Arslan: Sayın Öcalan'a yaklaşım belirleyici olacaktır

Kürt Halk Önderi Öcalan'ın mesajlarını değerlendiren DBP Eşbaşkanı Arslan, "Türkiye'nin demokratikleşme ya da kaosa evrilebileceği sürecin Sayın Öcalan'a karşı yaklaşım ile belirleneceğini düşünüyorum" dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle 200 gün boyunca süren açlık grevi ve son bir ay ki ölüm orucu direnişleri, Öcalan'ın 26 Mayıs'ta avukatları aracılığıyla kamuoyu ile paylaştığı mesajından sonra sona ermişti. Direniş boyunca Kürdistan, Türkiye ve Avrupa'daki Kürdistanlılar sokaklarda eylem ve etkinlikler düzenleyerek, direnişçilere destek verip, 'Talepleri, taleplerimizdir' şiarını yükseltmişlerdi. Özellikle 'beyaz tülbentli anneler' olarak tarihe geçen kadınlar, direnişin akışına yön verebilecek düzeyde her gün sokakları canlı tutmuşlardı.

Açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri sonlandıktan sonra Öcalan üzerindeki tecrit nispeten yumuşatılmış ve birkaç görüşme daha gerçekleştirilmişti. Bundan sonra ne olacağı, Kürt Siyasal Hareketi'nin yol haritası ne olmalı, Öcalan'ın pozisyonu ve iktidarın İstanbul seçimlerinden sonra sıkışmasıyla ortaya çıkan atmosferin yansımalarını Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Mehmet Arslan ANF'ye değerlendirdi.

Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle 200 gün süren açlık grevi direnişlerini hatırlatarak konuşmasına başlayan Arslan, gelişen bu direnişlerin çok görkemli ve onurlu olduğuna dikkat çekti. Bu direnişin özellikle 5 Nisan 2015'ten beri Öcalan üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış tecridin kırılması noktasında bir başarı elde ettiğini belirten Arslan, bu süreçte tecridi protesto etmek amacıyla yaşamına son veren 8 yoldaşlarını da unutmamak gerektiğini altını çizdi.

'AKP, ŞANTAJ POLİTİKASI UYGULUYOR'

Arslan, gelinen aşamada AKP hükümetinin, tecrit politikasını bir şantaj aracı olarak kullanmasının en önemli nedenlerinden birinin de, Kürtlerin Öcalan gerçekliği ile ilgili görev ve sorumluluklarını tam olarak yerine getirmiyor olmalarından kaynaklandığını vurguladı. AKP'nin Kürt sorununun demokratik çözümü ile ilgili bir fikriyatının olmadığını söyleyen Arslan, konuşmasına şu sözlerle devam etti: "AKP, Kürt sorununu sürekli bir tehdit ve güvenlik sorunu olarak algıladığından kaynaklı, bu sorunu önemli oranda etkileyebilecek aktörleri tespit ederek, onlar üzerinden de Kürt siyasetini bastırma ve sindirme yaklaşımını sergiliyor.

Sayın Öcalan'ın Türkiye siyaseti, özelde de Kürt halkı üzerindeki etkisi bilindiğinden dolayı Kürt sorunu ile ilgili, yaklaşımla ilgili Sayın Öcalan üzerindeki tecridi baz alarak Türkiye'deki demokratik siyaset alanına müdahale etmeye çalışıyorlar. İkinci önemli husus da, gerek Kürt siyasetinin gerekse de halkımızın Sayın Öcalan üzerinden hükümetin sürekli bir şantaj politikası uyguluyor olmasına ilişkin kalıcı bir tutumun sergilenmemiş olması, hükümete cesaret verdiğini düşünüyorum.

Bugün, açlık grevleri ile 6 ayı aşkın geçirdiğimiz süreç ne ilkti, ne de son olacak. Çünkü daha önce de Sayın Öcalan üzerindeki tecrit politikasının kırılmasıyla ilgili çeşitli eylemsellikler gelişti. Ben, bu konuda temel yanılgının bizler açısından yaşandığını düşünüyorum. Kürtler, Türkiye'deki demokratik siyaset alanını kullanırken Sayın Öcalan'ın yaşam koşullarını ve güvenliğini hiçbir siyasetin pazarlık konusu yapmamalıdır. Biz bu hususta iktidarı yeteri kadar zorladığımızda, Sayın Öcalan üzerinden Kürt siyasetini terbiye etme yaklaşımı son bulur."

