmanın eşiğine geldiği bir süreçte yola çıktı. Türk devleti, daha ilk ideolojik propaganda grubuyken fark etti ve kontralarını harekete geçirdi; 1977’de Haki Karer yoldaş şehit edildi. Özel Savaş Dairesi, bütün kontralarını, MHP’li faşistleri, sol hareketler ve Kürt örgütleri içerisinde bulunan istihbarat kollarını, yine devlete bağlı feodal ve komprador güçlerin hepsini bu ideolojik propaganda grubuna karşı harekete geçirdi. O süreçte grubun önünde iki yol vardı: 

* Çalışmalarını gevşetip kendini arka plana verip daha yumuşak bir çizgiyi esas almaktı. Bu teslim olmak anlamına geliyordu.

* Kürt halkının varlığını sahiplenme, bunun için silahlı direniş de dahil her boyutta direnmekti. 

İşte bu temelde 27 Kasım 1978’de Lice’nin Fis köyünde yapılan toplantıda ulusal direniş kararı alındı. Yani “halk olarak var olmalıyız, bu açıdan ne gerekiyorsa yapmalıyız“ yaklaşımı üzerinden direnme kararı alındı. Bunun için de bir partiye ihtiyaç vardı ve bu eksende PKK kuruldu. PKK, Kürt halkının yok oluşunun önünü almak, soykırım siyasetine karşı her boyutta direnişi geliştirmek için kuruldu. Partinin bir bu yönü var.

Diğer yönü nedir?

Diğer bir yönü ise Önderliksel parti hareketi olarak doğmuştur. Önderliğin ulaştığı bir düşünce sistemi vardı ve bu çağdaş düşünceyi Kürdistan’a uyarlayarak bir program çerçevesi oluşturmuştu. PKK bu temelde inşa edildi. 

Kürt Halk Önderi nasıl bir bir çerçeve belirlemişti?

Önderliğimiz, işe eleştiriyle başladı. Mevcut her şeyi eleştirdi, toplumu eleştirdi. O zaman bazıları Önderlik için “toplum eleştirilir mi, o toplumu eleştiriyor” dedi. Hatta bazıları, “küfür ediyor” dedi ama Önderlik, tarihin derinliklerinde, Kürt toplumunun özünde bulunan özellikleri iyi tespit etmişti. Zaten bu eleştirilerle o öze ulaştı. Yani mevcut toplum değişmeli ve yeni yurtsever ve devrimci toplum oluşturulmalıydı. 

Bu çerçevede buna öncülük edecek kadroların oluşması gerekiyordu. İradeli, yetenekli, gelişmiş kararlı bir kadro duruşu yaratılmalıydı. Öyle sıradan kadrolarla olmazdı. 

Sırtını devletlere vererek olmazdı. O zaman Güney Kürdistan’da yaşanan kırılma örneği de vardı ve devletlerin komploları biliniyordu. 

Önderlik, her koşul ve şart altında halkın öncülüğünü yapacak kadroların oluşması gerekliliğini dile getirip bu kadroların yetişmesi için gereken eğitsel çabaları temel bir çalışma olarak önüne koydu. Bu temelde Önderliğimiz rütbe ve yetkiyi değil, maneviyatı öne aldı. Onur, şeref, özgürlük ve ülkeye bağlılığın esas olduğunu, maddiyatın hiçbir öneminin olmadığı çerçevesi üzerinden kadroyu eğitti ve yetiştirdi. 

Kısa vadede sonuç verdi mi?

Bunun sonuçları kendini şehir, zindan ve dağ direnişinde gösterdi. İşte Mazlum Doğan, Mahsum Korkmaz gibi kadrolar şekillendi ve böylece çelikten bir irade açığa çıktı. Toplumun değişim ve dönüşümü, yine kişiliğin yeniden oluşturulması üzerinde inşa edildi. 

Bunun etkisi ne oldu? 

Bu, kendisiyle birlikte toplumu güçlendirdi. Mezopotamya’da tarihin derinlikleriyle bağ kurmak çok önemlidir. Önderlik, ideolojisiyle bu bağı kurdu. Yani toplumun özünde var olan gücü ve enerjiyi bu şekilde açığa çıkardı. 

Kadın özgürlüğünü eksen alıp kadının gücünü ortaya çıkardı. Kadın özgürlük çizgisi toplumda bir devrim yarattı, çünkü bundan önce toplumumuz içinde çok ciddi bir geri kalma durumu vardı. Yine feodalizm her bakımdan hakimdi. Kadın özgürlüğünü esas alan Önderliğin bu düşünce ve çalışmaları kendisiyle büyük bir gelişmeyi yarattı ve bir devrimi geliştirdi. Elbette bunların hepsi sadece teoriyle değil, pratiğiyle birlikte geliştirildi. 

Hangi pratikler?

