İfade özgürlüğü 2019’da yok edildi

OHAL uygulamaları 2019 yılında sürdü. İfade özgürlüğü yok edildi: 100'ü aşkın gazeteci hapiste, sosyal medya paylaşımından yüzlerce kişi soruşturmaya konu oldu ya da tutuklandı, sanatçı ve sinemacılar yargılanmaya devam etti.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu gazetecileri dair bir eleştiri yaparken “Her şeyi bırakıp gazeteci olmak istiyorum” diyerek Türkiye’de ‘araştırmacı gazeteci’ olmadığını savundu.

İçişleri Bakanı Soylu ve hizmetinde olduğu hükümeti, Türkiye’de kimsenin gazetecilikten ya da ifade özgürlüğünden yargılanmadığı veya tutuklu olmadığını da iddia ediyor.

Soylu’nun, gazeteci olmak istediğini söylediği sıralarda gazeteci Aziz Oruç, İçişleri Bakanlığı’nın havuz medyasına servis ettiği bir iddiayla “terörist” ilan edildi ve tutuklandı.

Aralık ayının başında Mezopotamya Ajansı muhabirleri Sadiye Eser ve Sadık Topaloğlu da ‘Gizli tanık ifadelerine dayanılarak’ ‘örgüt üyesi olmak’la suçlanarak tutuklandı.

Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın 4 Aralık 2019’da güncellediği rakamlara göre cezaevinde 110 gazeteci ve medya çalışanı var. Rakam Aziz Oruç ile birlikte en az 111 oldu. Özgür Gazeteciler İnisiyatifi’nin (ÖGİ) 4 Aralık tarihli açıklamasına göre ise cezaevlerinde en az 139 gazeteci bulunuyor.

Öte yandan Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) 180 ülkeli Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye 157’nci sırada. Rakamlara bakıldığında Soylu’nun “Gazeteci kalmadı” sözü dramatik bir şekilde doğrulanıyor. Yalanlanan ise gazetecilikten ya da ifade özgürlüğünden kimsenin yargılanmıyor oluşu…

SAVAŞ DÖNEMİ TOPLU GÖZALTI

İfade özgürlüğüne baskı ve sansür sadece basın alanında değil. Sosyal medyada yazdıkları üzerine şimdiye kadar yüzlerce insan gözaltına alındı, soruşturma geçirdi ya da tutuklandı. Bu hem OHAL döneminde hem 2018’in OHAL’siz 5 ayında hem de 2019’da devam etti. Özellikle Kuzey Suriye’ye yönelik başlayan savaş döneminde, tıpkı Efrin’deki gibi sosyal medyada “kara propaganda yapmakla” suçlanan 200’e yakın kişi gözaltına alındı. Tam bilançoya baktığımızda rakamlar şöyleydi: Gözaltına alınan 186 kişiden 24’ü tutuklanırken, 40'ı adli kontrol şartıyla olmak üzere 78 kişi serbest bırakıldı.

Yine bu dönemde Uluslararası Af Örgütü’nün hazırladığı raporda savaşın ilk haftası 839 sosyal medya kullanıcısı hakkında soruşturma başlatıldı. Bu tür dönemler dışında özellikle cumhurbaşkanına hakaret suçlamasından birçok kişi gözaltına alınıyor ya da hakkında işlem başlatılıyor.

Hakaret ve aşağılama suçlamasına en yakın örnek kadınların Las Tesis, danslı protestosu sırasında söyledikleri şarkıda geçen sözler de eklenebilir. Şarkıda geçen “Katillerin cezasız kalması, nerede olduğum ve nasıl giyindiğim suç değildir. Tecavüzcü sendin, sensin. Hâkimleri, devlet başkanlarını, Baskıcı bir devlet, erkek tecavüzcüdür” sözleri ‘devlete hakaret’ sayıldığı için polis müdahalesine gerekçe gösterildi.

BU YIL DA MÜDAHALELER DEVAM ETTİ

2018’in yaklaşık 7 ayı OHAL ile geçti. 2019’da iki yıllık OHAL’in ardından basın, sosyal medya, sinema ve belgesellerde ifade özürlüğü bakımından ortaya nasıl bir tablo çıkıyor? Özellikle son iki yılın yansımaları ve devamı oldu mu? Sorusuna cevap veren SUSMA Platformu Editörü Kültigin Kağan Akbulut şunları söyledi: “2019 yılını OHAL koşullarının devam ettiği bir dönem olarak geçirdik. Susma Platformu olarak sansürü ve ifade özgürlüğüne yönelik engellemeleri geniş bir perspektiften ele alıyoruz. Erişim engellemeleri, maddi baskılar, hedef gösterme, işten çıkarma, yayın yasağı derken iktidarın ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleleri bu yıl da sürdü.”

SANSÜR VE OTOSANSÜR OLAĞANLAŞTI

2019 yılı Ocak ve Kasım ayları arasını kapsayan “Türkiye’de Sansür ve Otosansür” raporunun yakında Susma24.com’da yayınlayacaklarını ifade eden Akbulut şunları dile getirdi: “Raporumuzda gördük ki ifade özgürlüğüne yönelik ihlallerin büyük bir kısmı terör örgütü propagandası, kamu güvenliği, genel ahlak ve Cumhurbaşkanına hakaret gibi gerekçelerle yapılıyor. Aynı şekilde gördük ki iktidar bu sene özellikle LGBTİ+ hareketinin etkinliklerine, kayyım atamalarına yönelik protestolara ve Barış Pınar Operasyonuna karşı görüş bildirenlere ağır baskılar uyguladı. Bunun yanında daha önemli bir mesele de sansürün ve buna bağlı olarak otosansürün olağanlaşması. Zümrüt Apartmanı kitabı tartışmasında, Elif Şafak ve Aslı Erdoğan’a yönelik tartışmalarda gördük ki iktidar yanlısından muhalifine sansür artık kabullenilir, hatta talep edilir bir halde. Otosansür artık hayatımızın olağan bir parçası.”

