9 Ekim'den 15 Şubat'a neler oldu?
Komplonun ABD, İsrail, İngiltere tarafından ve ABD'nin koordinatörlüğünde yürütüldüğü, buna Avrupa Birliği’nin, Ortadoğu-Arap gericiliğinin, sömürgeci güçlerin, Kürt işbirlikçilerin katıldığı biliniyor.
Komplonun ABD, İsrail, İngiltere tarafından ve ABD'nin koordinatörlüğünde yürütüldüğü, buna Avrupa Birliği’nin, Ortadoğu-Arap gericiliğinin, sömürgeci güçlerin, Kürt işbirlikçilerin katıldığı biliniyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a karşı gerçekleştirilen Uluslararası Komplo'nun üzerinden 17 yıl geçti. Geçen zaman diliminde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürt halkı ve özgürlük gerillalarınca direniş günbegün artarken, faşist Türk devleti de Kürt soykırımına yönelik planlarını devam ettirdi. Uluslararası ve bölgesel güçlerin her birinin farklı bir çıkarı vardı bu komploda. Öcalan, kendisine yapılan operasyonun Irak ve Afganistan işgali ile bağlantılı olduğunu belirtiyor. Ayrıca Öcalan komployu, Ortadoğu üzerinde geniş planları olan ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirmesinin kilit bir adımı ve üçüncü dünya savaşının başlatılması olarak değerlendiriyor.
Bilindiği gibi, Öcalan’ın Suriye’de oluşu başta Türk devleti olmak üzere hem bölgesel hem de uluslararası güçlerin hazmedemediği bir durumdu. Öcalan Suriye’den çıkışını bir NATO-Gladio operasyonu olarak ele alıyor. Öcalan’ın Ortadoğu’dan çıkıp, Rusya, İtalya ve Yunanistan’dan sonra Kenya’ya gitmesi ve oradan Türkiye’ye kaçırılmasına kadar olan 4 aylık sürede öyle oyunlar oynandı ki; bu 4 aylık süreye, bir halkın kaderi, tarihi sığdırıldı.
Komplonun ABD, İsrail, İngiltere tarafından ve ABD'nin koordinatörlüğünde yürütüldüğü, buna Avrupa Birliği’nin, Ortadoğu-Arap gericiliğinin, sömürgeci güçlerin, Kürt işbirlikçilerin katıldığı biliniyor. Bazı güçler komplonun başlangıcında, bazıları ise daha sonradan içinde yer almışlardır. Birçok gücün siyasi ve ekonomik çıkarını bu komploya dayanarak geliştirmek istediği ve bundan yararlanarak siyasi ve ekonomik çıkar elde ettiği biliniyor. 9 Ekim 1998 tarihinden 15 Şubat 1999 tarihine kadar geçen Öcalan’ın değerlendirmeleriyle beraber şöyle özetlenebilir:
“İmralı’ya getirilişim hegemonik sistemin (ABD ve AB’nin önderlik ettiği kapitalist modernite sistemi) gücüyle gerçekleştirildi. Daha da önemlisi, meşru güçlerini ve hukuki yolları kullanarak değil, meşru olmayan ve hukuk dışı bir yolla, sistemin ortak askeri örgütü NATO’nun gayri nizami ve yasa dışı çalışan örgütü Gladio’nun büyük bir operasyonuyla İmralı’ya getirildim. Görünüşte TC güvenlik güçleri başarılı bir operasyonla beni etkisizleştirip Adaya getirmişlerdi. Dünyaya yansıtılmak istenen görünüm böyle planlanmıştı. Getiriliş tarihim 15 Şubat’tı. Bu tarih, 15 Şubat 1925 tarihi Şeyh Sait’e yönelik komplonun başlangıç günüydü. Tiyatroluk bir Ada Mahkemesindeki yargılamadan sonra, 29 Haziran 1999’da idam kararı verildi. 29 Haziran da Şeyh Sait ve bir grup arkadaşının idam edildiği gündü. Belli ki yetmiş beş yıldır (1999 yılına göre) Kürtler üzerindeki büyük inkâr ve imha operasyonları aralıksız sürdürülmekteydi. AB Konseyi ve ABD ile idam gözdağı üzerinde uzlaşılmıştı.”
