AKP süreci zora sokuyor -Erdal Er
AKP süreci zora sokuyor -Erdal Er
AKP süreci zora sokuyor -Erdal Er
Sürecin geleceği ne olacak? En çok sorulan soru bu olsa da sorunun yanıtı yok. Yok, çünkü hükümetin olur olmaz tutarsız açıklamaları, kullandığı dil, sömürgeci zihniyetinin neden olduğu davranışlar, karşı tarafı yok sayan, küçümseyen hatta tahrik eden açıklamaları süreci geleceğini şimdiden tehlikeye sokuyor.
Kürt sorunun demokratik çözümü için ilk adımlar atılmaya başlandığında uyulması gereken öncelikli kural, taraflar başta olmak üzere herkesin dikkatli ve bir birini rencide etmeyen, güven artıran bir dil kullanılması idi. Uluslararası gözlemciler de tarafların bir birlerinin hassasiyetlerini gözetlemesi ve saygılı davranması konusunda uyarmıştı.
Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) sürecin hassasiyetine uyduğunu süreci izleyenler ve gözlemciler rahatlıkla tespit edebilirler. Biz de Kürdistan dağlarında bunu gördük ve tanık olduk. Dağda süreç başlamadan önce de PKK yetkilileriyle programlar yaptım, başladıktan sonra da yaptım. Cemil Bayık, Murat Karayılan, Mustafa Karasu, Duran Kalkan, Ali Haydar Kaytan ve birçok önde gelen isimin öncelikli uyarısı; "kullanılan dil süreci zora sokmamalı" olmuştu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın "tarihi bir süreçten geçiyoruz herkes dikkatli ve sorumlu davranmalı" açıklaması da Kürt tarafının ne kadar hassas ve ciddi davrandığını gösteriyordu.
Ancak AKP hükümetinin sorumlu davrandığını söyleyemeyiz. Halen "terör", "terörist başı", "bölücüler" gibi savaş dilini kullanıyor, psikolojik savaş yürütüyor olmaları zihniyetin değişmediğini gösteriyor. Sanıyor ki Kürt tarafının sabrı sonsuz ve her şeye mecburlar.
Oysa mecbur olmadıklarını otuz yılık silahlı mücadele dönemi ve ödedikleri ağır bedeller fazlasıyla göstermiştir. PKK’nin bir mecburiyeti olduğunu, bunun da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve Kürdistan’ın özgürlüğü olduğunu herkes biliyor ancak AKP nedense bilmiyor, anlamıyor. AKP hükümeti PKK’yi, Kürt halkını MHP ve CHP ile korkutacağını, geri adım attıracağını sanıyorsa fena yanılıyor. Bu anlayış sorunu çözemez ancak çözümsüz bırakır. Son günlerde hükümet kanadının sorumsuz davranışları çözüme olan inancı sadece zayıflatmıyor AKP hükümetin çözüm projesine sahip olmadığını da gösteriyor. Bu da amacın Kürt sorunun çözmekten çok PKK’yi tasfiye etmek olduğunun görüntüsünü veriyor. Hükümet bunun böyle olmadığını iddia ediyorsa, sürecin sağlıklı yürümesini istiyorsa tatmin edici adımlar atmalı ve Kürt halkına saygılı davranmalıdır.
Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gerillaların geri çekilmesi için "parlamentoda karar çıkmayacak, silahlarını bırakıp gitsinler" açıklaması tam bir provokasyon ve sabotaj olmuştur. Erdoğan’ı yardımcısı Bülent Arınç’ın "Biz enayi miyiz parlamentodan karar çıkartacağız. Bu PKK’yi meşrulaştırır. Nasıl geldilerse öyle de gitsinler" sözleri ise sadece yanlış bir görüş değil muhataplarına hakarettir.
