Ümit: ‘Özgürlük Zamanı’ hamlesinin en dinamik gücü kadın hareketidir

“Tecride, İşgale, Faşizme Son, Özgürlüğü Sağlama Zamanı” hamlesinin en dinamik gücünün kadın hareketi olduğunu belirten Ümit, kadın hareketinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan tecride karşı eylem içerisinde olmayı başardığını söyledi.

AKP-MHP faşizminin en zayıf dönemden geçtiği tespitinin bir niyetten ziyade gerçeklik olduğunu belirten Ümit, “Ciddi anlamda meşruluk krizi yaşayan, bunu yaratmak için de savaş dışında başka bir şey üretemeyen bu faşist rejim Kürt halkına yönelik soykırımcı savaşı yürütmek dışında seçenek oluşturamamaktadır. Böyle bir yeteneği kalmamıştır. Bu ise uluslararası komplo sürecinin sürdürülmesi anlamına gelmektedir” dedi.

Kuzey Kürdistan’daki “Özgür kadın ve toplumu savunma zamanı” hamlesinin Kürdistan’dan başlayarak, Türkiye’ye taşınacağını, saldırılar ve yıldırma politikaları karşısında geri adım atılmayacağını belirten PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit ANF’nin sorularını yanıtladı.

PKK Merkez Komite üyesi Helin Ümit “Tecride, İşgale, Faşizme Son, Özgürlüğü Sağlama Zamanı” hamlesinin en dinamik gücünün kadın hareketi olduğunu belirtti. Kürt kadın hareketinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan tecride karşı eylem içerisinde olmayı başardığını söyledi.

12 Eylül 2020 tarihinde başlattığınız ve giderek büyüyen “Tecride, İşgale, Faşizme Son, Özgürlüğü Sağlama Zamanı” hamlesinin “Faşizme son, demokrasiyi kurma, adaleti sağlama zamanı” şiarına sahip, bir de Bakurê Kurdistan ayağı vardı. Bu kampanya döneminde neler yaşandı, kampanyanız özellikle Bakurê Kurdistan halkı açısından nasıl değerlendirilebilir?

Öncelikle ‘Tecride, İşgale, Faşizme Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ hamlesi kapsamında dört parça Kürdistan’da direniş ve mücadele duruşunu geliştiren tüm yoldaşları selamlıyor, bu özgürlük hamlesinin yeni dönem tarzını ortaya koyarak uluslararası komploya karşı mücadelenin nasıl olması gerektiğini gösteren şehitlerimiz önünde saygıyla eğiliyorum. Bu hamlenin en temel gücü olan gerillamızın, destansı Garê direnişi ve vuruş tarzı ile zafer tarzını açığa çıkardığını belirtmek istiyorum. Eğer ki ‘Özgürlüğü Sağlama’ hamlesini, buna bağlı çalışmaları, tarz ve eylem çizgisini değerlendireceksek bunun kesinlikle Şoreş Beytüşşebap öncülüğünde gerillamızda açığa çıkan fedai çizgi duruşuna göre olması gerekmektedir.

12 Eylül 2020 tarihinde KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı’nın ilan ettiği hamle dönemsel bir hamle olmayıp Önder Apo’nun 2010 yılında ilan ettiği ‘Varlığı Savunma, Özgürlüğü Kazanma’ stratejisi çerçevesinde geliştirilen ve sloganı da ‘ÖZGÜRLÜK KAZANACAKTIR’ olarak belirlenen devrimci halk savaşı döneminin yeni ve özgün bir aşamasını teşkil etmektedir.

Kısacası bu hamle mücadele stratejimizin gereği olarak sonuç almaya kilitlenmiştir. Bu çerçevede hamlenin de çeşitli aşamaları olacak, özgürlük kazanana ve kendisini somutlaştırana kadar çok yönlü planlamalara kavuşturularak yürütülecektir. Çalışma alanlarından başlayarak özgürlük iradesi karşısında kendisini sorumlu ve borçlu hisseden her ferde kadar kendisini bu temelde ele alacak, çalışmalarını hamle çerçevesinde örgütlemeye özen gösterecektir.

Bakurê Kürdistan, başta gerilla ve zindanlar olmak üzere içinde bulunduğumuz hamle çerçevesinde önemli bir etkinlik göstermiştir. ‘Özgürlüğü Sağlama’ hamlemizin 6 aylık bilançosu oldukça doludur, yoğundur.

Kürt halkı, kadını ve gençliğiyle, zindandaki tutsakları ve dağlardaki savaşçılarıyla, Alevisi, Êzidîsiyle, işçisi ve işsiziyle hiç eylemsiz kalmamıştır. AKP-MHP faşizminin demokratik toplum mücadelesini çökertme saldırılarının olduğu her yerde direniş ve mücadele de olmuştur. Türk ulus-devleti olarak AKP-MHP faşist yönetimi tüm imkanlarını seferber etmesine, insanlığın başına gelen en büyük felaketlerden olan Covid-19 salgınını bile tanrının lütfu olarak görerek her bireyi kendini toplumsal mücadelelerden tecrit eder hale getirmek için kullanmasına rağmen, başlatmış olduğumuz hamle önemli bir kararlılıkla sahiplenilmiştir.

Örneğin en çok tasfiye edilmeye çalışılan demokratik siyaset alanı olmuştur. Bazı yetersizlikleri olsa da demokratik siyaset alanı önemli oranda demokratik toplum çizgisini korumuş ve direnmiştir. Türkiye ve Kürdistan’da soykırımcı sömürgeciliğin uygulamalarını engelleyememiş olsalar da görünür kılma, dile, söze dönüştürme ve uyarıcı olma rollerini oynadıkları açıktır. Demokratik Toplum Kongresi, uluslararası yasalar başta olmak üzere Türkiye’deki sözde anayasaya uygun olmasına rağmen bu nedenle hedeflenmiş ve kapısına kilit vurulmuştur.

Leyla Güven gibi Kürt toplumunun en bilinçli ve vicdanlı siyasetçilerinden biri bu temelde tutuklanmıştır. Kürt toplumu bunu asla kabullenmeyecektir. Biliyoruz ki bir halkın kendisini örgütlemesi en meşru hakkıdır ve hiçbir kilit bunun önüne geçebilecek yetkiye sahip değildir. Bunun için demokratik siyasetin, özgürlük sisteminin inşa alanı olduğu bilinciyle bu alandaki hamle çalışmalarını sürdürecektir. Demokrasiyi kurmanın asla binalara indirgenemeyecek ahlaki ve politik gerçekleşmeleri vardır. Kürt toplumu kendisinden başlayarak her yerde, her fırsatta yan yana gelerek bir meclis gibi kararlarını almayı sürdürecek, gerektiğinde 3 kişi gerektiğinde 300 kişi gerektiğinde ise milyonları bir araya getirerek pratikleşecektir.

‘Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ hamlemizin 6 aylık süreç içerisinde açığa çıkardığı en önemli gerçeklerden birisi de özgürlüğün talep edilmeyeceğidir. Bu anlamda Bakurê Kürdistan’da slogan haline dönüşen ‘Adaleti Sağlama’ hamlesi ancak özgürlükle ilişkilendirilebilir. Özgürlüğün olmadığı, köleliğin, ayrımcılığın, güçlünün güçsüzü ezdiği iklimlerde adalet, eşitlik, kardeşlik olmaz. Doğruluk anlamına da gelen adaleti sağlamak hep devletten talep edilen bir olgu gibi ele alınmaktadır. Oysa devletlerde doğruluk değil yasalar ve egemen sınıfların çıkarlarının korunması vardır. Konuyu çok uzatmadan belirtmek istediğim şey, Kürdistan halkının devletten beklediği bir adaletin olmadığı ancak ve ancak adaleti sağlayacak iradenin kendi öz gücünden çıkacağına dair yaşadığı kararlaşmadır. Bu devletin yasalarında Kürt halkına dair bir şey yok ki ondan adalet beklesin! Yok sayılan, inkar edilen bir varlık olan Kürt gerçekliğinin bu devletten de onun anayasasından da bir beklentisi olamaz. Dikkat edelim halkımız, Türk devletinden hiçbir şey talep etmiyor. Bu TC faşist devletinden köklü kopuşu gerçekleştirdiğini gösteriyor. Ancak kendi öz yönetimini kurar ve demokratik örgütlenmeleri temelinde devletin alanını daraltırsa görece bir adaletin oluşacağına inanıyor. Bakurê Kürdistan’da adaleti devlet değil halk sağlayacaktır, bu gelinen noktada çok iyi anlaşılmıştır. Şimdi, TC faşizmi bunu engellemeye çalışıyor. Fakat hamlemiz daha fazla gelişerek, hesap soracak, yargılayacak ve böyle bir zulüm düzenini geliştirenleri cezalandırmayı sürdürecektir. Bu belki hem her an olacak hem zaman alacaktır, ama adalet mutlaka yerini bulacaktır.