ORTADOĞU'DAN RUSYA'YA
Kürt Halk Önderine yönelik bir suikast için gönderilen timler, Suriye'deki bombalama eylemlerinden bir sonuç alınamaması üzerine ABD, İsrail ve Türkiye tarafından koordineli bir şekilde bir Suriye-Türkiye krizi tırmandırılıyor, Mısır devreye giriyor, Öcalan Ortadoğu’dan çıkmak zorunda kalıyordu. Aynı dönemde Rusya Parlamentosu Duma, Kürt Halk Önderi’ni oybirliğiyle Rusya’ya davet etmişti.
Faşist Türk devleti yetkilileri, Primakov’a, "Rusya’nın Kürt sorunuyla ilgilenmemesi ve dolayısıyla Öcalan’a yardım etmemesi karşılığında, Türkiye, Türki Cumhuriyetlerdeki çalışmalarını durduracaktır" teklifini götürmüşlerdi. Primakov bu teklifi kabul etmiş ve sonra Duma’nın kararını dikkate almamış ve Türkiye’ye yardım etmeye başlamıştı. Bilinçli olarak suni bir çelişki yaratılmak istenmiş, Rusya ile Türkiye arasında. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Lebedev de bu oyunun bir parçası olarak birkaç sefer Türk Dışişleri’ne çağrılmış, iade dosyaları hazırlanmış, Öcalan’ın Rusya’da olmadığı basına açıklanmıştı.
'RUSYA'NIN TAVRI ONURSUZCAYDI'
Öcalan, şu değerlendirmeyi de yapıyor:
"Suriye’den çıkış öncesinde iki kesim arasında yine rekabet baş göstermişti. Bizimle diyalogdan yana olanlarla karşı olanlar arasındaki rekabet, İsrail ve ABD’nin de desteğiyle NATO-Gladiocu kanadın, yani savaş ve imha yanlısı kesimin lehine sonuçlanmıştı. Çıkışın az öncesinde İsrail İstihbaratı dolaylı yoldan ısrarla Suriye’den çıkmam gerektiği mesajını vermişti. Ayrılmayı uygun bulmamıştım. Suriye’deki konumumuzun büyük darbe almasından çekinmiştim. Suriye Kuzeyden Türk, güneyden İsrail ordusu tarafından bir günde işgal edilebilirdi. Panik içine girmeselerdi, benim için daha uygun bir üslenme imkânı yaratabilirlerdi. Bunu da göze alamadılar. Rusya’nın tavrı daha onursuzcaydı. Mavi Akım Projesi ve on milyar Dolarlık IMF kredisine karşılık bizi Moskova’dan zorla çıkardı. Moskova’yı hemen tercih etmem, “Ne de olsa yetmiş yıllık bir sosyalizm deneyimi yaşadılar; ister çıkarları ister enternasyonalist tutum gereği olsun, beni rahatlıkla kabul ederler” inancından kaynaklanıyordu. Sistemin çöküşüne rağmen, moral açıdan bu kadar düşmüş olabileceklerini beklemiyordum. Liberal kapitalizmden çok daha kötü bir bürokratik kapitalizm çöküntüsüyle karşı karşıyaydık. En az Atina’daki dostlar kadar Moskova’daki dostların tutumundan da hayal kırıklığına uğradık. Daha doğrusu, kurulu dost ilişkilerinin pek güvenilir olmadığı açığa çıkmıştı.”
65 GÜNLÜK ROMA SÜRECİ
Öcalan, Rus hükümetinin olumsuz tavrı üzerine, Roma’ya gitmeye karar verdi. 12 Kasım 1998 tarihinde bir uçakla Roma’ya gitti. Böylece 65 gün süren Roma süreci başlamış oldu. Bu süreçte Avrupa ülkeleri Türkiye ile olan askeri, siyasi ve ekonomik ilişkileri, Türkiye’nin jeopolitik konumundan dolayı Öcalan’ın Avrupa’da kalması istenmiyordu.
YENİDEN MOSKOVA VE SONRA ATİNA...
