Önder Apo’nun 27 Şubat’ta yaptığı tarihi çağrının ardından, PKK’nin 12. Kongre’de aldığı kendini feshetme ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı sonrasında DEM Parti, yaşanan ve devam eden süreci halka anlatmak için çalışmalarını hızlandırdı.
DEM Parti İstanbul İl Örgütü, özellikle son üç haftadır yürüttüğü yoğun çalışmalarla yeni süreci halka anlatmaya devam ediyor. Bu kapsamda; 900’ü aşkın ev ziyareti gerçekleştirildi, 46 geniş katılımlı halk toplantısı düzenlendi ve 14 yöre derneğiyle görüşmeler yapıldı.
Toplantılarda, halkın ve toplumun tüm kesimlerinin yeni sürece ilişkin soruları yanıtlandı, sürecin detayları paylaşıldı ve halkın endişelerine cevap olunmaya çalışıldı.
DEM Parti İstanbul İl Eş Başkanı Çınar Altan, yeni süreçle ilgili çalışmalarını, halkın endişelerini, sorularını ve nasıl bir yöntem izlediklerini ANF’ye anlattı.
‘DEZAVANTAJLI DURUMLARI AVANTAJA ÇEVİRMEK İÇİN ÇALIŞIYORUZ’
Çınar Altan, yeni sürecin hem avantajları hem de dezavantajları olduğunu belirterek şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bu sürecin önceki süreçlerden farkı, bazı özgün bazı yanlarının olması. Hem avantajları hem de dezavantajları bakımından özgünlükler içeriyor. Avantajları bakımından, savaşan iki tarafın önderi ile devletin bunu doğrudan muhatap alarak sürecin başlatılması ve geliştirilmesi, bir bakıma kendi kitlesini harekete geçirme açısından avantaj sağlıyor.
Kürt Özgürlük Hareketi açısından baktığımızda, bir halk önderi rolüne uygun olarak bütün bir tabanı ve halkın kendisini topyekûn olarak buraya yönlendirme gücü var. Bunun bir avantajı var. Bu aynı zamanda şöyle bir dezavantaj da yaratıyor: İster istemez sürece dair hem Kürt halkının hem de toplumun diğer kesimlerinin süreci anlama ve kavrama açısından belli başlı dezavantajlarını da beraberinde getiriyor. Esas olarak bizim 27 Şubat'tan itibaren yapmaya çalıştığımız şey, bu dezavantaj olarak tarif ettiğim durumu gidermek, bunu bir avantaja çevirmek.”
‘SÜRECİN ÖZNESİ OLAN HALKLARIN SÜREÇTE GÖREV ALMASINI SAĞLAMAYA ÇALIŞIYORUZ’
Bu sürecin esas öznelerinin halk olduğunu ve halkın mücadeleye aktif bir şekilde katılımını sağlamak için çalışmalar yürüttüklerini söyleyen Altan, "Dolayısıyla sürecin ruhunu, bu kadar dönüşümleri içeren ve hassas olan bu meselesini hem onurlu bir barış bağlamında hem de Kürt sorununun demokratik çözümü ve onun üzerinden de demokratik toplum inşası bağlamında bunun esas özneleri olacak halkın ve toplumun bu meseleyi kavraması, kavramakla birlikte bu sürece dair bir özne olma adına roller ve görevler çıkarmasını sağlamaya çalışıyoruz. Halk toplantılarında ve ev ziyaretlerinde yapmak istediğimiz temel mesele bu.
Bu bağlamda hem toplantılarda hem ev ziyaretlerinde karşımıza çıkan en temel şeylerden bir tanesi, sürece dair belli başlı kaygılar. Bu kaygıları birçok yönden inceleyebiliriz ancak esas kümelendiği şey, bir şekilde hem önceki deneyimlere hem de 27 Şubat'tan sonra gelişen süreçte oluşan gelişmelerden dolayı halkın bir güvensizlik olarak tarif ettiği sürece ve onun geleceğine dair bir ön kaygı olarak devlete, devletin pratiğine güvenememe olarak formüle ettiği mesele öne çıkıyor.
