Öcalan: Ya insan olacağız ya da öleceğiz

Öcalan: Ya insan olacağız ya da öleceğiz, dedik. En büyük ayıp, ağlamak ve başını kaldırmamaktır. Senin ülken, adın kalmamış, kökün kazınmış. İnsan kendisini bu kadar inkar edip bırakır mı, böyle nereye varacaksın? Niye kendine yanmayıp sormuyorsun?

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 1995’teki bir halk sohbetinde, düşmana fırsat vermeyeceklerini; büyük bir ruh, bakış açısı ve çabayla üzerine gideceklerini belirterek, “Biz biraz hizmet etmişiz fakat daha fazlasını sizin yapmanız gerekir. Bu yol, Kürt halkının yoludur” diyor. Sohbet ettikleri şahsında bütün Kürdistan halkına seslenen Öcalan, şunların altını çiziyor: “Şimdiye kadar yapamadıklarınızı bundan sonra yapın. Fırsattır, bin yıldır ilk kez ele geçiyor. Dil ile olursa dille, yürekle olursa yürekle, mal ile olursa malla, can ile olursa canla, silah ile olursa silahla, taş ile olursa taşla; kısaca sizden hayırlı olan ne istenirse onu yapın. Kendinizi büyük doğrulara verin; ucuz şeylerden, yanlış olandan kendinizi uzak tutun.”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 1995’te Kürt Özgürlük Mücadelesinde savaşan halk gerçekliğinin farkında ve halk ile buluşarak onları eğitiyor, bununla Kürt halkının mücadeledeki yerini belirliyor. O dönemde bir grup yurtseverle yaptığı sohbette yurtsever bir halkın nasıl olması gerektiğini çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Günümüzde de bu değerlendirmeler önemini koruyor. Öcalan’ın 1995’te siyasal gelişmeler ve kitle sorunları üzerine bir grup yurtseverle sohbetinden bazı bölümleri paylaşıyoruz.

İLK KEZ ‘YOK EDECEĞİZ’ DİYENE DARBE VURULUYOR

Öcalan, yapılan mücadeleyle tarihte ilk kez ‘Kürtleri yok edeceğiz’ diyen düşmana ağır darbelerin indirildiğini ve intikamın alındığını belirterek, şunları söylüyor: “Şimdiye kadar tarihte kimse intikamını böyle almamıştır, biz aldık. Şimdiye kadar bize ne kadar vurduysa yanına kâr kaldı ama bu sefer, gün be gün intikam alınıyor. Kafamızı bunun dışında başka hiçbir şeye yoramayız. Büyük bir savaş oluyor. Radyo ve televizyonları izliyorsunuz. Kürtlerin aklı dardır, temel sorunlar üzerinde durmayı bilmiyorlar, kendilerini çok geri bırakmışlar. Ruhunuzu genişletin, zihninizi açın, diyoruz. Gerçekten de dünyada kendini mahfeden biz kendimizdik. Üzerine el bastığımız Kürtlük, bin kez ölüydü. Yaşam konusunda hiçbir hayrı kalmamıştı. Bugünlerde bu hususlar da ortadan kaldırılıyor. İnsanımız, politika, bağımsızlık, savaş konularında çok zayıf düşmüş ve düşmanına hizmet ediyor. Bunu değiştirmek istedik; bazı şeyler değişti de. Gönlünüzden geçen nedir bilemiyorum ama düşmanına karşı koymayan birisinin beş paralık değeri yoktur; ölüsü de, dirisi de haramdır ve kabul edilmez. Yaşam da haramdır. Bunun için işkencede, ateşte bunun üzerine yürüdük. Neden? Bunun dışında her şey haramdır da ondan.”