'KENDİ SORUMLULUKLARIMIZI YERİNE GETİRMELİYİZ'

Açlık grevi ve ölüm orucu direnişlerinin ortaya çıkardığı çok büyük bir emek ve kazanım olduğunu belirten Arslan, şunları ekledi: "Bu kazanımı güçlendirecek ve sürekliliğini sağlayabilecek bir eylemsellik, sahiplenme ve politika belirlenmesi gerekirken, biz de tamamen bıçak keser gibi eylemler durduruluyor. Şimdi tecridin tamamen ortadan kalktığını söyleyemeyiz. Kısmen yumuşatıldı demek daha doğru olur.

Bu da muhtemelen AKP'nin dönemsel anlamda dünyaya anlatamadığı ve toplumsal muhalefetin her geçen gün büyümesinin önüne geçebilmek için tecridi kısmen de olsa yumuşattığı anlamına geliyor. Tam da bu noktada faşizme karşı güçlü bir mücadele geliştirerek bu tecrit anlayışını ve zihniyetini köklü bir şekilde kırmak gerekir. Ama biz yine bir bekleme süreci yaşıyoruz.

Ben, Sayın Öcalan'ın bu tecride maruz kalmasının öncelikli problemlerinin Kürt siyasetine ve Kürtlere ait olduğunu düşünüyorum. Çünkü Kürtler, bugün olduğu gibi her dönem Sayın Öcalan'ın görüş ve fikirleri doğrultusunda hareket etmeye çalışıyor. Bizler, kendi görev ve sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizde ve sürecin beklentilerine denk gelebilecek bir direniş ya da örgütlenme gerçekleştirdiğimizde sanırım Sayın Öcalan'ın iç siyasete bu kadar müdahil olmasına gerek kalmayacaktır. Yine AKP'nin bu insanlık dışı muamelelerine de bu kadar maruz kalmış olmayacaktır".

ÖCALAN'IN PARADİGMA VE ÇÖZÜM MANTIĞI

Öcalan'ın geliştirmiş olduğu mücadelenin özünde demokratikleşme ile ilgili bir fikir yattığını vurgulayan Arslan, şu değerlendirmelerde bulundu: "Bundan kaynaklı da Sayın Öcalan 1993'ten beri Kürt sorununun demokratik çözümü ile ilgili sürekli bir arayış içerisinde ve emek harcamaktadır. Sayın Öcalan, Kürt sorununu hiçbir zaman bir bölgeye bağlı olarak ele almadı. Kürtlerin yaşadığı her yerde, onların temel siyasi ve kültürel haklarını kazanabilmek için bu sorunu bütünlüklü ele aldı ve bundan kaynaklı da bölge devletlerinin hedefi haline geldi.

Bugün bile, çok dar bir ortamda ve uzun bir tecritten sonra yakaladığı ilk fırsatta Kürt sorununu ele alırken, hem devletlerin yükümlülüklerini ve görevlerini hatırlatıyor, hem de Kürt siyasetinin. Sayın Öcalan'ın geliştirdiği paradigma ve çözüm mantığı tek taraflı değildir. Devletin ve toplumun kendi görev ve sorumluluklarını birbirinden ayırıyor, herkesin de üzerinde düşeni yerine getirmelerinden bahsediyor. Örneğin, devletin Kürt sorunu ile ilgili içerisinde girmiş olduğu tutumun ne olursa olsun kazandırıcı bir şey olmadığını, gözyaşı, çatışma ve ölümden başka bir şeye yaramayacağını ifade ediyor.

O yüzden de toplumsal uzlaşıdan, onurlu bir barıştan ve demokratik çözüm seçeneklerinin değerlendirilmesinden bahsediyor. İfade ettiği bu şeylerinde, yumuşak güç, yani akılla yapmanın öneminden bahsediyor. Bu hem devlete hem de Kürt siyasetine bir çağrıdır. Devletin yapması gereken görevleri ona yüklerken aynı zamanda bizlere de görev ve sorumluluklar yüklüyor."

'ÇATIŞMA VE GERİLİMDE ISRAR EDİLECEKSE SİYASETE ZATEN GEREK YOK'

Demokratik çözüm ve uzlaşma kültürünün gelişmesinin, ancak demokratik siyaset eliyle olabileceğini vurgulayan Arslan, "Demokratik siyaset de savaşın ve şiddetin olmadığı esnek ve yumuşak akılla sorunların tespitini ve çözümünün mantığını geliştirmektir. Zaten sadece savaş ve gerilim ile bu sorun şimdiye kadar çözülmüş olsaydı, sanırım hem devlet hem de Kürt tarafı açısından çözülmüş olurdu. Demek ki çatışma, red ve inkar politikaları bu sorunu çözmüyor.

