Karayılan: Almanya ve Kanada SİHA katliamlarının sorumlusudur

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Almanya ve Kanada’nın Türkiye’nin silahlı insansız hava aracı üretimine verdiği desteğe dikkat çekerek her iki ülkenin de SİHA'lar ile gerçekleştirilen katliamlardan sorumlu olduğunu söyledi.

Dengê Welat radyosuna konuşan Karayılan, Kürdistan’daki savaşta Türk ordusu tarafından kullanılan tanklar ve SİHAların üretiminde Almanya ve Kanada’nın verdiği desteğe dair açıklamalarda bulundu. Kanada ve Almanya’nın Kürdistan’da işlenen katliamlarda sorumluluğu bulunduğunu ifade eden Karayılan “özellikle de Almanya’ya şunu söylemek istiyoruz: Artık yeter bu kadar Kürt düşmanlığı! Kürt halkına düşmanlık yapmayın! Halepçe’de de binlerce Kürt insanı katledildi; sonra Saddam’a o tekniği Almanya’nın verdiği ortaya çıktı” dedi.

Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın günümüzün Saddam’ı olduğunu dile getiren Karayılan “para için, emperyalist çıkarları için, Saddam gibi, Erdoğan gibi rejimlerin halkımızı katletmelerine yol veriyorlar” ifadelerini kullandı.

Güney Kürdistan’da ve Botan’da son dönemde artan ajanlık ve koruculuk faaliyetlerine de dikkat çeken Karayılan, Türk devleti ve egemenlerin Kürdü Kürde öldürtme siyasetinin boşa çıkarılması gerektiğini belirtti.

Karayılan’ın Türkiye ile AB arasında Doğu Akdeniz’de yaşadığı gerilim, Türkiye’nin Güney Kürdistan’a yönelik işgal saldırıları, İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit ve Kürdistan’da yürütülen ajan faaliyetleri konularını değerlendirdiği röportajı şöyle:

AKP REJİMİ BİR TIKANMA İÇERİSİNDE

İşgalci TC bir yandan Kürtlerle savaşırken diğer yandan da Akdeniz’de Yunanistan ile bir çıkmazın içinde. TC’nin böylesi bir kriz-kaos siyasetini yürütmedeki amacı nedir?

Türk sömürgeci devletinin siyasetine bakıldığı zaman, yani Libya, Suriye, Irak, Akdeniz ve Kürdistan’da yürüttüğü siyasete, yine Yunanistan’la çıkardığı krize bakıldığı zaman, bunların hepsinin bir amacı olduğu görülür. AKP-MHP faşist rejimi kendisini ayakta tutabilmek için Türkiye’yi büyütme hedefini önüne koymuş durumdadır. Yani onlar bu şekilde ayakta kalabileceklerini düşündükleri için böyle bir siyaseti yürütüyorlar. Bunun için kriz ve savaş onların bir siyaset yöntemi durumundadır. Bunu bilinçli bir şekilde yürütüyorlar. Bunun için içeride toplumda kutuplaşma ve faşist baskılar uyguluyor. Yine dışarda da saldırgan bir üslubu esas alıyorlar. Amaçları milliyetçi duygularla toplumun önemli bir kesimini etraflarında toplamaktır. Bunun için sürekli bir şekilde “bize saldırı var, Türkiye’nin beka sorunu var, biz de bunu koruyoruz, etrafımızda toplanın” diyen agresif bir saldırı dili kullanıyorlar. Ama şimdi bakıyoruz ki Libya siyasetleri tıkanmış durumda; Suriye’de herhangi bir çözümün görünmediği, ne olacağı belli olmayan bir durum vardır; yine Akdeniz ve Yunanistan’da da bir tıkanma yaşamaktadır. Çünkü AB devletlerinin hepsi tutum aldılar. Bunun için bir tıkanma içerisindedirler. Yani Türk devletinin bu çabaları AKP-MHP rejimini çökmekten kurtaramayacaktır. Onlar bunun peşine düşmüşler. Yani Kürt sorununu Türkiye açısından başat bir sorun haline getirmek ve bunu sürekli bir şekilde gerek Yunanistan’la olsun, gerekse de diğer sorunlarla bağlantılandırarak yıkılışlarının önünü almak istiyorlar. Ama bunda başarılı olamayacaklar. Zaten dediğimiz gibi Libya, Yunanistan ve Kürdistan’da içinde bulundukları durum da onların bu çöküşten kurtulamayacağını gösteriyor.

KÜRDİSTAN COĞRAFYASINDA DERİN OYUNLAR OYNANIYOR

TC Güney Kürdistan’ı işgal etmeye çalışıyor; KDP de buna dayanak oluyor. En son bu konuda KCK’nin de bir açıklaması oldu. Bu durum için neler belirtmek istersiniz?