Mesela parti kurulur kurulmaz Hilvan-Siverek savaşı boyutlandı ve ülkede direniş yayıldı. Ondan sonra zindan direnişi yükseldi ve burada büyük bir sınamadan geçildi. Daha sonra gerillanın 15 Ağustos Atılımı kendisiyle birlikte hem teori hem pratikte yeniden dirilişin devrimini yarattı. Böylece Önderlik toplumun gizli gücünü, yine kadının gizli gücünü açığa çıkardı. Kadını kölelik düzeyinden öncü düzeye getirdi. Kadın, artık direnişin öncü gücüdür. 

İdeolojik siyasi, örgütsel, toplumsal ve askeri olarak yürütülen mücadele, umutsuz olan Kürt halkına umut, inançsızlaşan Kürt’e inanç oldu. Ölüm döşeğinde olan Kürt halkını ayağa kaldırıp güç ve kuvvet haline getirdi. Bugün Ortadoğu’da en dinamik ve esas bir aktör haline geldi. Düşman, Kürt halkını asimile ve yok etmek, bunun üzerinden gericiliği geliştirmek istiyordu ama bugün Kürdistan artık ilericiliğin, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin merkezidir. Bu, açık bir şeydir. 

PKK’nin bugün Kürt halkının elde ettiği kazanımlardaki rolü nedir?

Kuşkusuz en büyük kazanım Kürdistan üzerindeki sömürgeci ve soykırım siyasetinin boşa çıkarılmasıdır. Düşman, Kürt halkını soykırımdan geçirmek, asimile ederek Türkleştirmek, Araplaştırmak ve Farslaştırmak; yani ulus olmaktan çıkarmak istiyordu. Biz her şeyden önce ulus olarak varlığımızı kazandık; imha ve asimilasyonun önünü aldık. Artık tarih sahnesinde varız ve bu kesinleşti. Zaman artık özgürlük zamanıdır. Bir bunu söyleyebilirim.

Diğeri ise bilindiği üzere Saddam, 1990’da Kuveyt’e saldırdı. Bu temelde 1990’ın sonunda Amerika’nın öncülüğünde Saddam rejimine karşı müdahale gerçekleşti. O zaman ABD yönetimi, Fransa Başkanı’nın eşi olan Madam Mitterand yoluyla, “bir Kürt heyeti Washington’a gelsin” diye bir mesaj gönderdi. ‘75’teki bilinen o yenilgiden sonra Amerika ile Kürtlerin arası soğudu. Herhalde ilişki kalmamıştı; varsa bile üst düzeyde ilişkiler değildi ama üst düzeyde böyle bir heyet davet edildi. O zaman, “heyet dört parçadan oluşsun ve onun içinde PKK de olsun” denilmişti. 

Size nasıl iletildi, tavrınız ne oldu?

O zaman biz tartıştık, “biz PKK olarak gitmek istemiyoruz ama siz gidin biz sizi destekleyelim” dedik. Sayın Mam Celal, “hayır! PKK bu heyetin içinde yer almazsa bu heyetin hiçbir ağırlığı olmaz. PKK durumumuzu göz önünde bulundurmalı; Güney Kürdistan’da bu kadar Enfal yaşanmıştır; Güney Kürdistan halkı için PKK bu heyete dahil olmalıdır” dedi. Bir mesaj yazılması gerekiyordu; bunun için de Mam Celal, “yazılan mesajda da PKK’nin imzası en başta olmalıdır“ dedi. Niye böyle söyledi? Çünkü o zaman Kürdistan’ın diğer parçalarında silahlı savaş zayıflamıştı. Güney’de zaten Halepçe’den sonra silahlı savaş durmuştu, Rojhilat’ta da pêşmerge güçleri Kandil’e çekilmişti. Fakat Kuzey Kürdistan’da şiddetli bir savaş vardı; yine halk serhildanları başlamıştı. O zaman da biz Heftanîn, Zap, Xakurkê’den tut Dersim’e kadar vardık ve savaş devam ediyordu. Bunun için herkesin gözü PKK’deydi. Her gün BBC ne kadar Türk askerinin öldüğü haberlerini yapıyordu ve dünya bunu izliyordu. Bunun için Mam Celal böyle söyledi. O zaman bu heyet bu şekilde oluşturuldu.

Hatta şunu da söyleyeyim: Mam Celal şu anda hakkın rahmetine kavuştu ama Ehmed Bamerni yaşıyor ve bunları biliyor. Orada okunacak olan mesaj üzerine tartışma oldu ve en son bizim geliştirdiğimiz görüş kabul edildi. 

Mesajı siz mi yazdınız?

Bu mesajı yazması için bir komisyon oluşturuldu. Komisyon mesajı iyi yazmamıştı, ancak komisyon üyeleri dağılmıştı. Bunun için Mam Celal’ın önerisi üzerine ben kendim o mesajı Türkçe yazdım ve İsmet Şerif Vanlı, bir kadın arkadaşımızla birlikte onu İngilizceye çevirdi. 