Öcalan, 16 Ocak’ta Roma’dan ayrıldıktan sonra, Moskova’ya gitti. 29 Ocak’a kadar burada kaldı. Fakat Moskova’da kalma imkanları yoktu. Tümüyle mafyanın cirit attığı bir ortamda, yaşam imkanlarının tanınmayacağı, yine bu komplonun orada devam ederek, bu hükümet tarafından MİT, CIA, Mossad’a teslim edileceği anlaşılmıştı. Öcalan bundan dolayı Moskova’da kalmayarak 29 Ocak’ta Atina’ya döndü. Atina olayın içerisinde olduğu için, Başbakan Simitis, Dışişleri bakanı Pangalos, İçişleri Bakanı Papadopulos, Kamu Düzeni bakanı Peçalnikos ve istihbarat örgütü şefi Stavrokakis Öcalan ile görüşmeler yaptılar.
Atina’nın yaklaşımı şuydu: "Biz sizin için üçüncü bir ülke bulacağız, orada çalışmalarınızı rahatlıkla sürdürebilirsiniz.” 30 Ocak günü yine bunlarla yapılan bir görüşme sonucunda Kürt Halk Önderi'nin Avrupa’ya çıkma hazırlıkları başladı. Bunun için iki uçağın hazırlanması gerekiyordu. Bir uçak Atina’dan kalkıp, Beyaz Rusya’nın Minsk kentinde inecekti. İkinci bir uçak da Öcalan’ı buradan Lahey’e götürecekti. O süreçte gece saat 01.00’de Kürt kitlesi Lahey’e yığılarak beklemeye başladı.
“Üçüncü rotamız yine tesadüfen Roma ilişkilerinden yararlanma temelinde oldu. Yeni ilişki kurduğumuz Komünist Parti-Yeniden Yapılanma’dan iki dost milletvekilinin yardımıyla Roma macerasına başladık. Bu sefer İtalyan İstihbaratının göstermelik senaryosuyla altmışaltı gün sürecek Roma günlerimiz başladı. Dönemin Başbakanı Massimo D’Alema’nın tavrı dürüst ama yetersizdi. Siyasi güvenceyi tam verememişti. Durumumuzu yargıya terk etti. Buna öfkelenmiştim. İlk fırsatta İtalya’dan çıkma kararlılığındaydım. D’Alema son haftadaki demecinde, İtalya’da dilediğim kadar kalabileceğimi belirtmişti. Ama bu bana zoraki bir tavır gibi geldi. Bu arada yanılmıyorsam ortak bir Arap girişimi oldu. Açıklamadıkları bir yere götürmek istediklerini söylediler. Resmiyeti ve güvencesi olmadığından kabul etmedim.”
O bekleyiş doğru bir bekleyişti. Çünkü öyle bir hazırlık vardı, uçak Minsk’e indi, ancak bir daha kalkmadı. Çünkü ikinci uçak gelmemişti. Ertesi gün Belçika’dan “Hava Kuvvetlerimizle püskürttük, başkaları da biz de kabul etmedik” şeklinde açıklamalarda bulundular, bunların tümü yalandı. Uçak Minsk'ten hiç kalkmamıştı. Bu süreç içerisinde Atina’dan, uçağın mürettebatına direkt talimat geldi. Burada 6-7 saattir bekleniyordu. Müretebattan, Öcalan’ı ve yanındakileri uçaktan indirmeleri ve geri gelmeleri isteniyordu. Bu talimat direkt Simitis ve Pangalos’un talimatıydı. Öcalan’ın yanında bulunan Yunanlı istihbaratçı ve Öcalan’ın karşı çıkması ve arkadaşların bunu kabul etmemeleri sonucunda, uçak zorunlu bir şekilde yeniden Atina’ya döndü. Öcalan direkt Korfu Adası’na yerleştirildi. Korfu Adası’nda yeniden görüşmeler başladı. Yunanistan hükümetinin tek isteği vardı: Uluslararası komplo çetesinin hazırladığı plan doğrultusunda oradan çıkması, çıkmaya zorlanması. Yeniden kendisine farklı bir ülkeye gitmesi gerektiği, burada kendisini koruyamayacaklarını, bu amaçla hazırlıklar yaptıklarını söyleyerek, Öcalan’ı ikna ettiler.
