Şerik: Özel savaşın en koyu hali var

PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, Türkiye’deki özel savaşın sürekliliğine işaret ederek, Erdoğan, Bahçeli ve Perinçek ile kurmaylarının, kadroları oldukları özel savaşın, en koyu ve bariz şeklini uyguladığını söyledi.

Özel savaşın, ekonomi, bilinç, yönetim ve estetik üzerindeki egemenliğin, günümüzdeki en süzülmüş, en doruktaki halini ifade ettiğini belirten PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik,  doğayı, kadını, toplumu bitirmenin en etkili aracı, saldırı biçimi, ve kırım hali olduğunu kaydetti. Yapılması gerekenin, köleleşmenin başladığı noktanın; doğa, kadın ve toplumun sömürülmesine karşı mücadele olduğunu kaydeden Şerik,  “Mücadelede kadının, doğanın ve toplumun özgürleşmesini her şeyin merkezine alan bir bilince, o bilinçle donanımlı hale gelerek kapitalist moderniteye karşı mücadelenin sahibi olmak gerekiyor” dedi.

PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, ANF’nin sorularını yanıtladı. Söyleşinin ikinci ve son bölümü şöyle:

 

Türkiye’de çeşitli dönemlerde öne çıkan isimler oluyor. Günümüzde de özellikle Süleyman Soylu, Doğu Perinçek, Fahrettin Altun vb. isimler ön plana çıkıyor. Hangi geleceğe dayanıyorlar ve bunlara biçilen rol nedir?

Günümüzdeki AKP-MHP faşist diktatörlüğünün özel savaş hükümeti olması İttihat Terakki’ye kadar gider. Daha da öncesi Abdülhamit’e kadar gider. Türkiye’deki özel savaş bir sürekliliği anlatıyor. Bunlar o sürecin son halkasıdır. Erdoğan’ın etrafında Fuat Oktay, İbrahim Kalın gibi isimler de öyle. Özel savaşın yetiştirdiği özel elemanlardır. Erdoğan-Bahçeli-Perinçek, Türkiye’deki sağ milliyetçilik-dincilik içerisindeki kadrolarıdır. Temel yönlendirici kadrolarıdır. Perinçek de MİT’in sol hareket içerisine sızdırdığı, sol hareketi sisteme bağlama temelinde hazırlamış kadrosudur. Günümüz TC devletinin temel yöneticileri olarak rol üstlenmiş durumdalar. Bugün yaptıkları özel savaşın en koyu, en açık, bariz şekil almış halidir. Tamamıyla kendi etrafında oluşmuş olan yığınlara hitap ediyorlar. Toplum/millet dedikleri bu yığınlardır. Onlar dışında kalanlar kendi toplumları, kendi milletleri değildir; onlar ezilmesi, yok edilmesi, bastırılması gerekenlerdir. Baskı, işkence ve açlıkla terbiye edilip teslim alınması gerekenlerdir.

 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürtler için ‘Nan’ın ülkesinde Nan’sız bırakılmış halk’ diyor. Ekmeğin ana yurdu olan bu topraklar nasıl ‘ekonomisiz’ bırakıldı, bunun ‘özel ekonomik savaş’ ile bağı nedir?

Özel savaş, toplum kırımın bir gerçekleşme biçimidir. Özel savaşı sadece devrimcilere, sosyalistlere, muhaliflere karşı yürütülen, kirli yöntemlerin kullanıldığı bir saldırı biçimi olarak görmek yetersiz kalır. Topluma karşı yürütülüyor. Topluma karşı yürütülen her saldırının da özel savaş içerisinde ele alınması gerekir. Toplumu var eden temel özellikler var. Önder Apo, bunu boyutlar biçiminde yerine getirdi. Önder Apo’nun belirttiği o boyutlar toplumun toplum olarak var olması için gerekli olan boyutlardı. Özel savaşın da asıl olarak yaptığı, toplumu toplum olarak var eden boyutlara karşı saldırıdır. Bu boyutların bir araya getirilmesi maddi ve manevi, düşünsel olarak onu ifade eden gerçekliklerdir.

 

Nedir bunlar?

Ekonomi, bilinç, yönetim ve estetik boyutlarıdır. Bunlar maddi ve düşünsel olan birliğin cisimleştiği özelliklerdir. Egemenlik de bunun üzerine kuruluyor. Ekonomi, bilinç, yönetim ve estetik üzerine tekelini kurursa kendi hakimiyetini sağlamış olur. Hakimiyetini kurması da toplumun kendisine ait olan değerleri kaybetmesi anlamına gelir.