Sizin adınıza kimse gitmedi mi?

PKK olarak kendimiz gitmedik ama bizim adımıza İsmet Şerif Vanlı heyete dahil olup Amerika’ya gitti ve Washington’da o mesajı bizzat kendisi okudu. Yani daha o zamandan beri PKK’nin oluşturduğu ağırlık, Kürdistan’ın diğer tüm parçaları için ciddi bir ağırlıktı.

Yine Kuzey Kürdistan’da gerilla savaşı ile birlikte her gün Cizre, Silopi, Nusaybin, Amed, Lice ve kuzeyin her yerinde halkımız serhildanlar yapıyor, göğsünü sömürgeci Türk devletinin tank ve panzerlerine karşı gererek bir mücadele yürütüyordu. 

Eğer o zaman Kuzey’in bu serhildanları olmasaydı 5 Mart 1991’de Ranya’da başlayan halk ayaklanması olur muydu? 

Açık ki toplumumuz birbirinden etkileniyor. Güney’deki halkımız baktı, Türk devleti o kadar güçlü olmasına rağmen Kuzey’de halkımız ona karşı serhildana kalkmış, mücadele yürütüyor. Irak devleti ise İran’la yaşadığı savaştan dolayı ve yine ABD’nin saldırıları nedeniyle çok zayıf durumdaydı. Halkımız bunu fırsat bilip ayağa kalktı. Bu açıdan Kuzey’deki serhildanların çok ciddi bir etkisi vardır.

Sonra ne oldu?

1992’de 36. paralel hattı uluslararası güçlerin kontrolüne geçtikten sonra Güney Kürdistan’da boşluk oluştu ve bu esnada Kürt halkının bir yönetim oluşturma fırsatı doğdu. İşte Başûrê Kurdistan’daki parlamento o zaman gündeme girdi. PKK’nin TC ile arasında yarattığı denge olmasaydı, Türk devleti Güney’de bir Kürt yönetimine asla yol vermezdi. 

Neden?

Çünkü Türk devleti, havadan 36. paralel hattını denetleyen Çekiç Güç adı verilen operasyonun içerisindeydi. Biliniyor; Cezayir Komplosu’nda da esasında TC’nin parmağı vardı. Yine 1983’te Kürtler ve Saddam rejimi diyaloga geçtiğinde de Türk devletinin hemen müdahale ettiğini biliyoruz. Türk devletinin gözü hep Güney’in üzerindeydi; orada herhangi bir Kürt yönetimi ve statüsünün oluşmasını istemiyordu. Türk devleti, 1991-‘92 yıllarında PKK’nin yürüttüğü mücadele karşısında zayıflayınca Güney’de parlamentonun oluşmasına mecburen izin verdi. 

Herhangi bir şart öne sürmedi mi?

Tek bir şartı vardı; PKK’ye karşı savaşmaları. 

Kabul ettiler mi?

Evet, Güney’deki örgütler de bunu kabul etti ve bu şekilde parlamento oluşturulup bir Kürt yönetimi kuruldu. Yani PKK’nin yarattığı etki ve oluşturduğu denge içerisinde Kürtler kazanım sahibi olabildi. Bu göz önünde olan bir şeydir.

Rojavayê Kürdistan’da nasıl bir rol oynadı?

PKK’nin yürüttüğü mücadelenin, daha doğrusu Önder Apo’nun mücadelesinin Rojavayê Kurdistan’da attığı temeller, orada da bugün yaratılan kazanımların zeminini oluşturmuştur. Orada Önder Apo’nun yürüttüğü mücadele inkar edilemez. Önderlik orada büyük emekler sarf etti.

Kuzey Kürdistan’da nasıl bir düzey ortaya çıkardı?

En fazla üzerinde durulması gereken yer, bugün Kuzey Kürdistan’da ortaya çıkan düzeydir. Dikkat edin, toplumsal ve siyasal alanda bu 30 yıldır Türk devleti hep tutukluyor ve insanları zindanlara atıyor. Şu anda 10 bin insanımız Türk devletinin zindanlarındadır. Bu kadar zulme rağmen hiç kimseyi teslim alabildiler mi? Hayır. Direniyorlar. Bakın en son DTK’ye dönük saldırı yaptılar. Oysa Kuzey’de en makul olan bir kurumdur. Kürtlerin demokratik kurumlarının bir araya geldiği ve bir nevi Kürdistan’daki kurumların çatısı durumdadır. İşte en son oraya da saldırıp 102 kişiyi gözaltına aldılar. Düşman, ne kadar ve hangi yöntemle saldırırsa saldırsın hiç eksilmeyen bir duruş düzeyi de vardır. Kuzey Kürdistan’da Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin kazandığı bir mücadele mevzisi ve düzeyi vardır. Evet, belki öyle falanca yer özgürleştirilmiş diyemeyiz ama oradaki toplum özgür düşünce sistemiyle tanışmış ve özgür kişilikler haline gelinmiştir. Bugün bütün alanlarda sömürgeci soykırımcı devletin bu zorbalığına karşı boyun eğmeyen bir mücadele vardır. Göz önünde olan en büyük kazanımlardan birisi budur.