Bu konuda hareketimiz adına KCK Eşbaşkanlığı bir açıklama yayınladı. Kuşkusuz bu açıklamaya katılıyoruz. O açıklamada önemli belirlemeler var; hem uyarı vardır ve hem de çözüm için çağrı vardır. Yani mevcut durumu ortaya koymuş ama bunun nasıl aşılacağının çaresini de netleştirerek çağrıda bulunmuştur. Ama şimdiye kadar PDK yönetimi tarafından herhangi bir yanıt verilmiş değildir. Biz halen yanıt bekliyoruz. Bazı alt kurumlar adına misilleme gibi bazı yazılar yayınladılar; bu yanıt değildir. Zaten çözüm de böyle geliştirilemez. Sorun önemlidir ve ciddidir. Kürdistan coğrafyasında yine derin oyunlar oynanmaktadır. Yani bu mesele öyle sıradan bir şey değildir. Kürtler arasındaki sorunları derinleştiren ve hatta Hewlêr ile Bağdat arasındaki sorunların çözülememesinin hepsi acaba bu derin siyasetin bir parçası olabilir mi? Yani daha derin düşünülmelidir. Taktik yaklaşılmamalı, stratejik düşünülmelidir.

YANLIŞLARA DEVAM EDİLİRSE BUNUN VEBALİNİ KİMSE KALDIRAMAZ

Şimdi bu konuda PDK yönetimi, bu meseleler üzerine düşünmelidir. Kürtlerin de büyük bir iddia ile sahnede olduğu, Ortadoğu’nun yeniden dizayn edileceği bu tarihi ve önemli dönemde PKK’yi tasfiye etmeyi amaçlayan Türkiye’nin planına KDP’nin dahil olması ve böyle bir planın parçası haline gelerek işbirliği yapması, çok ciddi bir durumdur. Tıpkı Nasreddin Hoca’nın kendi bindiği dalı kesip de düşmesi gibi bir durumdur. Böyle bir siyaset doğru değildir. KDP’nin bu yanlış siyaseti kendisiyle çok tehlikeli şeyleri doğurur. Bu siyaset bizim de, halkımızın da hiçbir şekilde istemediği, hatta dile bile getirmek istemediğimiz bir iç savaşa davet niteliğindedir. Yani iç savaşın zeminini yaratıyor. Bu çok tehlikelidir. Bu neye neden olur? Nasıl ki halkımız 20’inci yüzyılda kaybetmişse, bu yanlış politika 21’inci yüzyılın da Kürt halkı tarafından stratejik bir düzeyde kaybedilmesine neden olabilir. Bunun için herkes bu konuda sorumlu yaklaşmalıdır. Eğer yanlışlarda devam edilirse, hiç kimse bunun vebalini kaldıramaz. Bunun için kesinlikle bunun önüne geçilmelidir. Çünkü bu durum kendisiyle kötü sonuçlar ortaya çıkaracağı gibi bununla bütün Kürtler kaybedecektir. Yani bu sorun sadece iki parti arasındaki bir sorun değildir. Bütün Kürdistan’ı ilgilendiren ve Kürt halkının geleceğini alakadar eden bir sorundur.

GÜNEY KÜRDİSTAN’DA AJANLIĞIN ÖNÜ ALINMALI

Şimdi eğer bir Kürt bir Kürdü öldürürse, bu çok yanlış ve kötü bir şeydir. Ama bir Kürt, başka bir Kürdü düşmanına ajanlık yaparak, onun eliyle öldürürse bu çok daha kötüdür ve mertçe bir yöntem değildir. Bunun için de bunun önü alınmalı ve durdurulmalıdır. Şimdi bu konuda biz herkesin bunun ciddiyetinin farkında olmasını istiyoruz. Özellikle de tüm Kürdistani partiler, sivil toplum kurumları, yine sanatçılar, yazarlar çözüm için sorumluluk almalı ve buna göre hareket etmelidir. Doğrusu bu şekilde yürütülen yanlış siyaset, halkımız açısından kendisiyle birlikte büyük tehlikeler getiriyor. Bu açık bir şeydir.

Türkiye devleti yeni bir strateji sahibidir ve Kürt halkının bütün kazanımlarını ortadan kaldırmak istemektedir. Taktik olarak, “ben sadece PKK’ye karşı savaşıyorum” diyor ama yazılarında, konuşmalarında ve daha birçok değerlendirmelerinde açık açık gerçek niyetlerini dile getiriyorlar. Yani İttihat Terakki zihniyetini yeniden örgütleyen böylesi vahşi bir düşmana karşı Kürt halkı uyanık olmalı ve mutlaka ortak-ulusal bir siyaset yürütmelidir. Tek çare budur. Bunun için de Eşbaşkanlığımızın açıklamasında yaptığı çağrı çok önemlidir ve mutlaka buna göre bir davranış ve hareket olmalıdır.

GÜNEY HALKININ TUTUMU SAYGIDEĞERDİR

İşgal saldırılarına karşı Güney Kürdistan halkı her yerde sokaklarda ve ulusal bir tutum sergiliyor. Güney Kürdistan halkı için çağrınız nedir?