Siyasetin kendisi esnek bir dili gerektirir. Çatışma ve gerilim de ısrar edilecek ise o zaman siyasete zaten gerek yok. Sayın Öcalan, devletin mevcut katı ve iktidarcı faşist anlayışını eleştirirken, Kürt siyasetine yerel yönetimleri kazanması üzerine şunu söylüyor; Sizler eğer ki bu devlete karşı mücadele edecekseniz, devlet demokratik değil ise, siz demokratik olmak zorundasınız. Kazanmış olduğunuz belediyelerde eşitlikçi ve özgürlükçü bir yönetimi esas almanız gerekiyor" diye konuştu.

DÖRT PARÇADA KÜRT SORUNUNA YAKLAŞIM

Öcalan'ın, siyasetin ve yöneticiliğin bir sanatçı hassasiyetiyle yapılması gerektiğine işaret ettiğini aktaran Arslan, "Kendisi, demokratik yönetim hassasiyetini o kadar ince ele alıyor ki, bir sanatçının yaptığı eseri hangi hassasiyetleri gözeterek yapıyorsa, Kürtlerde de yöneticilik yapanların aynı duygu ve düşüncelerle hareket etmeleri gerektiğini söylüyor. Onun sadece kaba yönetimsel işlerini değil, ruhunu, duygusunu ve düşüncesini hissederek, yaşayarak yapmalıdır ki halkçı bir sistem ve hizmet ortaya çıkabilsin.

Sayın Öcalan'ın, gerek yerel yönetimler, gerek Rojava ve gerekse Türkiye'deki Kürt sorununun çözümü için ele aldığı demokratik uzlaşı kültürünün hepsinin birbirleriyle bütünlüklü ele alınması gerektiğine işaret ettiğini düşünüyorum. Çünkü Sayın Öcalan, bu sorunu çok geniş ele alıyor ve Kürt sorununu hiçbir parçada birbirinden ayırmıyor. Türkiye'deki gelişmeler Rojava'daki gelişmeleri, Rojava'daki gelişmeler de Rojhilat ve Güney parçalarındaki gelişmeleri etkiler ve besler" ifadelerini kullandı.

'HEM CHP'YE HEM DE AKP'YE MESAJ VERİLDİ'

AKP'nin son 3-4 yılda oluşturmuş olduğu baskı ortamının, Türkiye'de demokratik siyaset ortamını işleyemez hale getirdiğini belirten Arslan, şu tespitlerde bulundu: "Bu durum toplumda çok ciddi rahatsızlıklara neden oldu. 31 Mart'ta AKP'nin birçok önemli kentte kaybetmesi, en son İstanbul'u ikinci kez kaybetmesinin de ana nedeni, AKP'nin Türkiye'de yaratmış olduğu faşist politikaların toplum nezdinde kabul görmediği ve ret edilmesini ifade ediyor. Bu seçim sürecinde Kürt seçmenin çok stratejik bir hamlesi oldu.

Kürtlerin bu tutumu neyi ifade ediyor? İktidar açısından nasıl görülmesi gerekiyor? Yine CHP açısından nasıl görülmesi gerektiği hususları, halen güncelliğini koruyor. Bugün Kürtlerin tamamı, AKP karşıtlığı üzerinden CHP'ye blok oy veriyorsa bu, AKP'nin şimdiye kadar Kürt sorunu ile ilgili, Kürtlere uyguladığı baskı ve şiddet ile doğrudan bağlantılıdır. Yani, Kürtlerin bu stratejik oy hamlesi, AKP'ye şu mesajı veriyor; sizlerin Türkiye'de siyaset yapmanızın ve iktidar olmanızın ön şartı, Kürtleri karşınıza almak değil, Kürtlerin sorunlarını Türkiye'nin demokratikleşmesi çerçevesinde ele alıp çözmek de olabilir.