Toparlarsak; PKK’nin mücadelesi her şeyden önce Kürt’ün varlığını kesinleştirdi, somut hale getirdi. Kürt toplumunun teorisini, bilincini ve bakış açısını oluşturdu, Kürdistan’da adeta bir Rönesans yapıp Kürt toplumunu tümden değiştirdi. Bu, büyük bir kazanımdır.

Tam da bu dönemde yine KDP’nin çeşitli girişimleri var. Gerilla alanlarındaki hareketliliği bir temasa da neden oldu. Sözen daha önce yaptığınız çağrılar oldu. Şu an için durum nedir?

Bir ay kadar önce yine sizinle yaptığımız bir programda gerekli olan çağrıları ve açıklamaları yaptım. Onlar şu anda da geçerlidir. Bu nedenle aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum. 4 Kasım günü Çêmankê’de bir olay yaşandı. O olay hakkında da Merkezi Karargah Komutanlığımız resmi açıklama yaptı. Merkezi Karargah Komutanlığı üyesi olan arkadaşlarımız da basına dönük açıklamalarda bulundu. Onlardan farklı bir şey belirtmiyorum. Yapılan açıklamalara katılıyorum.

Şimdi durum biraz sakinleşmiş, ancak kriz durumu devam ediyor, çünkü güçler savaş pozisyonundadır. Hassas bir konu. Her an, istenmeyen şeyler olabilir. Yani bu kadar gücün birbirine yakın mevzilenmesi, -ki bazı yerlerde iç içedir- kendisiyle birlikte bir tehlike de oluşturuyor. Bu durumu bir şekilde aşmak gerekiyor. Eğer aşılmazsa kendi içerisindeki tehlikeler sürekli risk oluşturacaktır.

Şimdi daha önceki açıklamalarda belirttiğimiz gibi, biz asla Kürtler arası bir savaş istemiyoruz. Bütün sorunların diyalogla çözülmesi taraftarıyız. Fikrimiz budur ve bu fikrimizde ısrarlıyız, çünkü tarihin bu döneminde bir iç savaş, Kürt halkının stratejisine kaybettirecektir. Elde edilen kazanımlar tehlikeye girecektir. Şu an bölgede Kürtlerin yeri neresi olmalıdır, diye tartışma yürütülmektedir. Zaten Türk devleti ve daha bir çok kesim, “Kürtler aşirettir, bir millet ve devlet olmayı hak etmiyorlar” diyor. Yaşanacak bir iç savaş da bunu ispatlar; öyle bir imaj oluşturur. Bundan kimse fayda görmez. Bunun için biz karşıyız. Yoksa kendisini o kadar güçlü gören Türk devletiyle zaten her gün bir savaş içerisindeyiz. Burada mesele, Kürt siyaseti olarak sorunlarımız ne olursa olsun ulusal çıkarları gözeterek bu sorunları çözme yeteneğini gösterebilmektir. Dünya alem böyle yapıyor; biz de böyle yapmalıyız. Birbirimizi askeri olarak baskı altına almamalıyız, tehdit etmemeliyiz. Böyle olmaz; bir Kürt başka bir Kürt’e böyle yapmamalı. Askeri olarak birbirine karşı pozisyon almak doğru bir şey değildir.

Biz biliyoruz ki iç savaşın gelişmesi bir Türk devleti projesidir. Bunun yaşanmasını onlar istiyorlar ve bunun için çok büyük çaba sahibidirler. Bazı aydınlar, “düşmanları sevindirmeyin” diye açıklama yaptılar. Çok doğru demişlerdir. 

Türk devleti, her zaman bazı Kürtleri yanına, bazılarını da karşısına almıştır ama karşısındakini tasfiye ettikten sonra yanındakini de tasfiye etmiştir. Şimdi PKK’yi tasfiye ederse -ki bunu yapamayacağını biliyoruz- ardından KDP’yi ve Güney’i de tasfiye etmek isteyecektir. Bu açık bir şeydir. 