Doğru. Güney Kürdistan halkı ve tüm Kürdistan halkımız bu tür ulusal konularda hassas bir halktır. Özellikle de Güney Kürdistan halkımız çok bedeller ödedi, iç savaşın acısını çok çekti. Yani fedakâr bir halktır ve çözüm aramaktadır. Bu vesileyle bütün Güney Kürdistan halkımızı selamlıyorum. Doğrusu, gerek aşiretler düzeyinde, gerekse de toplum öncüleri şahsında olsun halkımızın geliştirmiş olduğu tutum saygıdeğerdir. Özellikle de bu konuda çok dikkat çekici ve önemli örnekler vardır. Mesela 19 Ağustos günü Metina bölgesindeki Kani Mezin Köyü’nde arkadaşlarımıza yönelik bir hava saldırısı oldu. Orada bir arkadaş yaralı olarak bir yere ulaşıyor; orada köyün öğretmeni olan Xalid Abdurrahman’ın ailesine denk geliyor. Mamosta Xalid (Xalid Hoca) ona yardım ediyor, doktor getiriyor. Ancak o yaralı arkadaş bir arkadaşımızın daha yaralı olduğunu söylüyor ve olay yerinde kaldığını belirtiyor. Mamosta Xalid ‘ben gidip onu da getireceğim’ diyor. Oradaki başka bir arkadaş ve hane halkı “şu an tehlike var, uçaklar var; sonra git” diyorlar. Ama o “hayır, madem arkadaş yaralıdır, tehlike içinde kalamaz; gideceğim ve getireceğim” diyor. Bu şekilde büyük bir fedakarlıkla ve cesaretle o yaralı arkadaşı arıyor ve buluyor. O esnada düşmanın vahşi saldırısıyla karşılaşıyor ve şehit düşüyor. Zaten aynı saldırıda o yaralı arkadaş da şehit düşüyor. Yani böyle çok onurlu örnekler vardır. Doğrusu Mamoste Xalid’in şahadeti, ulusal, yurtsever, devrimci ve çok onurlu bir duruştur. Biz değerli şehit Xalid Abdurrahman’ın ailesine ve tüm Berwari aşiretine başsağlığı diliyoruz. Bu değerli insan Berwari aşiretindendir ve bölgede tanınan bir öğretmendir. Ama aynı zamanda böylesi değerli ve kutsal bir cesaret ve fedakârlık sahibidir. Gerçekten her böylesi örneği gördüğümüzde, inancımız ve kararlılığımız daha da artıyor, halkımıza olan sevgimiz daha da güçleniyor. İnsanda, “bu halk için ne yaparsak da yerindedir” anlayışı çok daha fazla gelişiyor.

Aynı zamanda 11 Ağustos’taki komplo saldırısında şehit düşen Zubeyîr Halî Bradostî de böyledir. Yani Şehit Zubeyîr de Kürdün Kürdü öldürmemesi için, kanın dökülmemesi için ve barış için büyük bir çaba içerisine girdi ve bu çaba içerisinde şehit düşüyor. Geçmişi bilinen bir kişidir. Değerli bir pêşmergedir, saygıdeğer bir komutandır. O da önemli bir ulusal şehidimizdir. Bunlar ulusal şehitlerimizdir; ulusal tutum sahibidirler. Bir yandan Berwarîlerden, bir yandan Bradostlardan gelişen bu yaklaşımların yanı sıra, biliyoruz ki Şêladizê şehitleri de bu şekildedir. Çêmankê’de de aynı şekilde ulusal tutum sahibi olup da bu çabalar içerisindeyken düşmana hedef olarak şehit düşen insanlarımız oldu. Yani bunların hepsi önemli örneklerdir ve aynı zamanda Güney Kürdistan halkımızın duruşunu göstermektedir. Değerli ulusal ve yurtsever bir duruştur.

İMRALI SİSTEMİ DAİMİ İŞKENCEDİR

Hala İmralı’da mutlak tecrit yürütülüyor. Halk dönük yoğun baskılar var. Avukat olan Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal adaletsizliğe karşı bedenlerini ölüme yatırdılar. Ebru Timtik eyleminin 238’inci gününde şehit düştü. Bu konuda neler belirtmek istersiniz?

AKP-MHP rejimi kanun, hukuk ve adalet ile değil baskı ve zulümle sonuca gitmek istiyor. Bu siyasetlerinin iç yüzü İmralı’da zaten yüzeye çıkıyor. İmralı’da yürüttükleri siyaset ve orada yapılan uygulamalarda ne hukuk, ne adalet, ne de ahlak vardır; hiçbir şey yoktur. Mert bir yaklaşım da yoktur. Yani bir esir alırsın ama o esire yine de insani muamele yapar ve kanunlarını uygularsın. Ama bunlarda o yok. Niye? Çünkü onlar Önder Apo’nun tutumundan ve onun düşüncesi ile mesajlarından korkuyorlar. Çözüm düşüncelerinin Kürt halkına ve kamuoyuna ulaşmasını istemiyorlar. Bunun korkusundan İmralı’da kanunsuz ve ahlaksız bir sistem kurmuşlar. Bu sistem, bir psikolojik işkence sistemidir. Aslında daimi bir işkencedir. Şu an orada bunu yürütüyorlar. Tabi bunu nasıl İmralı’da yürütüyorlarsa, bakıyoruz, yavaş yavaş önce tüm Türkiye ve Kürdistan zindanlarına yaydılar; sonrasında yine genel siyaset üzerinde de bu onursuz yaklaşımı hâkim kıldılar. Bunu her yerde hâkim kıldılar. Kendisine karşıt gördüğü herkese karşı artık yasalara, hukuka ve adalete göre yaklaşmıyor. Nasıl ki Kürtlere karşı düşmanlığı esas alıyorsa, bu rejime karşı boyun eğmeyen sol-sosyalist hareketlere karşı da aynı şekilde yaklaşıyor.