Bakurê Kürdistan’daki hamlemizi geliştirirken yine en önde zindan alanı gelmiştir. Aslında bu bizim için hem övünç hem de özeleştiri konusu olmaktadır. Zindan direnişçiliği 2019 yılındaki hamlemizi geliştirmiş ve çok önemli sonuçlar almıştı. Bu sonuçları açığa çıkaran şehitlerimizi bir kez daha minnetle anıyoruz. Bu direnişte yer alan arkadaşları sevgi ve özlemle selamlıyoruz. Zindandaki yoldaşlarımız ve yurtsever halkımız düşmanın elinde esir olarak tutuluyor ve bu esaret koşullarında direnişi, mücadeleyi geliştiriyorlar. Şunu rahatlıkla belirtebilirim ki Bakurê Kürdistan’da düşmanın özel savaş saldırıları altında mücadele duruşundan ve çizgisinden büyük sapmalar yaşanmıyorsa bunun bir nedeni de zindan direnişçiliğinin sürüyor olmasıdır.

1982 zindan direnişçiliği nasıl ki 15 Ağustos büyük gerilla atılımını koşullandırdıysa, günümüzde de doğru mücadele tarzını ve zor koşullarda irade savaşımını açığa çıkarıyor. Elbette düşmanın elinde esir olarak tutulan yoldaşlarımız dışarıda olsaydı mücadelemize çok daha farklı katkılarda bulunacaklardı. Fakat içinde bulunduğumuz bu hamle sürecinde de rollerini tüm saldırılara rağmen oynamayı sürdürüyorlar. Önder Apo’nun özgürlüğü temelinde faşizmi yıkma mücadelesine katılan tüm arkadaşları bu vesile ile selamlıyor, özgürlüğü sağlayana kadar tüm mekanları aşacak ruhsal birliği geliştirerek mücadele etme kararlılığımızı belirtiyoruz.

Gestapo merkezi olan İçişleri Bakanlığının zindanlar üzerinden, direnen tüm kesimleri teslim alma uygulamaları bu hamle ile birlikte tersine dönmüştür. Geçmişte olduğu gibi bugün de zindanlar, TC faşizminin ayaklarına dolanacaktır. Burada çok önemli gördüğüm iki noktayı da vurgulamak istiyorum. İlki Türkiye’de işkencenin geldiği düzeydir. AKP-MHP yönetimi Türkiye’de işkencenin olmadığını ısrarla propaganda etmektedir. Fakat bize gelen bilgilerden biliyoruz ki son dönem gözaltı ve tutuklamalarında işkencenin en koyusu, insan onurunu kıran ve tüm topluma ihaneti dayatan yöntemleri sonuna kadar uygulanmaktadır. Gencecik kızlar ve erkekler cinsel saldırılar ve tecavüz uygulamaları ile düşürülmekte, ajanlaştırılmakta, sahip olduğu toplumsal ahlak yerle bir edilerek iradesizleştirilmektedir.

İçişleri bakanı Süleyman Soysuz bu uygulamaların hem mimarı hem savunucusudur. Direnişçi, iradeli, toplumsal onuru ve haklarını savunan bir kadın ya da erkek gördüğünde ağzından da başka bir sözcük çıkmamakta, aklındakileri dışa vurmaktadır. Bu insanlık dışı uygulamalara karşı başta genç kadın ve genç erkekler toplumsal ahlak ve onura sahip çıkmalıdır. Hem teşhir etmeli hem de karşı karşıya kaldıkları uygulamaların hesabını sorarak beden ve ruh sağaltımını gerçekleştirebilmelidirler. Unutulmamalı ki asıl onursuzluk bu saldırılara maruz kalanlarda, değil gerçekleştirenlerdedir. Mücadele etme imkanı varsa umut vardır, gelecek ve yarın vardır. Mücadeleden değil mücadelesizlikten korkalım. İkinci ve çok önemli konu zindanlara yönelik yoğunlaşan dağıtmak ve sürgün politikaları, süresi dolan yoldaş ve yurtseverlerimizin ‘pişmanlık’ dayatmaları ile zindanda geçirdikleri anlamlı yıllarına ters düşürme politikaları olmaktadır. Zindanların özgürlük mücadelesi içerisindeki büyük önemini gören TC faşizmi, son yıllarda bu durumu tersine çevirmek için bir yeniden yapılandırma kararı almıştır. Buna göre hem cezaevi yönetimlerini değiştirmiş hem Esat Oktay Yıldıran zihniyeti ve yönetim biçimini tüm Türkiye ve Kürdistan zindanlarına hakim kılmak için çalışma yürütmüştür. Bunun da mimarı SS yönetimidir. Zaten Süleyman Soysuz Türkiye ve Kürdistan’ı tam bir zindan gibi ele almakta, takip etmekte, kendisince ‘asayişi’ böyle sağlamaktadır. Bu saldırılar karşısında zindanlarda bulunan yoldaşlar direniş tutumunu sürdürüyor, yurtsever halkımız her türlü fedakarlıkla bağlı oldukları halk ve ülke değerlerini savunuyorlar. Örgütlü bir direniş tutumunun çıkmaması için yapılan sürgün ve parçalama politikalarına karşı ise Önder Apo’nun İmralı direniş ve mücadele duruşunun örnek alındığına inanıyoruz. Kişi hiçbir zaman tek başına olamaz. Arkasında tarihi, onun varlığını oluşturan toplumu hep onunladır. Bu anlamda başta hücre tipi, F tipi zindanlarda olmak üzere yoldaşlarımız direnişin yaratıcı biçimlerini açığa çıkartacaklardır. Unutmayalım ‘anlam gücü en büyük güçtür’.

Hamlede kadın ve gençliğin oynadığı ve oynayacağı role ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

Geçen süre içerisinde hamlenin en dinamik gücü kadın hareketi olmuştur. Kürt Kadın Hareketi Önder Apo’ya yönelik ağırlaştırılarak işkence sistemine dönüştürülen tecrit uygulamalarına karşı eylemsellik içinde olmayı başarmıştır. 2020 yılına damgasını vuran Kürdistan’daki kadın hareketliliği olmuştur. Erkek egemenlikli sistemi faşizm olarak kurumsallaştırmak isteyen AKP-MHP yönetimine karşı çok çeşitli eylemler gerçekleştirilmiş, sokaklarda olunmuş, açıklamalar yapılmıştır. ‘Özgür kadını ve toplumu savunma zamanı’ hamlesi çerçevesinde aslında her planlama bir eylem tadında gelişmiştir. Bu nedenle bu süreçte en fazla törpülenmek istenen, üzerinde saldırı yürütülen de kadın hareketi olmuştur. Fakat kadın kırımının gerçekleştiği bir ülke olan Türkiye’de yaşam hakkı başta olmak üzere kadın özgürlüğünü savunmak o kadar meşru bir mücadele haline dönüşmüştür ki düşman bu gelişmeyi engelleyememektedir. Kürdistan’da ise bu uygulamalara bir de soykırımcı, sömürgeci, ırkçı, Kürt halkının varlığını kadın üzerinden katletmek, yok etmek isteyen bir saldırı sistematiği eklendiği için direniş ve eylem, örgütlenme ve bilinçlenme hamlenin genel çerçevesini oluşturmuştur. Başta demokratik siyasette aktif olan kadınlar olmak üzere hamleye bu çerçevede katılım göstermişler ve kadınların bilinçlenmesinde rol oynamışlardır. Bununla birlikte çok daha etkileyici, zengin ve kapsamlı örgütlenmelere her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğunu da belirtmek gerekir.

Kürt gençliği Bakurê Kürdistan’daki mücadelemizin en temel dinamiğidir. Başta gerilla ve zindanlar olmak üzere her alanda gelişen mücadelemize gençlik öncülük etmektedir. Bu kapsamda gerçekten cesur ve fedakar, özgür yaşam tutkusu ile çalışan, gözünü kırpmadan düşman gerçekliği üzerine yürüyen özelliğini pratikleştirmektedir. Türkiye ve Kürdistan’da gerçekleşen sayısız eylemin de yaratıcısı yine gençlerdir. Bu anlamda da eylemsiz geçen tek bir gün yoktur. Faşizme, onun kurumlarına, kişilerini darbeleyen, yakıp-yıkan gençlik tepkiselliği AKP-MHP’nin adeta ‘kuzuların sessizliğini’ yaratmak istediği bir süreçte önemli olmuştur. İntikam birimleri olarak kendilerini adlandırmaları bunun sonucudur. Bununla birlikte bu tepkilerin her yere yayılması gerekmektedir. Kürt gençliği ne yapıp edip öfkesini, tepkisini, soykırımcılığa karşı duyduğu nefreti dışa vurmanın kanallarını oluşturabilmeli, halkımızın yüreğine soğuk su serpmelidir. Bu konuda gençlik hareketimizin çok önemli bir tarihsel mirası vardır. Bir tarzı ve etkisi vardır. Önder Apo en çok Kürdistan’daki gençliğe inanmakta, güvenmektedir. Gençlik hareketimiz üzerinde çok yoğun ve kapsamlı saldırılar olduğunu biliyoruz. Fakat şunu da biliyoruz, bizi öldürmeyen darbeler güçlendirir. Kürdistan gençliği bu saldırıları bertaraf etmeyi ve dönemin tarzını tutturmayı başardığı anda önünde hiçbir engel kalmayacak, gelişmeleri belirleyen bir düzeye ulaşacaktır.