YAŞAM ŞİMDİ BİRAZ HELALDİR

Sohbet ettiği yurtseverler için biraz dostluk yaptıklarını, mücadele sayesinde yaşamın; dinin, imanın doğru olduğunu dile getiren Öcalan, konuşmasında şunlara dikkat çekiyor: “Yaşam şimdi biraz helaldir. Çünkü biraz namus yolundasınız. Çok değil ama yine de idare eder. Önderliğin çalışmasını nasıl tanıyorsunuz bilemiyorum ama ben başlangıçtan beri sıkılıyorum. Neden sıkılıyorum? Bu ne yaşamdır? Babamın ve anamın karşısında da duruyor ‘bu nedir’ diyordum. Bu ne yaşamdır ki, bu çocuklara sunuluyor? Ne geleceklerinde ne de geçmişlerinde bir şey var. Onlara, ‘gücünüz yok, yardım da edemezsiniz ama önünde de durmayın’ dedim. Ağlamak da yok! ‘Burada biraz yiğitliğiniz varsa düşmana karşı durun’ deyip aileden, köyden çıktım. Tüm eski dostluklardan ayrıldım ve yedi yaşımdan şimdiye kadar da kendimi bu yola verdim, çünkü başka türlü yaşam elde edilemez. Bir halktır, kimsenin kimseden haberi yok. Hep parça parça, hep dar zihinli ve çaresiz! Kimse kimsenin durumunu sormuyor, kimse kimseye güç vermiyor. Bir başına bu dünyada ne yapacaksınız? Ortadan kalkarsınız. Zaten Kürtlük ortadan kalkmış. Dünya uzaya ulaşıyor, bizimkiler kendisinden başka kimseyi tanımıyor. Bu çok yanlış bir yoldur. ‘Bu ne savaştır, bu ne ateştir, bu ne kandır’ diyorsunuz. Peki, yaşam nedir? Öyle bir günlüğüne bile tenezzül edeceğimiz bir yaşam önümüzde var mı? Doğrusu benim bu kadar işim var, çalışmaları bu kadar ilerlettim, ancak yine de yaşamaya tam hakkım olduğunu düşünmüyorum. Yaşam bizim için değil, yaşam savaşa hizmet içindir. Düşman da bunu biliyor ve öyle üzerimize geliyor.

DAĞLARIN, SİLAHLARIN VE PARTİN VAR

Eğer daha derinliğine kendisiyle olsaydı, kendi insanlığını tanısaydı, öyle durması mümkün değildi. Beyni, yüreği ve çabası büyük olur, bir de bu eski, boş ve gereksiz şeylerin üzerinde durmazdı. Daha çok geleceğimiz nedir, amacımız nedir, derdimiz, acımız nedir, bunların ilacı nedir hususları üzerinde dururlardı. Bu olmazsa olmaz. Bütün Kürt halkı böyledir. Ağlıyorlar! Ağlama konusunda güçlüdür ve kendini kandırır. Yiğitlik konusuna gelince çabuk öldürülüyor ama başkaları için ölüyor. Kendi temel meseleleri, her şeyden önce gelen amaçları için başı eğiktir. Böyle şeylere değer vermem. Kim olursa olsun; genç, ihtiyar, çocuk, kız, dürüst olacaksın, bu sahtekarlığı bırakacaksın. Bu kadar yıldır kendinle oyna, kendini öldür, kim için, ne içindir? İşte parti siyaseti, parti yaşamı bunun üzerine inşa edildi. Bazı şeyler oluyor, birkaç adım atılıyor. Şimdiden düşman başarmamızın mümkün olduğunu fark etmiş. Bizim için ‘Ya ölüm, ya teslimiyet’ diyor. Generaller de öyle diyor. Gerçekten ellerine fırsat geçse bizi bir gün bile yaşatmazlar. Burada kendini yaratacak, koruyacak ve ağlayıp kaçmayacaksın. Dağların, silahların ve partin var, kendini vereceksin. Kaçmakla, ağlamakla olmaz, direneceksin. Bin yıllık uyku, bin yıllık aldanma, kirin, pasın bizim olması büyük bir ayıptır, bundan arınmak lazım.”