BAHÇELİ-ERDOĞAN REJİMİNDE VİCDAN ONUR YOKTUR

Yani şimdi Ebru Timtik konusunda, doğrusu ne vicdan vardır, ne ahlak vardır, ne merhamet vardır. Mesela Türkiye’de zalim bir Osmanlı padişahı olsaydı, hem de avukat olan bir kişinin ‘adil bir şekilde yargılanmak istiyorum’ diyerek geliştirdiği 238 gün süren ölüm orucu karşısında ‘ben bu insana bir kulak vereyim; belki ölebilir; yeniden yargılayalım’ derdi. Yani zalim bir padişah bile olsa bunu der. Ama Bahçeli-Erdoğan rejimi zalim padişahtan da ötededir. Bunlarda vicdan ve onur yoktur. Bunlar yalnızca herkesin onların önünde boyun eğmesini istiyorlar. Boyun eğmezlerse bir hamlede binlerce insanı imha da edebilirler. Dikkat edin, mesela avukat olan bir insandır; açlık grevinde yaşamını yitirmiş ama onların gündeminde hiç yoktur. Medya organlarına bir bakın; sanki böyle bir olay gerçekleşmemiş gibi davranıyorlar. Yani Türkiye’de faşizm, tek yönlülük ve düşmanlık bu derecede derinleşmiştir. Durum böyledir. Türkiye devletinin bu karakterini Önderliğimiz ve hareketimiz eskiden beri dile getiriyor ancak Türkiye’deki demokratik, sol ve sosyalist güçler vaktinde bu görüşleri dikkate almadı. Ama bugün bakın kendini hâkim kılmış herkes üzerinde zalim bir siyaset yürütüyor. Bu olay böyle gösteriyor. Onlarda duygu yoktur. Kuru bir faşizm vardır, zulüm vardır. Başka da bir şey yoktur.

TİMTİK’İ DEVLET KATLETMİŞTİR

Şimdi genç bir kadın avukatın bu şekilde şahadeti gerçekten insanı çok üzüyor. Onu aslında devlet katletmiştir. Yani bu faşist rejimin uygulamaları sonucunda katledilmiştir. Ailesine, dostlarına, yoldaşlarına ve tüm Türkiye halklarına başsağlığı diliyorum. Ondan önce İbrahim Gökçek ve Helin Bölek de aynı yöntemle şehit düştüler. Şu an Ebru Timtik’in bir arkadaşı olan Aytaç Ünsal da aynı amaçla eylemini sürdürüyor. Onun da şahadete yürümesi an meselesi. Çünkü önemli ve kararlı bir tutum sahibi olduğu görülüyor. Şüphesiz inancı ve fikri için kendisini feda etme iradesine ulaşan ve buna hazır olan kişiler, saygıdeğer kişilerdir. Eğer bugün Ebru Timtik bu iradeye ulaşmışsa, demek ki sıradan bir kişi değildir. Onurlu bir kişidir, öz sahibidir, faşizme karşı boyun eğmemiştir. Kendisi için değil Türkiye’de adaletin gelişmesi için canını vermiştir. Ona inanmıştır ve kendini feda etmiştir. Aslında hakikate bakarsan, bu rejimden herhangi bir adalet umut etmemek gerekiyor. Yani bu konuda biz farklı düşünüyoruz. Bu rejimde zaten adalet yoktur. Ama bu insanlar buna inanmıştır ve Türkiye’de adaletin oluşması için eylemsellik gerektiğini görmüştür; bunun için kendini feda eden, sonuna kadar direnen bir yöntem seçmişlerdir. Bu çok değerli, onurlu ve saygın bir duruştur. Ama maalesef başlangıçta gerektiği gibi bir sahiplenme gelişmedi. Özellikle de Türkiyeli demokratlar, sol-sosyalist hareketler, biz dahil tüm Kürdistanî hareketler bu konuda eksik kaldılar. Böylesi direnişçi insanlara daha fazla sahip çıkılmalı ve böylesi şahadetlerin önü alınmalıydı. Bu konuda herkes kendini sorumlu görmeli; adaletsiz uygulamalara karşı çok daha fazla duruş sergilemeli ve faşizmin zulmüne karşı tutum sahibi olunarak direnişin daha fazla yükseltilmesi gerekmektedir.

KUZEY GERİLLASI DÜŞMAN OPERASYONLARINA KARŞI BAŞARILI

TC Kuzey Kürdistan’da her gün yeni operasyon başlatıyor. En son Serhat’ta Yıldırım-3 adında bir operasyon başlattı. Bunların amacını ve sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle Kuzey Kürdistan’da gerilla olarak görev yürüten tüm yoldaşları selamlıyorum. Şimdiye kadar ortaya çıkan pratik, özellikle de en son Heftanin direnişinde kahraman şehitlerimizin emeğiyle açığa çıkan pratik, yeniden yapılanma projemizin, yani yeni dönem gerilla çizgisinin doğruluğunu ispatladı. Yeni dönem gerillasının çizgisi, düşmanın her türden teknik ve istihbaratına karşı verilen bir cevaptır. Burada önemli olan doğru bir şekilde uygulamak, bu konuda ısrarcı olmak, eski yaklaşımları değil, tamamen yeni ve düşman istihbaratını etkisizleştiren gerillayı uygulayarak her yerde kazanmaya kilitlenmektir.