Korfu Adası’nda yeni jet tipi küçük bir uçak hazırlandı. Öcalan, yanındaki Yunanlar ve refakatçılarla birlikte havaalanına giderken, uçak askeri araca çarpıp, ön camını kırdı, kanadı içeri girdi. Öcalan’ın yanında bulunan dostlar kanadı tutmaya çalışırken ellerinden yaralandılar. En fazla 10-15 santimlik bir farkla Öcalan ölümden döndü.
KENYA'YA DOĞRU
Ardından yeniden hazırlıklar yapıldı. Uçak hazırlandı ve Afrika’ya yolculuk başladı. Yalnız şunu kesinlikle net bir şekilde dile getirmek gerekiyor; hiç kimse Kenya’ya inileceğini o süreçte net olarak bilmiyordu. Uçakta, Kürt Halk Önderi'ne, arkadaşlara Kenya’ya gidildiği söylendi. Buranın hazırlandığı, sadece birkaç gün burada kalacaklarını, ardından da daha sağlıklı bir yerin kendileri için hazırlanacağı, hazır olduğunda da, oraya gidip yerleşebilecekleri, hatta Güney Afrika Cumhuriyeti için de hazırlıklar yapıldığını, böylesi bir hazırlıktan sonra, Öcalan’ın bu ülkeye kabul edileceği belirtiliyordu.
Ama öyle değildi. Asıl amaçları, CIA’ın cirit attığı ve bunların yüzde yüz denetimi altında olan Kenya’ya girmekti. Çünkü önceden planlanmıştı. Öcalan Kenya’ya götürüldükten sonra tümüyle dünyadan, Kürt kitlesinden ve uluslararası alanda yapılabilecek baskılardan koparılması amaçlanıyordu. Bu saha, tümüyle komplo taraftarlarının denetimi altında bulunan bir sahaydı.
ÖCALAN ÇOK DUYARLI DAVRANIYOR
Öcalan, 1 Şubat’tan itibaren Nairobi’de idi. Doğrudan Yunanistan Büyükelçisinin evine yerleşti. Ve son güne kadar da bu evdeydi. Buraya varmanın ikinci gününden itibaren Yunan hükümetinin, büyükelçi ve Başkan’ın yanında bulunan Yunan istihbarat elemanının baskıları yoğunlaştı. Her ihtimalde her biçimiyle, bu evde kalmanın tehlikelerinden bahsedilerek, Öcalan’ı evden çıkarmak, başka bir eve yerleştirmek için sürekli bir çaba vardı.
Öcalan’ın evden çıkmak istememesi, oranın daha sağlıklı bir yer olduğunu söylemesi, hem Büyükelçi hem de istihbarattan gelen şahsın belli bir oranda gerçekleri yansıtmaları, burada hazırlanan oyunların belli bir sürece yayılmasına ve istedikleri gibi hızlı gelişmemesine yol açtı. Çünkü Yunanistan’ın istediği Öcalan’ı bir kilise veya bir çiftliğe yerleştirmekti. Bu yerler de hazırlanmıştı. Hiç bir dokunulmazlığı, savunması olmayan böyle bir yerde kaçırılması veya imha edilmesi oldukça kolay olacaktı. Öcalan’ı Roma’dan çıkışından son geldiği yere kadar, uluslararası örgütler sürekli olarak kameralar, fotoğraf makineleriyle takip ediyorlardı. Öcalan’ı nereden nereye gittiyse sürekli izlediler. Ancak Öcalan’ı kaçırma imkanını bulamadılar, Öcalan sürekli duyarlı, tetikte ve hareket halindeydi. Kenya’ya gelinceye kadar.