'CHP, ÜZERİNE DÜŞENLERİ YAPMALI'

Kürtleri ret ederek, onları düşmanlaştırarak Türkiye'de iktidar olamazsınız, bundan kaynaklı da bizler, Kürtlere yaklaşımınızı gözden geçirmek için CHP'ye oy veriyoruz demek istediler. Kürtler, CHP'ye de mesaj verdiler. CHP, Türkiye'nin kurucu partisidir. Uzunca yıllardır hep muhalefet olmuştur. Hiç iktidar olamadı. Türkiye'yi yönetme iddiası da olmamıştır. Kürtler, AKP'ye nasıl ki 'Kürt politikanı gözden geçir' diyorsa, CHP'ye de aynı şeyi söylüyorlar. CHP'ye Kürt sorununun çözümünü gündemlerine almaları gerektiğini söylüyorlar.

Türkiye'nin sorunlarının demokratik alanda çözülebilmesi için bizler CHP'ye destek verdik. Yoksa CHP, mevcut AKP'den çok iyi olduğu için destek vermiş değiliz. Kürtler, bugün nasıl ki AKP'ye üzerine düşenleri yerine getirmemenin bedelini ödetiyorsa, yarın CHP toplumumuza ve Kürtlere karşı üzerine düşenleri yerine getirmez ise sanıyorum ki aynı dersi CHP'ye vermek zorunda kalacağız."

'SEÇİMİ KAYBETTİREN DE KAZANDIRAN DA KÜRTLER'

"AKP'nin bu süreçte Kürtlerin verdiği mesajı ya doğru okuyup Türkiye'de tekrardan demokratikleşmenin önünü açacaktır ya da şimdiye kadar olduğu gibi halk ve toplum ile inatlaşarak kaos politikalarını dayatacaktır" diyen Arslan, şunları dile getirdi: "Her iki seçenek de önümüzde duruyor. Ben, Türkiye'nin demokratikleşme ya da kaosa evrilebileceği sürecin Sayın Öcalan'a karşı yaklaşım ile belirleneceğini düşünüyorum. Eğer AKP, bu süreçte avukatların, ailenin ve siyasi heyetlerin İmralı Adası'na gidiş-gelişlerinin önünü açarsa, demek ki AKP, bu süreci doğru temelde ele almak istiyor diye düşünebiliriz.

Aksi taktirde 23 Haziran'da halkın verdiği mesajı yanlış okuyup bir inatlaşmaya giderlerse, sanırım süreç daha zor bir evreye girecektir. Çünkü İstanbul seçiminin kaybettireni de kazandıranı da Kürtlerdir. AKP'ye kaybettirmiş, CHP'ye kazandırmışlardır. Eğer ki Sayın Öcalan ile bir kez görüşebilmek Türkiye siyasetini bu kadar rahatlatabiliyorsa, iktidara düşen, Sayın Öcalan'a daha geniş ortamlar sağlamasıdır. Siyasi heyetlerle, avukatlarıyla ve sivil toplum kurumlarıyla görüştürülmesinin önü açılabilmelidir."

'PSİKOLOJİK ÜSTÜNLÜK KÜRTLERE GEÇTİ'

Kürtlerin İstanbul seçimlerinde stratejik oy kullanma hamlelerinin HDP ve DBP'ye Türkiye'de siyaset yapma olanaklarının genişlemesine yol açtığını söyleyen Arslan, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: "Bu hamle, Kürtlere Türkiye çapında siyaset yapma zemini oluşturdu. Artık psikolojik üstünlük Kürtlere geçti. AKP uzun süreden beridir devletin tüm imkanlarını kullanarak Kürt siyasetini tasfiye etme yaklaşımı içerisindeydi. Bunlardan kaynaklı da AKP'nin bu 4 yıllık süreçte pratiğe geçirdiği baskı ve faşizm ortamı kendisini çürütmüştür. Kürt siyasetine de daha morali ve güçlü bir katılımla siyasette yer almasını sağlamıştır.

Kürtlerin siyasal pozisyonu hesaba katılmadan siyaset yapılmaz. Bizim böylesi bir rolümüz varken, o zaman bizim, gelişen süreçlere takılan ve arkalarından sürüklenen değil, Türkiye'nin siyasetini belirleyen bir pozisyonumuz olmalıdır. Bizim açımızdan Türkiye'nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel Kürt sorunudur. HDP, bu saatten sonra Kürt sorununun Türkiye'nin öncelikli gündemi olabilmesi için bir politika geliştirmek zorundadır. Biz elbette Türkiye'nin tüm sorunlarıyla ilgilenmeli ve bunların çözümü için çabalamalıyız. Ama tıkaç niteliğinde olan Kürt sorununun çözümü için acil bir politika geliştirmeliyiz."