Diğer yandan sizin de belirttiğiniz gibi düşman operasyonlarına devam ediyor. Kuzey Kürdistan'da da şu an her yerde operasyon vardır. Bundan bir süre önce Amed’de vardı; Cudi’de vardı; yine Marinos’ta vardı; şimdi Serhat’ta vardır. Düşman her yerde Kürdistan ormanlarını yakıyor, sivil insanları gözaltına alıyor, zindanlara atıyor, baskı geliştiriyor. Zaten bir yerde bir gerilla görse, onu imha edebilmek için milyonlarca doları gözden çıkarıyor ve tekniği devreye koyuyor. Yani faşist Türk devleti her yerde böyle bir şiddeti yürütmek istiyor. Burada önemli olan, bizim bu düşmana karşı yeni dönem gerillasının yol ve yöntemleri ile cevap olmamızdır. Fakat bakıyoruz ki yer yer bu konuda eksiklikler yaşanıyor. Yer yer düşmanın istifade edebileceği boşluklar yaşanıyor. Gerillanın bunun üzerinde durması gerekir. Yani her bölgede istihbaratı boşa çıkaran ve sonuçsuz bırakan, çok daha derin ve ince işleyen bir hareket tarzı gelişmiyor. Yer yer eksiklikler oluyor. Eksiklik olan yerlerde de bakıyoruz, düşman saldırıları bazen sonuç alabiliyor. Ama genel olarak Kuzey gerillası düşman operasyonlarına karşı başarılıdır.

Önce Yıldırım 1 yaptılar; sonra 2 yaptılar; şimdi de 3 diyorlar. İşte bir ölülerini veriyorlar; belki Ağrı Dağı’ndaki kayıpları daha fazladır. Bu düşman operasyonları sonuç alamazlar. Çünkü gerilla bu yeniden yapılanmanın gerekliliklerini ve dönemin gerektirdiği misyonu belli düzeyde yerine getiriyor. Ne kadar uyguluyorsa, düşman da o kadar boşa çıkıyor. Yani bu böyledir ve pratikte de kanıtlanmıştır. Bunun için genel olarak bakarsan düşman sonuç alamamıştır.

PSİKOLOJİK SAVAŞIN YALANLARINA İNANMAYIN

Tabii düşman güçlü bir psikolojik savaş yürütüyor. Hep açıklama yapıyor ve ‘bilmem kaç kişi teslim oldu’, filan diyor. Bunlar yalandır. Böyle bir şey yok. Bu verdikleri, eskiden bizden kopup Güney’e gidenlerdir. Onları satın alıyorlar ve bu şekilde yavaş yavaş Türkiye’ye götürüyorlar. Bu bir satma meselesidir. Ya o kişiler kendini satıyor ya da bazıları onları satıyor. Bu rakamları yan yana getiriyorlar ve sonrasında ‘bilmem kaç kişi teslim oldu’ diyorlar. Mücadele tarihimizin en az firarının yaşandığı dönem bu dönemdir. Çünkü arkadaşlarımız düşmanın halkımızın değerlerine nasıl gaddarca yöneldiğini görüyor; tüm arkadaşlarda bir ruh gelişiyor ve şu an Heftanin’de görüldüğü gibi her bir arkadaşta fedai ruh gelişmiş durumdadır. Doğrusu budur. Yani yükselen bu kararlı fedai ruh karşısında düşman zorlanıyor ve bunun için Güney’de eskiden kaçmış olan bazı tipleri satın alarak kendisine propaganda malzemesi yapıyor.

Bizimle düşman arasında olan savaşta, düşman şu an sonuçsuz kalmıştır. Zaten bütün kızgınlığı da bundandır. Yani ne yapıyor ediyor ama sonuç alamıyor. Bunun için bu sefer de Kürdistan ormanlarını yakıyor, ajanlığı geliştirmek istiyor, korucuları daha fazla kullanmak istiyor. Özellikle de bu konuda gerilla, şimdi düşmanın ajanlık sistemi üzerinde durmalıdır. Eylemsellikte en fazla üzerinde durulması gereken halkalardan birisi ajanlık sistemi, diğeri ise sömürgeci ekonomidir. İşte şimdi öz savunma mücadelesi çerçevesinde değişik kesimlerin değişik isimlerle geliştirdiği eylemler vardır. Şu an Türkiye içerisinde, özellikle de metropollerde düşman ekonomisine yönelik olarak eylemler geliştiriyorlar. Özellikle de yakma eylemleri daha çok geliştiriyorlar. Bunlar şüphesiz çok önemlidir ve düşmana büyük zararlar vermektedir. Fakat burada da birçok eksiklik vardır; bu tarzda derinleşerek mücadelenin daha fazla yükseltilmesi gerekmektedir. Bugün faşist AKP-MHP rejiminin ekonomiye dayanarak bu savaşı geliştirdiğini iyi bilmeliyiz. Devrim güçlerine karşı ekonomi ve istihbarat ile savaşıyor. Bu bilinmeli. Yani genel olarak hem şehirlerde, hem de kırda öz savunma veya milis güçleri adıyla yürütülen savaş durumu kötü değildir ama belirttiğim gibi bazı eksiklikleri vardır. Bu eksiklikler üzerinde de durulması halinde, çok daha başarılı bir performans ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak durum budur ve gerillanın bu önümüzdeki dönemi gerektiği gibi değerlendireceğini düşünüyorum. Bu konuda halkımızın, değerlerimizin beklentileri vardır ve gerilla da buna cevap olacaktır.