Kürtler olarak bu dönemde uyanık olmalıyız. Kimsenin düşmandan herhangi bir umudu olmamalı. Türk sömürgeciliğine karşı olan duruşumuz, bütün Kürtlere olduğu gibi Güney Kürdistan’a da hizmet etmektedir. Hareket burada zayıflarsa düşman başka bölgelere el atar. Bu açık bir şeydir. Bu gerçekliği göz önünde bulundurmalı ve buna göre mutlaka bu kan emici, ırkçı, Kürtleri tamamen katliamdan geçirmek isteyen zihniyete birleşerek karşı durmalıyız. Böylesi bir birleşik ulusal siyasetten herkesin çıkarı vardır. Bizim inancımız bu yönlüdür ve biz bunda ısrar edeceğiz. Ancak tabii ki biz askeri bir gücüz; arkadaşlarımız bulundukları yerlerde saldırı olması halinde kendilerini de savunacaklardır. Yalnız bizim siyasetimiz ulusal birlikte ısrar eden ve iç sorunların önüne geçmeyi hedefleyen bir siyasettir.

KNK’nin öncülüğünde Kürtler arası diyalogu geliştirme amaçlı bir çalıştay yapıldı, birçok siyasi şahıs ve aydın da katıldı. Bu süreçte kamuoyu ve Kürt halkının tutumunu nasıl görüyorsunuz?

Bahsettiğiniz çalıştay online olarak yapıldı ve bazı kararlar aldılar. Hareketimiz adına KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı bir açıklama yapacaktır, tutumunu ortaya koyacaktır. Basından takip ettiğimiz kadarıyla o çalıştayda alınan kararlar uygun olan kararlardır. Yani üzerinde durulabilecek hususlardır. Bizim açımızdan bütün maddeleri değerlendirilir ve esas alınabilir. İçerisinde çözüm vardır. Bunun için başta KNK ve Kürdistan Parlamenterler Birliği olmak üzere bu çalışmayı yürüten herkesi selamlıyorum. Önemli bir çalışma yürüttüler.

Genel olarak gelişen tutumlardan da anlaşılıyor ki; halkımız, Kürt siyasetçileri, aydınları, sanatçıları, her ne kadar kimi eksiklikler olsa da artık tehlikeyi görmüşlerdir. Özellikle de Türk sömürgeciliği tarafından gelişen tehlikeyi herkes hissediyor ve biliyor. Bunun için böyle güçlü bir hassasiyet gösterilmektedir. 

Son bir aydır, birinci gündem olarak tüm Kürtler iç savaşa karşı tutum geliştiriyor. Bu çok önemli bir tutumdur. Her dört parça Kürdistan’da böyle bir tutumun gelişmiş olması, Kürt toplumunda artık ulusal ruhun önde olduğunu ve daha da güçlendiğini gösteriyor. Bu önemli bir şeydir.

Özellikle Güney Kürdistan halkımız, iç savaştan dolayı herkesten daha fazla zarar görmüştür. Bunu yaşamıştır. Bunun için de Güney Kürdistan’da Kürtler arası savaşa karşı toplumun tutumu çok daha fazladır. Toplum çok daha fazla ulusal birlik yanlısıdır. Bu da gerçekten insana güven veriyor. Bu çerçevede Güney Kürdistan halkımızı selamlıyorum; yaklaşımlarını saygıyla karşılıyorum. Onların duruşu ve vermiş oldukları mesajlar bizim için esastır. Örgüt olarak da şahsi olarak da hiçbir farklı tutumumuz yoktur. Bugün halkımız hangi konular üzerinde duruyorsa biz de bunlara saygılı yaklaşıyoruz ve bu konuda ne gerekiyorsa öyle hareket ediyoruz. Bizim duruşumuz böyledir.

Herkes ulusal birlik konusunda çaba sahibi olmalı. Doğrusu bir sorun vardır. Bu sorunlar tehlikelidir. Eğer çözülmezse  kendisiyle birlikte farklı tehlikeler de geliştirebilir. Mesela bugün bazı şeyler olsa, bir baktın aylar yıllar sürer. Bu durum büyük bir zarar verir. Dolayısıyla bu konuda herkesin sorumlu yaklaşması gerektiği gibi Kürt basını da sorumlu yaklaşmalıdır. Yani her iki tarafın basını da sorumlu yaklaşmalıdır.

Özellikle dün izledim; daha önce Kuzey Kürdistan’da 400 aydının bir açıklamada bulunduğu belirtilmişti. Sonrasında bunların bir kısmının adının yazıldığından haberlerinin olmadığı ortaya çıkmıştı. Bu kişiler, bildiriyle alakalarının olmadığına dair açıklama da yaptılar. Yine belirtilen bir çok kişinin sosyal durumunun belirtildiği gibi olmadığı ortaya çıktı. Yani hemen öyle bir liste yapıp yayınlamışlar. Bu işin başını çeken adını anmak istemediğim bir kişi var. Şimdi bir grup olarak Güney’e gelmişler. 

Ne yapmaya çalışıyor, kimin adına hareket ediyor?

