'99 geri çekilme sürecini, yaşayan gerillalar anlatıyor

'99 geri çekilme sürecini, yaşayan gerillalar anlatıyor

Kürdistan Özgürlük Hareketi, 1993 yılından bu yana çeşitli defalar ateşkes ilan etti. 1993 yılından bu yana Kürt sorunun çözümü için oluşan zeminler, ilan edilen ateşkesler ve çözüme kavuşmadan heba edilen süreçleri değerlendirmeye devam ediyoruz. 1998 yılında Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin ilan ettiği ateşkes ardından geliştirilen 9 Ekim ve 15 Şubat Uluslararası Komplo’ya giden süreci, KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan değerlendirdi.

Kalkan, “Önder Apo’nun taktik planlaması şuydu. İki tarafın razı olacağı bir ateşkes süreci geliştirerek ona dayalı bir biçimde PKK’de değişim ve yenilenme, yeniden yapılanmayı gerçekleştirme Kürt sorunun çözüm sürecini buna dayalı olara geliştirme. Bunu hep aradı, 93’teki ateşkese yaklaşımı böyleydi. 95’teki ateşkesten Güneydeki ikinci savaştan da elde etmek istediği önemli bir siyasi sonuç buydu. Daha sonraki süreçte de 97’de de, 96’da da benzer amaçlı planlamalar geliştirdi. O sonuca da ulaşamadı. Dolaysıyla mademki öyle bir sonuca ulaşılamıyor, tek taraflı ortamında da gerekli değişim, dönüşümü biz yaşamalıyız kanaatine ulaştı“ dedi..

‘GLADYO TÜRKÇÜ FAŞİZM İKTİDARINI KORUMAK İSTEDİ‘

DURAN KALKAN: 1998 süreci 1993’e benziyor biraz. 93-98 arasında yaşananların ortaya çıkardığı bir sonuçtu da. 93’te aslında Kürt sorunun çözüm zemini oluşmuştu. Bu gladyonun beyaz Türkçü faşizmin iktidarını kurumak için komploları, saldırıları olmasa Türkiye’de demokratikleşme, Kürt sorunun çözümü gerçekleşebilirdi. Bunu Doğan Güreş Darbesi sabote etti. Çeteci yönetim Türkiye’yi ve iktidarı ele geçirdi. Tupyekün savaş konsepti temelinde PKK’yi bitirmek amacıyla yıllara yayılan kapsamlı askeri bir saldırı yürüttüler. Sadece askeri değil, özel savaş kapsamında yaşamın bütün alanlarında saldırı yürüttüler. Türkiye tarihinin en büyük ve en uzun süreli özel savaşını bu süreçte yaşadı. Sonuçta 5 yıl gibi bir zaman geçmesine rağmen Türkiye’nin bütün imkanları, savaş araçları kullanılmasına rağmen her türlü imkanlara baş vurulmasına rağmen PKK’yi tasfiye, imha ve yok edemediler. PKK direndi, varlığını kurudu ve Kürt direnişi devam etti. Bu direşin içerisinde askeri saldırıları daha fazla kırarak TC’yi daha ileri düzeyde bir askeri yenilgiye uğratıp, ateşkes zeminini daha güçlü bir biçimde ortaya çıkartmak üzere Önder Apo da, PKK de çeşitli mücadele hamleleri geliştirdi. Fakat o planlamalarda da Türk ordusuna ve siyasete önemli darbe vurulsa, bunun sonucunda mevcut siyasi iktidarlar başarısız kalıp, değişime uğrasa da tam öngördüğü, Türkiye yönetiminin iradesini tümden kırıp, siyasi çözüme, ateşkese evet diyecek bir askeri sonucu PKK de yaratamadı. Gittikçe savaşta bir tekrar, karşılıklı bir güç tüketilmesine yol açan bir durum ortaya çıktı. 98’e gelindiğinde bu durumu önder Apo ciddi bir biçimde değerlendirmeye aldı, tartışmaya açtı. Bunun böyle bir anlamının olmadığını bir gelecek yaratmayacağını ifade etti. Bir sosyalist hareket olarak topluma, halklara karşı duyduğu sorumluluk gereği, yine bir değişim dönüşüm hareketi itibarıyla yenilik yaratma, değiştirme amacından dolayı mevcut durumu kabul edemez. Sonuna kadar o tekrarı yaşayamazdı. Kendini yenilemesi, yeni çözümler araması gerekirdi. Bir devrimci akım, bir devrimci hareket böyle hareket eder. Bir Önderliksel duruşu şeklini böyle ortaya koyar. Nitekim bunu da yaptı. Durumu pata durum olarak değerlendirdi. Ne zafer, ne yenilgi durumu. Ne TC yönetimleri özel savaş kapsamında planladıkları, istediklerini ele geçirebiliyorlardı, ne de PKK kendi planlarını tam hayata geçirip, öngördüğü sonucu alabiliyordu. Savaş sürüp gidiyordu, savaşın bu biçimde uzaması savaşan güçler, taraflar arasında daha çok yozlaşma, ortaya çıkartıyordu. Çetecilik gelişiyordu. Toplum üzerinde daha ağır baskı, sömürü durumu yaşanıyordu. Bütün bunları değerlendirerek bu durumu değiştirmek, buna bir müdahale etmek gerektiği kanaatine vardı önder Apo. Benim anladığım kadarıyla, Önder Apo’nun taktik planlaması şuydu. İki tarafın razı olacağı bir ateşkes süreci geliştirerek ona dayalı bir biçimde PKK’de değişim ve yenilenme, yeniden yapılanmayı gerçekleştirme Kürt sorunun çözüm sürecini buna dayalı olara geliştirme. Bunu hep aradı, 93’teki ateşkese yaklaşımı böyleydi. 