İHANET TAMAMLANIYOR
Öcalan ve yanında bulunan refakatçiler, 12 Şubat Cuma günü yoğun baskılara maruz kaldı. Adalara gitme öneriliyordu, farklı yerlere yerleşme öneriliyordu. Tabii ki bunların hiçbiri kabul edilmedi. 13 Şubat’ta elçilikte bazı görüşmeler oldu. Dört polis Yunanistan'dan geldi. Öcalan yanındakilerle konuştu, tehlikeli bir durum yaşanıyordu. Öcalan üzerinde durdu, elçiliktekilerle açıkça konuşmaya karar verdi. Konuşmalar sonucunda polislerin ne amaçla geldiği öğrenildi. Gönderilen dört polis, Öcalan’ı ve yanındakileri uyuşturarak, evden çıkarıp bir noktaya bırakacak, o noktadan sonra da CIA ve Kenya polisi Öcalan’ı alıp MİT'e teslim edecekti. Ancak Simitis ve Pengalos planın ortaya çıktığını öğrenince polisleri geri çektiler. Polisler Öcalan’a yaklaştırılmadan elçilikten geri gönderildi. Öcalan aynı gece acil bir açıklamada bulunarak; hayati tehlike yaşadığını, can güvenliğinin sağlanmasını ve kendisinin siyasi statü talebinin kabul edilmesini istiyordu. Bu, Öcalan’ın esaret öncesi son çağrısı oldu.
ELÇİLİKTE CİDDİ BİR SAVAŞ BAŞLIYOR
Elçilikte ciddi bir savaş başlamıştı. Yunanlar planları değiştirmek zorunda kaldılar. 13 Şubat Cumartesi tam bir kaos içinde geçti. Çok tehlikeli dakikalar yaşandı, kimse ne olacağını bilmiyordu. Ama birçok çevrenin sorduğu bir soru vardı. “Pazartesi ne olacak?” Öcalan bu konu üstünde sürekli duruyordu; "Bunlar Pazartesi ne yapabilir?” Ortaya çıkan konuşmalarda sürekli bu günün önemi üzerinde duruluyordu. Pazar günü eve dönüldü. Cuma günü Büyükelçi, Kenya yetkilileri tarafından çağrılmıştı fakat gitmemişti. Bunun üzerine Kenyalılar Büyükelçiliğin telefonlarını Pazartesi saat 15.00’e kadar, Büyükelçi’nin Protokol Müdürü hükümet yetkilileriyle görüşene kadar kilitledi. Bu arada Yunan hükümeti de plana katılmıştı. Yunan Hükümeti Elçiliğe sürekli olarak sağlıklı bir yerin bulunduğunu, Öcalan’ın bu ortamdan çıkarılması için uçağın hazır bekletilmesinin gerektiğini söylüyordu. Plan belli bir aşamaya Kenyalı yetkililerle getirilmişti. O gün Büyükelçi, içinde Kenya Cumhurbaşkanı Daniel Arap Moi’nin oğlu, istihbarat yetkilileri ve Dışişleri Bakanlığı'ndan bazı yetkililerin bulunduğu Kenya heyetiyle görüşüyordu.
Büyükelçi görüşmenin ardından gelip Öcalan’la görüştü. Elçi her şeyin hazır olduğunu, rahatlıkla gidilebileceğini, hükümetin de garanti verdiğini belirtmişti. Refakatçiler “zorla gidiş”e karşı çıkmışlardı. O gün ev polis doldu. Resmi plakalı 5 araba, 3 tane Landrover tipi Jip gelmişti. Öcalan hazırlanmış, bekliyordu. Büyükelçinin evinin önünde tartışmalar çok yoğundu. Bir ara artık gidilmesi, uçağın hazır olduğu, fazla beklemeye gerek olmadığı söylendi. Kenya polisinin getirdiği resmi arabaların içeri girmemesi dikkati çekiyordu. Hepsi büyükelçilik kapısının önünde bekletilmişti, hiçbirisi içeride değildi. Öcalan’ın polis arabasıyla değil Büyükelçinin arabasıyla havaalanına gitmesi talep edildi. Polisler reddederek “yaptığımız anlaşma budur, bizim arabalarımız daha sağlıklıdır, her şey de hazırdır, bir an önce gidelim, beklemeyin“ şeklinde karşı çıktılar. Sert tartışmalar başladı. Bu sırada Yunanistan Hükümet Sözcüsü bir açıklama yapmıştı: “Öcalan, kendi isteğiyle Büyükelçilik evini terk etti."
