15 Şubat öncesi İmralı - XV

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’dan beri tutulduğu İmralı Adası’nın cezaevi olarak kullanılma tarihi, 1936’ya uzanıyor. Nazilerden esinlenerek çalışma kampı kurulmuştu.

Bursa iline bağlı olan İmralı, Marmara’daki 25 adadan biridir. 10 kilometre büyüklüğüyle Marmara’nın en büyük dördüncü adası özelliğini taşıyan İmralı’ya ilk toplu yerleşme 7. yüzyıldan sonra oldu. 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra ise ada halkı Yunanistan'a gönderildi.

İmralı, 1924'ten 1935’e kadar boş kaldı ve firarilerin sığınağı olarak biliniyordu. Ardından 4 Mayıs 1935'te Cumhuriyet gazetesinde şöyle bir duyuru yayınlandı: "İstanbul hamallarından olup da işsiz kalanlardan bir kısmı alakadar makamlara müracaat ederek İmralı’daki boş ve sahipsiz arazinin kendilerine verilmesini istemişlerdi. Bunlar bu adayı imar edecekler ve ileride balıkçılık da yapacaklardır."

Bu duyurudan kısa bir süre sonra dönemin Türk hükümeti, adayı balıkçılık için kullanmaktan vazgeçerek yarı bir cezaevinin kurulmasına karar verdi. Bu amaç için de aynı yıl 11 Ağustos’ta ilk etapta 50 mahkum İmralı'ya gönderildi. Bunlar İstanbul, Üsküdar, Bilecek, Mustafakemalpaşa, Tekirdağ, Bursa cezaevlerinde yatan mahkumlardı. Yaşları 21-40 arasında ve hapis cezaları 2,5 yıldan az, 10 yıldan fazla olmayan mahkumlar seçilmişti.

İlk aylarda mahkumların henüz kalacak yerleri yoktu. Bu yüzden 3 bin kişilik dev bir cezaevi inşa edilene kadar mahkumlar, adada bulunan üç manastırdan birinde tutuldu. Her mahkumla balıkçılık levazımı ile ziraat aleti de yollanıyordu. Çünkü bir cezaevinden öteye adada bir çalışma kampının kurulması tasarlanıyordu. Zaten dönemin Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu, İmralı’nın “mahkumları terbiye etme adası” olarak düşünüldüğünü açıkça dile getiriyordu. Saraçoğlu, 5 Eylül 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, İmralı’da kurdukları sistemi şöyle izah ediyordu: “Hapishaneye ilk gelen suçlu cezasının ilk kısmını evvela tek bir hücrede çekecek, kendisine yalnız bir dilim ekmekle bir miktar meyve verilecek, sigara içemeyecek, ailesinden hiçbir kimse ile temas edemeyecektir. Bu müddeti uslu bir halde geçiren mevkuf cezasının ikinci kısmını biraz daha müsamahalı çekecek, üçüncü, dördüncü kısımdakiler ise umumî vaziyetlerine göre bazı imtiyazlara mazhar olacaklar ve mahkumiyet müddetlerini çalışmakla geçireceklerdir. Hapishanede rahat durmayanlar daha ağır şeraite tabi tutulacaklardır. Cezaevleri hakkında göz önünde tuttuğumuz esaslı nokta buradakilerin hükümete ve ailelerine yük olmadan çalıştırılarak kendilerinin hatta müesseselerinin masraflarını da çıkarabilmeleridir.

Mahkumlar bizim verdiğimizi yiyecek, bizim verdiğimizi giyecek, bizim gösterdiğimiz yolda gidecek ve çalışarak yaşayacaktır. Yakında İmralı'ya giderek burada bizzat cezalılara yaptırdığımız hapishaneyi ve diğer tesisatı gezeceğim. Mahkumlar burada mükemmel suretle çalıştırılmaktadır. Memleketimizdeki mevkufin miktarı 35 bin kadardır. 17 bini kadar hüküm giymiştir. Avukatlar kanununu da bu sene meclise gönderecektik. Fakat Almanların yeni bir kanun hazırlamakta olduklarını haber aldık. Bundan istifade etmekliğimiz çok muhtemel olduğundan intişar etmesini bekliyoruz."