Bu çerçevede belirtmek istediğim bir husus da Kürt gençliğinin kaybedecek hiçbir şeyinin olmadığını bilmesi gerektiğidir. İster üniversiteli ister burjuva kökenli olsun ya da işsiz ya da köylü bir genç olsun bilmeli ki soykırımcı sömürgecilik elindeki her şeyi almıştır. Hatta fiziki varlığı bile Türk uluslaşmasının hizmetine koyulmuştur. Bir Kürt genci olarak geleceği yoktur, ancak kendisini inkar eder ve ihanet ederse biyolojik olarak yaşam bulabilir. Fakat mücadele eder ve kazanırsa özlemini duyduğu her şeyi olacaktır. Anaya gerçek ve doğru bağlılık, vefalı bir evlat olma gerçekleşecektir. Bunun için Kürt gençliği hamleyi her alanda geliştirerek geleceğini özgürlük temelinde kazanmaya gözünü dikmeli, küçük ve sahte yaşamları reddetmelidir.

Hamle çerçevesinde değerlendirilecek birçok boyut, konu ve gelişme olmakla birlikte son olarak ittifak çalışmaları için birkaç nokta belirtilebilir. Bu dönemde gençlik hareketi, kadın hareketi, demokratik siyaset alanı ve yine genel hareket olarak geliştirilen ittifaklar oldukça önemli sonuçlar açığa çıkarmış ve birleşik mücadele anlayışının Bakurê Kürdistan’da daha fazla yerleşmesine yol açmıştır. Elbette bu birliktelikler faşizmin en koyu ve yoğun olduğu bir dönemde geliştiği için tüm topluma büyük bir moral kaynağı olmuştur. Mücadele ve eylem birlikteliği olarak aynı hedefe yönelmek hem zihnen hem de pratik olarak güçlendiricidir. Bunun sonucu olarak başta HBDH-KBDH olmak üzere gelişen stratejik ittifaklarla TC faşizminin, Kürt halkına reva gördüğü tecrit ve yalnızlık kırılmış, Türkiye faşizmle mücadelenin ana sahası haline getirilmiştir. Oldukça nitelikli eylemlerle faşizm çeşitli alanlarda darbelenmiştir. Yine HBDH bu süreçte faşizme karşı mücadeleyi yeni bir aşamaya taşıyacak Türkiye’deki hamleye öncülük etmiştir.

Kürt halkının içindeki ittifak çalışmaları da hamle çerçevesinde önemli bir düzey kazanmıştır. Demokratik bir ulus olarak zihnen oluşmuş olan Kürt halkı, bu uluslaşmaya dayatılan parçalanmaya ve dıştan dayatılan işbirlikçi eğilimlere karşı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü talep ederek yanıt vermiş ve ulusal birlik eylemlerinin en temel sloganı ‘Biji Serok Apo’ olmuştur. Bu eylemlerin büyüklüğü-küçüklüğü tali bir tartışma olarak görülmelidir. Önemli olan eylemlerin her düzeyde gerçekleşmiş olmasıdır. Her çalışmanın ‘Faşizme son, demokrasiyi kurma ve adaleti sağlama’ hamlesi çerçevesinde yürütülmesi Bakurê Kürdistan ve Türkiye’de önemli bir sinerjiyi açığa çıkarmıştır.

‘Özgürlük Zamanı’ hamlesinin Bakurê Kürdistan’daki ayağının etkili ve sonuç alıcı hale gelmesi için hangi konularda yoğunlaşması gerekir? Sizce güçlendirilecek yönler nelerdir? Ortaya çıkan gelişmeler kadar yaşanan eksiklikler için neler belirtebilirsiniz?

Kürt halkı ve dostları hiç şüphesizdir ki çok önemli bir süreçten geçmektedir. Sorunuza geçmeden önce çok kısa da olsa bu sürecin temel parametrelerine işaret etme ihtiyacı duyuyorum. Nitekim içinde bulunduğumuz hamle süreci bu genel sürecin, stratejik durumun bir parçası olarak geliştiriliyor. Bu anlamda geliştirilen hamlenin başarısı ancak ve ancak stratejik ilişkiler ve duruş bağlamında değerlendirilebilir, anlam taşıyabilir. Bu noktada hemen bir eleştiri olarak şunu belirtebiliriz ki hamleyi geliştirmekten sorumlu olan birçok kesimde içinde bulunduğumuz stratejik dönemin ölçüleri dışında çalışmalarını değerlendirme yaşanabiliyor. Mücadele yürütülüyor, çalışmalar aksatılmadan sürdürülmeye çalışılıyor, çeşitli biçimlerde soykırımcı sömürgeci TC faşizmine, somutta bunun yürütücü, örgütleyici gücü olan AKP-MHP iktidarına karşı boyun eğmeyen bir duruş ve tutum sergileniyor. Fakat tüm bu çabaların, yürütülen çalışmaların, sergilenen anlamlı direniş tutumunun sonuca götürülmesinde mesafe almada zorlanma yaşanıyor. Bu süreç tüm yakıcılığı ile devam etmektedir. Böyle bir durumda ‘daha ne yapabiliriz’ diye soranlar olabilir. Fakat Önder Apo yeni bir stratejik dönem tanımlaması yaptı ve herkesin buna göre pozisyon alması için gerekli uyarılarda bulundu. Gelinen aşamada bu tespit ve uyarıların ne kadar isabetli olduğu da açığa çıktı. Bu çerçeveden bakıldığında yanlışlıkların, hatta ciddi düzeyde kendini kandırmaların, beklentilerin olduğunu söylemek gerekiyor. Düşmanın sözde diyerek kendi hakikatini koyduğu ‘demokratik müzakere’ sürecinin baş mimarı olan Önderliğimizin süreç dışına itilmesi ve üzerinde yoğunlaştırılan tecrit politikaları ile aslında 4. Stratejik sürece geçilmiştir. Pratik zamanlama olarak büyük devrimci insan ve Önder Apo’nun ilk yol arkadaşlarından olan Sara arkadaşa yönelik suikastın işaret fişeği olduğu günümüzde çok daha iyi anlaşılır durumdadır.

Aslında özelde Bakurêgenelde tüm Kürdistan’da halkımız bu hakikati iyi biliyor, duyumsuyor ve buna göre tutum alıyor. Önder Apo’ya yönelik her türlü politikayı kendisiyle özdeşleştiriyor ve buna göre yaklaşım gösteriyor. Buna göre olmayanlara ise tepki ile yaklaşıyor, kendilerini düzeltmelerini istiyor. Bunu en iyi bildiği yolla gösteriyor elbette. Pratikle, yaşamla, çalışmalarına katılım göstererek ya da göstermeyerek, sahiplenerek ya da sahiplenmeyerek. Bu anlamda en temel ölçüyü halkımız bize kazandırıyor. Tekrar da olsa belirtmeliyim ki hiç kimse Bakur’daki halkımızda eksiklik aramamalıdır. Farklı farklı sosyolojik çözümlemelere girişerek kafa bulandırmamalı, halk gerçekliğimiz karşısında özeleştiri verebilmelidir. Aynı M. Hayri Durmuş arkadaşta olduğu gibi. Halkımız soykırımcı sömürgecilik kıskacından çıkmak için çare aramaktadır. Önderlik gerçekliğinde kendisini sayısız kere ispatlayan zafer çizgisinin temsilcilerinin üzerine düşen rolü oynamasını ve bu tarzın Kürdistan’daki hakimiyetinin sürmesini istemektedir.

