Av. Köklü: Abdullah Öcalan'ın etkisi dünyaya yayıldı

Av. Serbay Köklü,  Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın etkisinin dünyaya yayıldığını ve rolünü oynama imkânı olursa sorunların çözüleceğini belirtti. Av. Köklü, "CPT etkili bir mekanizma uygulasaydı tecrit bu kadar rahat uygulanamazdı" dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük uluslararası komplonun üzerinden 22 yıl geçti.

Asrın Hukuk Bürosu'ndan Avukat Serbay Köklü, 15 Şubat Komplosu ve İmralı tecridine ilişkin ANF’ye değerlendirmelerde bulundu.

Kürt Halk Önderi ve Kürt halkına yaşatılanların emsalsiz olduğunu vurgulayan Köklü, CPT’nin son Türkiye ziyaretine değinerek, güçlü adımlar atılması gerektiğini söyledi.

‘EMSALİ GÖRÜLMEMİŞTİR'

Av. Köklü, şunları söyledi:

"Sayın Öcalan, İmralı Cezaevinde 22 yıldır tecrit altında. 22 yıllık süreç tarihte emsali olmayan bir şekilde gerçekleşti. Çok özel bir politika ve uygulama. Uluslararası Komployla birlikte, İmralı tecrit politikası devreye konuldu. Bu durumun hem siyasi hem de politik gerekçelerine bakmakta fayda var. 9 Ekim 1998 tarihinde Uluslararası Komplo başladığı zaman ‘Büyük Orta Doğu Projesi’ olarak nitelendirilen, uluslararası güçlerin Orta Doğu’ya doğrudan müdahalesinin ilk ve en önemli stratejik hamlelerinden biri olduğunu görüyoruz. Sayın Öcalan’ın hedef seçilmesinin en önemli nedeni, Sayın Öcalan’ın şahsında Kürt halkında gelişen; özgürlük, demokratik ve eşit yaşama bilinci ve kültürüydü. Sayın Öcalan, Kürtlere yönelik 100 yıllık nesneleştirilmiş ve iradesizleştirilmiş politikayı sonuçlandırıp, özgür olan bir toplumsal bilinci açığa çıkarmıştı. Bu nedenle ‘Büyük Orta Doğu Projesinin’ en önemli ve stratejik hamlelerinden biri olarak Sayın Öcalan’ın seçilmesinin temel nedeni, Kürt halkını tekrar nesneleşmiş ve iradesiz pozisyona geri dönüştürülmesiydi. Dünyada emsali görülmemiş, yaklaşık 130 gün süren bir operasyon sonucu yakalanarak İmralı Cezaevine getirildi. Bu 130 günlük süreç ileride hakikaten çok detaylı bir şekilde analiz edilecek, yazılacak.

‘ULUSLARARASI GÜÇLER SAYIN ÖCALAN'I İSTEMİYOR'

Kürtlerin artık "parlayan bir yıldıza" dönüştüğünü ifade eden Av. Köklü, şöyle devam etti:

“Tarihte uluslararası güçler özellikle Avrupa açısından Humeyni’ye ve Lenin’e bile uygulanmayan bir ‘istenmeyen adam’ mekanizması Sayın Öcalan’a işletildi. Avrupa devletleri Sayın Öcalan ulaşamasın diye bütün havaalanlarını kapattı, iltica başvurularını gündeme almadı. Uluslararası insan kaçırma suçu işlendi. 22 yıllık İmralı süreci de aynı şekilde Sayın Öcalan şahsında özgürlük bilinci, Kürtler nezdinde de halkların eşit, demokratik ve özgür bireyleri hedefleyen bir politika izlendi. 22 yıllık süreçte Sayın Öcalan’ın iradesinin kırılmasına dönük siyasi ve hukuki birçok yöntem denendi. En çarpıcı olanı 2009 yılına kadar tam 10 yıl boyunca bir adada, tek bir hücrede, tek mahpus olarak tutuldu. 8 yıl avukatlarıyla görüştürülmedi. 2 buçuk yıl dış dünya bağlantısı kesildi. Bunlarla Sayın Öcalan’ın önemli ölçüde iradesinin kırılacağı, düşünce yetisinin zayıflayacağı bekleniyordu. Ancak bu beklenen gerçekleşmedi. Aksine Sayın Öcalan, mevcut koşulları dünya sistemi açısından 130 günlük süreçte gözlemleyerek Kapitalist Moderniteyi çözümleyip alternatif olarak ‘Demokratik Modernite’yi öne sürdü. Bugün 20 yıl öncesinin aksine Kürtler özgürlük bilinciyle Ortadoğu'da parlayan bir yıldız. Sayın Öcalan şahsında gelişen demokratik ulus çözümü de tüm Ortadoğu’nun temel çözüm metodu olarak karşılık bulmuş durumdadır.”