TÜRKİYE’NİN SİHA TEKNOLOJİSİ BATIDAN GELİYOR

Hareket olarak birçok kez NATO’nun TC devletine Kürt halkına karşı kullanılan teknik konusunda verdiği desteği dile getirdiniz. Son dönemde basına da yansıdı; Almanya devleti açık bir şekilde askeri teknik konusunda Türk devletine destek veriyor. Bu durumu nasıl yorumlarsınız?

Mücadelemizin başlangıcından bu yana, hareketimize karşı bir tek Türk devleti savaşmıyor. Türk devletinin arkasında her daim NATO vardı; halen de vardır. Şimdi NATO, daha çok Gladiosu yoluyla destek oluyor. Yani bize karşı Türk devleti her daim dışarıdan destek alıyor. Şimdi de basında yayınlanan belgeler var, yine Almanya parlamentosunda gündem olan konular var. Artık gizlenemez bir şeydir; Türkiye devleti Alman ve Kanada devletlerinin ve bazı İngiliz ile ABD şirketlerinin tekniği temelinde bu silahlı insansız uçakları yapmıştır. Yoksa Türk devleti şimdiye kadar bir jeneratör bile yapamamıştır. Peki dönemin bu en gelişkin teknolojisinin ürünü olan, lazer güdümlü, hedefe kilitlenen sistemleri nasıl başarabiliyor. Daha araba bile üretememiş bir devlet nasıl oluyor da kalkıp en modern teknoloji olan silahlı insansız hava aracı yapabiliyor! Bir de utanmadan ‘milli’ olduğunu söylüyorlar. Öyle değildir. Bu şirketler parçalarını veriyorlar; bazı kısımlarını da Türkiye’de yaparak montajını sağlıyorlar. Bu şekilde bize karşı kullanıyorlar.

ALMANYA VE KANADA SİHA KATLİAMLARINDAN SORUMLUDUR

Şimdi sizin bahsettiğiniz gibi Almanya, Kürdistan’da Leopard tankları ve bu SİHA’larla gelişen tüm katliamların sorumlusudur. İşte şimdi Kanada da devreye girmiş. Kanada da bunların sorumlusudur. Yani Türk devletinin Kürdistan’da bu silahlarla gerçekleştirdiği katliamlarda bu devletlerin de sorumluluğu vardır. Özellikle de Almaya’ya şunu söylemek istiyoruz: Artık yeter bu kadar Kürt düşmanlığı! Kürt halkına düşmanlık yapmayın! Halepçe’de de binlerce Kürt insanı katledildi; sonra Saddam’a o tekniği Almanya’nın verdiği ortaya çıktı. Bugün, dönemin Saddam’ı Erdoğan’dır. Şimdi de Erdoğan’a veriyorlar. Peki Almanya’nın bu şekilde Kürtlere karşı yapılan faşist katliamlara katılmaya ne hakkı var! Yani Almanya’nın yaptığı, Kürt halkına karşı büyük bir haksızlıktır. Bir zulümdür. Para için, emperyalist çıkarları için, Saddam gibi, Erdoğan gibi rejimlerin halkımızı katletmelerine yol veriyorlar. Yani bugün yürütülen şeyler bu şekildedir. Bunun için de halkımızın ve hareketimizin direnişi de bu çerçevede daha büyük anlam kazanıyor. Çünkü halkımıza dönük uluslararası hegemonik bir siyaset vardır ve biz de buna karşı direniyoruz.

KÜRDİSTAN’DA SAVAŞ KİRLİ YÖNTEMLERLE YÜRÜTÜLÜYOR

Türk devleti bir yandan devşirme korucuları toplayıp operasyonlara katıyor, diğer yandan da özellikle Kürt kadın ve gençleri üzerinde özel savaş yürütüyor. Bir yandan tecavüz bir yandan da ajanlık politikası yürütüyor. Buradaki amacı nedir?

Şimdi Kürdistan’daki sömürgeci rejimlerin Kürt halkına karşı yürüttükleri savaş haksız bir savaştır, kirli bir savaştır ve özel savaş yöntemleriyle bunu yürütüyorlar. Amaçları toplumu yok etmektir, teslim almaktır, boyun eğdirmektir. Türk sömürgeciliğinin halkımıza ve hareketimize karşı yürüttüğü savaş yalnızca hareketimize dönük olan bir savaş değildir. Türk devleti sürekli ‘ben PKK’ye karşıyım’ diyor. Güney’e de saldırsa böyle diyor, Kuzey’e de saldırsa böyle diyor, Rojava’ya saldırıyor böyle diyor; yani nereye saldırsa bunu söylüyor. Gerçekte ise saldırıları PKK’ye ve tüm Kürt halkının kazanımlarına karşıdır. Çünkü PKK öncü bir harekettir. Kürtlüğü savunuyor, onu canlandırıyor, Kürtlerin özgürlüğüne öncülük ediyor ve Kürt halkının değerlerini savunuyor. Bunun için elbette ilk sırada PKK güçlerine saldırıyor. Fakat esas olarak bütün topluma saldırıyor. Çünkü PKK’yi zayıflatmak için toplumu düşürmesi gerekiyor. Böyle bir genel konsepti vardır.