YA İNSANLIK YA DA ÖLÜM

Mücadeleye başlarken tek başına olduğunu ve bu aşamaya getirdiğini söyleyen Öcalan, binlerce yıldır sömürge altında kalmış bir halkın ne hale düştüğünü şu sözlerle ifade ediyor: “Birkaç doğru üzerinde gece-gündüz kendimizi yürüttük ve buraya kadar getirdik. Dünyanın, tarihin tümü karşımızdaydı fakat doğru olan budur; ya insan olacağız ya da öleceğiz dedik. Ya insanlık ya da ölüm! Bu güne kadar böyle geldik, güç olduk. En büyük ayıp, ağlamak, başını kaldırmamaktır. Başkaları için bin yıldır, milyonlarca kişi öldü. Senin ülken, adın kalmamış, kökün kazınmış. Niye kendini sormuyorsun? Niye kendine yanmıyorsun? İnsan kendisini bu kadar inkar eder mi? Bu kadar kendini bırakır mı? Böyle nereye varacaksın? Bu dünyada kim sana yer verecek? Vermezler! Kendini hangi tarafa vursan da, seninle oynarlar. Şimdi bakıyorum da, dünyada bizim gibi birisi yok. Avrupa’ya, Arabistan’a mı gideceksin? Onların zaten yerleri yok. Sen cennet gibi vatanını terk ettin; başkalarının vatanında, nerede yer edineceksin? Akıllı olalım.

35 MİLYON VE BİR KARIŞ VATANI ELİNDE YOK

Niye kendimizi bu ateşe koymuşuz, derdimiz ne? diyorsunuz. Çok düşünüyorum; 30-35 milyon insan ve bir karış vatanı bile elinde yok. Bir tane akıllı insanımız yok. Gençlere acıyorsunuz. O büyüttüğünüz gençler, yolda yürümesini bile bilmiyor. Beynimi paramparça ettim, ‘yolu böyle yürüyün, düşmana böyle bakın’ diyorum, yapamıyorlar. Sigara içmekten başka bir şey elinden gelmiyor, aklını çalıştıramıyor. Ne siz bir şey öğretmişsiniz, ne başkalarının okulu bir şey öğretmiş! Öyle büyümüşler. Gece-gündüz 30 yıldır üzerinde çalışıyorum. Şimdi kendime bakıyorum; ‘niye kendini bu hale soktun?’ diyorum. Her hareketimiz bu çocukları eğitmek içindir. Bir halka, tek başına ne kadar öğretebilirsin? Kim gelmişse ona yalan söylemiş, onunla oynamış ve onu aldatmış. Bu halka, tek başıma doğruluğu nasıl öğreteceğim? Yalnız doğruluk da değil, savaşı nasıl öğreteceğim? Düşman sonuna kadar hazır, sen de bu halka savaşı öğreteceksin! Öyle bir halk ki, fesatlıktan başka elinden bir şey gelmiyor. Köy fesatlığı, ev fesatlığı, dedikodu.”