95’teki ateşkesten Güneydeki ikinci savaştan da elde etmek istediği önemli bir siyasi sonuç buydu. Daha sonraki süreçte de 97’de de, 96’da da benzer amaçlı planlamalar geliştirdi. O sonuca da ulaşamadı. Dolaysıyla mademki öyle bir sonuca ulaşılamıyor, tek taraflı ortamında da gerekli değişim, dönüşümü biz yaşamalıyız kanaatine ulaştı. Çünkü onu yapmadan direnişi sürdürebiliriz, ezilmeyebiliriz de ama, başarı kazanmamızın, sonuç almamızın, zaferi elde etmemizin imkanı yoktur kanaati hakim oldu. 1 eylül 1998 ateşkesine böyle varıldı. Ateşkesin bir siyasi, askeri zemini vardı. Savaş bir çözüm üretilmiyordu artık. Taraflar bir birlerine üstünlük sağlayamıyorlardı. Dolaysıyla siyasi çözüm için karşılıklı ateşkes iradisi de oluşmuyordu. Buna birilerinin öncülük etmesi, ön açıcı olması gerekliydi. Bu öncülüğü yapmayı, ön açıcı olmayı kabul etti, öngördü. Önder Apo sorumluluk üstlendi. Bir boyutu budur. Bu şimdi Ergenekoncu olarak yargılanan bu ulusalcı giladyocu grubun PKK’yi, Kürt direnişini topyekun özel savaş saldırısıyla yenemeyeceği, ezemeyeceği ortaya çıkarıldı. 5 yıllık direnişle bu kanıtlandı. Bu önemli bir kanıtlamadır. Şimdi de AKP benzer durumu yaşıyor. Kendisini o zaman ki yönetim gibi, AKP de son yıllarda denedi. Sonuç alamadı. PKK direnişi sürdüreceğini, Kürt direnişinin böyle oyunlarla yok edilemeyeceği gibi, katliamla, baskıyla, şiddetle de, terörle de ezilemeyeceği, kanıtlandı. Bir siyasi iradenin gelişmesi, siyasi inisiyatifin öne çıkması için askeri çözüm arayışın bu biçimde kırılması gerekirdi. 98’deki durumu önderlik böyle değerlendirdi. Bu bakımdan içinde bulunan mücadele durumun, bu savaştaki tekrar rahatsız ediyordu. Bir değişim, yenilenme, yeniden yapılanma yaratacak zemin bulmak istiyordu. Bunun da ancak ateşkes gerçekleşebilirdi. Bir ateşkes ortamı arıyordu. İnsan bunu rahatlıkla söyleyebilir, değerlendirebilir. Karşı taraftan da önder Apo’nun bu değerlendir ve arayışlarına cevap oluşturan gelişmeler oldu. Ben şunu söylemek isterim bu konuda. 1998 yılının 1 Eylülünde gerçekleşen tek taraflı ateşkesti ama, hiçbir ilişki, görüşme, diyalog olmadan, durup dururken PKK, Önder Abdullah Öcalan’ın ilan ettiği bir ateşkes değildi. Öyle bir ateşkesten bir fayda sağlanmayacağı konusunda PKK’nin ve Önder Apo’nun kanaati de vardı. Önder Apo ile kendim tartıştım. Bu durum böyle gitmiyor, bir ateşkes ilan edebilir miyiz diye gündemleştirip, tartışmaya açtığında, ben şunu görüşü belirttim: Tek taraflı ateşkesle sonuç alınmıyor daha önceki tecrübeler var. Dahası sanki biz mücadele edemiyormuş gibi bir hava oluşuyor karşı tarafta. O nedenle tek taraflı bir ateşkesle sonuç alınmaz. Eğer gerçekten sağlam güvenceler oluşur ise, karşı taraf sağlam güvence verir ise olabilir ateşkes diğer türlü fayda sağlayacağı kanaatinde değiliz dedim. Bu görüşlerimi Önder Apo onayladı. Doğrudur dedi. Biz de aynı görüşteyiz. Olmaz diğer türlü zaten. Kesinlikle hiçbir karşılığı olmayan tek taraflı bir ateşkesin fayda getireceğinden yana değildi. Böyle bir ortamda 1 Eylül 98 ateşkesi ilan edildi. Yani bir karşılığı vardı. Bu karşılığının çeşitli çevrelerin güvence vermesi, araya girmesi olduğunu biliyoruz. Avrupa’da görüşmeler oldu. Cezaevinde görüşmeler oldu. Her halde Sabri Arkadaşla tartışıldı. Avrupa’da görüşmeler oldu. O zaman ki Avrupa sorumlumuz Şahin Arkadaş’tı. Şahin Arkadaş açıklayabilir. Belgeler var. Bazı askerler gittiler görüşmeler yaptılar. Bazı siviller gittiler görüşmeler yaptılar. Şimdi isimlerini tartışıyorlar. Selim Okçuoğlu, birisi Balıkçı diye çıkmış ben içindeydim diyor. Ne kadar öyle bilmiyoruz. Bunlar tanınanlardı. Bazı albaylar vardı. Önder Apo savunmalara yazdı da. Önder Apo, İmralı’dan belgeler arşivdedir çıkarılsın dedi. Bazı belgeler basında yayınlandı da. Ordu içerisinde, yönetim içerisinde PKK’ye şu güvence verilmişti: Siz öncülük edin, ilk adımı atın, ateşkes ilan edin biz sonunu getirelim. Bu güvence, söz üzerine 1 Eylül 1998 ateşkesi yapıldı. Ateşkesten sonra durum, ateşkese dayalı barışçıl çözüm gelişmedi, tam tersine uluslararası komplo bu ateşkese dayatıldı. Komplonun arkasında ABD yönetimi vardı. Clinton yönetiminin bizzat planlayıp, yürüten güçtü. Bunun yardımcıları söylüyorlar aleni bir şekilde. Bütün NATO güçlerini, bütün çevreleri, devler, örgütleri harekete geçirdi. Gerçekten de bir uluslararası komploydu. Öyle bir gücün, üç gücün değil, hemen hemen bu işle ilgili herkesin etkilenerek PKK’ye karşı saldırıya yöneltildiği bir durum söz konusuydu. Bu en başta Güney Kürdistan yönetimi bu konuda saldırıya öncülük yaptırıldı. 