Bunu biz başından itibaren şöyle ele alıyoruz açıkçası; savaşan taraflar otururlar, bu barış sürecine dair, kendi programlarına dair zemin yaratırlar. Buradaki güven ilişkisi her iki tarafın kendi açısından ne yaptığından ziyade bu zemini nasıl tarif ettiği ile alakalı olan bir durumdur. Dolayısıyla güvenin kendisi karşı taraftan ziyade kendi öz gücüne güvenle sağlanır. Bizler de halk toplantısı ve ev ziyaretlerinde bunu irdelemeye çalışıyoruz.
Sürecin selametini belirleyecek olan bu zeminin nihayetinde barış ve demokratik toplum yönünde ilerlemesini sağlamasının bu taraf açısından ne kadar sahiplenildiği, bunun için ne kadar harekete geçirileceği ile alakalı olan bir şeydir. Bu vesileyle güveni kendi iç dinamiklerimize döndürmemiz çok elzemdir. Buradan çıkan belli başlı kaygılar da böyle bir bakış açısıyla birlikte aslında minimize edilebilir.
Nihayetinde halk hem onurlu bir barışa, buna yönelik ihtiyaca hem de buna öncülük yapan hareketine güveniyor. Bunda herhangi bir sorun yok ama bunun ne yönde ilerleyeceğine dair devletin yapmakla yükümlü olduğu adımlarının gecikmesi ve burada farklı bir propagandanın gitmesine dair belli başlı güvensizlikler taşıyor. Bizler bütün görüşmelerimizde bu güven meselesini tersinden, yani kendimize dönük bir güvene yöneltmeye çalışıyoruz." dedi.
‘DEVLET, CEZALANDIRMA POLİTİKASINDAN VAZGEÇMELİDİR’
Halkın endişeleri olduğunu, özellikle devletin eski süreçler gibi yine barışı sabote edeceğine dair endişeleri olduğuna dikkat çeken Altan, halkın, devletin somut adım atmasını beklediğini belirterek şöyle devam etti:
“Birincisi şu; bir barış olursa, burada PKK silah bırakırsa, bunun karşılığında hareketin ne elde edeceğini soruyorlar. Demokratik kazanımların önünün açılması yönünde devlet hangi adımları atacak? Bunun belli başlı parametreleri var, somutladığımız temel durumlardan bir tanesi de siyaset yaptığı için içeride olan arkadaşlarımızın, yoldaşlarımızın cezaevinden çıkışı sağlanacak mı? Bu yalnızca öznel bir beklenti değil, çünkü nihayetinde silah bir araçsa ve bu aracın yerine demokratik bir siyasetin konulması ön görülüyorsa, burada elbette ki her iki tarafa düşen yükümlülükler var. Devlet tarafına düşen yükümlülüklerden biri de sırf siyaset yaptığı için cezalandırma politikalarından vazgeçilmesidir. En temel taleplerden biri bu. Bu aslında kısa vadede bir iyi niyet ve somut bir adım olan beklentilerden bir tanesidir.
İkincisi, nihayetinde bir barışın sağlanması, yüz yıla aşkın bir sorunun ve elli yıla yakın çatışma düzleminde devam eden sorunun çözümüne dair yasal ve kurumsal güvencelerin sağlanmasıdır. Bu savaş ve çatışma düzlemi, nihayetinde Kürt halkının eşit yurttaşlık temelinde kendi kültürünün ve ulusal haklarını yaşama hakkını elde etme mücadelesi ile başladı. PKK’nin silaha sarılması bir sorunun başlangıcından ziyade, sonucu olarak kendisini tarif etti. Dolayısıyla bunu ortaya çıkaran dinamiklerin koşullarından hukuksal ve anayasal değişikliklerin olup olmaması çok temel bir yerde duruyor.
Eğer niyet demokratik toplum ve Türkiye’nin demokratikleşmesi ise, bunun anayasal güvence altına alınması çok temel bir yerdedir. Bunu şöyle formüle edebiliriz: Kürt halkının ulusal kolektif haklarından eşit yurttaşlık temelinde yararlanıp yararlanmayacağı temel bir yerde duruyor. Dolayısıyla buna yönelik, bu düzlemin bu tür şeyleri içerip içermediğine yönelik sorular var.”