EĞER BU BÜYÜK DAVA OLMASAYDI

Ben kendimi neden burada tuttum? Halk içindir, böyle istendiği için sabrettim. Tek başıma değil bu kadar yıl sabretmek, eğer bu büyük dava olmasaydı 15 gün bile sabretmem mümkün değildi. Bırakın savaşmalarını, biliyorsunuz ki TC, şimdiye kadar kim ayağa kalkmışsa başına vurmuştur. Bir hafta veya bir iki aydan fazla zaman tanımamış, hepsini tasfiye etmiştir. Tarihte böyledir, üç aydan fazla kimse dayanamamıştır. Şimdiki düşmanımız, eski düşmandan yüz kez daha güçlüdür. Elinde her silah var, sayısı daha fazladır. En son Güney’de, Barzani 24 saat direnemedi. Dış destek kesildiğinde 24 saat içinde kaçtı. Kaçıştan başka pratiği yok. Biz tek başımıza, bu savaşı yıllardır yürütüyoruz. 15 Ağustos Atılımı, 10. yılındadır. Düşman bin kez sefer düzenledi. Hatta geçen beş ay içinde, kendi ağzıyla belirttiği binden fazla operasyon var. Başaramadı. Her yıl iki bin operasyondan hesaplansa, on binin üzerinde operasyon eder. Yine de direndik. Tarz var, bir gün tarzından saparsan, gidersin. Beynin, dakikası dakikasına tarzın üzerinde olacak. Saddam bir top attı, Güney’i terk edip kaçtıklarını biliyorsunuz. Çok iyi biliyorsunuz ki; Dihok’a bir top attılar, önderliği tümden kaçtı. Düşman, bizim üzerimize her gün yüzlerce uçakla, helikopterle, tankla, topla, binlerce bomba yağdırıyor, buna rağmen dağa giremiyor. Büyük ayrım buradadır. Siyaset ve inanç, tarzın üzerindedir. Düşmanımız TC, Irak’tan bin kat güçlüdür.”

KENDİNİ İNKAR ETSEN DE DÜŞMAN VURUR

Öcalan, önemli olanın kendi yolunda dürüstçe yürümek olduğunu, bunu yaptığı oranda büyük işler yapabileceğine dikkat çekiyor ve konuşmasına şöyle devam ediyor: “Elimizde ne kadar parçalanmış iş varsa hepsini yaptık. İçinde yüzde bir sağlamlık varsa, onu da yaptık. Bu düşmanın karşısında durduk. Belki haberiniz yok, sorununuz da değil, ‘Biz nerede karşı koyacağız, düşman kim, biz kim? Şimdiye kadar nasıl gelmişse öyle gitsin, kim direnecek?’ diyebilirsiniz. Doğrudur, imkanlarınız yok. Bırakın direnmeyi, adınızı bile dile getiremiyorsunuz. Öyle alışmışsınız veya üzerinizde bu zor böyle yürütülmüş. Biz de kendimizi insanlıktan alıkoymayız, dedik. Kimliğini, aslını inkar eden kişi haramzadedir. İnkar etmezsen de düşman seni vurur. En kötü ölüm de budur. Ne aslını dile getirebilir ne de kendini ortadan kaldırabilirsin. Tam da yarı ölü bir yaşam! Karanlıklar içinde her gün çürüyen bir yaşam! Kendinde olan bir insan, bu yaşamı kabul edemez. Benimki bu temeldeydi. Bu sert yaşamdan çıktık, kendimize yüklendik, kendimiz için bir yaşam yaptık. Kendimi namuslu kılmak için bu savaşı verdim. Başka türlü kendimi insan sayamam, dedim. Tek başınaydım, kimseden yardım da istemedim. Bilakis herkese yardım ettim. Bazı insanlara bir şeyler öğrettik, yürüttük, yürüdüler. Hayırlıysan, yardımı kendine yaparsın. Eğer insanım diyorsan, kendi kendine yardım edersin. Başka türlü bir şey istemeye hakkın yoktur. Ülkene bu kadar yüz çevirirsen, aslını inkar edersen, bir şey isteyemezsin. Her kötülüğü kabul edemeyiz. Elimizden bu kadar gitmiş bir yaşama, bizim yaşamımızdır, diyemeyiz. Bu kadar yara bere olan, kir pas dolu bir yaşama bizim yaşamımızdır, diyemeyiz.”