17 Eylül Washington anlaşmasıyla KDP ve YNK bir araya getirildi. Bu anlaşma aslında Uluslararası Komplo’nun düğmesine basma anlaşması da oldu. Bunların hepsini biz biliyoruz. Böyle bir durum 9 Ekim Komplosu’na ve 15 Şubat Komplosu’na gitti. Ne oldu böyle durumda? Biz ateşkes ilan edilince örgüt olarak şunu biliyorduk. Çift taraflı ateş oldu. Karşılıklı güvece vardı. Ama ardından Uluslararası Komplo geldi ve İmralı sistemine kadar gitti bu. Niye böyle oldu? Bunları sorma, tartışma durumumuz olmadı, ama savunmalarda Önder Apo cevapladı. Net değil bu konudaki görüşleri. Kesin değil. İki olasılığa yer veriyor. Diyor; ya güçsüz kaldılar diyor. Bir gruptular hakim olmadılar, sürdüremediler. Özal Ekibi gibi tasfiye oldular. Söz verdiler karşılık veremediler. Etkisiz kılındılar. Ya da bir oyundu diyar. Biz biliyoruz Özal etkisiz kılındı. Erbakan etkisiz kılındı. Bunun örnekleri var. Belki onlarda böyle olmuştur. Ama bilemiyoruz, o çok netleşmedi. Ama gerçekten onlar da mı etkisiz kılındı? Yoksa bu bir oyun muydu? PKK’yi ateşkes ilan ettirip, aktif mücadeleden geri çekerek, halkın mücadelesini zayıflatarak uluslararası komployu başarıya götürmek üzere başta planlanmış bir oyun muydu? Onu bilemiyoruz, orası netleşmedi. Her iki olasılık da mümkündür, geçerlidir. Netleşmemiş bir durumdur. 1 Eylül 1998 ateşkesinde böyle ortaya çıktı, yani zemini vardı aslında. Biraz demokratik bir yaklaşım olsaydı, biraz iradeli bir güç olsa, öngörülü bir güç olsaydı, o zaman sonuçlandırır, bu geçen 15 yıl böyle geçmezdi. 98’den bu yana 15 yıl geçti, bu 15 yılda ne kadar Türkiye kaybetti? Kazandı mı? Ne kadar insanını kaybetti. Ne kadar enerjisini, parasını, zamanını kaybetti. Kürtler de kayıp veriyorlar, direniş içindeler, ama zaten Kütler için başka bir yaşam söz konusu değil, yine de var olma direnme bu biçimde gerçekleşti. Var olma ve direnme bu biçimde gerçekleşti. Varlık özgürlük arayışı bu direnişle ortaya çıkıyor. Bu gün bile Kürt sorunu varsa, hala Kürtler Kürt olarak anılıyor ve muhatap alınıyorlarsa PKK direnişi sayesindedir. PKK olarak alınıyorlar, PKK dışındakiler de PKK’ye karşı alınıyorlar. O bazı PKK’nin yeminli düşmanları var, çıkartılıyor Televizyonlara şuraya bura çıkartıyorlar. Hata gidip Tayip Erdoğan ile bile görüşebiliyorlar. PKK’ye karşı mücadele gereği olarak görüyor. Bütün bunların hepsi PKK sayesinde oluyor. Herkes PKK, Apo pirimi yiyor. Demek ki bu direnişle Kürtler sağlıyor. Bunun dışında yolları yoktu. Ama Türkiye ne kaybetti 15 yılda? Ne kadar ilerledi, gelişti potansiyele rağmen? Yoktur. Şimdi Ortadoğu’da dışlanan bir ülke haline gelmiş durumda. Halbuki Ortadoğu’ya yön veren, yüz yıllarca Ortadoğu’yu etkileyecek yeni bir demokratik Türkiye olabilirdi Kürt sorunun çözümü temelinde. Çok şeyini kaybetti. Gücünü, insanını, enerjisini, maliyesini, zamanını kaybetti. Komployu yapanlar belki grup olarak kazandılar, ama Türkiye’ye kaybettirdiler. Kim yaptı? Kim örgütledi? Biz biliyoruz. Amerika var. NATO, Gladyo var arkasında. Türkiye’de buna alet olanlar kimler? Bunun görelim. Demek ki, aslında bu 1 Eylül 1998 için girişimde bulunanlar, ister başarısız kalmış, güç getirememiş olsun, isterse bunu oyun olarak yapsınlar, aslında sürece müdahale eden Süper NATO oldu. ABD oldu. ABD; NATO ve İsrail ittifakı. Kapitalist modernitenin öncülüğü, önderliği sürece müdahale etti. demek ki Kürt sorunun çözümünü onlar istemiyor. Demek ki mevcut Kürdü, Kürdistan’ı bölen, Kürde inkar ve imhayı öngören siyaset anların siyaseti, sistem onların sistemi. Bu açığa çıktı. Türkiye’de buna alet olanların hepsi aslında bu siyaseti yürütenlerin hepsi aynı anlama geliyor. Onların bir uzantısıdır. Dış güçlerin hizmetindedirler. Diyorlar ki PKK acaba hangi güç yönetiyor, ayakta kalıyor? Onun yerine bu duruma baksalar daha iyi olur. Kürt sorununu yaratan ve Kürtler üzerinden inkar ve imha siyasetini yürüten güçler kime hizmet ediyorlar? Çünkü Kürdistan’ı bölen, Kürt inkar ve imhasının sistemini geliştiren Küresel Kapitalist sistemin ta kendisidir. Eskiden İngiltere ve Fransa bunu yürütüyorlardı, oluşturuyorlardı. Daha sonra İngiltere-Amerika, İsrail yürütüyorlar. Şimdide hala onlardır. Kürt sorununu çözmeyen, Kürdistan üzerinde soykırım rejimini yürüten herkes aslında bu dış güçlerin çıkarına hizmet eden, onların uzantısı konumunda olan bir durumu yaşıyorlar, bunu herkes görmeli.