Kürdistan’da yürüttükleri özel savaş 4 ayak üzerinden yürüyor: Birincisi istihbarat ve tekniktir. Bunları ağırlıklı olarak gerillaya karşı kullanıyor. Esas olarak istihbaratı kullanıyor; ajanlığı geliştiriyor; tabii ajanlığı geliştirmek için her türlü yöntemi uygulamaya çalışıyor. Bütün bunları elindeki teknikle yapmaya çalışıyor.

İkincisi psikolojik savaştır. Yani gerçekliği olmayan yalan şeylerle harekete dönük kara bir propaganda ile Türkiye toplumunda, hatta Kürdistan toplumunda bir algı yaratmak istiyorlar. Yani sanki onlar daha hakimdir, PKK yeniliyor, artık umut kalmadı; kimse araya girmesin gibi sözlerle propaganda yürütüyorlar. Şimdi Türkiye’de birkaç yüz televizyon var ve hepsi bu çerçevede çalışıyor. Hepsi de psikolojik savaş kurumudur. Gazete, dergi ve tüm kurumları bu çerçevede rol oynuyorlar.

Üçüncüsü ise Kürt gençleri ve kadınları üzerine yürütülen politikalardır. Özellikle gençleri ve son dönemde de görüldüğü gibi özgürlükçü kadınları daha çok hedef alıyorlar. Niye? Çünkü onlar özgürlüğün dinamikleridir; direnişçidirler. Toplumun esasıdırlar. Özellikle de gençler gerilla olmaya aday bir güçtür. Yani gerillanın kaynağıdır. Bunun için gençlere ve Kürt kadınlarına yönelik düşürme politikaları vardır. Mesela ajanlaştırma siyasetleri, uyuşturucu siyasetleri, fuhuş siyasetiyle ve tecavüz saldırılarıyla Kürt gençleri ve kadınlarında düşürülmüşlüğü geliştirme, onursuzlaştırmayı sağlamayı ve kişiliksiz hale getirerek kişilik bunalımını yaratmayı amaçlıyorlar. Yani artık yolunu kaybetmiş ve ancak kendi halini düşünen bir kişilik yaratmaya çalışıyorlar. “Dünyası kararmış böyle bir kişi neden dağa çıksın, niye sokaklarda özgürlük mücadelesini yürütsün ki” diye düşünüyorlar. İşte bunlar böyle kişiler yaratmak istiyorlar.

UZMAN ÇAVUŞLAR KÜRT HALKININ CELLADI OLMAK İÇİN PROFESYONEL OLMUŞTUR

Mesela o uzman çavuşlar niye örgütlenmiştir? Bütün Kürt gençlerinin ve de genç kızlarının bunu görmesi gerekir. Onlar Kürt halkının celladı olmak için profesyonel asker olmuşlar. Bunlar katildir. Bunlar bu halkın gençlerinin kanı üzerinden yaşıyorlar. Bunun için kimse onlarla ilişkiye geçmemelidir. Kimi görürlerse de hemen yüzlerini çevirmelidirler. Çünkü bunlar normal insan değildirler. Bunlar kiralık katildirler. Para için Kürt gençlerini katletmeye gelmişler. Bunlar neyin uzmanı olmuşlar? İnsan öldürmenin uzmanı olmuşlar ve Kürdistan’da Kürdistan Özgürlük Gerillası için örgütlendirilmişlerdir. O zaman bir Kürt gencinin onlarla arkadaş olması yerinde bir şey değildir. Herhangi bir Kürdün onlara merhaba vermesi doğru bir şey değildir. Merhaba vermek bile günahtır; doğru değildir; yurtsever bir tutum değildir. Onlardan uzaklaşmak ve onları toplumdan tecrit etmek gerekir. Eğer ki Kürdistan’da kalıyorlarsa, o zaman onları toplumdan tecrit etmeli ve kimse onlarla ilişkiye geçmemelidir. Çünkü bunlar katildir ve özel savaş aynı zamanda bunlara toplumu düşürme görevi vermiştir. Yani gerillaya karşı bunlar zaten pek de savaşçı değiller. Korkaklar. Fakat sokaklarda Kürt kızlarını düşürmek istiyorlar, diğer yandan Kürt gençlerini kendilerine arkadaş edinip toplum dışı, kötü şeylere alıştırmak istiyorlar. Yani gençleri çeşitli yöntemlerle düşürmeye çalışıyorlar. Kısacası bunların görevi sadece dağda savaşmak değildir. Aynı zamanda toplumun ahlakını bozmak, gençleri yoldan çıkarmaktır. Yani bunlar her anlamda katildirler ve Kürt halkının geleceğini karartmak istiyorlar. Bunun için bunları toplumdan tecrit etmek gerekir.