HER GÜN KENDİME HESAP SORUYORUM

Kendisinin önder olarak kabul edildiğini fakat buna rağmen kendisini sömürgeciliğin kirinden ne kadar arındırdığını düşündüğünü belirten Öcalan şunları dile getiriyor: “Kokmuşluktan kendimi ne kadar çıkardım? Kendimi ne kadar insan sayabilirim? Her gün bu hesabı kendime soruyorum. Kendimi hiçbir şey bilmeyenler gibi yaşatamam. Öyle yaparsam, kendimde bir şey yaratamam. Yine, ‘ben iyiyim, önderim’ diyemem, diğer önderler gibi yapamam. Öyle yaparsam elden giderim. Yaşamımı kendim yapmazsam, kendime hesap vermezsem, kendimi şerefli bir insan saymam. Bugün iyi iş yaptım mı, yapmadım mı? Düşman karşısında hayırlı bir şey yaptım mı, yapmadım mı? Eğer yapmışsam, yaşamaya hakkım vardır; yoksa niye iyiyim, iyi işler yaptım diyeceğim. Biraz doğruluklarımız olmazsa, gözlerinin önünde olmazsa; yalanları doğru, ölümü yaşam yapacaklar. Boğaza kadar kiri, pir û pak gösterecekler. İnsanımız bir açıdan da böyledir. Ona, bu kadar kirlisin, alnın biraz kara desen, kızar. Öyle olsa bile ‘söylememen gerekir’ der, hep iyi denilmesini ister. Bazen ben de size nasılsınız, iyi misiniz diyorum; siz de hep ‘iyiyiz, güzeliz’ diyorsunuz ama bu da yerinde değil, yüzeyseldir. İyilik ve güzellik, bir savaş gününde, bir kaç adım atılmışsa odur, bunun dışında iyiyim deyip kendimi iyi hissetmem mümkün değil.”

NEREYE KADAR KAÇACAKSINIZ?

Öcalan söylediklerinin tüm Kürtler için geçerli olduğunu söylüyor ve Kürt halkının ne kadar gerilerde bırakıldığını şu cümlelerle ifade ediyor: “Yaşamı isteyen, bir şeyler soran sizlersiniz. Doğru yanıtlar da böyledir. Atalarınız size güçlü bir şeyler vermemişler, ben ne yapayım? Türkler Asya’dan gelmişlerdi, on bin yıldır elimizde olan bir ülkeyi kendisinin yaptı. Devlet sahibidir, her şeyi var. Afrikalılar bile kendilerini devlet düzeyine getirdiler. Senin neyin var? Kendi dilinle bile okuyamıyorsun. Ağalarımız, beylerimiz ihanet ettiler, düşmanla birlik oldular. Ağalar, beyler gittiler fakat biz kaldık. Kalanları kim ayağa kaldıracak? Kendini yok sayamazsın. Ben de biraz yiğidim, diyeceksin. Sayıya bakıyorsun, büyük bir ulus. Tarihe bakıyorsun, şimdiye kadar gelmiş ama şimdi bakıyorsun, hiçbir hayır kalmamış. Bu yalnız benim sorunum değil, hepinizin sorunudur. Bin yılların sorunudur. Yalnız sizler tek değil, çocuklarınıza da bakın; bir teki bile kendi gerçekliğim üzerinde durayım, demiyor. Nereye kadar kaçacaksın? Niye Kürt sorununu bu kadar yükselttik? Korkusuzca kendimizi gerçeğe verdik, bunun içindir. Ne doğru yapılacaksa yaptık. Kürt sorunu dünya üzerinde kendini farz kıldı. Milyonlarca insanımız, aklını ve yüreğini bu soruna veriyor. Daha da fazla vermeleri gerekir. Bu kadar işsiz, boş, sağlıksız ve okur yazarsız insan, kendini nereye vardıracak? Çare bulmak zorundadır. Ağlamakla olmaz ki! 