Güney basınının bir kısmında izledik; bu kişinin söylediği tüm cümleler gerçeği ters yüz etmektedir. Bir tane bile doğru söylediği söz yoktur. Yani adeta benzinle ateşe gidiyor. Resmen fitne ve fesatlıktır; başka da bir şey değildir. Bunu ne amaçla yaptığı bellidir; iyi tanıyoruz. Bu, bir MİT projesidir. MİT, Kuzey’deki bildiriyi yeterli bulmamış ve bu sefer de Güney’e göndererek, “gidin Güney’deki örgütlerle de görüşme yapın” demiştir. Yani böylesi nitelikleri bilinen kişileri ateşe benzin dökercesine öne çıkarılmasına ve sanki gerçekten de aydınmış gibi gösterilmesine gerek var mıdır? Ne aydını! Bunlar MİT’tir. Biz bunları ve tarihlerini iyi biliyoruz. Bir MİT projesidirler; düşman istihbaratıdırlar ama maalesef belirttiğim basın çevreleri, yani KDP basını her şeyi hemen veriyor. Halbuki sorumlu yaklaşmalıdırlar. Mesela söylediği şeylerin hepsi savaş isteyen şeylerdir. Söylediği şeylerin hiçbirisi de doğru değildir. Ne biz Güney Kürdistan için böyle bir şey demişiz; ne hedef almışız; böyle bir şey yoktur. Burada şimdi bu sözlerin üzerinde durmama gerek yoktur, ancak buradan tek tarafa değil, bütün Kürt basınını bu konuda duyarlı yaklaşmaya çağırıyorum. Eleştiri vardır ve olmalıdır. Ancak bir ölçü ve sorumlu yaklaşım da olmalıdır. Bu biçimde herkes çözüm yolunu açan çabalar içerisinde olmalı.

Bu konuda özellikle Behdînan halkımızın duruşunu önemli görüyorum. Behdînan halkımız da, Bradost halkımız da, Türk sömürgeciliğine karşı nasıl fedakarlıklarla savaştığımızı görüyor. Bugün Xakurkê’de ve Heftanîn’de yaşanan savaş gözler önündedir. Halkımızın, Heftanîn’deki yiğitleri hiçbir zaman unutmayacağını ve yardımcı olacağını umut ediyorum. Bugün düşman Heftanîn’de o kadar yer tutmuş durumda. Ta Uludere’den Xantûr’a kadar yol getirmiş. Yani erken dönmek gibi bir niyetleri hiç yoktur. Yolunu da getirmiş ve tampon bölge oluşturmak istiyor. Eğer Heftanîn’deki yiğitlerin direnişi olmasaydı, şimdi tampon baştan başa oluşmuş olacaktı, ancak herkes bunun durdurulduğunu görüyor. Demek ki bir rolü de vardır. Bu, bütün Kürdistan’ın değerlerinin savunması olduğu gibi, Güney Kürdistan halkımızın da toprağının ve değerlerinin savunmasıdır. Bu bir iradedir. Düşman ne yapıyor ediyor ama gerillayı Heftanîn’den çıkaramıyor. Onlar girmişler ama gerilla da oradadır. Bu çok önemli bir şeydir. Özellikle Heftanîn yöresindeki halkımız, yani Zaxo, Derkar, Batufa, Begova halkımızın yurtseverliğini ve fedakarlıklarını biliyoruz. Desteklerinin devam edeceğine inanıyoruz. Her şeye rağmen oradaki direniş, Kürt halkının kutsallığıdır. O yiğitler Kürt halkı adına bugün Türk sömürgeciliğine ve ırkçılığına karşı tarihi bir direniş yürütüyor. Biz, her şey sözle olmaz, pratikle olur diyoruz. İşte o arkadaşlarımız orada böylesi bir pratik gösteriyorlar. Doğru; belki bundan dolayı bazı köylülerimiz, bazı insanlarımız zarar görüyor. Biz bunun farkındayız, ancak ortada bütün halkımızın çıkarları vardır. İnanıyoruz ki halkımız da bunun farkındadır ve halkımıza güvenimiz tamdır. Bir kez daha halkımızı saygıyla selamlıyorum.

Kürt Halk Önderi, “PKK’nin özü fedailiktir” dedi. Dersim Saha Komutanı Yılmaz Dersim de kuşkusuz bu fedailiği temsil ediyordu. Şehit Yılmaz Dersim’in fedai duruşu ve yaşamı üzerine neler söyleyebilirsiniz?

Bilindiği gibi şu an bizimle soykırımcı Türk devleti arasında sert bir savaş yaşanıyor. Bu savaş bugün önemli bir aşamada yürüyor. Şüphesiz bu savaşta şehitler de veriyoruz. Son büyük şehidimiz Yılmaz Dersim (İsmail Sürgeç) arkadaştır. Dersimli yurtsever-demokrat zihniyete sahip bir ailede büyümüştür. Öncesinde iki abisi daha Hareketimize katılmıştı ve şehit düşmüşlerdi. O da şehitlerin silahını yerde bırakmamak ve intikamlarını almak için saflara katılmıştı. Zaten ilk şehit düşen abisinin adını kod isim olarak almıştı.