Uluslararası komplo süreci nasıl gelişti?

O zor bir durumdu tabi. Onu ben net söyleyebilirim. Komplo karşısında gerillanın, örgütün, halkın genel tepkisi biliniyor. Güneşimizi karartamazsınız, bir fedai direnişi geliştirildi. Öncesinin durumu anlamazlığı, önderlikten uzaklığı ayrı bir durum. 15 Şubat Komplosu’yla birlikte bütün bunların hepsi giderildi. Hareket bir bütün olarak, yine halk hareketin etrafında komploya karşı topyekun direnişe geçti. Bu direnişin nasıl bir gerilla ve halk mücadelesiyle geliştirdiği, ne tür olaylarla sürdüğü biliniyor. Bunlara Önder Apo müdahale etti. Etmeseydi Türkiye yanardı gerçekten. Sadece Türkiye değil, Kürtler olduğu yerde herkes, her şeyi yakarlardı. Çünkü kendileri için yaşam gelecek şeyi yoktu. Bunu herkesin bilmesi lazım. Buna Önder Apo müdahale etti, önledi, yön verdi. Başka hiç kimse de bu durumu değiştiremezdi. Bu süreç, İmralı yargılamasına gitti. Öyle bir durum ortaya çıkınca biz hareket olarak biraz anlamaya çalıştık, fakat gerilladaki öfke ve tepki devam etti. Yargılama ardından, acaba durum nasıl götürülecek diye? Anlamaya çalışırken, Önder Apo’nun önerisi geldi. Bize resmen öneride bulundu. Şimdi bilmem avukatları falan yargılıyorlar, suçluyorlar, tutukluyorlar. Ama o zaman bunlar izinli oluyordu. Ateşkes ilan edelim, güçleri geri çekilişi olsun biçiminde biz toplandık, 99 Temmuzunun ortasında bu durumu değerlendirdik. PKK merkezi olarak ne anlama geliyor? Ne yapabiliriz? Nasıl bu öneriyi uygulayabiliriz? Belli bir karar planlama ortaya çıkardık. Biz kararlarımızı, planımızı Önder Apo’ya illettik. 2 Ağustostaki, ateşkes ilanı ve güçlerin 1 Eylül'den itibaren sınır dışına, Güney Kürdistan’a çekilme çağrısı bu karar temelinde geldi. Biz hareket olarak bizim verdiğimiz karar, güvence temelinde Önder Apo çağrı yaptı. Biz de ardından yönetim olarak bu çağrıya katıldığımızı, onun gerekliliklerini yerine getireceğimizi güçlerimizi geri çekeceğimizi kamuoyuna deklere ettik, ilan ettik. Yeni bir süreç çekilme bu temelde gelişti. Fakat bu zor oldu. Onu söylemek istiyorum. Bu karara tepkiler oldu. Reddeden, kabul etmeyen çok zorlanan, farklı farklı tepki gösteren çok sayıda olay ortaya çıktı. Arkadaş grupları grupları oluştu. Zor bir süreçti, zaten biz böyle bir öneri geldiğinde ona karşı cevabı tartışırken, şunu da illettik açıkça. Yani biz katılıyoruz, uygulanmasını isteriz, ama şu bilinmeli ki, biz bu kararı hayata geçiremeyiz yönetim olarak. Buna gücümüz yoktur. Biz gerilla, özgür ve halk dinlemez. Savaş yaptırabiliriz, komploya karşı gerillanın ve halkın direnişini her türlü yöntemle, her alanda geliştirebiliriz, bunun yönetimi olabiliriz, buna gücümüz var. Ama yeniden ateşkes yapmak, gücü sınır dışına çekmeyi biz örgüte kabul ettiremeyiz. Bunu yaptıracak tek kişi var, Önder Apo. Eğer çalışabilirse, bu koşulları olursa, çaba harcarsa yapabilir. Bizim yönetim olarak gücümüz yetmez. Doğrusu da oydu, zaten. Dolaysıyla biraz fırsat tanındı, Önder Apo açıklama ve çarılar yaptı. Ona rağmen birçok tepki oluştu. Yine de Önder Apo çağrı yaptığı için tepki azdı. Sınırlı oldu. Zayıf oldu, onları aşma gücü gösterildi. Yoksa öyle bir dönemde, eğer Önder Apo’dan o açıklama, çağrı gelmeseydi bizim yönetimimizin 2 Ağustos 99 ateşkesini geliştirme, uygulama, gücü geriye çekme kesinlikle mümkün değildi. Zaten kimse onu kabul edemezdi, kendisi etmezdi. Kabul etse de uygulayamazdı. Gücü yoktu, dolaysıyla fırsat tanıdılar. Aslında devlet yönetimi o konuda, yine bir ikiyüzlülüğü yaşadı. Fırsat tanıdılar Önder Apo’ya, çağrılar yaptı Önderlik, bu temelde gücü çekmek istedik. Bu sefer de her alanda operasyonlar geliştirdiler. Geri çekilmek isteyen gücü imha etmek, ezmek için her türlü saldırıyı da yaptılar. Böyle bir ikiyüzlülüğü gösterdiler. Biz o konuda da gafil alfandık. Nasıl olsa Önder Apo çağrı yapıyor, böyle bir geri çekilmedir, herhalde bunun önünde engel oluşturulmaz, operasyonlar sürdürülmez diye veya hafifletilir diye beklerken, tersi oldu. Bazı yönetimlerimiz bu konuda daha çok boşlukta bulundular, bedellerini ağır ödedik. Bu 2 ağustos ateşkes çağrısı da böyle gelişti.