Bu çerçeveden baktığımızda özgürlüğün Kürdistan’dan başlayarak Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasında hakim olması için geliştirdiğimiz hamlenin doğru çizgide ve amaçlarına uygun gelişmesi için yukarıda dikkat çekmeye çalıştığım temel hususlara göre olması şarttır. Yani soykırımcı sömürgeciliği her düzeyde hedeflemesi gerekir. Sadece Bakurê Kürdistan’da değil tüm Kürdistan üzerindeki saldırıları örgütleyerek gerçekleştiren güç Faşist TC ve onun günümüzdeki yönetimi AKP-MHP iktidarıdır. AKP-MHP faşizmine, onun soykırımcı sömürgeci politikalarına yayıldığı tüm alanlarda darbe vurmak hamlenin gereği olmaktadır. Fakat daha da önemlisi bir özel savaş rejimi olan, tüm politikalarını Kürt halkına karşı savaş temelinde oluşturan TC’yi kendi sınırları olarak gördüğü Bakurê Kürdistan ve Türkiye’de boşa çıkarmak, etkisiz hale getirmek, soykırımcı sömürgeci politikalara karşı hamle içerisinde olmaktır. Dikkat edilirse bahsettiğim pasif bir kendini savunma değildir. Bu kavramı da duruşu da özgürlük mücadelemiz reddetmektedir. Bunun için Bakurê Kürdistan’da yürütülen hamlemizin aktif, hamleci, inisiyatifli olması, kendisinden başka hiçbir güçten beklenti içerisine girmemesi elzem olmaktadır.

Türk özel savaş rejimi, AKP-MHP iktidarı döneminde en rafine olmuş halini yaşamaktadır. Saf ırkçılık, kadın düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, sermayecilik gibi uzayıp giden bir duruma ulaşmıştır. Belki de hiçbir dönem Türkiye toplumu bu kadar parçalı hale gelmemiştir. Parçalanma o kadar derin ve mesafeler o kadar çok artmıştır ki tüm bu kesimler arasında düşmanlık duygusu toplumsal krizi taşınamaz hale getirmiştir. Aynı zamanda bu durum Türkiye toplumunun en zayıf haline tekabül etmektedir. Faşizm hükmünü sürdüğü her dönemde ve mekanda olduğu gibi Türkiye’de de varlığını böyle bir düşmanlaştırmaya, tüm toplumsal kesimlerin ve elbette halkların birbirine karşıt haline getirilmesine dayanarak iktidarını sürdürebilmektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı Türkiye’de demokratikleşme gerçek bir toplumsal, siyasal devrim anlamına gelmektedir. Bunun kendiliğinden gelişeceğini beklemek çok ciddi yanlışlıklar içerir. AKP-MHP faşist ittifakı ve ortak yönetiminin değişimini gerçekten bir ihtiyaç olarak gören herkesin bu ittifakın yıkılması için mücadele etmesi en değerli ve ilkeli tutum olmaktadır. Söylemeden geçemeyeceğim bir konu da faşizmin saldırganlığını mücadele eden kesimlere özelde de hareketimize, hareketimizin mücadeleci ve direnişçi tutumuna bağlayan yaklaşımlar oluyor. Özünde bu düşünceye sahip olanlar Türk özel savaşının etkisine girmiş oluyorlar, farklı nüans ve kavramlarla soykırımcı sömürgecilik karşısında teslimiyeti dayatıyorlar. Oysa halkımız ve dostlarımız bizi, hareketimizi iyi tanıyor ve biliyorlar. En zor koşullarda, imkansızlıklar içerisinde varlık ve özgürlük savaşına başladığımızın ve onu yürüttüğümüzün farkındalar. Bir kez daha belirtelim ki PKK Bakurê Kürdistan’da mücadele edecek ve mutlaka kazanacaktır. PKK’nin kazanması Türkiye’de demokrasinin ve özgürlüklerin kazanmasını getirecektir.

Bakurê Kürdistan’da yürütülen hamle süreci belirttiğimiz çerçevede eksiklikleri içerse de önemli bir sinerjiyi ortaya çıkardığını belirtmek gerekiyor. Her şeyden önce Kürdistan toplumu kendi gündemine kavuşmuş ve özel savaş merkezlerinin, başta medya olmak üzere çeşitli araçlarla Kürt halkının zihninin sömürgeleştirilmesine, soykırımdan geçirilmesine hizmet eden sahte, çarpıtıcı gündemlerine müdahale edilmiştir. Eğer ‘Bakurê Kürdistan’da yürütülen mücadelenin en temel sorunu, yetersizliği nedir’ şeklinde bir soru yöneltmiş olsaydınız buna yönelik cevabımızın hiç tereddüt etmeden ideolojik mücadele olduğunu belirtecektim.

Çünkü Kürt toplumunu soykırım ve sömürgecilik sistemi altında tutarak Türkiye’deki iktidarını kurumsallaştırmak isteyen AKP-MHP faşizmi en çok bu konuda saldırı yürütüyor. Halk deyimiyle ‘ana sütü kadar helal’ olan varlık ve özgürlük mücadelesi suçlanarak devletin tüm imkanları bu mücadelenin tasfiyesine hasrediliyor. Günün 24 saati her türlü yalan, iftira, karalama ile Türkiye ve Kürdistan toplumunun beyni yıkanmaya çalışılıyor. Kürt halkının varlık olarak kendisini oluşturduğu her şey aşağılama ve hakaretlerle karşı karşıya bırakılıyor. Başta özgürlük mücadelemizin tarihi mücadele seyri olmak üzere bu sürecin yaratıcı güçleri olan şehitlerimiz ve yurtsever halk değerlerimiz ayaklar altına alınarak halkımıza onursuzluğu reva görüyor.

Her toplumsal kültürde yeri kutsal olan analık olgusu gözü dönmüş bir saygısızlıkla hırpalanıyor. Toplumun geleceği olan gençler tecavüz kültürü ile iradesiz kılınarak soysuzlaştırılmaya çalışılıyor. Çok açık ve nettir ki bu uygulamaların her biri ideolojiktir, faşizmi, sömürgeciliği kabul ettirmeye dayanmaktadır. Bakurêalanında hamlemiz bu temelde özgürlük ideolojisinin gündemleşmesini, bunun için çalışılmasını, buna göre düşünme ve yaşanmasını ortaya koymuştur. Bu temelde en çok geliştirilmesi güçlendirilmesi gereken de Kürdistan üzerine çöreklenen bu karanlık günleri aydınlatacak çalışmalardır. Dünyadaki en mazlum halk olan, eşi görülmemiş bir zulüm sistemi altında inletilen, sevdiği, değer verdiği ne varsa elinden alınarak başka bir ulusun nesnesi haline getirilmek istenen Kürt halkının hakikatini en güzel, en doğru, en etkili biçimde ifadeye kavuşturmaktır.

Bu faaliyetlerin hepsini yetersiz gören Erdoğan ise Kürt toplumunun neden hala teslim olmadığını sorguluyor ve bu alanı sorumlu tutuyor. Demek ki tüm çabalarına rağmen yürüttüğümüz mücadelenin etkilerini sınırlamayı başaramıyor. Bu anlamda önemli bir direnişin geliştiğini söylemek mümkündür. Bununla birlikte başta kültür-sanat alanı olmak üzere Kürt kültürünü, direniş ve mücadele kültürünü bu hamle çerçevesinde etkili kılarak faşizmin yaratmak istediği tekçiliğe karşı varlığımızı ortaya koyabilmeliyiz. Faşizme son diyerek faşizmi bitiremeyeceğimize göre faşist sistemin politika adına ürettiği tüm uygulamalara karşı demokratik ulus paradigması ekseninde politika üretebilmeliyiz.

Sorunuzla bağlantılı olarak değerlendirebileceğim ikinci husus hamlenin ne olduğuna ilişkin yaklaşım sorunlarıdır. Hamle var olan çalışmaların adını ‘hamle çalışması’ olarak değiştirmekle geliştirilemez. Elbette planlanmış ve pratik olarak yürütülen çalışmaları da hamle perspektifine göre yeniden ele almak, onun hedefleri ile birleştirerek dönem ruhuna kavuşturmak gerekir. Fakat bu yetmez. Hamle geliştirmek için gerekli olan ilk husus yenilik yaratmaktır. İkinci husus ise eylem açığa çıkartmak ve harekete geçirmektir. Son olarak ise atılım denilen olguyu açığa çıkarmaktır. Yani geçmişi aşan bir ileriye sıçrama halinin yakalanmasıdır. Birincisi yenilik içermeli ikincisi eylem açığa çıkarmalıdır. Geçmişi aşan bir fark ortaya çıkarabilmelidir. Bakur’daki hamle çalışmalarını bu çerçeveden değerlendirdiğimizde yürütülen çalışmaların önemli bir hamle perspektifi kazandığını belirtebiliriz. Fakat özellikle toplumsal alanda hamleyi geliştirme ve örgütlemede, yenilikler açığa çıkarma anlamında da eksiklikler yaşandığını söylemek zorundayız.