BİR ÇOCUK ÜLKESİZ OLMAZ

Eski Müslümanlara da bakıyorsun, hiçbirinde hayır kalmamış; yeni okurlara da bakıyorsun, hiç hayır kalmamış. Hepsi başkalarının olmuş. Akıllı bir insan bunu kabul edebilir mi? Size soruyorum; nasıl kabul etmişsiniz? Bu yaşamı buraya kadar nasıl böyle getirdiniz? Şaşırıyorum ve oldukça esefle karşılıyorum. Başlangıçta anama ve babama da söyledim. Fakirdiler, ellerinden bir şey gelmiyordu; önümde durmamaları tek hayırları oldu, duramazlardı da. Durmak istediler, fırsat vermedim. Onlara, ‘bana ne yaptın ki, benden ne istiyorsun? Bir çocuk ülkesiz olmaz, çok zorunlu şeyler var, onlarsız olmaz’ dedim. Yanıt vermeleri mümkün mü? Sizin çocuklarınız da öyledir. Sizden bir şeyler istiyorlar, veremiyorsunuz, kendileri de evden uzaklaşıyor ve Parti’ye geliyor…

BEN YAŞAMI İSTİYORUM, ÖLÜMÜ DEĞİL

Ben sizi, ölmeniz için istemiyorum. Yaşam için varsınız! Zaten hepsi ölüyorlar, ben yaşamı istiyorum; ölümü değil. Şehadetler olur ama yerinde ve zamanında olur. Ölüm hepimiz için vardır ama çok şey yaptıktan, çok borç ödedikten sonra olmalı. Bunu da yapamıyorlar. Böyle söylediğim zaman değil ki kötüsünüz. Mesele bu değildir. Mesele, düşmanının karşısında yiğit olmaktır. Düşmanı karşısında kendini yere atan biri, bir şey yapamıyorum derse, ölmesi kalmasından iyidir. Bu temelde yüklendik. Bazı şeyleri yürütüyoruz. Benden bundan başka ne bir şey sorun, ne isteyin. Sorup isteyeceğiniz şey; düşmanın durumu nedir, düşman bizi yendi mi yenmedi mi, düşman karşısında kaç adım attık, kendimizi dağlara ulaştırdık mı ulaştırmadık mı, savaşabiliyor muyuz savaşamıyor muyuz, halk ordusu kuruluyor mu kurulmuyor mu, halk cephesi oluşuyor mu oluşmuyor mu, sorularınız bunlar olmalıdır. Bunlar dışında kim ne sorarsa kabul edilmez. Yalnız size değil, bütün Kürt halkı için söylüyorum. Düşman bugün, ‘İmha edeceğiz, ortadan kaldıracağız’ diyor. Kendini tanımak gerekir. Bu düşman kimdir? Niye bizi ortadan kaldırmak istiyor? Bir koyun bile olsa bıçak altında direnir. Senin için ölümden başka bir şey düşünmeyen bir düşmandır, sen de direneceksin. Gelip gözlerini oyacak, sen de körler gibi ona bakacaksın; bu olmaz! Gözlerini açacaksın. Her gün sesleniyor, kulak vereceksin, duyacaksın. ‘Sağır, dilsiz, körüm’ demekle olmaz ki! Gözlerin, dilin ve kulakların da var; düşmana yönelteceksin.”

SALT CESARET OLMAZ, TAKTİK DE OLMALI

Kendime de soruyorum: bu düşman ‘şunu, bunu ortadan kaldıracağız’ diyor, o zaman direnmem gerekir. İğne ucu kadar fırsat bulduysam olanaklara dönüştürmem gerekir. Bu olmazsa bana da yazıktır. Hepinize bakıyorum; tümden kendinizi yere atmışsınız. Ben de biraz kendimi sizin gibi yapsam hepiniz ‘Aman’ deyip ağlayacaksınız. Siz buna hazırsınız fakat ben oyununuza gelmiyorum. Öyle değil mi? Her yönden bir an kendimi bıraksam, düşman kökünüzü kazır. Düşman seni kökten kaldırırsa ayıptır, hiçbir hayrın kalmaz. Size bakıyorum, hep düşman aklımda; bu, bizi nasıl ortadan kaldırmak istiyor, diye düşünüyorum. O dağlardaki gençleri ne yapacaklar? Onlardan çok, onların yerine ben düşünüyorum. Kendileri de benim gibi yorulmamışlardır; rahatları, durumları yerindedir fakat düşünemiyorlar. Cesaretleri var fakat salt cesaretle olmaz, taktikle olur. Onlara çok şey söyledik: dağlarınız nasıl, silahlarınız ne kadar, cesaretiniz neyi hal eder? Bunların bizi ortadan kaldıracaklarını tahmin etmiyorum. Sanırım kendileri ortadan kalkıyor. Bu sözleri korkusundan sarf ediyor. Süleyman Demirel, -bir kadın da karşımıza dikmişler- Tansu Çiller, Doğan Güreş, kim bunlar karşımızda; gece-gündüz ‘Bunları ortadan kaldıracağız’ diyorlar. Biz de direneceğiz…