KÜRDÜ KÜRDE ÖLDÜRTME SİYASETİ BOŞA ÇIKARILMALI

Mevcut durumda yürütülen özel savaşın dördüncü ayağı ise, Kürdü Kürde öldürtmektir. Türkçe’de diyorlar ya ‘iti ite kırdırtma’ diye; işte bu Türk sömürgeciliğinin meşhur bir yöntemidir. Bunu tarihte de çok kullanmışlardır. Maalesef bugün de bu yöntemi kullanmaktadırlar. İşte Güney’de bunu üst düzeyde devreye koymak istiyorlar. Biz şimdi bunun önünü almak için çabalıyoruz. Ama Kuzey’de de koruculuk sistemi vardır ve bu sistemi Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne karşı kullanmak istiyorlar. Biz korucu olan insanların hangi şartlarda korucu olduklarını biliyoruz. Haram süt içmemiş kimse kendini düşmanın elinde sopaya çevirmez ve düşmanın istemiş olduğu Kürtlere karşı olan siyasetin bir araç olmaz. Normal korucu olmuş kimselere diyeceğimiz bir şey yok. Ama onların içerisinde kontra olup gerillanın kanı üzerinden ödül almak isteyenler, para kazanmak isteyenler vardır. Yani kirli maddi çıkarları için bu halkın öncülerini katletmek isteyenler vardır. Korucu çevrelere tekrardan çağrımız, böylelerini kendi içlerinde barındırmasınlar; onların önünü alsınlar. Kimse Kürt halkının sırtında, düşmanın sopası olmasın. İşte bakıyoruz; Türk ordusu Heftanin’de tıkanma yaşıyor; askerleri o dağlarda kalamıyor; bu yüzden Kürtleri getiriyorlar, korucuları getiriyorlar. HPG Heftanin Komutanlığı bir açıklama yayınladı ve çağrıda bulundu. Bazı köy ve aşiret adları belirtildi. Ben de o çağrıya katılıyorum. Herkes dikkate almalı. Böyle yapmamalıdırlar. Özellikle de Botan halkımızdan olanlar korucu da olsa yine de Kürt olduğunu unutmamalıdır. Unutmayalım ki bu Türk devleti tarih içerisinde her daim Kürt serhildanlarını Kürtlerin eliyle ezmek istemiş, serhildanı ezdikten sonra da ilk olarak kendisiyle işbirliği yapanları ezmiştir. Bu, Türk devletinin bir yöntemidir. Kimse bu tuzağa düşmemelidir. Kimse onların elinde bir alet olmamalıdır. Herkes bu konuda etrafını korumalı ve Türk devletinin özel psikolojik savaşla insanlarımızı düşürmesine izin vermemeli. Nüfuz sahibi olan, ailede sözü geçerli herkes, Türk devletinin bu uygulamaları karşısında durmalıdır. Çağrımız budur.

KORONAVİRÜSE KARŞI TEDBİRLERİNİZİ ALIN

Son olarak da halkımıza çağrı olarak şunu belirtmek istiyorum: Şimdi bu Koronavirüsü Kürdistan’da dağılmış durumda. Türk sömürgeciliği, AKP-MHP rejimi Korona ile halkı korkutmak ve herkesi evinin içine hapsetmek istiyor. Bunun için halk eylemlerinin yapılmasına, mitinglerin ve protestoların olmasına izin vermiyor. Çünkü bu hukuksuz uygulamalarına ve insan haklarını ayaklar altına almaya rahatça devam etmek istiyor. Yani bu AKP-MHP rejimi, bu Koronavirüs hastalığını çok kötü kullanıyor. Buna yol verilmemeli ve o gerekçeler tanınmamalıdır. Faşist rejimin uygulamalarına karşı sessiz kalınmamalı, eylemler geliştirilmeli, engel tanınmamalı ve düşmana rahat verilmemelidir. Bu konuda gerçekten insanlarımız sorumlu yaklaşmalıdır.

Fakat bununla birlikte önemli bir konu ise hastalığa karşı da tedbirini alabilmelidir. Görünüyor ki halkımız bu hastalığa karşı gerekli tedbirleri almamaktadır. İşte izliyoruz; Kuzey Kürdistan’da, yine Doğu Kürdistan’da devletler halkımıza bakmıyorlar. Rojava’da ve Güney’de halkımızın kendi özerk sistemi nedeniyle belki imkanlar oranında bakılıyor. Ama özellikle Kuzey’de ve Doğu’da hâkim olan devletler halkımıza gerektiği gibi bakmıyorlar. Şimdi hastalık gelişiyor. Halkımız bu hastalığa karşı kendisini korumalıdır. Yani başta maske, temizlik, fiziki mesafe gibi kurallara riayet edilmeli ve herkes tedbirini kendisi almalı. Yani biz kendi kendimizi korumalıyız. Hem AKP virüsüne karşı kendimizi koruyalım, hem de Koronavirüsüne karşı kendimizi koruyalım. Halkımız bu her iki konuda da uyanık olmalı. Yani hem AKP’ye karşı sessiz kalmamalı ve eylemsellik olmalı, fakat Koronavirüs karşısında da tedbirlerini almalı ve kendisini korumalıdır. Bu konuda biz kendi kendimize yetebilmeliyiz. Gerçekten de duyarlılığa ve sorumlu yaklaşıma ihtiyaç vardır. Halk olarak sömürgeciliğe karşı mücadele yürütebilmemiz için sağlığımızı da korumalıyız ama düşmanın uygulamalarına karşı da sessiz kalmamalı, halk eylemlerini de mutlaka geliştirmeliyiz.