Tam bilanço veremem o konuda. Çünkü biz tam araştırma yapmadık. Bir de kayıpları tümüyle sadece şehit düşme olarak değerlendirmemek lazım. Öyle değildi, çünkü o dönemde tabi çatışmalar oldu şehitler verdik. Ama sadece bu olmadı. Onun dışında da tutuklanmalar oldu. Diğer yandan tepkiyle uzaklaşmalar oldu. Yani kayıp bütün bunların toplamı olarak ortaya çıktı. Sanıyorum iki yüz civarı şehidimiz vardı. Yine çok sayıda tutuklama vardı o dönemden kalan, bir de kopuşlar oldu öyle tepkiyle normal beş yüze çıkabilir. Genel rakkam olarak beş yüz verebiliriz. Niye böyle diyorum çünkü hala bazı kişilerden haber yoktur. Bilemiyoruz, şehit mi düştü, tutuklu mudur, yoksa başka yerlere mi gitti? Bilinmeyenler var, yani netlik sağlayamadık. Ne oldu, nasıl oldu? Çünkü o zaman bugünkü gibi bir ortam yoktu. Çatışmaların sonucunu tam alamıyorduk, birçok yerde güç hareketliliği vardı çekilme vardı. Çatışmalar oluyordu, olaylar yaşanıyordu sonuçları tam nasıl oluyordu belli değildi yani bilinmiyordu. Bazı guruplar çatışıp kayboldular mesela. Hep tutuklandılar mı? Silahı bırakıp gittiler mi? Bilemiyoruz yani. Böyle durumlar yaşandı tabii iki bine kadar yaşanan şeyi dikkate alırsak sadece doksan dokuzla değil iki binle birlikte oluyor, yani beş yüz civarı böyle şehit, tutuklu yoldaşımız var. Yer yer kaybolan kendi yaşamı peşine giden gidenler var böyle bir güç kaybı yaşadık.

Bu süreçte örgüt yönetimi olarak güçlere kesinlikle çatışmaya girilmemesi talimatı verdiğiniz söyleniyor. Bundan kaçınılması Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın konumunu tehlikeye sokacak endişesiyle gerillaların buna cevap vermemesi, ısrarla çatışmalardan kaçınması bu yüzden kayıpların fazla bir şey söyleniyor?

Şimdi onlar çok yani bence şeyler değil, gerçekçi değil, spekülasyonlar, yani biz o süreci mümkün olduğu kadar planlı yürütmeye çalıştık. Yani bir anda uygulayamazdık zaten o kadar gücü her hangi bir anlaşma olmadan bir anda böyle çekemezdik, askeri kurallarla geliniyordu, önüne pusular atılıyordu. Aylarca sürüyordu bu. Geliş bir güz dönemiydi bir hattan bir-iki gurup gitti mi üçüncü gurup gidemezdi. Aşırı bir riskti zaten kış bastırıyordu. Dolayısıyla bu işlerin nasıl olacağı konusunda önemli bir tartışma, değerlendirme içerisinde olduk. Planlama içinde olduk fakat pratik uygulamada ciddi zaaflıklar çıktı. Yani gücün pratikte çekilişini organize eden yönetimimiz o zaman karargâhta olanlar doğru yönetmediler, hiç tartışmamışlar hiç anlatmamışlar ne olduğunu ne kararı aldığımızı niçin böyle olduğunu kimseye söylememişler dolayısıyla yani bilinçsizlikten dolayı her kez kendine göre anlayıp yorumlayarak ona göre bir tutum içine girdi. Ondan kaynaklanan hususlar vardır. İçerde kuzeyde bu geri çekilişi örgütleyen yönetimlerimiz bu biçimde birlik olamadılar tam bütünlüklü hareket edemedi ana karargah tarafından yönlendirilemediler, yani iyi organize etmediler, kendine göre anladılar, biraz gayrı ciddi disiplinsiz tutumlar ortaya çıktı. Böyle bir süreçte genel tutum oydu. Zaten bir savaşma durumumuz yoktu mümkün olduğu kadar çatışmasız geri çekilme durumu vardı. Ama şu da bildiğimiz bir durumdu yani bir anlaşmamız yoktu. Devletle bir anlaşma olunduğu konusunda Önder Apo bize her hangi bir bilgi vermemişti. Öyle bir şey yoktu. Bu öneri Önder Apo’nun önersiydi, biz tartıştık, kararlaştırdık kabul ettik. Planlayıp uyguladık Önder Apo da katıldı. Çağrılar yaptı bizde o çağrılar temelinde uygulama yürüttük. Bunun böyle devletle her hangi bir uygulaması yoktu. Yani biz bunu askeri düzen disiplin içinde bunu yapacaktık. Bu bakımdan da örgütlü disiplinli yürütülmesi askeri kurallara göre yürütülmesi konusunda yönetimimizin tabi uyarıları vardı kararları vardı. Onu biliyorum ama uygulayanlar bunu yapmadı. Bu ne kadar söylense de, bunu doğru bulmadılar sanki biz kendilerini yanıltıyormuşuz gibi düşünenler oldu yani aslında anlaşma varda biz kendilerinden gizliyoruz. Açığa vurulmuyor biçimin de çok fazla ön yargılı kendine göre subjektif yaklaşımlarla olayları değerlendirdiler. Kimisi dedi zaten işte anlaşma olmuş, kimisi dedi savaş bitmiş şey kalmaz. Bu bakımdan askeri düzeni, disiplini, kuralı bozan davranışlar çok oldu. Bu konuda işte yeterince geri çekilişi örgütleyen komutayı, bilgilendirmeme durumunun ana karargahtan yaşandığını biliyoruz. Yani yeterince bilgi vermemiş tartışmamışlarda arkadaşlarda gerçek durumu bilemez kalmışlardı. Yani çok basit bir biçimde gelin diye gayrı ciddi bir tutum ana karargah görevini yürütenlerce gösterilmişti. Bunu fark ettiğimiz için daha sonra müdahale ettik zaten. Bazı tartışmalar yürüttük, o durum kısmen aşıldı. O muğlaklık kendine göre değerlendirmeden durumu yeterince bilmemeden kaynaklanan muğlaklık ve yetersiz disiplinsiz hareketler kısmen aşıldı ama yinede tabi sorunlar vardı. Farklı anlayışlar vardı, kendine göre tutumlar vardı. Tepki gösteren farklı tutumlar içine girenler yine oldular yani.