ARTIK BİZİ ORTADAN KALDIRAMAZLAR

Yokluktan bunları meydana getirdik. Yıllarca tek başınaydım, şimdi bütün halk ayağa kalkıyor. Bir milyonu şehit edilse bir şey değil; yine tümden hazırdırlar. Bu nedenle bizi ortadan kaldıramazlar, yine de uyumamak gerekir. Tam uyanık olunmalı, daha fazla aklını başına almak ve daha fazla da vurmak gerekir. Bunlar Lice kentinde halkımızı vurdular, biz de onları vurduk; bir günde, belki 50 eylem yaptık… En zor günlerde bu işi yapabiliyorsak böyle devam edildiğinde, daha fazlası yapılabilir. Bizi sıkan konular da vardır. Barzani’yi de kendilerine adam yapmışlar, korkmasa bizi Botan’dan kaldırmaya yeltenecekti. Korkuyor, üzerimize gelemiyor. Ayda milyonlarca dolar veriyorlar. Güney’de bunları nasıl zarara soktuk? Vahşi düşmanla bir olup, bir kaç kuruş yardım için üzerimize geliyorlar. Kürtlük adına bu ihaneti yapmak mümkün mü? Aile çıkarı için de olsa böyle olmaz! Üzerine yürüyeceğiz. Bir aile, bir aileyi vurur ve intikam alınır. Sen bir millete karşı gelirsen biz de üzerine geleceğiz. Bunu kabul etmeyiz; adı ne olursa olsun, kötü yoldadır, düşmanladır deyip üzerine de gideceğiz…

BU YOL, KÜRT HALKININ YOLUDUR

Sizi fazla uğraştırmak istemiyorum, kendimi de ama gözlerimizi bir dakika bile düşmandan ayıramayız, arkadaşlardan ayıramayız. Düşmana fırsat vermeyeceğiz. Bilakis, büyük bir ruh, bakış açısı ve çabayla üzerine gideceğiz. Sizden istediğimiz; siz de çok doğru, çok yoğun olarak Parti yolunda çaba sahibi olun. Biraz kendinizi yorun. Bu yol benden çok sizin yolunuzdur. Biz biraz hizmet etmişiz fakat daha fazlasını sizin yapmanız gerekir. Bu yol, Kürt halkının yoludur. Ona yol açılmış, içine girilsin. Şimdiye kadar yapamadıklarınızı bundan sonra yapın. Fırsattır, bin yıldır ilk kez ele geçiyor. Dil ile olursa dille, yürekle olursa yürekle, mal ile olursa malla, can ile olursa canla, silah ile olursa silahla, taş ile olursa taşla; kısaca sizden hayırlı olan ne istenirse onu yapın. Eski yaşamdan, fitne fesatlık dolu yaşamdan kendinizi uzak tutun. Kendinizi büyük doğrulara verin; ucuz şeylerden, yanlış olandan kendinizi uzak tutun. Köylülük ve aile yaşamını, Parti dostları arasında fazla barındırmayın. Eğer şehitlerimizin yolunu da biraz yürütmek, bu yola hizmet etmek istiyorsanız, bu böyle yapılır. Başka türlü şehitlerin anısını korumaya hakkınız yoktur.”