Akyol: Var eden biziz, kimse bizim adımıza karar veremez

İktidarın keyfi Taksim 1 Mayıs yasağını tanımayan İnşaat Bir-Sen’in Genel Başkanı Mustafa Adnan Akyol, “Var eden biziz, kimse bizim adımıza karar veremez” dedi.

AKP-MHP iktidarının keyfi 1 Mayıs yasağına karşı Taksim’i zorlayan bağımsız sendikalardan biri de İnşaat Bir-Sen’di. “Taksim 1 Mayıs alanıdır” vurgusuyla Mecidiyeköy Cevahir AVM önünde yürüyüşe geçip abluka altına alınan işçilerden İnşaat Bir-Sen Genel Başkanı Mustafa Adnan Akyol’un polise gösterdiği, “Ne vuruyorsun? Ben inşaat işçisiyim, evini ben yaptım, sana emir verenlerin oturduğu yerleri ve yasaklanan Taksim’i de ben yaptım” tepkisi, yaşanan zulmün özeti gibiydi. 

Darp edilerek gözaltına alınan ve saatlerce gözaltı aracında kelepçeli bekletilen 37 senelik mermer ustası Akyol, ANF’ye konuştu. 

‘TAKSİM ISRARINDAN VAZGEÇMEYENLER İZLENMESİ GEREKEN YOLU GÖSTERDİ’

2022 1 Mayıs’ının önemine değinen Akyol, bu yıl 1 Mayıs’ın işçi sınıfının, bağlı olduğu konfederasyonların yardımı olmaksızın, kendi iradesiyle direnişleri yükselttiği bir dönemde karşılandığını vurguladı. İktidarın keyfi Taksim yasağı nedeniyle işçilerin bu iradesinin 1 Mayıs’a tam olarak yansıtılamadığını belirten Akyol, işçilerin birlikteliğinden korkan sermaye ve işbirlikçilerinin yine yasadışı yasaklamalarla 1 Mayıs’ın kendi alanı olan Taksim’de kutlanmaması için ellerinden geleni yaptıklarını hatırlattı. Ancak bu yıl da yasağın boşa çıkartıldığını vurgulayan Akyol, İstanbul’un çeşitli noktalarında Taksim ısrarından vazgeçmeyip direnenlerin, izlenmesi gereken yolu bir kez daha gösterdiğini kaydetti. 

‘BİZ BU TOPRAKLARIN GERÇEK SAHİPLERİYİZ’

Bugün yasaklanan Taksim Meydanı’nda sadece alın terleri, emekleri değil kanları da olduğunu hatırlatan Akyol, bu alandan taviz vermenin aynı zamanda bu gerçeği de hiçe saymak anlamına geldiğini kaydetti. İşçi sınıfının kendi bayramını nerede kutlayacağını kimsenin belirleyemeyeceğini vurgulayan Akyol, şunları kaydetti: “Bunun için kimseden izin almayız. Biz kamuyuz ve bu toprakların gerçek sahipleriyiz. Üreten biziz, o taşı oraya koyan, ağacı diken, orayı temizleyen biziz. Bu meydanları bize yasaklayanların oturduğu evleri de, bizi yönettikleri meclisi de inşa eden biziz. Ama inşa ettiğimiz meydanlarda kutlama yapmamız yasaklanıyor. Bu nasıl bir şey? 5 yıldızlı otel yapıyorum ama bittikten sonra ben oraya giremiyorum. Çocuğumu yanıma alıp oralarda üç gün tatil bile yapamıyorum. Bir site yapıyorum ama orada oturamıyorum. Bir de üstüne üstlük kendi bayramımı istediğim yerde bile kutlayamıyorum” dedi. 1 Mayıs işçi bayramını kimsenin kendilerine bahşetmediğini hatırlatan Akyol, işçi sınıfının bu günü dövüşe dövüşe, kanıyla bedel ödeyerek kazandığını söyledi. 

‘TAKSİM’E SAHİP ÇIKMAK GEZİ’YE SAHİP ÇIKMAKTIR’