II. Dünya Savaşı yıllarında önce Dışişleri Bakanı, daha sonra da Başbakanlık görevini yürütecek olan Saraçoğlu, Nazi destekleyicisiydi. Yönünü de bu yüzden faşist Almanya’ya çevirmişti. Zaten onun İmralı'da çalışma kampı kurmayı düşündüğü yıllarda Hitler ilk toplama kamplarını çoktan kurmuştu. Naziler, 1930'ların ortasından itibaren toplama kamplarının girişine "Arbeit macht frei" (Çalışmak Özgürleştirir) tabelasını asarken, Saraçoğlu'nun 1936'daki sloganı ise "Çalışarak yaşamak"tı.

Saraçoğlu’nun belirlediği kurallarla adada kısa sürede iş başı yapıldı. Bir süre sonra mahkumların elde edeceği ürünlerin satılması için Bursa'da kooperatif bile kuruldu. Amaç mahkumların tuttukları balıkları, ektikleri ürünleri hemen satmaktı. İlk yılın ürün hasılatı hayli yüksekti. İmralı’daki mahkumların performansını gören Saraçoğlu ise 'İmralı modeli'nin birçok yerde hayata geçirilmesi talimat verdi. İmralı'dan hemen sonra Edirne ve Isparta'da 250 mahkum halıcılık, Zonguldak'ta da 150 mahkum kömür ocaklarında çalıştırıldı.

‘ONLARI ÇALIŞTIRARAK TERBİYE EDİYORUZ’

Adalet Bakanlığı’nın talimatıyla İmralı'da mevkilere verilen isimler de dikkat çekiyordu; Atatürk Tepesi, İsmet İnönü Tepesi, Meteburnu, Saraçoğlu Deresi gibi. Hatta yeni açılan bir çeşmeye Şükrü Saraçoğlu'nun babasının isminden esinlenerek Saraç Ahmet Usta Çeşmesi adı bile verildi. Kasım 1936'da adaya giden Adalet Bakanı Saraçoğlu gazetecilere şu haberi veriyordu: “Adanın arkasına yapacağımız yeni cezaevi bütün dünya için bir numune yeri olacak.”

1939'da mahkum sayısı bine çıkartılan İmralı'yı ziyaret eden bir başka önemli isim de Fethi Okyar'dı. Adalet Bakanı olduktan hemen sonra adayı ziyaret eden Okyar’ı, tek tip elbise giymiş, hizaya geçmiş mahkumlar karşıladı. "Bu nevi müesseseler çoğaltılacak" başlığıyla 19 Ağustos 1939 tarihli Cumhuriyet gazetesinde manşete çıkan ziyarette Okyar'ın yetiştirilen soğanları incelediği görülüyor. Okyar, adadan ayrılmadan önce cezaevinin hatıra defterine ise şunları yazmıştı: "Mahkûmları hapis ve tazyik usulü yerine onları çalıştırmak suretiyle terbiye etmek ve kusurlarını düzeltmek kendilerini cemiyete faydalı bir unsur olarak yetiştirmek sisteminin muvaffakiyetli bir başlangıcı olan bu müesseseyi gördüğümden pek memnunum. Mahkûmların çalışmalarındaki intizam ve müessesenin tutuluşundaki temizlik takdire şayandır."