‘BARIŞIN SAĞLANMASININ BİR YANI DA ADALETİN SAĞLANMASIDIR’
Toplumda barış sürecine dair bir diğer endişenin de yüzleşme ile ilgili olduğuna işaret Altan, bir barış olacaksa bunun adaletin sağlanmasıyla mümkün olacağını belirtti. Adaletin sağlanması açısından devletin öz eleştirel bir konumda olması gerektiğini söyleyen Altun şöyle devam etti:
“Barış süreci eğer temenni ettiğimiz şekilde devam edecekse, bu yalnızca geleceğe yönelik bir şeyin yapılması değil, bu zamana kadar yapılan bütün bu çatışma düzleminin bakiyesi ile de bir hesaplaşma, yüzleşme, bunu içerip farklı bir pratik çıkartmakla ölçülecek. Çünkü bunun en büyük acısını Kürt halkı ve onunla birlikte bu toplumun bütün emekçi, ezilen kesimleri çekti. Barışın saç ayaklarından bir tanesi demokrasi ise diğeri de elbette ki adalet.
Dolayısıyla adaletin sağlanması açısından, devletin yürütmüş olduğu belli başlı pratiklere dair bir öz eleştirisel tutum alması ve bunlarla yüzleşmesi, bundan sonrasında, bunun ötesinde bir pratiği sergilemesi çok elzem bir yerde duruyor. Bu topraklarda 90’larda karakterize olmuş faili meçhul pratiğine, gayri nizami harpte bulunmuş pratiğine karşı tutum alması, buna yönelik bir yüzleşme beyanında bulunması ve o zamanki pratiğin hukuksal çerçevede yargılanması elzem bir yerde duruyor.
Bunu sadece faili meçhuller ve katliamlar düzleminde değil, benzer bir biçimde insanların bütün hayatlarını cezaevinde geçirmesine yol açacak belli başlı hukuksal düzenlemelerinde bir şekilde giderilmesi elbette ki temel bir yerde duruyor.”
‘TOPLUMSAL BİR BASINÇ OLUŞTURMAMIZ GEREKİYOR, BARIŞTAN YANA OLMAK YETMEZ, MÜCADELEYE KATILMAK GEREK’
Barış süreçlerinde meselenin sadece sözel olarak sahiplenilmesinin değil, pratik anlamda mücadeleye katılımının da önemli olduğunu aktaran Altan, demokratik bir dönüşüm için toplumsal bir basınç uygulanması gerektiğini dile getirdi.
Altan, “Bu zamana kadar ki süreçte bir meselenin sahiplenilmesi, onun özünün, ruhunun benimsenmesi önemli bir yerde duruyor. Partimiz açısından da bu zamana kadar ev ziyaretleri ve halk toplantılarında esas amaçladığımız buydu. Ancak bu, bir toplumun barışı sahiplenmesi adına yeterli bir şey değil. Dolayısıyla bunların her birinin barışın içinde özneleşecek ve bunu bir mücadele gücü haline getirecek, böyle somutlayacak bir pratiğe dönüşmesi lazım.
Kavramakla birlikte bunun toplumsal basınç olarak, bir politik mücadele başlığı olarak pratikleşmesi, önümüzdeki dönemin en belirleyici unsuru olacak. Mesela, devlete yönelik -PKK’nin ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin attığı adımlara karşı somut adım atmasına yönelik- çağrılarımız oluyor. Ancak bu çağrılar soyut çağrılar olduğu sürece, devletin bu noktada adım atmayacağı gerçeğini görmemiz lazım.
Bu anlamda yalnızca partimiz ve Kürt Özgürlük Hareketi açısından değil, toplumsal olarak pratik bir basınca bunu çevirmemiz lazım. Çünkü toplumun çok geniş kesimleri barışı sahipleniyor, bunun için rol almak istediğini ifade ediyor; ama bunu nasıl pratikleştireceğine, somutlayacağına dair şu anda halen ‘bekle-gör’ pozisyonunu koruyor.