Bu açıklamanın altında yatan gerçek, içeride Öcalan’a verilen vaatler ve bu vaatlerden sonra Öcalan’ın kendiliğinden çıkıp bu arabalara binmesi ve dışarıda kameralara kaydedilmesi. Böylece de uluslararası basın ve kamuoyuna “Bakın, Sayın Öcalan hiçbir baskı unsuru olmadan, buradan yürüyerek arabaya bindi ve gitti” diyebileceklerdi. Kürt Halk Önderi Öcalan arabaya bindi, refakatçiler de hemen arkasındaki arabalara bindiler. Ancak bir süre sonra olan oldu, Kenyalı yetkililer, CIA ve Mossad’ın gözetiminde, Öcalan’ın içinde bulunduğu arabayı refakatçilerin arabalarının bulunduğu konvoydan ayırdı ve Başkan'ı havaalanında uçakta bekleyen Türk MİT ve Genelkurmay elemanlarına teslim ettiler.
Emperyalistleri, Siyonistlerin, sömürgecilerin ve işbirlikçilerin tarihine onlara yakışan bir kara gün daha eklendi. 16 Şubat 1999’da Öcalan faşist Türk devletinin elindeydi.
'ABD DIŞINDA HİÇBİR GÜÇ YAPAMAZDI'
Öcalan'ın komploya ilişkin değerlendirmelerinin bir bölümü de şöyleydi:
“9 Ekim 1998’den 15 Şubat 1999’a kadarki dört aylık süreç müthiş geçmişti. Dünya hegemonu ABD dışında hiçbir güç bu süreçte bu dört aylık operasyonu düzenleyemezdi. Türk özel savaş güçlerinin (Bu güçlerin başkanı General Engin Alan’mış) bu süreçteki rolü sadece beni uçakla İmralı’ya, o da kontrollü olarak taşımaktı. Süreç kesinlikle NATO tarihinin en önemli operasyonunun gerçekleştirildiği bir süreçti. Bu o kadar açıktı ki, gidilen hiçbir yer aykırı bir tavır sergileyemiyordu. Sergileyenler anında etkisizleştiriliyordu. Büyük Rusya bile çok açık bir biçimde etkisizleştirilmişti. Yunanlıların tavrı zaten her şeyi açıklamaya yetiyordu. Roma’da kaldığım evin içinde ve dışında alınan güvenlik tedbirleri durumu oldukça açıklayıcıydı. Tutsaklığa özgü olağanüstü tedbirler almışlardı. Dışarıya adım bile attırmadılar. Özel güvenlik timleri odamın kapısına kadar her yeri yirmi dört saat kontrol altında tutuyorlardı. D’Alema Hükümeti sol demokrat bir hükümetti. D’Alema tecrübesizdi, kendisi yalnız başına karar alamadı. Tüm Avrupa’yı dolaştı. İngiltere ona kendi öz kararını alması gerektiğini belirtti. Pek dayanışma göstermedi. Brüksel’in tavrı net değildi. Sonuçta yargıya havale edildik. Bu tavırda Gladio’nun etkisini görmemek mümkün değildi. Zaten İtalya Gladio’nun en güçlü olduğu ülkelerden biriydi. Berlusconi tüm gücünü harekete geçirmişti. Kendisi Gladio’nun adamıydı. İtalya’nın beni kaldıramayacağını bildiğim için ayrılmak zorunda kalmıştım. Tabii Türkiye bunun karşılığında ABD ve İsrail’in en güvenilir ama en uydu ülkesi haline getirilmişti. Çılgınca küreselleşiyor denilen süreç, aslında Türkiye’nin küresel finans kapitalizmine peşkeş çekilmesi öyküsünden başka bir şey değildi.”
KAZANAN MÜCADELE OLDU
Bu dönem tarihe, bir halkın kendisine biçilen kadere ve üzerinde oynanan korkunç oyuna olan isyanını dünya insanlığına kendini yakarak ifade edebildiği bir dönem olarak geçti. Halk uyumadı, her gün bir yerde yürüdü, açlık grevlerine girdi. "Güneşimizi Karartamazsınız" eylemselliği çerçevesinde 66 kişi bedenini ateşe verdi. Komplo her sene lanetleniyor ve direniş günbegün artıyor. Kürt halkı kendisine yapılan bu ihanetleri asla unutmayacaktır. Bundan ders çıkarmanın en büyük yolu da Kürt Halk Önderi, halkı ve gerillalarının verdiği direnişe, mücadeleye sahip çıkmak ve komployu boşa çıkarmaktır. Kazanan Kürt Özgürlük Mücadelesi oldu.