Özel savaş ise beş bin yıl önce başlayan egemenliğin günümüzdeki en süzülmüş, en doruktaki halini ifade eder. Toplumun ekonomisi gitmiştir. Bilinci üzerinde tekel kurulmuştur. Yönetim gasp edilmiş estetik çarpıtılmıştır. Doğa, kadın ve toplum üzerinde hakimiyet kurulmuştur.

Kapitalist modernite, sınıflı, devletçi uygarlığın en doruk halidir. En doruk hali olması, artık toplumun toplum, doğanın doğa, kadının kadın olmaktan çıkması anlamına gelir. Bunlar sağlandığında doğa da kadın da toplum da bitiyor. Özel savaş doğayı, kadını, toplumu bitirmenin en etkili aracı, en etkili saldırı biçimi, en etkili kırım halidir.

Sadece Türkiye değil, neredeyse dünyanın tamamı bu hale gelmiş durumdadır. Brezilya’da dünyanın akciğerleri denilen Amazon ormanları yok ediliyor. Buzullar çözülüyor, doğanın dengesi bozulmuş, küresel ısınmadan bahsediliyor, temiz su kaynakları yok olmakla karşı karşıya, dünya kuraklık alarmı veriyor. Kadın metaların kraliçesi konumuna getirilmiş. Toplum en ücra noktasına kadar sömürü alanı haline getirilmiş. Özel savaş da bunların en doruk halinde gerçekleşmesi için saldırıların toplamını ifade ediyor.

 

Tekrar Kürdistan’a dönersek…

Kürdistan ve tüm Mezopotamya, insanlığın ilk yerleşik yaşama geçtiği; ekmeğin ham maddesi olan buğdayın oluştuğu ve dünyaya yayıldığı yer. Kürdistan coğrafyası kendi başına üretime açıldığı zaman tüm Ortadoğu’nun gıda ihtiyacını çözer, Anadolu da böyledir. Temiz su kaynakları, verimli arazi yapısı, farklı mevsim koşullarının varlığıyla bereketli bir coğrafyadır. Böyle bir coğrafya da insanın aç kalması, temiz havasız kalması, tüm canlı türlerinin özgürce gelişmemesi mümkün değil.

 

Şimdi niye böyle değil?

Şimdi Kürdistan ve Anadolu’da tarım-hayvancılık ölme noktasına, zanaatçılık bitme noktasına geldi. Bir coğrafyada tarım ve hayvancılık öldüğü zaman kıtlık, yoksulluk, açlık başlar. Üretimin temelini oluşturan zaten bunlardır. Ekonomi; tarım, hayvancılık ve zanaata dayalıdır. Ticaret de bitme noktasında. İnsanlar ‘açız diyor. Niye böyle olduğunu anlamak için kapitalist modernitenin finans tekel aşaması ve özel savaşla olan bağının doğru görülmesi gerekiyor.

Kapitalist modernitenin finans tekel döneminde her şey paradır, paranın saltanatı ve iktidarı önündeki engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Herkesin paraya itaat eder hale getirilmesidir. Kürdistan coğrafyasında da para kendi saltanatını her yönüyle inşa ediyor. Mevcut iktidardaki kesimler de paranın sınırsız saltanatını oluşturmakla görevlendirilmiş kişilerdir, paragöz diye adlandırabileceğimiz kişilerin iktidarıdır. Paranın toparlanmasını en kolay yollardan sağlamanın imkanlarını kendileri yaratıyor. Üretmeden, el koyduğunu satarak para sağlıyor. Bugün Kürdistan ve Türkiye’de yapılan bu.

Erdoğan-Bahçeli-Perinçek faşizmi, aslında 70’lerde başlayan 12 Eylül’le kendi kanallarını iyice açan, günümüzde de kendisini kurumsallaştıran bir süreci ifade ediyor. Yaptıkları budur.  Ormanları, yaylaları, akarsuları her şeyi satıyor. Sattıklarıyla bir sermaye sahibi oluyor. Sınırsız bir inşaat sektörünü geliştiriyor. Bunlar geliştirildiği zaman ucuz yollardan sermaye elde ediliyor. Amerika ve Avrupa’daki burjuvazi gibi değil bunlar.