Yılmaz arkadaş her zaman sıradan olmayan bir duruşun sahibiydi. Yani çok sıcak ve gözü kara bir şekilde nerede zorluk, zahmet ve savaş varsa oraya gitmek istiyordu. Böylesi cesaretli bir arkadaştı. Her anlamda gelişkindi. Fiziki olarak sportmen bir yapısı vardı. Jimnastikte kimsenin yapamadığı hareketleri yapardı. Fedai eyleme gitmek için Özel Kuvvetler’e katıldı. Özel Kuvvetler’e giderse fedai eyleme gönderileceğini düşünüyordu. Ancak Özel Kuvvetler Komutanlığı onu hep örgütsel çalışmalarda görevlendirdi. Ardından yönetimimiz kendisini düzenlememesine rağmen Dersim’e giden bir gruba kendi başına katıldı ve Dersim’e kadar böyle gitti. Böyle asi birisiydi. Hatta bunun için yönetimimiz bir yıl kadar kendisiyle konuşmadı. Ailesinde şehitler olduğu için yönetimimiz, Yılmaz arkadaşın da şehadetinin önünü almak istiyordu; bunun için her yere göndermiyordu. O ise savaş olan her yere ve yine fedai eyleme gitmek istiyordu. Gençliği böyleydi. Bu söylediğim dönemler 2006 sıralarıydı. Tabi sonrasında pratikte yetişti olgunlaştı; Karadeniz’e kadar gitti, orada yaralandı; artık örgütsel sistemde belli bir olgunluğu yaşadı. Bilgi ve birikimi vardı; meraklıydı; okuyordu; bir çok akademik eğitimden geçti. Bir derinliği vardı. Önder Apo’nun felsefesine göre kendisini yetiştirmişti ve Önderliğimizin çizgisine çok bağlı gerçek fedai bir arkadaşımız ve komutanımızdı.

Bilindiği gibi Dersim’in Kürdistan tarihinde, halkımızın varlık mücadelesinde özel bir yeri vardır. Kürt ve Alevi kimliğinin temsili olarak her zaman direnişçi bir tutum sahibi olmuştur. Önder Apo da Hareketin çalışmalarına ilk başladığı zaman, yani ’72 yılında Fuat (Ali Haydar Kaytan) arkadaşı tanıyor ve bu şekilde çalışmalarına başlıyor. Yani ilk grup çalışması Dersimli bir arkadaşa dönüktür. Şüphesiz öncesinde de Önderliğin gençliğe dönük çalışmaları vardır ama grup çalışması 1972’de bu şekilde başlıyor ve Önderlik birçok analiz ve yorumunu Dersim Soykırımı’na dayanarak yaptı. Dersim bir direniş ve mücadele merkeziydi. Zaten Önderliğimiz daha başlangıçta oraya gidiyor yerinde inceleme yapıyor, insanlarımızın kemikleri bulunan yerleri görüyor ve onun üzerine araştırmalar yapıyor, değerlendirmelerde bulunuyor. Apocu Hareket, aynı zamanda Dersim şahsında Kürt halkının katledilmesine karşı bir hesap sorma hareketi olarak gelişiyor. Bu temelde Dersim’den birçok yiğit arkadaş çıkmıştır. Seyid Rıza’nın torunları olarak Mazlum Doğan, Şiyar arkadaş, Dr. Baran, Sara, Baran, Ferhat, Jîndar ve Yılmaz arkadaşlar gibi direnişçiler bu temelde çıkmıştır. Dersim’de büyük emeklerle mücadele yürütmüş olan Atakan Mahir, Çetin Siverek, Zin Cizre, Çiçek Botan ve Delal Amed gibi arkadaşlar vardır. Birçok arkadaşımız adını Dersim koymuştur. Yani Dersim bizim için bir semboldür ve mücadelemizde önemli bir yeri vardır.

Yılmaz arkadaş da Dersim’in asi bir çocuğuydu. İçimizde çok seviliyordu. Her ne kadar büyümüş olsa da bizim için hep Parti’nin bir çocuğuydu. Parti’nin kültürüyle yetişmişti. Şehadeti bizim için çok acı olmuştur. Biz biliyoruz ki; Hareketimizin tarihinde, her önemli şehadet kendisiyle beraber önemli çıkışları da getirmiştir. Şüphesiz Kürdistan Özgürlük Gerillası, özellikle de şu an Dersim dağlarında bulunan gerillalar Yılmazları çoğaltacaklardır. Her gerilla bir Yılmaz Dersim olacak ve düşmandan gereken hesabı soracaktır. Dersim dağlarını düşmana mezar edeceklerdir. Bu, Yılmaz arkadaşa verdiğimiz andımızdır.