1 Haziran kararını almaya götüren sürece nasıl girildi?   

Önder Apo ile görüşmeler dışarıda olduğu gibi içerde daha fazla sürdü. Bu görüşmeler sadece İmralı’ya gittikten sonra ortaya çıkan bir olay, süreç değildir. Dışarıda da oluyordu. İşte Özal döneminde başladı, Erbakan döneminde ilişkiler oldu, daha sonra 98’de ilişkiler vardı. Yani belli bir biçimde diyalog durumu çok düzensiz, sistemsiz de olsa sürüyordu. Şimdi bu, İmralı’ da daha da yoğun olarak sürdü elbette. Geri çekilme durumunu Önder APO önerdi. Önder APO, “kimse bana bunu söylemedi. Tersine geri çekilmeyin dediler. Öyle öneride bulunanlar oldu” diye ifade etti. Biz onu biliyoruz. Fakat görüşmeler, diyaloglar, tartışmalar şey olarak vardı doğaldır yani. Bir süreç yönlendiriliyordu, bir de oldukça yoğun bir mücadele süreciydi. Aslında taraflar diyalog içinde olmak durumundaydılar. Ama bu şu anlama gelmiyor. Ortak görüşteydiler, anlaşmışlardı, ortak yürüttüler. Hayır! Birbirine karşı mücadelenin bir gereği olarak o vardı. Böyle bir yaklaşım içerisinde İmralı koşullarına dayanarak Önder Apo’yu siyasi olarak tasfiye etmek istiyorlardı. Nasıl ki Erbakan’ı siyasi olarak bir biçimde tasfiye ettilerse işte çeşitli şeyler uygulayarak AKP’yi içinden çıkartıp bir ihanet geliştirerek siyaseten etkisiz kıldı perişan ettilerse, Önder Apo’yu da aynı duruma getirmek istiyorlardı. Çünkü idam edemediler. Ona güç yetiremediler. Ne sistem onu göze alabildi, ne Türkiye yönetimi göze alabildi. ABD sistemi de göze alamadı. Komployu örgütleyip yöneten ABD’nin o zamanki dışişleri bakanı, “bu kadar tepki beklemiyorduk” dedi. Kürt halkının ve PKK’nin gösterdiği tepkiden ciddi bir biçimde ürkmüşlerdi. Eğer idam etmeyi göze alamadılarsa bundan duydukları korku nedeniyle oldu bu. Bunun yol açacağı zararı göze alamadılar. Türkiye’ye de aynı durum tavsiye edildi. Eğer Ecevit hükümeti İmralı mahkemesinin verdiği idam kararını uygulamaya koymadı, meclise göndermediyse idam etmenin kendileri açısından çok daha zararlı olacağını düşündüğü için, böyle bir karara vardığı için bunu yaptı. Yoksa Önder Apo’yu yaşatmak, PKK’yi örgütleyip geliştirmek için falan değil. Çok iyi biliyorlardı ki ondan sonra bir Kürt’ü artık kendi yanlarında tutamazlar, kendilerini bir Kürde dinletemezler. Sonu gelmez bir Kürt-Türk çatışması ortaya çıkar. Türk-Kürt kopuşu kesinlikle gerçekleşir. Bunu böyle gördükleri için fiziki imhayı, idamı göze alamadılar. Ama PKK ve Kürtleri var olarak da kabul etmediler. Böyle bir değerlendirme içinde olmaları onların imha ve tasfiyeden vazgeçtikleri anlamına gelmiyor. Fiziki imha yerine siyasi imhayı koydular. Nasıl ki Özal’ın fiziki imhasını, Erbakan’ı da siyasi imhayla düşürdüler, Önder Apo üzerinde uygulanmak istenen de oydu. İmralı’daki sistemin esası buydu. Dolayısıyla İmralı’daki diyaloglar, görüşmeler aslında bu temelde bir mücadeleydi. Onlar İmralı sitemi içinde düşünemez kılıp düşünce üretemez, örgütü gelişemez duruma düşürerek zamana yayılmış bir çürütme politikasıyla PKK’nin dağılıp, parçalanıp erimesini ve tasfiye olmasını bekliyorlardı. Umutları, hesapları buydu. O biçimde İmralı tecridi, işkencesi altında Önder Apo’yu tutarak etkisiz kılıp PKK’yi buna dayalı biçimde tasfiye etme umudunu taşıdılar. Diyaloglar tartışmalar bunun içindi ve biz bunu baştan biliyorduk. Böyle bir durumda bu mücadeleyi kabul ederken de Önderlik ve parti yönetimi olarak biz bunun bilincindeydik. Bazı çevreler bizi bu konuda eleştirdiler, “işte bakın, sizi tasfiye etmek istiyorlar, aslında niyetleri kötüdür, idam etmiyorlarsa bu PKK’yi desteklemek anlamına gelmiyor, gücünüz bitecek, savaşı sürdürün” dediler. Bu yönlü çok eleştirilere maruz kaldık. Biz onlara şu cevabı verdik: “Doğru, biz de biliyoruz bunu, onların amacı budur; ama biz farklı bir mücadele yöntemiyle de onları boşa çıkartabiliriz. Buna gücümüz var Önderlik olarak parti olarak bu güce dayalı bir biçimde başarıyla bu mücadeleden çıkabiliriz” dedik. Onların aklı bunu almadı. Nasıl olur, diyorlardı. Bir cezaevinde bu nasıl olabilir, bu kadar tecrit altındaki bir kişilikten daha ne beklenebilir? Ama en büyük devrim, o ortamda yaşayan kişilikten geldi işte. Kendileri gibi değerlendiriyorlardı aslında. Önder Apo’yu da PKK’yi de kendilerine göre değerlendirdikleri