Israrla dikkat çektiğimiz, üzerinde durduğumuz ‘eylem’ kavramına da açıklık getirerek konuyu tamamlayayım. Eylem dediğimizde toplumsal direnişi geliştiren her şey kast edilmektedir. Yeri geldiğinde doğru kurulmuş bir söz, güçlenmeyi açığa çıkartan örgütlenme ve ilişki geliştirme, birliği yaratan ittifaklar, toplumsal iradeyi ortaya koyan sokak eylemleri, mitingler, serhıldanlar… Ve elbette soykırımcı sömürgeciliği püskürten yakma-yıkma hareketliliği, ordunun yerine geçmiş olan emniyet teşkilatı faaliyetlerinin felç edilmesi, askeri hedefler, ajan ve işbirlikçilerin hareketsiz hale getirilmesi… daha da uzatacağımız çok geniş bir eylem silsilesi vardır. Eylem çeşitleri de çok renklidir. Gandi gibi oturma eylemlerinden tutalım, kitlesel yürüyüş eylemlerine, çadır açmalara, mekan tutmalara kadar yumuşak tabir edilen kitlesel eylemlerden daha sert ama küçük birimlerle yapılan taciz eylemlerine kadar. Kısacası hamleyi geliştirmek için düşünmek, buluşmak ve harekete geçmek gerekir. Bunun önünde hiçbir engel yoktur.

Son olarak ulusal birlik çalışmaları ekseninde yürütülen hamle çalışmalarına ilişkin gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Kürdistan halkı, dört parçada da bilmektedir ki, Kürdistan’da ulusal birlik politikasını geliştiren ve savunan Kürt özgürlük hareketi olmuştur. Ülkemizin soykırımcı sömürgeciliğin hakimiyeti altına sokulmasında hem coğrafik hem de toplumsal parçalılığı yaratan uluslararası sistemi sorumlu tutarak buna karşı yarım yüzyıldır mücadele yürütülmüştür. Bu anlamda Kürdistan’ın bütünlüğünü savunan tek ve gerçek hareket olmayı başarmıştır. Önder Apo bu nedenle ulusal demokratik çizgiyi dört parça Kürdistan’da yaratan tek ve gerçek Önderdir.

Halkımız böyle görmekte ve sahiplenmektedir. Başur, Rojava, Rojhılat ve Bakur’u birleştiren bu Önderlik gerçekliğidir. Değerlendirmelerim içerisinde çeşitli boyutlarıyla dikkat çekmeye çalıştığım uluslararası komplo bu Önderlik gerçekliğine yönelerek ulusal demokratik çizgiyi ortadan kaldırmak istiyor. Bunun için Başur merkezli işbirlikçi-devletçi yapıları alternatif haline getirmeye çalışıyor. Bilinmelidir ki Kürt özgürlük hareketi olarak biz bu çizgi ile hep mücadele halindeyiz. Soykırımcı sömürgecilik merkezleri ile işbirliği halinde hareketimizin tasfiyesinde yer almak isteyen güçlerle ‘ulusal birlik’ değil ‘ulusal demokratik tavır’ geliştirilerek bu kesimlerin işbirlikçiliği sınırlanmalı ve ihanete geçit verilmemelidir. Bu anlamda ulusal birlik söylemi ile kast edilen KDP ile birlik ise bunun mevcut durumda gelişmeyeceği bilinmelidir. Ancak bu kesimler demokratikleşir ve Kürt halkının ulusal çıkarları ekseninde siyaset üretmeye başlarsa birlikte adım atılabilir. Fakat önemli olan Kürt halkının, toplumun, farklı sosyal ve sınıfsal kesimlerin demokratik ulusal politikalara katılımının sağlanması, bu çalışmaların böyle bir kanala akıtılmasıdır.

Halkımız ve devrimciler açısından giderek yaklaşan bahar neyi ifade ediyor? Türk devleti tarihinin hem en faşist hem de en zayıf dönemini iç içe yaşıyor. Kürtler açısından nasıl bir baharı öngörüyoruz? Kısa bir süre önce 15 Şubat komplosunun yıldönümüydü, 8 Mart, Newroz, 4 Nisan, 1 Mayıs gibi tarihler bizi bekliyor. Bu süreç nasıl karşılanacak? Bakurê Kürdistan bu serhildan zamanlarını nasıl değerlendirecek? Kısacası devrimci süreç açısından bizleri nasıl bir bahar bekliyor?

Sorunuzda belirttiğiniz gibi Türk devleti tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor ve bu nedenle de her konuda tutuculaşarak daha da gericileşiyor. Gelmiş geçmiş en gerici bir iktidar sistemi ile karşı karşıya olduğumuz, çağdışı bir rejim olduğu çok açıktır. Bir Saddam, Esad rejimi ne ise aslında onlardan daha da gerici bir durum içindedir. Adı geçen bu rejimler en azından Kürt halkını ve bölgede diğer yaşayan halkları tanımlayarak soykırım sistemi içinde saldırılarını yürütmüşlerdi. Kürtler sömürülürken, vurulurken, reddedilirken Kürttüler. Yine bu rejimler yetiştikleri dönemin zihni kodlarıyla yüklenmişlerdi. İncelenirse ne demek istediğim anlaşılır. Fakat konumuz Erdoğan-Bahçeli liderliğindeki TC’nin durumudur. Karşımızda bir devlet gibi duran ancak aslında ne olduğu da tam açıklanamayan bir gerçeklik vardır. Devlet var mıdır yok mudur bu bile tam belli değildir. Devletten öte Türkiye Cumhuriyeti adı altındaki yapıya çöreklenmiş, komplo ve darbelerle ele geçirmiş bir çetecilikten bahsedilebilir. Erdoğan ve Bahçeli’den öte devlet arayanlar önemli oranda yanılmışlardır. Uzun süre Kürt halkının özgürlük özlemlerini istismar etmiş ve Kürt sorunu denen olguyu kendi iktidarı için manivela olarak kullanmışlardır. Tüm bu hususlar açığa çıkmış, deşifre olmuştur. Bu nedenle Türkiye’deki AKP-MHP faşizminin en zayıf dönemden geçtiği tespiti bir niyet değil, gerçektir. Ciddi anlamda meşruluk krizi yaşayan, bunu yaratmak için de savaş dışında başka bir şey üretemeyen bu faşist rejim Kürt halkına yönelik soykırımcı savaşı yürütmek dışında seçenek oluşturamamaktadır. Böyle bir yeteneği kalmamıştır. Bu ise uluslararası komplo sürecinin sürdürülmesi anlamına gelmektedir.

Şoreş Beytüşebap öncülüğündeki 15 devrimcin-gerillanın Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a bağlılık ve uluslararası komploya karşı duydukları büyük öfke temelinde 2021 yılının nasıl bir yıl olacağının açığa çıktığını söyleyebilir miyiz?

Uluslararası komplonun 23. yılının içindeyiz. Bu komplo süreci ne kadar bilince çıkarılırsa ve anlaşılırsa o kadar doğru mücadele yürütüleceği açık ve nettir. Önderliğimizin çok büyük fedakarlık, eşsiz bir emek, siyasi deha ile boşa çıkartmış olduğu uluslararası komplo süreci Kürt halkının özgürlük mücadelesini kalıcı sonuç alma aşamasına getirmiştir. Bunu tartışmaya gerek bile yoktur. Zaten Türk medyası çok çeşitli çarpıtmalarla bunu hep tartışıyor. ‘Şu zamanda bu kadar kişiydiler, sonra nasıl bu kadar büyüdüler’ gibi bir yandan ‘bitti, bitirdik’ derken diğer yandan Kürt özgürlük hareketinin ne kadar geniş bir coğrafyada etkili olduğunu belirtmektedirler. Hep kendilerini boşa çıkaran, çelişkili, anlamsızlık taşıyan tartışmalarla gündemi sulandırıyorlar. Bu noktada tüm halkımız, yurtseverler ve dostlara bir önerim bu tartışmalara kulaklarını kapatmalarıdır. Çünkü boştur, anlamsızdır. Tarihin gördüğü en büyük mücadele ve direniş çizgisini ortaya koyan Önder Apa’nun anlam gücü karşısında, kendileriyle birlikte herkesi anlamsızlığa mahkum etmek istemektedirler. Bizim kendi gündemimize kilitlenmemiz, özgürlük ve varlık sorunumuzu kalıcı bir çözüm aşamasına getirmemiz gerekmektedir. Anlamlı olan budur. Soykırımcı sömürgeciliğin ve onun işbirlikçilerinin bizi nasıl tanımladığı değil bizim kendimizi nasıl tanımladığımız önemlidir ve kazanacak olan da budur. Çünkü Kürt halkının özgürlük savaşımının açığa çıkardığı güneş kadar net bir hakikat vardır. Başını dik tutmayı başaranlar her zaman bu güneşi göreceklerdir.