Erdoğan, ‘Türkiye’de aç yok, benim milletimin karnı tok, aç uyumuyorlar, kimse bunu söyleyemez’ diyor. Bir zamanlar Berat Albayrak ‘ekonomik kalkınma boyutu budur’ diye açıklamalar yapardı. Yanlış değil, Albayrak’ın ekonomik kalkınma dediği etraflarında toplanmış kişilerin yaşam standartlarının yükselmesidir. O fabrikaları, doğayı gasp etmiş olanların zenginliklerinin çoğalmasıdır, halkın toplumun kaybettikleri değildir. Onların ‘milletim’ dediği o halk, üretici, işçi, köylü, yoksul değil ki. Kürdistan ve Anadolu toplumu açtır. Nan’ın üretildiği bir yerde Nan’sız kalmıştır ama Kürdistan ve Anadolu coğrafyasının zenginliklerini gasp edenler zenginlik, sefa içinde bir yaşam sürdürüyor. Nan’ın mekanı olan bu topraklarda bir kesim lehine toplumun ise aleyhine kurulmuş olan bu dengede, tüm zenginliklerin o bir avuç sermayedarın elinde toplanma gerçeğini anlatıyor; Nan’sız kalmak.

 

Özel-psikolojik savaşı boşa çıkarmak neden hayatidir?

Toplumun egemenlik altına alınması beş bin yıl öncesi tarihe dayandırılıyor. Burada Sümer uygarlığı temel çıkış noktası olarak alınıyor. Sümer de gerçekleşen Sümer rahiplerinin yaptığıdır. Sümer rahipleri; toplum üzerinde, kadın üzerinde, doğa üzerinde ilk egemenliğin kuruluşunun düşüncesini, bilincini oluşturuyorlar. Bilinçte egemenlik kurulmazsa kölelik kendini bir sisteme, kurumsal bir yapıya kavuşturamaz. Bu nedenledir ki Sümer rahiplerinin yapmış olduğu, önce toplumun köleleştirilmesidir, kadının ve doğanın egemenlik altına alınmasıdır. Bu neyi anlatıyor? Köleliğe karşı ilk mücadelenin beyinlerde kurulan köleliğe karşı geliştirilmesinin zorunluluğu anlatıyor. Eğer bilinçlerdeki kölelik kırılmazsa kölelik yok olmaz. Biçim değiştirse de sürekli olarak kendini üretir. 15 Ağustos için bizim yapmış olduğumuz belirleme ‘ilk kurşun’dur. Bu ‘ilk kurşun’ beyinlerde kurulan karakollara karşı sıkılan kurşundur. 15 Ağustos’ta karakollar basıldı, kurşun sıkıldı ama bu kurşunun en etkili isabet ettiği nokta beyinlerde kurulan karakol oldu. Şimdi günümüzde de özellikle kapitalizmin finans tekel döneminde de beyinlerdeki karakol en güçlü şekilde bilinçlerde oluşturuluyor, kuruluyor. Günümüzde psikolojik savaşın ifade ettiği anlam budur. Bu psikolojik savaşa karşı bir mücadeleyi geliştirmezsen kapitalist modernite finans tekel koşullarında dünyada girilmedik bir yer bırakılmamışsa, kadını her anlamıyla metalaştırmışsa psikolojik savaşta tüm bu alanlarda onun hakimiyetini kurdurmasını sağlar.

O nedenle öncelik olarak beyinlerde gelişen bu düşmana, köleleştirmeye, egemenliğe karşı mücadeleyi yürütmek zorundasın. Eğer buna karşı mücadeleyi yürütmezsen istediğin kadar ona karşı mücadele ediyorum desen de eninde sonunda seni kontrolü altına alır. Seni öyle bir hale getirir ki farkında olmadan ona hizmet eder hale gelirsin. O nedenle yapılması gereken köleleşmenin başladığı noktanın; doğa, kadın ve toplumun sömürülmesine karşı mücadele içinde olmak. Bilinçlerde tüm bunların özgürleşmesine yönelik bir mücadelenin başarısı, psikolojik savaşa karşı mücadelede en temel çıkış noktasını oluşturur. Psikolojik savaşa karşı mücadelede kadının, doğanın ve toplumun özgürleşmesini her şeyin merkezine alan bir bilince sahip olmak, o bilinçle donanımlı hale gelerek sınıflı devletçi uygarlığın günümüzdeki en doruk hali olan kapitalist moderniteye karşı mücadelenin sahibi haline gelmek gerekiyor.