1 Mayıs’ın Taksim yerine Maltepe’de kutlanmasını da eleştiren Akyol, bu konuda sadece sendika konfederasyonlarının değil TMMOB’nin de bir yanlışa imza attığını savundu. Taksim ısrarının bu yıl hukuksuz Gezi davası kararıyla aynı döneme denk düşmesi itibarıyla daha da önem kazandığını belirten Akyol, 1 Mayıs’ın Maltepe gibi doğa ve şehir katliamı denilerek çokça eleştirilen dolgu alanlardan birinde yapılmasının büyük bir çelişki olduğunu ifade etti. Gezi davasında 18 yıl cezaya çarptırılarak tutuklanan yüksek mimar Mücella Yapıcı’nın dolgu alanlarındaki mitinglere gitmeyi hep reddettiğini anımsatan Akyol, “Mücella Yapıcı hep karşıydı dolgu alanlarına ve buna karşı da çokça mücadele etti. Bunun çevre katliamı olduğunu ve oralarda miting düzenlemenin ciddi bir çelişki olduğunu hep dile getiriyordu ve oralara hiç gitmedi. O nedenle Taksim’e sahip çıkmak, sadece 1 Mayıs alanına değil aynı zamanda Gezi’ye ve Mücella Yapıcı’nın mücadelesine de sahip çıkmaktır” dedi. 

‘VAZGEÇTİKÇE KAYBEDİYORUZ’

 Bu durumun bir kırılmaya yol açtığına işaret eden Akyol, şöyle tepki gösterdi: “İster sendikalar, ister meslek örgütleri olsun, bana Taksim’den vazgeçmeyi açıklayamaz. Çünkü karşında faşist bir güruh var, emperyalistler, kapitalistler var, sermaye ve işbirlikçileri var. Bunların sana nasıl davranacaklarını, ne yapacaklarını zaten biliyorsun. Taksim’e zaten o bedeli ödemeyi göze alarak gidiyorsun. Ama senin tarafında olduklarını söyleyenlerin bir taraftan ‘Taksim bizim için vazgeçilmezdir’ deyip, sonra Maltepe’ye gitmesi insanı yaralıyor ve isyan ettiriyor. Sen benim adıma bundan nasıl vazgeçersin ve beni oradan nasıl vazgeçirmeye çalışırsın? 2007’den 2010 yılına kadar kıran kırana mücadele edildi Taksim için. Tekrar kazanılan bir alan keyfi bir biçimde elimizden alındı. Burada orta yeri bulmak değil bize düşen görev, bizden keyfi olarak geri alınanda ısrar etmektir. Vazgeçtikçe kaybediyoruz, elimizdeki her şeyi kaybediyoruz.”

‘HAKKIN GASP EDİLMİŞSE YAPACAĞIN HER ŞEY MEŞRUDUR’

Burada vazgeçenin işçiler olmadığına, bunu grevlerde de açıkça gördüklerine dikkat çeken Akyol, Sapphire ve Emaar şantiye direnişlerini hatırlatarak, “İşçiler hep direnişten yana ama maalesef vazgeçiriliyorlar. Bunu da en nefret ettiğim, ‘Haklıyken haksız konuma düşme’ sözünü kullanarak yapıyorlar. Oysa senin hakkın gasp edilmişse, yapacağın her şey meşrudur. İşgal direnişi yapmak istediğimizde yanımıza destek için gelenler, ‘Haklıyken haksız konuma düşme, bunun yerine bulunduğun yeri meşrulaştır’ dediler. Yine avukatların toplantısına gittiğimizde yasalardan söz edildi. Ne yasası? İşçi sınıfının zaten kendi yasası var; paramı ödemediler mi, eğer patrona gücüm yetiyorsa onun kafasını kırarım, eğer ona gücüm yetmiyorsa yaptığım mermerleri kaç basamak koyduysam hepsini kırıp, giderim evime. Biz işçiler için işgal, direniştir meşru olan; bunu kabul etmeyenler var. Mesela yol kapatıyoruz, buna karşı gelenler var” dedi. 

‘BİZİM NE ÇEKTİĞİMİZİ BİLMİYORLAR’ 

Özellikle sendika konfederasyonlarında işçiyi bir şekilde frenlemenin rutin haline geldiğine işaret eden Akyol, şöyle konuştu: “Bunu söylediğim zaman eleştiriliyorum. Ama ben işçiyim ve benim ne çektiğimi onlar bilmiyor. Şantiyeye gelsinler, bir gün benimle birlikte 9’uncu kata çıkıp bu rüzgarda, her tarafın açık olduğu bir yerde taş koysunlar bakalım. Van’dan gelen bir işçiyle aynı şantiyede çalışıyorduk; 3 yıldır İstanbul’daydı ama daha bir kere bile denizi görmemişti. Benzer bir durum bir şantiye direnişi sırasında yaşandı. 18 yaşında bir inşaat işçisi vardı, hiç unutmam; direnişi kazandıktan sonra paraların ödeneceği sırada içeriye girdi hem maaşını hem fazla mesailerini hem de tazminatını aldı. Dışarıya çıktığında bir elinde maaşını diğer elinde ise tazminat parasını tutmuş, beni çağırdı. Beni bir odaya sokarak, elinde tuttuğu bir kısım parayı uzattı ve ‘Bu sendikanın değil mi?’ diye sordu. Halbuki o para onun hakkıydı ama bunu bile bilmiyordu çünkü işçilere doğru dürüst bir eğitim dahi verilmiyor hakları konusunda. Bu yetmiyormuş gibi hem hayat pahalılığını hem emek sömürüsünü hem de kölelik koşullarını, hepsini bir arada yaşıyoruz. Ama bizi kurtarmaktan söz edenler bunun farkında bile değiller. Her gün 3 inşaat işçisi iş cinayetiyle hayatını kaybediyor ama ancak toplu katliamlarda harekete geçilip bir açıklama yapılıyor. 