'CPT SORUMLULUK ALSAYDI TECRİT UYGULANAMAZDI'

Av. Köklü, CPT’nin raporlarına ve uyarılarına rağmen tecridin derinleştiğine de şöyle dikkat çekti:

“İmralı Cezaevi bir uluslararası bir konsept dahilindedir. Bu konseptin içinde birçok güç var. Doğrudan açık bir şekilde kendilerini ortaya koymasalar da çeşitli kurumlar vesilesiyle bunu yansıtıyorlar.  İmralı Cezaevi sadece Türkiye devletine ve hukuk sitemine bağlı bir cezaevi değil. Türkiye’nin uluslararası sözleşmelerle bağlı olduğu Avrupa Konseyine bağlı bir cezaevi. İmralı, AİHM’in ve işkenceyi önleme mekanizması olan CPT’nin denetimine tabi. 22 yıllık süreçte AİHM, CPT ve Avrupa Konseyinin bu çerçevede denetimleri, görüşleri ve kararları yansıdı. Ancak uluslararası hukuk boyutunda ne düzeyde karşılık bulduğunu hepimiz görüyor ve yaşıyoruz. Örneğin; tiyatro niteliğinde, yaklaşık 20 yılı aşkın olayların cereyan ettiği bir dönemin yargılanmasında 1 aylık kısa bir sürede İmralı yargılaması gerçekleşti. Kararı önceden belli bir hüküm açıklandı. AİHM, bunu ‘adil yargılanmanın ihlali’ olarak nitelendirdi. Ancak Türkiye, dosyayı, üzerinde bir değişiklik yaparak kapattı. CPT’nin, kendisine üye devletler arasında bu kadar gündemine aldığı bir cezaevi yoktur. 22 yılda defalarca gitti ve her gidişinde ‘İmralı Cezaevinde tecrit uygulanmaktadır’, ‘Tecrit işkence niteliğindedir ve Türkiye hükümetinin buna son vermesi gerekmektedir’ yönünde defalarca tespitleri oldu. Türkiye’nin bu konuda değil CPT’nin önerilerini uygulamak, buna karşı cevabı tecridi daha da derinleştirmek oldu."

Türk devletinin tecridi çok rahat bir şekilde uyguladığına vurgu yapan Av. Köklü, şunları söyledi:

“Geçtiğimiz yılda CPT, İmralı Cezaevine yapmış olduğu ziyaretine ilişkin bir rapor paylaştı. Tespit, İmralı Cezaevinde tecrit uygulandığı ve bu tecride derhal son verilmesi gerektiği yönündeydi. Türkiye’nin cevabı ise telefon, aile, vasi ve avukat ile görüşme hakkını yasaklamak oldu. Türkiye’den beklediğimiz buydu. Ama beklentimiz CPT’nin bu cevabı dikkate alarak mekanizmalarını daha etkili hale getirmesiydi. Tüm gelişmeleri CPT’ye raporlarla sunduk; ancak CPT 2021 yılında Türkiye’yi ziyaret ettiği zaman kendi raporunu yok sayan, kendi tavsiyelerine uymayan ve kendi kararlarına karşı daha ağır tecrit politikası uygulayan Türkiye’ye karşı İmralı Cezaevine ziyaret yapmasını bununla birlikte avukatlarını da ziyaret etmesini beklerdik. Ama CPT bu konuda sadece bürokratik görüşmelerle yetindi. Biz bir niyet veya samimiyet sorgulaması yapmıyoruz. CPT, Türkiye’yi ziyaret ettiğinde İmralı Cezaevini ziyaret edip bu konudaki tecridi ortaya koysaydı, etkili bir mekanizma devreye geçirilmiş olsaydı, Türkiye’nin bu şekilde tecridi bu kadar rahat uygulayamayacağını biliyoruz. AİHM’ne 2011’den bugüne kadar devam eden tecride yönelik bir başvurumuz var. AİHM, birçok dosyayı gündemine alıyor ancak söz konusu Sayın Öcalan olunca AİHM on yıldır bu dosyayı karara bağlamış değil. Bu da Türkiye devletine ‘yapın demiyoruz ancak göz yumuyoruz’ şeklinde zımni bir onayla desteklenmesi demek.”