SAĞCI YAZARDAN İMRALI MODELİNE ÖVGÜ

O günlerde 'İmralı modeli'ni destekleyenlerin sayısı hayli fazlaydı. Bunların başında Peyami Safa geliyordu. 1944’te "Irkçılık-Turancılık davası"nda aralarında Türkeş, Nihal Adsız, Yunus Nadi'nin de bulunduğu Türk siyasetinin önde gelen 22 ismiyle yargılanacak olan Peyami Safa, 5 Eylül 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan "İmralı tecrübesi" başlıklı köşe yazısında Saraçoğlu'na müteşekkirdi: "Vedad Nedim Tör'ün 'İmralı'da insanlar' adlı bir piyesi var. Henüz neşredilmediği ve oynanmadığı için mevzuunu ifşa etmeye hakkım olmadığını sanıyorum. Fakat adı da sezdirdiği gibi bu eser, Şükrü Saraçoğlu'nun Türk ceza sisteminde yaptığı büyük ve pek hayırlı değişikliğin İmralı Adası’ndaki tatbikatından bazı tabloları ve sahneleri göz önüne koyuyor: Cezada çalıştırmanın işkence etmekten çok daha ıslah edici güzel neticelerini bize fikir ve hayat misalleriyle kabul ettiriyor.

Nadir Nadi'nin de İmralı'daki müşahedelerini ve bu mevzudaki fikirlerini öğrendikten sonra bu güzel usulün ceza sisteminde pek lüzumlu ve faydalı bir değişiklik (inkılâp kelimesini israf etmemek için böyle diyorum) olduğunu ispat etmek için ilâve edebileceğimiz çok bir şey kalmaz. Adliye Vekilimizi kayıtsız, şartsız, tereddütsüz ve hararetle tebrik ederiz."

1940'lara gelindiğinde İmralı artık dev bir üretim merkezine dönüşmüştü. İmralı Cezaevi Dokuma ve Çorap Atölyeleri'nde üretilen yatak çarşafları, masa örtüleri, havlu, çoraplar Türkiye'nin her tarafına satılıyordu. Üstelik ürünler kalitesiyle de dikkat çekiyordu. 1958'de Et ve Balık Kurumu, Adalet Bakanlığı ile anlaşma yaparak İmralı mahkumlarının tuttuğu balıkları mağazalarında satmaya karar verdi.

Çalışma kamplarının yanı sıra İmralı, Türkiye'nin yakın tarihinde ise hep dönüm noktalarına ev sahipliği yaptı. 1960 darbesi sonrası eski başbakanlardan Adnan Menderes ile bakanlar Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan için burada darağaçları kuruldu. Daha sonraki yıllarda sinema ustası Yılmaz Güney, ressam İbrahim Balaban ve Rum ressam Angulos Stafonodis, İmralı’daki cezaevine gönderildi.

‘GECEYARISI EKSPRESİ’NE KONU OLDU

İmralı, 1940’lı yıllardan itibaren ara sıra Türkiye’nin gündemine giriyordu. Hatta 1947’de İmralı’daki mahkumların hayat öyküsünü anlatan “Yara” adlı bir film gösterime girdi. Bu arada İmralı'dan firarlar da oluyordu. Adaya ilk gidişlerden 6 ay sonra Ocak 1936'da Şaban, Osman ve Halil ismindeki mahkumlar İmralı'dan kaçan ilk mahkumlar olarak tarihe geçti. Cumhuriyet gazetesi o dönem İmralı lüks görüldüğü için bu olayı "İyilik yaramadı" başlığıyla haber yapmıştı.

İmralı’dan Ekim 1975’teki firar ise sadece Türkiye’de değil, dünya medyasının da manşetlerine konu olacaktı. 1970’te İstanbul'da üzerinde 2 kilo esrarla yakalanan ve 34 yıl hapse mahkum olan ABD vatandaşı William Hayes, Sağmacılar ve Bakırköy’ün ardından gönderildiği İmralı Açık Cezaevi'nden kaçtı. Hayes, kaçak olarak Yunanistan üzerinde de ülkesine gitmeyi başardı ve yaşadıklarını kaleme aldı. Alan Parker’in yönetmenliğinde Hayes’in hayatı 1978’de “Geceyarısı Ekspresi” adıyla beyaz perdeye aktarıldı.

Yarın: Komplo, BOP’un ilk kilit adımıydı