‘SENDİKA BAŞKANLIĞINI ATLAMA TAHTASI OLARAK GÖRMESİNLER’

Ben 37 senedir mermer ustasıyım. Bugün 59 yaşındayım ve kaldırdığım en hafif mermer 30 kilodur ama ben 65 yaşına kadar emekliliği bekleyeceğim. Şu anda bile zorlanıyorum, 61, 62, 63 yaşında nasıl çalışacağım? Buna da bir çözüm bulmak için kapıları zorlamadılar, sadece çıkıp iki basın açıklamasıyla durumu geçiştirdiler. Sonuçta sistem ve iktidar sana bir şeyi vermeyecek, ya sen kopartacaksın ya da ılımlılaşarak yok olacaksın. Eğer hakları elde etmek için mücadele edemiyorsan çekileceksin kenara, bırakacaksın koltuğunu korumayı. Gitsinler CHP’den milletvekili olsunlar, çünkü zaten amaçları o; sendika başkanlığını bir atlama tahtası olarak görmesinler, kenara çekilip gölge etmesinler.” 

‘İŞÇİLER ÇÜRÜMEYİ GÖRDÜKLERİ HER YERDE MÜDAHALE ETMELİLER’ 

Bugün konfederasyonların başındaki yöneticilerin de çoğunlukla işçilikten geldiğine ama zenginleştikçe sınıf atladıkları için çabucak geçmişlerini unuttuklarına işaret eden Akyol, bu noktada işçi sınıfına büyük görev düştüğünün ve yozlaşma gördüğü her noktada tepkisini göstermesi gerektiğinin altını çizdi. Bu tepkiselliğin de bir refleks haline gelmesi gerektiğini dile getiren Akyol, “Ben her zaman işçilere bu uyarıyı yaparım. Eğer ben de aynı şekilde değişip aynı şeyi yaparsam kafamı kır. Kırmazsan hem kendine hem çocuklarına hem de işçi sınıfına ihanet etmiş olursun diye hep söylerim. Çürüme gördükleri her yerde hemen müdahale etmeleri lazım, yoksa ardı arkası kesilmiyor ve bundan en büyük kaybı yine işçi sınıfı yaşıyor” dedi.

‘YAKINDIR, İŞÇİ SINIFI ZİNCİRLERİNİ KIRACAK’

Tüm olumsuzluklara rağmen işçilerin artık yavaş yavaş uyandığını, bilinçlendiğini ve farkındalık kazandığını belirten Akyol, gelinen noktada sendikaların yardımı olmadan sömürüye, zulme, mobbinge, dayatılan kölelik koşullarına ve sefalet ücretlerine karşı kararlı duruş gösterdiklerini ve direndiklerini hatırlattı. Peyderpey yükselen bu direnişlerin yeni bir uyanışın habercisi olduğunu kaydeden Akyol, “İşçi sınıfı rahatsız bu konulardan ve bir yöntem arayışında. Ya kendi çıkacak ya da doğru insanlarla çıkacak ama çıkacak. Bunun emarelerini her gün görüyoruz. İşçiler yavaş yavaş sistemin işleyişini anlamaya başladı. Eskiden ‘Patron tabii ki yiyecek, içecek’ veya ‘Bize ekmek veriyor, daha ne olsun’ diyordu işçiler. Ama gelinen noktada patrona asıl pastayı kendisinin yedirdiğinin farkına vardı. Patron ona ekmek vermiyor, onun alın teri sayesinde pasta yiyor ve kendisine kırıntısı bile düşmüyor. Bunun farkına vardı. Sağ siyasete yakın ve AKP, MHP, CHP’ye oy veren işçiler de şikayet etmeye ve kimin doğru söylediğinin farkına varmaya başladılar. Yakındır, işçi sınıfı zincirlerini kıracak. Sonuçta var eden biziz ve kimse bizim adımıza karar veremez. Önümüzdeki dönem tam da bu ifadenin gerçeğe dönüşmüş hali yaşanacak” dedi.