BELGESEL GÖSTERİMİ YAPMAK SUÇ

Sinemadaki sansürün ve ifada özgürlüğü kısıtlamalarını takip eden, tartışmalara yer açan ve Altyazı Sinema Dergisi bünyesinde çıkan Altyazı Fasikül editörü Fırat Yücel ise 2019’u şöyle değerlendirdi: “2019’da, 2015-2018 yılları arasındaki süreçte sinemacılara açılan davalardan bir kısmı sonuçlandı. Verilen kararlar belgesel gösterimi yapmanın suç addedildiği bir hukuk rejimi içinde olduğumuzu ortaya koydu. Nû Jîn (Yeni Yaşam, 2015) belgeselinden dolayı, yönetmeni Veysi Altay'a ve Batman Yılmaz Güney Sineması müdürü Dicle Anter'e, Bakur (2015) belgeselinden dolayı ise yönetmenleri Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu’na hapis cezaları verildi. Bakur’la ilgili kararda mahkemenin Çayan Demirel'in %99 Sürekli Engelli Raporu’nu göz önünde bulundurmaması hukuksuzluğun boyutlarını gözler önüne sermekte. Bu davalarda belgesel çekmenin ve göstermenin suç sayılması ile yine 2019'da yürürlüğe giren yeni sinema yasasında festival gösterimlerinde eser işletme belgesi zorunluluğunun kaldırılmasını yan yana koyduğumuzda şunu söyleyebiliriz: Sansürün şekli değişti. Gösterim yasaklamalar yerine hukuken cezalandırmanın uygulanmaya başlamasıyla birlikte otosansürün iyice yaygınlaşabileceği bir sürece girmiş olduk.”

MEKÂN SAHİPLERİ BİLE CEZALANDIRILIYOR

Eser işletme belgesi almadan gösterim yapılsa da bu defa mekanın cezalandırıldığını anlatan Yücel şunları söyledi: “Eser işletme belgesi almadan gösterim yapabilirsiniz, ama bu, filmin yönetmenlerini ve hatta film gösteren mekânın yürütücülerini hapis cezası ile yüz yüze getirebilir. Anayasa Mahkemesi'nin Adressiz Sorgular filmi ile ilgili aldığı karar da bu yönelimi doğruluyor aslında: AYM, Kürt meselesi ile ilgili olan bu filme eser işletme belgesi verilmemesini "ön sansür" olarak yorumladı. Yani aslında film gösterime sunulmadan herhangi bir suç oluşmaz demiş de oldu. Ama film gösterime girdikten sonra hakkında dava açılabilir ve bunun sonuçları herhangi bir yasaklamadan çok daha ağır. Bu durum, devlet politikalarını eleştiren ve resmî ideolojinin tanımladığı sınırlarının dışına çıkan filmlerin özgürlük alanını büyük oranda kısıtlıyor.”

Festivallerdeki ön elemlere ve Türkiye’de film göstermeme noktasına varan sansürü anlatan Yücel, “Özellikle de bakanlık desteği alan film festivallerinin bu filmlere yer vermemesi ve belli durumlarda filmin yaratıcılarının filmlerini Türkiye'de göstermeme "tercihini" yapmaları ile sonuçlanıyor. Sürekli sansürün yaşandığı, yönetmenlerin film çekmekten ötürü hapis cezaları aldığı ama sansür yokmuş gibi davranılabilen (zira festivaller zaten bu filmleri doğrudan eledikleri için bu sansür vakaları kamuoyuna yansımıyor) bir ortam hazırlıyor” şeklinde konuştu

SON 10 YILIN EN FAZLA SANSÜRÜ 2019’DA

Altyazı Fasikül editörü Fırat Yücel sanat ve ifade özgürlüğü alanında 2019’da yaşanan bazı olayları şöyle sıraladı: “OHAL sürecinde alınan yasaklama kararları da devam ettiriliyor. Örneğin, Ankara’da 2017’de çıkarılan LGBTİ+ etkinliklerine yönelik yasaklama kararı Nisan 2019’da hukuken kaldırılmış olmasına rağmen fiilen uygulanmaya devam ediyor. Ayrıca, özellikle 2019'de Yıldız Teknik Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi gibi eğitim kurumlarının yönetimlerinin okul içindeki pek çok gösterimi yasaklamasına da tanıklık ettik. Oktay İnce, Kazım Kızıl ve daha birçok video aktivist ve bağımsız gazetecinin gözaltına alınmasına, arşivlerine el konulmasına ve sosyal medya paylaşımlarından dolayı cezalandırılmalarına da tanıklık ettik. Çiğdem Mater ve Kazım Öz gibi sinemacıların yargılandığı davalarda da, dava içeriğiyle ilgisi olmamasına karşın çekmiş oldukları filmlere, hatta çekmedikleri filmlere bile suç unsuru muamelesi yapılmasına da tanıklık ettik. Dolayısıyla 2019'un, son on yıl içinde hem üretim, hem gösterim, hem de hukuk alanında sanatsal ifade özgürlüğünün en fazla darbe aldığı yıl olduğunu söyleyebiliriz.”