AKP-Cemaat kavgasının orducu-ABD’ci tarihi - V. Sarısözen
AKP-Cemaat kavgasının orducu-ABD’ci tarihi - V. Sarısözen
AKP-Cemaat kavgasının orducu-ABD’ci tarihi - V. Sarısözen
AKP içindeki “milli görüşçü çekirdek” kadro ile, Cemaat arasında iktidar kavgası artık kamuoyu önünde açıkça yapılır hale geldi. Yeni olan budur. Giderek bu kavga yerel seçimlerde takınılacak tutumlara da yansıyacak.
Böyle olunca, şu kadim soru yeniden piyasaya sürüldü: Hangisi demokrat?
Kendisi “alternatif” olamayan Türk “demokratının” çaresizliği yeniden karşımıza çıktı. Öyle görünüyor ki, pek çok demokrat ya da liberal aydın, dün destekledikleri AKP’den yüz çevirdikten sonra, şimdi ortaya çıkan bu kavgada, cemaatin yanında yer almaya doğru, hafiften hareketlenmeye başladı.
Tıpkı askeri vesayete karşı mücadele günlerinde olduğu gibi…
O günlerde biz bu çevreleri şöyle uyardık: Sistem içindeki kavgalarda, yönünüzü kaybetmemek için, Kürt sorununda çözüm çıpasına dört elle sarılın; çünkü askeri vesayete son verme mücadelesini, eğer Kürt sorununda çözümsüzlüğe son verme mücadelesiyle bağlamazsanız, AKP’yi vesayete karşı destekleme politikanız sizi demokrasiye götürmez, bir vesayetten, başka bir vesayete sürüklenirsiniz.
Böyle de oldu.
Şimdi de benzer bir tehlike var. AKP’den yaka silkmiş olanlar, şu sıralar cemaat medyasındaki “demokratik” söyleme pek bir anlam veriyorlar.
Durum şudur: Cemaat “çözüm sürecine” özünde karşıdır. Bu hareketin sözcüleri, Kürd sorununda laf planında kimi sınırlı reformları savunuyorlar, ama bunları PKK Önderiyle ve onun üzerinden KCK ile “müzakere” etme yöntemine karşı düşmanca itiraz ediyorlar. Bu, elbette Kürt sorununda çözümün özüne karşı en temelli karşı çıkış oluyor. Böyle olduğu için de Cemaat’in “demokratikliği” tümüyle bir yalandan ibaret kalıyor.
AKP’nin BDP’ye karşı yürüttüğü kitlesel tutuklamalarda, cemaatçi “vesayet” unsurlarının rolü de biliniyor.
Bu iki “düşman kardeş”, Kürt özgürlük hareketini şu ya da bu şekilde tasfiye etme konusunda tam bir mutabakat içindeler.
Vesayete karşı mücadele döneminde, AKP’yi destekleyen ve buna karşılık PKK’ye ve BDP’ye karşı giderek düşmanlaşan bir tutuma kayan demokrat-liberal-sol aydınlar, bu aşamada çok dikkatli olmalıdırlar. Aynı hatayı bir kere daha yapmamalıdırlar.
Herkes şunu biliyor: Cemaat 12 eylül darbesinin bir ürünüdür. Humeyni “devrimi”nin yarattığı “tehlikeye” karşı ABD tarafından adım adım planlanan darbe, işçi hareketini ve Kürdistan devrimci sürecini bastırmanın yanında “İslam devrimi ihracını” önlemekle görevliydi. Bu görevin gereği olarak “Şia” düşmanı ve “ılımlı İslamcı” Cemaat darbe tarafından desteklendi. Bu aynı zamanda ABD’nin de Türkiye’de desteklediği asıl “seçenekti”.
Şu da bir gerçek: AKP de 28 Şubat darbesinin ürünüdür. Erbakan ordu tarafından hükümetten düşürüldü, daha sonra patlayan krizden çıkış olarak, ABD Refah’ın içinden çıkan Erdoğan, Gül, Arınç, Şener grubunu “geçici” olarak destekleme kararı aldı. Cemaat de o nedenle destek verdi.
Ancak bir “arıza” oldu. Genç Parti adındaki bir ucube seçimlere girdi ve aldığı oylaArla MHP’yi, DYP’yi, ANAP’ı baraj dışına düşürdü ve AKP, yüzde otuzluk oyuyla TBMM’de yüzde altmışlık bir çoğunluk elde etti. Böylece “geçici model”, bir anda “kalıcı” hale geldi.
İslam adına ortaya çıkan bu iki grubun tarihinde, askeri darbeler, onların “ebesi rolünü oynamış. İkisinin de ebesi ordu. Gülen, Erbakan’ı düşüren askere destek vermiş. Asker 2004 MGK’sinde Gülen’i bitirme” kararı alınca, bunu da AKP desteklemiş. Gülen’i bitirme planında Erdoğan’ın, Gül’ün, Çiçek’in, Aksu’nun imzaları var.
Ve şimdi, MİT kriziyle birlikte Cemaat Erdoğan’ın defterini dürmek üzere harekete geçti. Erdoğan da “dershane” çıkışıyla iktidarını savunmaya ve cemaati “paralel devlet” olmaktan çıkartmaya çalışmakta.
Cemaat 12 Eylülde ABD’nin desteğini almış. AKP 2001 yılında aynı desteğe kavuşmuş. Şimdi ABD desteğini alma sırası tekrar Gülen grubunda…Erdoğan da bu desteği yeniden kazanmak için, Putin’den “Şanghay beşlisine katılma bileti” istiyor.
Millete din ve ahlak dersi verenlerin tarihi bu…
Bu kavga karşısında, taraflardan birini desteklemek ne kadar yanlışsa, “ne AKP, ne Cemaat” diye ortaya dökülmek de tehlikeli sonuçlara gebedir. Buradan yalnızca “ulusalcı” alternatif çıkar. Hele bir de buna “CHP ile ittifak” sözleri eklenirse, işler iyice çatallaşır.
O nedenle bugün sistem içi tüm güçlerin, yani “milli görüşçülerin”, “cemaatçilerin, “Kemalistlerin” ve “devletçi Aleviciliğin” “aile içi” kavgasında kimsenin kuyruğuna takılmamak, bu kavgayı, tüm çelişkileri, demokrasi için yürütülen mücadele açısından bir fırsata dönüştürmek gerekir.
Özetle şimdi kavga edenler, devleti ele geçirmek için kendi tarihlerinin her aşamasında orduyla ve ABD’yle şu ya da bu şekilde bir ittifak içinde olmuş, ve ittifak ettikleri güçlerle birlikte, her ikisi de Kürt halkının özgürlük hareketini yok etmeye çalışmıştır.
Bu ikisinden birinin zaferinden demokrasi çıkmaz, ama bunların kavgasından demokrasi için elverişli koşullar doğabilir.