için İmralı mücadelesinden kesinlikle başarıyla çıkılamaz, İmralı’da bir mücadele olmaz, bu bir oyundur, PKK aldatılıyor, kandırılıyor diye birçok çevremiz aslında Kürt çevre böyle serzenişte bulundu. Hayıflandılar, yapmayın-etmeyin diye. Onlara göre olmazdı tabi. Ama Önder Apo o koşulda da ben bu işi yaparım, bana bir şans tanıyın güvenin, dedi. Biz yönetim olarak, hareket olarak, halk olarak bu isteme evet dedik. Güvendik ve birlikte mücadele etmeye karar verdik. İmralı mücadelesi böyle gelişti. Bizim de o ortamı kabul etmemiz, o koşullara rağmen biz düşünce de üretiriz, siyaset de üretiriz, eylem de üretiriz, ayakta da kalırız ve bu mücadeleyi bu koşullarda da başarıyla yürütebiliriz değerlendirmesine dayanıyordu. Bunda Önder Apo’ya ve kendimize güvendik. Çok değişik yöntemlerle mücadele ederek sonuç alacağımıza inandık. O dönemde süren şeylerin hepsi bu mücadele temelindeydi. Sonuç ta aldık, hareket gelişti, kitle tabanımız gelişti, genişledi. Biz siyasi mücadele yöntemiyle daha etkili olan bir hareketiz. Aslında bazıları sanıyorlar ki PKK şiddetle etkili oluyor. Evet, silahlı mücadele de yürütüyor. Yerinde, zamanında yürütülen siyasi, silahlı mücadele halkı eğitiyor, bilinçlendiriyor, örgütlüyor. Kürdü kendine getirdi gerilla. Bunu herkes böyle kabul etmek zorunda. Bunu kabul etmeyen, esas almayan bir Kürt, Kürt de olamaz, yurtsever de olamaz. Bunu net söyleyelim. Ama yani PKK tabancayla doğmadı, kurşun sıkarak örgüt olmadı. 1972’de, 73’te fikirle doğdu, tartışmayla doğdu. 1978’e kadar her şeyi tartışmaydı. Parti olana kadar bir tabancası bile yoktu, bir kurşunu bile yoktu. Öğrenci burslarıyla mermi, Laz yapımı tabanca alıp kendini savunmaya çalışıyordu. O zamanın sol gurupları -buna Kürt örgütleri de dâhil- “biz silaha bulaşmadık” diyen Kürt örgütleri de dâhil- hepsinin silahı PKK’nin beş katı, on katıydı. Bu bir gerçek yani. Niye şimdi gerçekleri herkes gizliyor, biz anlayamadık. PKK düşünceyle var oldu. PKK propagandayla, siyasetle kendisini örgütledi, geliştirdi. Ama karşı taraf şiddetle saldırıp silahı dayatıp yok etmek istediği zaman, ona karşı silahla kendini savunma cesaretini, gücünü, yiğitliğini de gösterdi. Diğerleri bunu göstermediler. Aradaki fark budur. Bu farkı herkes iyi koymalı, görmeli. Onun için 2000 başında da siyasi mücadeleyle bu iş yürür mü İmralı koşullarında? Yürür, dedik biz. Siyasetle de yürütürüz, propagandayla da yürütürüz. Çünkü biz haklıyız, doğru bir siyaset yürütüyoruz. Soykırıma karşıyız, insanlığı temsil ediyoruz. İnsanlar bizi anlar, biz kendimizi insanlara anlatabiliriz. Bu konuda karnımızı doyurmak, çiftlik kurmak, çıkar sahibi olmak için bu mücadeleyi yürütmüyorduk. PKK bir fedai örgütüdür. Hiçbir üyesine, mensubuna en küçük bir imkân yaratmış değildir. Sadece bir özgürlük mücadelesine kendi gücünü vermek isteyen insanların gelip katıldığı böyle bir mücadele etme fırsatı, şansı bulduğu bir örgüt oluyor. Onun dışında her hangi bir şey yoktur. İşte bunu bilmiyorlardı, herkes kendine göre bakıyorlardı. PKK’nin farkını göremiyorlardı. PKK ise kendi farkını bildiği için o farktan kaynaklanan gücüne güvendiği için İmralı koşullarında da mücadele etme, sonuç almayı imkân dâhilinde gördü, ona cesaret etti. Böyle bir mücadele içine girdi. Önder APO’nun bu temelde başarılı olacağımıza dair görüşüne katıldı, inandı. Çünkü gücüne güvendi, Önderliğin gücüne güvendi. Kendi militan duruşun, fedai yaşamın gücüne güvendi. Bu sonuç ta verdi. Hiç kimsenin olur vermediği gelişmeler bu süreçte de yaşandı işte. Siyasetle de gelişmeler yarattık aslında. Fakat sonuç ne oldu? Biz siyasetle de gelişme yaratıp Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünün önünü açar, zeminini ortaya çıkartırken, karşı taraf TC Hükümetleri böyle yaklaşmadılar. Ecevit hükümeti kısmen çok böyle sosyal demokrat bir çizgide yaklaşım gösteriyordu. Muğlâktı, belirsizdi. O düşüp yerine AKP iktidarı gelince AKP hiç bu konuları üstlenmedi bile. Zaten gerçekten de bu mücadele içinde yoktu, bedavadan iktidar oldu, boşluğu değerlendirdi. Dışarıdan bazı güçler “yürü ya kulum” dediler Tayip Erdoğan ve arkadaşları yürüdü. Hükümeti böyle ucuz ele alınca sanki böyle bir sorun yokmuş gibi bir yaklaşım içine girdiler. Süreci doğru değerlendirmediler, PKK’nin uzun süre İmralı işkence sistemine katlanarak en zor koşullarda yaşayıp çalışarak Kürt sorununun barışçıl siyasi çözümü için ön açıcı tutumunu, yarattığı zemini doğru değerlendirmediler kullanılmadı işte. Tersine çürütme politikasına bel bağlandı, süreç bu biçimde uzatılmaya çalışıldı. Alttan alta PKK’yi dağıtma, parçalama, eritme, tasfiye etme çabası içinde oldular. Bazı provokatörleri öne çıkardılar, içten provokatif-tasfiyeci grup, eğilim ihaneti geliştirip PKK’yi Önderlik çizgisinden kopartarak, dağıtıp parçalayarak yok etme hevesine kapıldılar. 