‘KENDİ TOPLUMUNU İNŞA ETTİ’

Av. Köklü, Türkiye’de ve Ortadoğu’da yaşanan çoklu krizin de tecrit ve savaş politikalarından kaynaklandığını belirterek, şöyle konuştu:

"9 Ekim 1998 Uluslararası Komplosuyla hedeflenen Sayın Öcalan şahsında, Kürtlerin iradesizleştirilip, tekrar nesne pozisyonuna sürüklenmesi amaçlanmıştı. Ancak Sayın Öcalan, geliştirdiği paradigmayla, felsefeyle, alternatif sistem önerileriyle kendi toplumunu inşa etti. Kürt halkını önemli ölçüde demokratik ulus çözümünün öncü gücü haline getirdi. Kürtler nezdinde uluslararası komplonun önemli ölçüde zayıflatılmış olduğunu söyleyebiliriz. Geçtiğimiz yirmi yılda Sayın Öcalan’ın görüşlerinin etkisi dışında topluluklarda yaşananlara baktığımız zaman yaşananları net bir şekilde görebiliriz. Sadece Suriye’de 2011’den sonra 5 milyonu aşkın insanın yerinden edildiğini, 1 milyonu aşkın insanın öldüğünü ve milyonlarca insanın yaralandığını gördük. Bunlar Ortadoğu gerçekliğinde komplonun ve ‘Büyük Ortadoğu Projesinin’ esas politikalarından biriydi. Türkiye’ye döndüğümüzde, İmralı tecrit sistemini sonuna kadar uygulamak için her yöntemi denedi. Peki bu süre zarfında Türkiye’nin durumuna baktığımızda ne görüyoruz; siyasal krizle birlikte, ekonomik, sosyal, ahlaki gibi birçok anlamda ciddi bir kriz ve çürüme hali gözlemliyoruz. Tecrit bir savaş politikasıdır, Kürt sorununun savaş yöntemleriyle bastırılmasının politikasıdır."

‘ROLÜNÜ OYNADIĞI TAKDİRDE SORUNLAR ÇÖZÜLÜR’

Av Köklü, "çözüm süreci"ne değinerek, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın rolünü oynaması gerektiğini şu sözlerle aktardı:

“2013-2015 döneminde toplumda artık şöyle bir algı olmuştu; Sayın Öcalan Kürt meselesindeki rolünü oynadığı takdirde sorun çözülür ve ülkede yaşatma siyaseti, umut, tekrar hak ettiği değeri ve karşılığı bulur. Buna karşı verilen cevap çok ağır oldu, mutlak tecrit politikasının devreye girmesi oldu. 28 Şubat 2015 tarihinde Sayın Öcalan, Dolmabahçe Mutabakatını kamuoyuyla paylaştıktan sonra ağırlaştırılmış tecrit yeniden devreye kondu. Sayın Öcalan’ın çözüm üretebildiği, etkisini gücünü hissedilebildiği noktada sadece Türkiye’yi değil bütün Ortadoğu için demokratik çözüm imkanlarının karşılık bulduğu bir dönem yaşadığımızı ve yaşayabileceğimizi geçtiğimiz örneklerden görüyoruz.”

'ETKİSİ ZAYIFLATILAMADI; DÜNYAYA YAYILDI'

Av. Serbay Köklü, 22 yıllık süreçte Kürt Halk Önderi'nin etkisinin tüm dünyaya yayıldığının altını çizerek, şu değerlendirmeyi de yaptı:

“Tecridin ve uluslararası komplonun esas amacı Kürtlere yönelik, Kürt sorununda çözümsüzlük ve savaş politikasında ısrar, Kürt halkını edilgenleştirmek ve 100 yıl önceki pozisyonuna geri çevirmektir. Tecrit, Ortadoğu’nun tamamında çatışma ve çözümsüzlük politikasındaki ısrar, rahat yönetilebilir bir dönemin kapısını açmaya dönük politikadır. Bugün Kürt sorununun çözümü demek, Ortadoğu’daki birçok sorunun çözümü için kapının açılması demek. Bu açıdan Sayın Öcalan’ın 1998’de başlayan İmralı Cezaevi ile devam eden süreçte hedef olması demek; Kürt halkının hedef alınması demek. Kürt halkının varlığıyla Sayın Öcalan’ın varlığı artık özdeşleşmiştir. Bu 20 yıllık süreçte etkinin zayıflaması bir tarafa Kürdistan ve Orta Doğu değil tüm dünyaya yayılan bir varlık ve felsefe haline geldiğini hep birlikte görüyoruz. Tecrit dönem dönem aile ve avukat ziyaretleri ile kırılsa da hiçbir zaman tecritten vazgeçildiğini görmedik. Orta Doğu’daki demokratik çözümün ve halkların bir arada yaşama iradesi, bilinçlenmesi ve gelişmesi açısından Sayın Öcalan’ın fiziki olarak da özgürleşmesi bizce de çok önemli ve değerlidir. Tüm dünyada bu bilinçle çeşitli çalışmalar başlatıldı.”