Sormazlar mı; sen enayi değilsin de; karşı taraf enayi mi yasal güvenceyi görmeden senin sözüne güvensin, adım atsın ve sınır dışına çekilsin? İstediğin zaman parlamentodan savaş tezkeresi çıkartmasını biliyorsun. O karara dayanarak Kürdistan’ı bombalıyorsun. O zaman ‘enayi’ olmuyorsunuz da toplumun ihtiyacı olan ‘barış kararı parlamentodan çıksın’ denildiğinde mi ‘enayi’ oluyorsunuz?
Ülkenin bu önemli meselesinde parlamento devreye girmeyecekse, işi MİT’e havale edecekse, o zaman parlamentonun varlığının anlamı nedir? MİT gerillayı denetleyecekse MİT’i, hükümeti, devleti kim denetleyecek? Hükümetin sorunun çözümüne ciddi yaklaşması gerekiyor. Parlamentoda yetkisi olmayan uzlaşma komisyonun kurulması manasızdır.
Erdoğan’ın ‘silahlarını bırakıp gitsinler’ sözü gayri ciddi ve çözüm perspektifinden uzaktır. Bu ‘teslim olun’ demektir. Oysa Kürt meselesinde silahın neden değil sonuçtur. Sorun Kürt halkının siyasi, kültürel, demokratik, hukuki ve anayasal haklarıdır. Son bir haftadır yaşananlar gösterdi ki Kürdistan dağlarındaki gerçek ile Ankara’daki gerçek aynı şey değil.
Sınır dışına çekilme meselesinin de Kürtler hükümetin gördüğü rüyayı görmüyor. Geride bıraktığımız günlerde KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık’ a sormuştum. Bayık, çok net konuşmuştu. ‘GERİLLA YASAL GÜVENCEYİ GÖRMEDEN BİR TEK ADIM DAHİ ATMAYACAKTIR.’ Akil insanları da Sayın Bayık’a sormuştum ve şu yanıtı almıştım: ‘Akil insanlar bağımsız olmalı. Eğer hükümete bağlı çalışırlarsa bu akil insanlar olmaz, AKP’nin grubu olur.’ demişti.
Akil insanların seçilme şekli, seçilen grup içinde Kürtlere hakaret eden, PKK’ye karşı Sri Lanka modeli öneren bazı isimlerin varlığı, seçilenlerin Terörle Mücadele ve Kamu Düzeni Müsteşarlığı’na bağlı çalışmaları bunların Akil İnsanlar Grubu’ndan çok ‘AKP’nin Grubu’ olduğunu gösteriyor ve bu sonuçta Sayın Bayık’ı doğruluyor.
Dolayısıyla akil insanların hakemlik rolü oynamaları, kriz döneminde devreye girmelerini beklemek zordur. Akil insanlarla ilgili Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, PKK ve sivil toplum örgütlerinin öngördüğü bu değildi. Bağımsız olması ve toplumun bütün kesimlerini kapsaması gerekiyordu. İçlerinde Kürt Özgürlük Hareketi’nin ‘yok’ demeyeceği bazı isimlerin olması sonucu değiştirmiyor.
Sonuç olarak, hükümet rakipsiz, tek saha maç oynamayı seviyor. Sorunu toplumun ihtiyacına göre değil kedi ihtiyacına göre çözmek istiyor. Kürdistan dağlarında gördüğümüz anladığımız şu: Geri çekilme için parlamento kararı ve güvencesi olmadan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın süreci yönetecek koşullar oluşturulmadan, saygılı davranılmadan süreç ilerlemez. PKK, hükümetin Habur süreci de yaptığı oyunbozanlığı, kurnazlığı hesaba katarak her türlüğü olasılığa karşı bütün tedbirlerini aldıklarını söyleyebilirim. Gerçek öyle Abdulkadir Selvi’nin, Eyüp Can’ın MİT’in algı yaratma amacıyla kendilerine servis ettiği, onlarında büyük gazetecilik başarısı diye yazdığı büyük yalanlar gibi değil.