Bu bağlamda uluslararası komplonun 23. yılına ilişkin komployla mücadelede geldiğimiz aşamaya ilişkin birkaç noktayı belirtebilirim. Yani bu 23 yıl düz bir çizgide ilerlemedi. Bu tarihsel komployu planlayarak yürütmek isteyenler gelişmelere göre yeni planlamalar yaparak sonuç almak için çeşitli saldırılarını devam ettirdiler. Önder Apo’nun esareti bunun en temel ayağı olsa da esas sorun Ortadoğu’daki tüm politikaları belirleyen özgürlük ve demokrasi çizgisinin teslim alınması ve kullanılmasıydı. Geçen 23 yıllık süre içerisinde bunu gerçekleştirmek için çok yoğun, kapsamlı, hileli, örtük ve gizli bir savaşın kesintisiz sürdüğünü biliyoruz. Yaşadık, gördük. Gelinen aşamada bu güçler bir adım ileriye geçememişlerdir. Kaybedilen tek bir mevzi yoktur. Evet, uluslararası komploya karşı direnişte çeşitli kayıplarımız olmuştur. Her şeyden önce dünya güzeli, insan gibi insan, sevgi ve umut kaynağı olan yoldaşlarımız şehit düşmüştür. Fakat şehitlerimiz bize nasıl direnileceğini, bağlılığı, yoldaşlığın yüceliğini öğreterek bizi daha net, pürüzsüz, anlamlı kılmışlardır. Her şeyden önce uluslararası komplonun nihai hedefi olan Önder Apo’nun üzerindeki saldırıları kırmışlardır. Bu anlamda uluslararası komplo 23 yıl boyunca sayısız kere yenilmiştir. Bu yenilgiye en son Garê direnişi ile bir yenisi daha eklenmiştir. Garê’ye dönük saldırının aynı uluslararası komplo sürecinde olduğu gibi NATO kapsamında gerçekleştirildiği, yine benzer bir şekilde yerel işbirlikçiliğe dayandığı, kapsamlı hazırlıklar sonucunda harekete geçildiği anlaşılmaktadır. AKP-MHP yönetiminin iktidar körlüğü yaşayarak, gerçekten gerillanın artık direnemeyeceğine inandığı ya da inandırıldığı anlaşılmaktadır. Gerçekten hareketimizi en az tanıyan ya da yanlış tanıyan bir iktidar olarak da değerlendirebiliriz. PKK’nin gücünün nicelik değil nitelik olduğu, anlam ve iradeye dayandığı, ne kadar savaşırsa o kadar güçlendiğini anlamayacak kadar kördürler. Herkesi kendileri gibi düşünmektedirler. İktidar olarak yaptıkları vurgunlarla gözleri dönmüştür. Bu kadar akıl dışı bir iktidar gücüne rastlamak zordur. Her gün kafa sayısı vererek PKK’yi, Kürt özgürlük hareketini bitireceğine inanmak gibi bir yanlışlığı yaşamakta bu şekilde tüm toplumu da sahte hayallerle kandırmaktadırlar. Bu nedenle 15 Şubat’ın 23. yılında bu sefer komplo kendilerine dönmüştür. Şoreş Beytüşebap öncülüğündeki 15 yoldaşın Önder Apo’ya bağlılık ve uluslararası komploya karşı duydukları büyük öfke temelinde 2021 yılının nasıl bir yıl olacağı açığa çıkmıştır.

15 Şubat uluslararası komplosu ile Kürt halkının geleceğini karartma saldırısı Garê direnişi ile bir kez daha aydınlanmıştır. Şimdi geriye kalan şehitlerimizin aydınlattığı bu yolda yürüme iradesi ve kararlılığıdır. Başta Kürt kadınları olmak üzere Kürt toplumu Önder Apo ile yaptığı sözleşmenin bilinciyle bu yolda yürüyecektir. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü bu zaferin verdiği moral ve güçle karşılanacak, Kürt kadınları kendi renkleriyle, dillerindeki türküleriyle, zılgıt ve zılgıtlarıyla Kürdistan’daki baharının müjdesini verecektir. Zaten Bakur’daki Kürt kadın hareketi hazırlıklarını yaptıklarını, kendilerini planlamaya kavuşturduklarını açıkladılar. ‘Özgür kadın ve toplumu savunma zamanı’ adı altında oldukça isabetli bir slogan çerçevesinde yürüyen kadın hamlesini Kürdistan’dan başlayarak Türkiye’ye taşıracaklar, saldırılar ve yıldırma politikaları karşısında geri adım atmayacaklardır. Kadınlar Kürt toplumunun isyan kıvılcımıdır diyen Sema Yüce yoldaşın ‘kendimi 8 Mart’tan 21 Mart’a ateşten köprü yapmak istiyorum’ sözüne bağlı kalarak kadın mücadelesinin Kürt halkının özgürlüğünün garantörü olduğunu ortaya koyacaklardır. 2020 yılı boyunca Bakurê Kürdistan’da her kesimden kadın özgürlük arayışlarını çeşitli biçimlerde ortaya koydu. Bu nedenle erkek egemenliğinin katıksız temsilcisi olan faşist AKP-MHP iktidarının her türlü saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Fakat buna rağmen her türlü bedeli göze alacağını ortaya koyarak erkek egemenliğinin, soykırımcı sömürgeciliğin alternatif yaşam kaynağı olduğunu da herkese gösterdi. Özgür kadın gerçekliğini, bunun bilinç ve iradesini, savaşma gücünü kavrayacak yürek ve algılama yoksunu Türk İçişleri Bakanı ise tüm kadınları ‘karı’ olarak gördüğünü her fırsatta göstererek Kürt kadınları öncülüğünde Türkiye’de ve bölgede yükselen yeni özgür yaşam iddiasına karşı saldırılarını sürdürdü. Bu nedenle başta Kürdistanlı genç kadınlar olmak üzere özgür yaşam arayışında olan her kesimden kadını bu 8 Mart’ta sokağa çıkarak buluşmaya çağırıyorum. Evet, bu bir savaş. Savaşın her biçimi ile karşı karşıya kaldığımızı, başta kadınlar olmak üzere kendimizi bu savaşın dışında tutmamızın mümkün olmadığını görelim. Zaten AKP-MHP’nin Kürdistan’da topluma dayattığı savaş, kadın kültürünün açığa çıkardığı her şeye saldırıyor. Başka türlü bu savaşı sürdürmesi beklenemez. Bunun için kadınlar olarak her günümüzü özelde ise 8 Mart’ı erkek egemenlikli faşist iktidar gerçekliği ile hesaplaşma gününe çevirerek yaşayalım, özgür olalım.

Yeniden diriliş, yeni gün anlamlarına da gelen Newroz kutlamaları bu yıl güncellenerek başarıya ulaştırılmaya çalışılan uluslararası komploya karşı farklı bir tonda geçecektir. Ortadoğu’da yoğunlaşmış olan 3. Dünya savaşının açığa çıkardığı boşluklardan yararlanarak Özgürlük Hareketimizi tasfiye etmeyi hedeflemiş olan AKP-MHP komploculuğuna karşı halkımızın birikmiş bir öfkesi vardır. Önder Apo’nun yaratmış olduğu halk gerçekliğini fazlasıyla küçümseyen bu iktidar gerçekliği yıllarca Önder Apo ile PKK’yi birbirinden ayırmaya çalışmış ve buna dayalı siyaset yürütmüştü. Bunu başaramayınca şimdi Önder Apo ve PKK’yi Kürt halkından ayırmaya ve bu şekilde sonuca gitmeye çalışmaktadır. Kürt halkının toplumsal hafızasını hor gören bu onur kırıcı yaklaşıma halkımız 2021 Newroz kutlamalarını, gerçek bir yeniden uyanış, diriliş gününe çevirebilmeli ve düşmanın Kürt halkının özgürlük iradesini tasfiye etme umudunu kırmalıdır. Halk olarak bu irade her şeyimizdir. Bugün ne kadar saldırırlarsa saldırsınlar Kürt halkının varlığını inkar etmeye cesaret edememeleri bu irade sayesindedir. Aldığımız her özgür nefes, yaşadığımız her onurlu an Önder Apo ve PKK sayesinde olmuştur. Halkımız bu gerçekliğin farkında olarak Newroz bayramını her türlü fedakarlıkla özüne denk karşılayacaktır.

Bu yılki Newroz kutlamalarının bir diğer özelliği ise Kürt halkına dayatılan sahte önderlik gerçekliklerine karşı alacağı tavır olacaktır. Dört parça Kürdistan’da yürütülen bu saldırıya karşı her zamankinden daha fazla duyarlı hale gelmiş olan halkımız gençlik öncülüğünde Önder Apo etrafında gerektiğinde ateşten, gerektiğinde etten duvar örecektir. İşbirlikçi ihanetçi çizginin Kürdistan’da yeniden canlandırılarak Kürt halkının kontrol altına alınmak istenmekte, bunun için dört koldan hummalı çalışmalar yürütülmektedir. Ne kadar saldırı olursa olsun ne kadar insan katledilirse katledilsin milyonlarca halkı fiziki soykırımdan geçirmeleri mümkün olmamaktadır. Aslında Ermeni ya da Yahudiler gibi ya da Çerkezler, Gürcüler gibi olsaydı çoktan fiziki olarak katletmeyi, sürmeyi, toprağından, varlığından koparmayı gerçekleştireceklerdi. Enver-Talat paşayı çok aşan, Hitler’e feyz veren Türk ırkçılığı zaten her gün ‘baş üstünde baş’ koymayacağız diyerek katliam yapma heyecanlarını dışa vurmaktadırlar. Devlet Bahçeli ‘öldürmeyi iyi biliriz’ dedi. Bu katliamcı, soykırımcı zihniyet fırsat bulsa Kürt halkının varlık olarak gerçekten kökünü kazımak, soyunu kurutmak istemektedir. Bunu çok iyi biliyoruz. Fakat bunu yapamamaktadırlar. Buna güçleri yetmemektedir. Çünkü Kürt halkı Önder Apo şahsında varlık ve özgürlük savaşını kazanmıştır. Örgütlü, politik, bilinçli bir gerçekliğe sahiptir. Savaşan bir gerçekliktir. PKK’yi savaştıran bu halk gerçekliği olmaktadır. Bunun için bu yılki Newroz kutlamaları Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayarak Kürdistan’da özgürlük zamanını kalıcı kılma temelinde gelişecektir.