2002’den itibaren bu kısmen gelişti. 2003’te, özellikle ABD’nin Irak müdahalesi ve Bağdat’ı ele geçirmesiyle birlikte hem Irak’taki durum hem de Güney Kürdistan’daki durum bu tür tasfiyeci eğilimlere yaşama imkânı, fırsatı sununca bu tasfiyeci dayatmayı daha çok ileri götürdüler. Bu bir saldırıydı aslında. Dıştan imha amaçlı saldırı kadar tahripkar, zarar verici bir saldırıydı. Buna karşı direnmek, mücadele etmek gerekiyordu. ABD şiddet kullanıyordu, AKP şiddet kullanıyordu, PKK’ye de “sen şiddet kullanma” diyorlardı. “Biz seni dağıtacağız, eriteceğiz, kandıracağız, satın alacağız, insanlarını yok edeceğiz; ama sen hiç ses çıkartma, bize bir şey deme, bizim kaçırttıklarımıza da dokunma. Yani ölmeye razı ol,” demek istediler.

PKK bunu reddetti. Öyle ki artık bu yaratılan siyasi çözüm zeminini değerlendirmeyeceği, tersine; bundan yararlanıp imha ve tasfiye etme peşinde koştukları, uluslararası komplonun hala bu biçimde devam ettirilmek istendiği açığa çıkınca, buna karşı tavır olarak tabi 1 Haziran 2004 direnişi gelişti. Zaten aynı ABD yönetimi tıpkı nasıl ki 15 Şubat Komplosu ardından gelişen halk tepkisi karşısında “bu kadar tepki beklemiyorduk” dediyse, bu ihanetin etkisizleştirmesi karşısında da dönemin ABD dış işleri bakanı işte “tam başarılı olamadık, ancak yarı yarıya başarılı olduk, PKK’yi yarı yarıya etkisizleştirdik” dedi. O saldırıyı yürütenin de kendileri olduğunu itiraf ettiler. Önder APO’ya dönük uluslararası komplo, uluslararası takip nasıl bir ABD ürünü idiyse, Botan-Ferhat çetesinin PKK içerisinde bu biçimde saldırıya geçirilmesi de bir ABD ürünüydü, ABD modeliydi. Güney Kürdistan’da, Irak’ta şişirdiler, imkan verdiler, yaşama olanağı, para verdiler; gidin PKK’yi yıkın, dediler. Bu kadar açık bir ABD saldırısıydı. Doğrudan ABD dışişleri bakanının yönetimi altında bir ABD projesi olarak yürütülüyordu. Sonucunda da “yarı yarıya başarılı” olduklarını söylediler. Dolayısıyla imha ve tasfiye amacından vazgeçmedikleri ortaya çıktı. Değil o koşulları demokratikleşme ve Kürt sorunu çözümü yönünde kullanmak, tam tersine; PKK’nin imha ve tasfiyesi için kullanmak istediler. Bu netleştikten sonra da PKK’nin de buna karşı tavrı yeniden direnişe geçmek oldu. 1 Haziran 2004 bir gerilla direnişi değildi aslında. Bütün bu ortamı değerlendirmeyen, tersine, bunu PKK’nin imha ve tasfiyesine, dolayısıyla Kürt soykırımının gerçekleştirilmesine yöneltmek, bu temelde kullanmak isteyen yaklaşımlara karşı Kürdistan özgürlük hareketi ideolojik, politik, askeri bütün alanlarda yeni bir direniş sürecine girdi. 1 Haziran 2004 direnişine böyle gelindi.

Yeni bir değerlendirmeydi bu tabi. Bölgedeki gelişmelere Irak’taki gelişmelere AKP iktidarının durumuna karşı yeni bir değerlendirmeydi. Yeni bir ideolojik duruştu. Siyasi mücadele daha etkili geliştirildi bir Haziran 2004’ten sonraki sürecin en etkili mücadele yöntemi demokratik siyasi mücadele oldu. Her tarafta halk serhıldanları gelişti, her yıla her döneme onlar damgasını vurdu. Zaman zaman gerilla direnişi de gelişti. Yani gerilla da demokratik siyasetin tıkandığı zayıf kaldığı yerde ön açmak üzere devreye girdi. Demokratik siyaseti savundu aslında halkın demokratik mücadelesini savunan koruyan bir rol oynadı. Bir Haziran böyle bir direniş durumudur. Yani PKK’nin Kürt sorunun demokratik siyasi çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için ateşkes ilan edip zemin yaratarak oluşturduğu elverişli ortamı doğru değerlendirmeyen tersine PKK’nin tasfiyesi amacıyla kullanmak iste yen siyasete karşı PKK yeni bir mücadele direniş süreci içine girmiş oldu. Bundan daha doğal bir durum da olamazdı. Yoksa o durumun sürmesi zaten PKK’nin tasfiyesi olacaktı.