İktidar süreci basın ve algı üzerinden kotarmaya çalışıyor

Covid-19 salgını ile mücadelede Türkiye'nin dünyanın en kötü örneği olduğunu söyleyen HDP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Salim Kaplan, "İktidar süreci sadece basın ve algı yönetimi üzerinden kotarmaya çalışıyor" dedi.

Tüm dünyaya yayılan koronavirüs salgını (Covid-19) Türkiye'de de can almaya devam ediyor. Salgın dolayısıyla ciddi bir sağlık krizi yaşandığını vurgulayan HDP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Salim Kaplan, dünyanın 1918-1920 yılları arasında İspanya’da ortaya çıkan salgın sonrası ilk kez devasa bir salgınla karşı karşıya kaldığını kaydetti. Tüm dünyanın bu salgına karşı çaresizlik halinde olduğunu belirten Kaplan, "Hem tıbbi hem sosyo-ekonomik politikalar açısından bir tıkanmışlık söz konusu.

Türkiye’ye ye geldiğimiz zaman ise maalesef dünyanın karşılaştırılabilecek örnekleri içinde en kötü örnek olduğunu söyleyebiliriz. İktidar, Şubat ayından itibaren bu krizin Türkiye’yi ciddi bir etki altına alabileceğini bilmesine rağmen hiçbir tedbir almadı. Şimdi ise kısmi tedbirler almış olsa da bunlar sadece görüntüden ibaret. Süreci sadece basın ve algı yönetimi üzerinden kotarmaya çalışıyorlar. Fakat bu sistemleri krizi yönetememek olarak mı görüyoruz?

Benim kişisel görüşüm ve partimin de görüşü bu değil. Krizi sistematik ve planlı bir şekilde yönetiyorlar. Sürü bağışıklığı dediğimiz, toplumun mümkün mertebe zamana yayarak enfekte olup, bağışıklık sistemini artırmayı amaçladıklarını düşünüyoruz. Bu süreç içinde elbet kayıplar olacak ama toplumun büyük çoğunluğu da virüse bağışıklık kazanacak. Bunun nedeni ise dünyaya, Türkiye’nin virüse karşı bağışık bir ülke olduğunu ve çok uluslu şirketlere Türkiye’yi yeni bir pazar alanı olarak açarak yaşadığı ekonomik çalkantıyı tolere etmektir. Bu yüzden biz sürecin planlı ve sistematik yönetildiğini düşünüyoruz. Aksi takdirde tedbir alınmak istenmiş olsaydı, ilgili meslek örgütlerini bu sürece dahil ederlerdi" diye konuştu.

KÜRDİSTAN'I MEZARLIĞA ÇEVİRMEK İSTİYORLAR

"Güney Kore, Almanya ve Çin, bu ülkeden dünyada çok fazla bahsediliyor. Ancak Türkiye’yi bu ülkelerle karşılaştırmak olanaksız" diyen Kaplan, Türkiye'de toplam test sayısının Güney Kore’nin 1 günde yaptığı sayısına gelmediğini vurguladı. Açıklanan ekonomi paketlere de değinen Kaplan devamla şunları belirtti: "Siz toplumu savunmak istiyorsanız bununla bağıntılı paketler oluşturursunuz. Kapitalist modernitenin öncü devletleri bile ilk kez yoksul kesimlerin taleplerini dinledi ve talepler doğrultusuna adım atmak zorunda kaldı. Sürecin işçinin, emekçinin sırtında büyüdüğünü tüm dünya gördü. Lenin’in ünlü belirlemesindeki gibi ‘yönetenler eskisi gibi yönetemeyecek. Yönetilenler de eskisi gibi yönetilmek istemeyecek’. Yeni bir sürecin başında olduğumuzu görmekte fayda var."

AKP iktidarının salgına ciddi bir ekonomik krizle girmesinin nedeninin savaş politikaları olduğunu belirten Salim Kaplan, kayyum politikalarına da dikkat çekerek, "İktidar Rojava’da Kürtler ile olan savaşta, savaş sanayisine yaptığı devasa yatırımların altında kaldı. Ciddi bir çıkmazın içindeler ve çok zorlanıyorlar. Ama ne yazık ki iktidar ne yaşanırsa yaşansın farketmeksizin Kürt düşmanlığı ile tüm krizleri fırsata çeviriyor. Kürdistan’daki hastane sayısını, yoğun bakım sayısını, solunum cihazı sayısını, niteliklerini sorduk. Salgın orada daha derinlikli yaşanacak.

Türkiye’de ilk vaka tespitinin hemen ertesi günü 8 belediyeye kayyum atandı. Bunu adı; siyasetten Kürt düşmanlığı, tıbben ise Kürdistan’ı mezarlığa çevirmek istiyoruzdur. İran gibi zulümkar bir devletin ya da Amerika gibi otoriter bir devletin bile pandemi dolayısıyla on binlerce mahkumu yaşam hakkı için salıverdiği bir dönemde, kayyumu protesto eden HDP’li yöneticilerin işkencevari yöntemlerle gözaltına alındığını görmek, durumun başka türlü okunamayacağının göstergesidir."

KAYYUMUN ÇAĞRILARININ HALKTA BİR KARŞILIĞI YOK

Yerel yönetimlerin salgın sürecinde en önemli mekanizmalar olduğunun altını çizen Kaplan, "Kürdistan’daki riski anlatırken 3 temel etmeni vurgulamalıyız. İlki, kendisine sistematik olarak zulüm yapan devlet otoritesi, ikincisi 2016’da başlayan ve hala süren kayyumlarla birlikte yerel yönetimlerle halkın bağının koparılması, üçüncüsü de anadil sorunu. Siz bir topluma kendi dilleri ile hitap etmezseniz çağrınız karşılık bulmaz. O toplumun dinlemesini bekleyemezsiniz. 21 belediye eşbaşkanımız rehin alınmış durumdadır.

Bugün nüfusu 1 buçuk milyon olan Diyarbakır halkının Eşbaşkanı Adnan Selçuk Mızraklı’yı rehin alacaksınız, sonra da Diyarbakır kayyumu çıkacak ‘evde kal’ çağrısı yapacak. Bunun halkta bir karşılığı yok. Belediye Eşbaşkanlarını bırakın ve evde kal çağrısının nasıl karşılık bulacağına, nasıl yaşamsallaşacağına hep birlikte bakalım. İktidarın bu infaz yasasıyla birlikte bir an önce, kayyumlar eliyle rehin tutulan seçilmişleri salıvermesi ve görevlerine iade etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde kayyum politikalarının vebali iktidarın sırtında olacaktır.

Katı merkeziyetçi hiçbir ülke bu süreci başarıyla götürememiştir. Kanada ve Norveç örneğine bakabiliriz. Tüm bu süreçler yerel yönetimler üzerinden götürülüyor. Partimizin yerelden yönetimdeki ısrarı ve öngörüsü hayatidir. Ankara ve İstanbul belediyelerinin yaptığı çalışmalara bakın, bir de merkezi hükümetinkine...Batıda bu iki belediyenin yaptığı çalışmalar hassas çalışmalardır. Çünkü bunlar yerel yönetimler, çünkü halkla teması olan yönetimlerdir. Halkın ihtiyacını görüp çözüme ulaştırabilecek mekanizmalardır" dedi.