Yoldaşımızın değerli ailesinin ve Dersim halkımızın böylesi mücadelesine ve çizgisine bağlı, cesaretli, fedai ve fedakar insanlar yetiştirdiği için her zaman başı dik olacaktır. O bir fedaiydi, karşılıksız bir biçimde kendisine halkına feda eden bir Apocu militandı. 

Başta Başkan Apo olmak üzere bizlerin hiçbirisinin maddi açıdan şahsına ait 1 lirası bile yoktur. Tüm PKK’liler yalnızca halkımızın özgür yarınları için hareket eden insanlardır. Bizler hayatımızı bu halk için feda eden insanlar topluluğuyuz. Yılmaz yoldaş da 45 yıllık ömrünün tamamını bu halka vermiştir. Yaşayan arkadaşlarımız da böyledir. Önder Apo’nun ideolojisi temelinde bu kahraman şehitlerimizin izinde mutlaka ama mutlaka özgür bir Kürdistan’ı yaratacağız, Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürlüğü yürüyüşünde bu kahramanları yaşatacağız.

42. yıl bitiyor, nasıl bir mücadele yılı bekliyor?

AKP-MHP faşizmine karşı yürüttüğümüz savaş önemli bir aşamaya ulaştı. Bedel ödedik, ödüyoruz, ancak 18 yıldır bize karşı savaşan, özellikle de son 6 yıldır her türlü yöntemi deneyen bu rejim yenilgi aşamasına geldi. Bize karşı başarılı olamadı, sistem içindeki kriz derinleşti ve şimdi çok zayıfladılar. Ekonomik, askeri, siyasi, toplumsal olarak kriz derinleşmiş durumda. Özellikle de bu son 3-4 gündür Tayyip Erdoğan ve etrafındaki kişiler reform yapmaktan, insan haklarından söz ediyorlar. 18 yıldır iktidardasınız. Avrupa’ya ve Avrupa değerlerine küfür ediyorlardı ama şimdi “yerimiz, yönümüz Avrupa’dır” diyorlar. 

Anlaşılıyor ki bunlar şimdiye kadar Trump’a yaslanmışlar. Trump da ABD Başkanlığı seçimlerinde yenildi. Bunlar da zayıflamış durumdalar. Yaslanacak kimse de yok. Bunun için bir paniğe girmiş durumdalar, yani bir korku sarmış bunları. Adeta şimdiye kadar söyledikleri her şeyi bu 3-4 gündür değiştirmiş durumdalar. Elbette yine sahtekarlık yapıyorlar. Bu aslında onların yenilgisidir. Avrupa’ya ve ABD’nin Biden yönetimine, “size teslim olacağız” mesajları veriyorlar. Yani bir teslim bayrağı çekiyorlar. Topluma da ‘reform yapacağız‘ diyorlar. Bu soykırımcı siyaset, direnişle ve mücadeleyle tıkandı.

Bu da önümüzdeki yılın, yani 43. PKK yılının, sıradan bir yıl olmayacağını gösteriyor. Halkımız bunu bilmeli ve bunun için kendini çok daha fazla örgütlemeli, çok daha fazla mücadele yürütmeli. Artık İmralı’daki tecrit kaldırılmalıdır. Önder Apo’nun esareti artık sona ermelidir. KCK’nin ilan ettiği hamle bu çerçevede daha da geliştirilerek her tarafa yayılmalı ve yükseltilmelidir. Kürdistanlı, Türkiyeli ve bölgenin diğer yerlerinden olan kadınlar, gençler ve tüm emekçi sınıflar bu konuda daha aktif hareket etmelidir. Bu temelde önemli bir mücadele yürütmemiz halinde artık kazanabileceğimiz ve bu rejimi yenebileceğimiz bilinmelidir. Tabii ki esas ağır yük ve büyük rol gerillaya düşmektedir. Bunu bilmekteyiz. Gerilla da bu çerçevede büyük bir çaba içerisindedir. Kendini yenileme ve kahraman şehitlerin anısı temelinde hazırlanma konusunda gerilla da çaba sahibidir. Bu çerçevede 43. PKK yılı sıradan bir yıl olmayacak, önemli bir yıl olacaktır. Mücadelenin yükseldiği bir yıl olacaktır. Sonuç alıcı bir yürüyüş için Kürdistan’ın ve Önder Apo’nun özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi açısından mücadelede büyük bir yıl olacaktır. Biz bu umut ve inançla 43. PKK yılında bütün mücadeleci kesimlere başarılar diliyoruz ve bir kez daha PKK’nin kuruluş yıl dönümü, parti bayramını bütün halkımıza, yoldaşlara ve dostlarımıza kutluyorum.