Partimiz açısından önümüzdeki dönemde şöyle bir çerçeve altında toplumu harekete geçirmek istiyoruz: Bütün görüşmelerimizde herkes barıştan yana olduğunu söylüyor, ama bu yetmez. Barıştan yana iseniz, bunun için sorumluluk alın ve bunun için belli başlı talepler altında bunun muhataplarına karşı demokratik hakkınızı kullanın.
Daha da somutlayalım: Örneğin, cezaevindeki arkadaşlarımızın çıkmasını istiyoruz. Bütün kesimler, bu sürecin iyiye gitmesi açısından siyaset yaptığı için cezaevinde olan arkadaşlarımızın çıkması gerektiğini söylüyorlar. Ancak bunun karşılığı şu; Terörle Mücadele Kanunu’nda devlet bir değişiklik yapacak mı, bunu geriye çekecek mi?
Buna yönelik kampanyalarla bizler neden mesela, Terörle Mücadele Kanunu’nun geri çekilmesine yönelik bir toplumsal basınç oluşturamayalım? Bunların oluşması çok elzem bir yerde duruyor. Dolayısıyla partimiz açısından, eşit yurttaşlık temelinde yapılacak anayasal ve hukuksal değişikliklerle birlikte söz, eylem ve örgütlenme hakkının kazanımı, bunun önünün açılması, politik özgürlüklerin sağlanmasına yönelik devletin üzerine düşen yükümlülükleri sağlaması için, bütün bir toplumun buna katılacağı mücadele başlıklarını pratikleştireceğiz.”
‘MÜCADELE PRATİKLERİMİZİ DEĞİŞTİRMEK ZORUNDAYIZ’
Mücadele pratiklerinin değişmesi gerektiğini söyleyen Altan hem DEM Parti’nin hem de HDK’nin örgütlenme şeklinin yeniden şekillenmesi gerektiğini, her alanda örgütlenme ısrarının ortaya çıkmasını dile getirerek şöyle devam etti:
“Çok temel bir mantık kurarsak, koskoca bir silahlı hareket kendisini değiştirip dönüştüreceğini ifade ediyor, buna yönelik bir karar aldığını deklare ediyor. Böyle bir değişim- dönüşüm içerisinde, demokratik mücadele yürüten partimiz olmak üzere, aynı şekilde HDK’de de mevcut örgütlenme ve siyaset yapma tarzının aynı kalması mümkün değil. Bu, sürecin ruhunu karşılayacak bir şey değil.
Kendi adımıza, bu zamana kadar ki örgütlenme ve hareket tarzımızı elbette ki değiştirmekle hükümlüyüz. Bunun çok somut ayağını şöyle ifade edebilirim: Ev ziyaretleri yaptığımızda bu süreci anlatıyoruz ama biz daha öncesinde, partimizin bütün bileşenleriyle birlikte, hareket tarzı olarak bizler ev ziyaretlerini bir örgütlenme faaliyeti olarak yapıyorduk. Ancak çok uzun zamandır bu hareket tarzımızdan maalesef uzaklaştık.
Dolayısıyla ev ziyaretlerine gittiğimizde, bir fikri anlatmak yerine bunu yeniden bir örgütlenme çalışması olarak görüyoruz. Şöyle diyebilirim: 2016’da demokratik alana yönelik yoğun saldırılar, partimizin tabanı etrafında bir şekilde bir geri çekilmeyle sonuçlandı. Çok büyük bedellerle karşılaşılan bir siyaset yapma biçiminden, ister istemez kendi koşullarından dolayı geriye çekilmekle sonuçlanan bir pratiğimiz oldu. Şimdi ise bunu tersine çevirecek şeyler yapıyoruz.
Mesela mahalle komisyonları ya da HDK’nin meclisleşmesine yönelik bütün çabalarımızı, bu süreçte ev ziyaretleriyle bağlıyoruz. Gittiğimiz yerlerde, barıştan yana olan, partimizle gönül bağı kurmuş bütün herkesin, bir şekilde resmi bir sorumluluktan ziyade, bu mahalle komisyonlarımızda ve mahalle meclislerimizde yer almasını sağlıyoruz.