Kürt gençliği Newroz’un umut ve özgürlük ateşini sokak sokak, mahalle mahalle yakacak, gerektiğinde yiğitçe çarpışacaktır. Bakurê Kürdistan’daki düşman işgaline karşı tarihteki efsane güncellenecektir. Newroz kutlamaları Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde Kürdistan’da özgürlüğü sağlamanın bu temelde AKP-MHP iktidarının sonunun yaşandığı görkemli kutlamalara sahip olacaktır.

Bu sürecin en hararetli tartışmalarının başında HDP’nin kapatılması geliyor. Garê Zaferi sonrası daha yüksek sesle dillendirilen HDP’nin kapatılması tartışmaları ile hedeflenen sizce nedir ve bu gelişmelere karşı Kürt halkı nasıl bir tutum almalıdır?

Aslında HDP’ye yapılanları anlamak için Türk ulus devletinin siyasi geçmişine bakmak ve sonuçlar çıkarmak gerekir. HDP Türkiye siyasi tarihinde kökleri olan ama özgünlükleri de bağrında taşıyan bir oluşum oluyor. AKP-MHP faşizmi ne kadar zorlarsa zorlasın HDP’nin bir Türkiye partisi olduğu gerçekliğini değiştiremez. Bu anlamda aslında demokratik mücadelenin temel gücü olarak ortaya çıkmıştır. Tarihsel toplumsal birikimin sonucudur. Fakat Türk uluslaşması devlet eliyle, üstten dayatmacı bir şekilde geliştiği için kuruluşundan itibaren hiçbir farklılığa, özelde ise demokratik, sol, sosyalist geleneğe kendisini kapatarak kendisini oluşturmuştur. AKP-MHP faşizmi işte bu geleneğin temsilcisidir. İttihat terakki partisi kadar darbeci ve soykırımcı, Kemalistler kadar tekçidir. Herhalde Erdoğan-Bahçeli ikilisinin en büyük özlemi tek partili sisteme geri dönüştür. Dünya siyaseti ve konjonktür izin verse hiç duraksamadan tüm partileri feshedeceklerdir. Siyasi anlayışları yakın olan siyasi eğilimleri kendi bünyesinde toplayan sağ ittifak çalışmalarını da özünde bu temelde yürütmektedirler. İktidar zehirlenmesi ile başı dönen ve toplumsal gerçekliği inkar eden Erdoğan ‘Türkiye’ye yeni bir muhalefet gerekiyor’ diyerek tek partili dönemde M. Kemal’in kurdurduğu muhalefet partisi modeline özlem duyduğunu ortaya koyuyor. Kürt halkının temsilcisi olarak parlamentoda mücadele etmek isteyen partilerin başına ise nelerin geldiğini yakın tarihten tüm halkımız ve dostlar biliyorlar. Bunları tekrarlamayacağım. Fakat faşist zihniyet sahiplerinin en çok korktukları şeyin, gerçeklerinin Türkiye toplumunca bilinmesi olduğunu belirtmek isterim. Kürdistan’a ve Kürtlere zaten sömürge hukuku ve düşmanlık yürütürlerken Türkiye toplumunun da özgürlük ve demokrasi bilinci ile Kürt halkıyla birlikte mücadele yürütmelerinden ölesiye korkuyorlar. 7 Haziran seçimleri sonrası içine girilen panik bununla ilgilidir. Türkiye halklarının uyanışı, faşizmin, soykırımcı sömürgeciliğin, sermayeciliğin, Kürt halkını ve coğrafyasını köleleştirerek tekelleşmenin sonunu getireceği gibi Türkiye’deki emekçiyi, yoksulu, çok çeşitli farklılıklardan oluşan toplumsal yapıyı diriltecektir. Varlık-yokluk sorunu denilen konu budur ve HDP’nin bu kadar hedef haline getirilmesinin temel nedeni olarak görülmelidir.

Fakat söz konusu HDP olunca düşmanlık zirve yapmış oluyor. Demokratik siyaset alanına özelde ise HDP’ye yönelik çok yönlü saldırıların olduğunu bir kez daha belirtelim. En basitinden 24 saat Türk faşist medyası HDP’yi tartışıyor fakat gazeteciliğin en temel ilkesi olan objektiflik gereği olarak bile tek bir soru yöneltmiyor. Aslında demokratik siyaset alanı daha yargılanmadan mahkum edilmeye ve toplum vicdanından sökülüp atılmaya çalışılıyor.

HDP’nin bir Türkiye partisi olmaması için ahtapot misali birçok koldan teslim almaya, geri adım attırmaya, onu var kılan ilkelerini terk etmesi dayatılıyor. Bir sürü mizansen oluşturularak bu siyasi oluşuma oynamadığı roller yükleniyor. Örneğin PKK rolü oynattırılmaya çalışılıyor. Böyle yaparak daha çok müdahale etme, etkisiz hale getirme, tutuklama, yıpratma gerçekleştiriliyor. Oysa PKK Kürdistan’da demokratik ulusun kurmay partisidir, Kürdistan’daki soykırımcı sömürgeciliğe karşı meşru savunma çizgisi temelinde varlık savaşı vermektedir. Devletleşmeyi hedeflemiyor. Dört parça Kürdistan’da mücadele etmektedir. Kendisini demokratik modernitenin toplum-siyaset-savunma paradigmasına dayandırmaktadır. İlkesel olarak devlet içinde yer almayacaktır. Gücünü yasalardan değil, meşruluk ve hakikatten almaktadır.

HDP ise Türkiye’deki anayasal çerçevede örgütlenmiş, parlamenter sistemi esas alan siyasal bir partidir. Türkiye partisidir. Mücadele araçları bellidir, yasaldır. Türkiye’de demokrasi mücadelesine inanmış kurum ve yapıları bileşen olarak bünyesinde toplayarak belki de Türkiye tarihinde ilk kez devlete değil çeşitli toplumsal kesimlere dayanan bir parti olmayı başarmıştır. Türkiye’nin demokratikleşmesini örgütlü topluma dayandıran bu parti, demokratikleşmeyi azami düzeyde programına almış, farklılıklara açık bir yapı oluşturarak Türkiye siyasi hayatında bir ilk olmuştur. Yani HDP olmadığı bir şey üzerinden suçlanmakta bu yapılarak siyasetteki rolü boşa çıkarılarak Türkiye’nin demokratikleşmesinin önü alınmaktadır. Bu anlamda tahammül edilmeyen konu HDP’nin faşizme, anti demokratik uygulamalara, Kürt halkının inkar edilmesine, kadın kırımına, sermayeciliğe olan tavrıdır. AKP-MHP idaresindeki TC, Kürt halkının varlık ve özgürlük sorununu inkar ve imhaya dayalı olarak, yani yok oluşu dayatarak sonuca ulaştırmak isterken HDP bu sorunun bu yöntemle değil de diyalog ve müzakereye dayalı olarak demokratikleşme temelinde çözüme kavuşturulmasını istemektedir. Fark, ayrım bu noktada yaşanmakta, kızılca kıyamet bunun için koparılmaktadır. ‘Neden benim gibi düşünmüyorsun?’ diyerek hem bu siyasi gelenekte yer alanlar linç edilmekte hem de bu şekilde tüm toplum kışkırtılmaktadır. Bu şekilde ‘bize bağlı ol, işbirlikçi ol, sunduğumuz çerçeveye göre siyaset yap’ denilmektedir. Fakat böyle olursa toplumun demokratik partisi değil, devletin hizmetlisi bir parti olarak kendi sonunu getireceği bilinmektedir. İşte tüm bu tartışmalar HDP’nin kendi kendisini tasfiye etmesi için yürütülen tartışmalardır. Elbette bunu açık açık söylemiyorlar fakat yürütülen özel savaş saldırıları ile bunu sağlamaya çalışıyorlar.