Siyaset yapma tarzımız ve örgütlenme anlayışımızı mevcut bir biçimde devam ettirmek yerine; daha yerel, halkın doğrudan kendi gündemleri, kendi sorunları ile hemhal olan, dolayısıyla örgütlenmeyi bütün toplumun kılcal damarlarına yayan bir örgütlenme modelini işte bu ev ziyaretleriyle gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu noktada olumlu karşılandığımızı söyleyebilirim.
Uzun zamandır birebir temas kurmadığımız birçok kesimin bu süreçte somut olarak rol alıp, partimiz ve HDK içerisinde sorumluluklar almaya başladığını görüyoruz. Dolayısıyla örgütlenme, birebir temasla; doğrudan, gündelik hayata değecek bir pratikle ancak sağlanabiliyor.”
‘FARKLI KESİMLERLE TOPLANTILAR YAPIYORUZ, BUNLARA DEVAM EDECEĞİZ’
DEM Parti’nin ev ziyaretlerinde ve halk toplantılarında sadece Kürt halkına yönelik çalışmalar yapmadığına dikkat çeken Altan, özellikle toplumun diğer kesimlerine yönelik çalışmalarının olduğunu, halkların bu süreçte aktif olarak mücadeleye katılımını sağlamak için çalıştıklarını vurguladı.
Çınar Altan sözlerine şöyle devam etti: “DEM Parti olarak ev ziyaretlerini ve halk toplantılarını Kürt halkı tabanı ile yapmıyoruz. Özellikle sivil toplum kuruluşları aracılığıyla, Türk halkından ve başka uluslardan sivil örgütlenmelerin olduğu derneklerle, kuruluşlarla bu toplantılarımızı genişletiyoruz.
Mesela Yozgatlılarla bu süreç ile ilgili muazzam bir toplantı yapmıştık. Önümüzdeki dönem bu görüşmelerimizi daha fazla yaygınlaştırıp çeşitlendireceğiz. Partilerle birlikte bu süreci nasıl tarifledikleri ve nasıl sorumluluk alacaklarına dair görüşmelerimize başladık. Bu noktada, ortak bir mücadele pratiğini bu kesimlerle birlikte inşa edeceğiz. Önümüzdeki dönemde İstanbul olarak başladığımız çalışmaları daha derinleştirerek yapacağız.
‘DEMOKRATİK TOPLUM İÇİN HERKESİN SORUMLULUK ALMASI GEREKİYOR’
Herkesin hakkını teslim ettiği bir gerçeklik var: Onurlu barışta kaybedecek olan çok azınlık bir kesimdir. Dolayısıyla toplumun geniş bir kesimi, bu sürecin bu şekliyle devam etmesinden yana, ancak biz kendi tabanımıza değil, diğer bütün farklı kesimlere şunu net söylüyoruz: Burada sözel bir taraf olmanın, gerçekten de pratik bir karşılığının olmadığı günlerden geçiyoruz.
Somut bir inisiyatif alınmazsa, bu sürecin murad ettiğimiz şekilde gitmeme gibi bir riski var. Yalnızca devletin adım atması değil; demokratik bir toplumu inşa etme anlamında, gerçek anlamıyla inisiyatif ve sorumluluk alınmadığı takdirde, bu dönüşümün en önemli sac ayağı eksik kalmış olacaktır.
Dolayısıyla bütün kesimleri sorumluluk almaya çağırıyoruz. Bunun şu açıdan doldurulmasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz: Kürt halkının yanında olmak yetmez, bir emekçi olarak, kendi çelişkisi ile bu barışı tarif etmek ve bunun için mücadele etmek çok önemlidir.
Bir Türk emekçisi Kürt halkının yanında olabilir ama bu yeterli değil. Yanında olmaktan ziyade, kendi mücadelesi içerisinde onurlu bir barış nereye tekabül ediyor, bunu sorgulamalı ve bunun için talepte bulunmalıdır.”