Açıktır ki AKP-MHP kandaşlığı aslında HDP’nin kapatılmasını istemiyor. Böylelikle mücadelenin daha fazla radikalleşeceğini biliyorlar. Aslında korkuyorlar. HDP’nin varlığı ile hala önemli bir toplumsal kesim AKP-MHP faşizmi ile mücadele edileceğine, Türkiye’nin demokratikleştirilerek, cumhuriyetin yeni döneminde toplumsal iç barışı sağlamış bir düzeye ulaşılacağına inanıyor. Hitap ettiği kesim ve içinde yer alan bileşenlerin mücadelesi buna dönüktür. Bu tespitlerin içinde eksiklikler olsa da yanlış da değildir. Siyasetin demokratikleşerek toplumsallaşması ile değişim ve dönüşüm mümkündür. Fakat günlük olarak yapılan operasyonlar, gözaltılar, tutuklamalar, sesini çıkaramaz hale getirme, hiçbir toplumsal eyleme izin vermeme gibi en demokratik eylem biçimleri bile engellenerek işlevsiz kılınmak istenmektedir. Bununla birlikte hala önemli oranda Türkiye toplumu bu şekilde mücadele edileceğine inanıyor ve AKP-MHP yönetimindeki devletin soykırımcı siyasetine seçimle müdahale yapılabileceğine dair inancını koruyor.

Bu kadar özel savaşa rağmen oy bandındaki yerini koruması bu gerçekliği gösteriyor. AKP-MHP iktidarındaki özel savaş yönetimi ise bu gerçekliği çok iyi görerek hareket ediyor. HDP’yi hem siyasi alanın dışına itiyor hem de kapatmayarak yeni oluşumların önünü alıyor. Bir anlamda bu şekilde HDP ile radikal muhalif kesimin kontrol edildiği düşünülüyor. Bu nedenle HDP’yi kapatmak ciddi bir risk teşkil ediyor. Bunun yerine çizgisi, bileşenleri, politikaları değiştirilerek halkların değil devletin partisine dönüştürülmesi istemi daha çok ağır basıyor. Bununla birlikte mantar gibi türetilen çeşitli yeni parti oluşumları ile birlikte başta Kürt tabanı olmak üzere demokratikleşme arayışında olan halk gerçekliği parçalanmaya çalışılıyor. Bir yandan çok ağır saldırılar, tutuklamalar, sistematik gözaltılar ile çalışamaz hale getirilen bir siyasi gerçeklik haline getirilmek istenirken; diğer taraftan ise ‘leş kargaları’na benzeyen bir üşüşme hali ile hareket ediliyor. Aslında Türkiye ve Kürdistan’da oluşturulmak istenen hava ‘bakın HDP’yi devlet artık muhatap almıyor, onunla herhangi bir gelişme olmaz. Bunun için farklı oluşumlar üzerinden taleplerinizi dile getirmeli, siyasete katılmalısınız’ propagandasıdır. Fakat HDP bu kadar darbeye rağmen hala ayaktadır. Hem de her darbe karşısında biraz daha radikalleşerek bu devam etmektedir. Kendisine oy veren kesimlerin talepleri böyledir çünkü. Şimdiye kadar geliştirilen bu direnişçi, baş eğmeyen, diz çökmeyen tutum sürdürüldükçe faşizm geri adım atmak zorunda kalacaktır. Evet, yeni tutuklamalar olabilir, daha farklı yönelimler gerçekleşebilir. Ancak dünya siyasi tarihinde olduğu gibi ülkemizde de demokratikleşmenin, özgürlüklerin bedelsiz, fedakarlık yapmadan gelişeceğini düşünmemek gerekir. Türkiye’nin demokratik devrimi de dünya demokratik devrimleri gibi zor, sancılı ve çatışmalı geçecektir. Bu Amerika’da da İngiltere’de de Fransa’da da böyle olmuştur. Hele hele Ortadoğu gibi iktidar ve devletin doğuş yaptığı bir mekanda çok daha fazla örgütlenme, bilinç ve irade gerektirdiği, fedakarlık ve cesaretsiz yürüyemeyeceği kesindir.

Sunmaya çalıştığımız görüşlerden HDP’nin kapatılmayacağı sonucu çıkmamalıdır. Sonuç olarak HDP başta olmak üzere Türkiye’deki tüm demokratik kurumları kapatma arzusunu taşıyan, bu hedefle çalışan bir faşizm gerçekliği vardır. En sıradan bir dernek ve kuruma bile kayyum yetkisi alarak toplumu tümden teslim almayı kararlaştıran bir hükümetin söz konusu politika gibi yaşamsal, özgürlüklerle ilgili bir alana müdahale etmeyi düşünmesi beklenemez. Garê’de Türk ordusunun yaşadığı hezimeti bile HDP’ye karşı kullanan, gerçekten ‘akıl dışı’ bir iktidar gerçekliği vardır. Garê’ye operasyon yaparken HDP’ye danışmışlar gibi şimdi yenilginin hesabını sormaktadırlar. ‘Yavuz hırsız misali’ tabiri sanırsam burada uygun oluyor. Suç üstü yakalanmışken hep haklı olanı suçlama hali yani.

Son olarak konuyla bağlantılı olarak demokratik siyaset alanının tüm toplumsal kesimlere, farklılıklara ulaşması gerektiğini vurgulamak isterim. Bu konuda gözle görülür eksiklikler olduğu söylenebilir. Örneğin işsizler, işçiler, emekçilere ulaşmak, toplumun en ezilen kesimlerini örgütlü kılarak politik alanın öznesi haline getirmek demokratik siyasetin en önemli ilkesi olmaktadır. AKP-MHP yönetimindeki TC devleti, HDP’den özgürlük mücadelesine, savaşına karşı tutum almasını isteyerek Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesinde rol almasını istiyor. Fakat böyle bir tutumun ne HDP’ye ne de bunun üzerinden planlama yapan TC özel savaş saldırılarına bir hizmeti olmayacağını söylemek gerekir. Belki HDP bu şekilde tasfiye edilebilir. Saldırıların bir amacının politikanın toplumsallaşması anlamına gelen demokratik siyaset çizgisinin ortadan kaldırılması olduğu kesindir. Yani HDP’yi tasfiye etme amacını taşımaktadır. Ancak böyle bir durumun Türk medyasında da sıklıkla tartışıldığı gibi özgürlük mücadelesinin çok daha radikalleşmesine, kopuşun derinleşmesine yol açacağı kesindir. Önder Apo’nun da belirttiği gibi savaş ve barış kararlarını savaşı yürütenler verebilirler. Bunun da muhatapları bellidir. Araya girenlerin geçmişte olduğu gibi günümüzde de fazlasıyla zorlanacağını söylemek abartılı bir tespit olmasa gerekir. Bu tür yönlendirme ve tartışmaların dışında kalarak toplumun her kesimini örgütlü kılarak politik alanda özne haline getirmek demokratik siyasetin ve onun aktörlerinin misyonu olarak kabul edilmelidir.

Önümüzdeki süreç için özellikle kadınlara nasıl bir rol düşüyor? İşçilere, gençlere, emekçilere, çocuklara, ezilenler halklara, farklı kültürü taşıyan topluluklara yani kısacası kamuoyuna çağrınız nedir?

Özgürlük hareketi olarak önümüzdeki süreci yani 2021 yılını zafer yılına dönüştürme kararlılığı ile karşıladığımızı belirtebilirim. Bu konuda PKK ve PAJK’ın duruşunu belirleyen İmralı direnişi olmaktadır. Önder Apo, en zor koşullarda mücadele etmektedir. Böyle bir işkence sistemi tarihte görülmemiştir. Önderliğimize yönelik savaşın boyutları incelendiğinde görülecektir ki sadece psikolojik yönelim değildir. Aynı zamanda fiziki ve toplumsal bir savaşın her hali Önder Apo üzerinde uygulanmaktadır. Kürt toplumu işkence ve zulüm düzeni altındayken Önderliğinin farklı hissetmesi, yaşaması mümkün değildir. Tüm bu uygulamalara karşı ise Önder Apo direnmekte, savaşmaktadır. O savaşırken halk ve hareket olarak bizim farklı bir tutum ve duruş almamız istenemez. Bu anlamda tüm halkımızı, yoldaşları, dostları Önder Apo’yu daha doğru anlayarak, şahsında gelişen meşru direniş çizgisine katılmaya çağırıyorum. Başarı ve zafer bu temelde gelişecektir. Hiçbir engel tanımadan, zorluk ve engelleri, düşman saldırı ve yönelimlerini gerekçe haline dönüştürmeden Garê direnişinin gösterdiği gibi Önderlik çizgisini pratikleştirmeye, buna inanarak olmaz gibi görüneni olur kılmaya davet ediyorum. PKK böyle bir Önderlik mucizesi olarak doğmuştur. Önderlik çizgisi ile demokratik ulusun zaferini gerçekleştirelim.