“Kürtler üzerinde soykırım, ölüm, terör eserken Türkiye’de rahmet yağmaz. Türkiye’nin payına da faşizm düşer” diyen Ayata, AKP faşizminin Kürtlere karşı yeni katliamlar, sürgünler yapabileceğine işaret etti.
Tayyip Erdoğan’ın DAİŞ kafalı olduğuna dikkat çeken Ayata, ABD ve Avrupa’nın ona güvenmediğini de sözlerine ekledi.
PKK Merkez Komite üyesi Muzaffer Ayata gündemdeki sıcak gelişmelere ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
HDP Eş Başkanları Yüksekdağ ve Demirtaş ile birlikte 10 HDP’li milletvekili ile DBP Eş Başkanı Sebahat Tuncel ve eski parlamenterler gözaltına alınıp tutuklandı. Bazı vekiller için de gözaltı kararı olduğu belirtiliyor. Hemen hergün yüzlerce HDP ve BDP’li gözaltına alınıyordu. Bu tutuklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, bunu AKP-MHP savaş ittifakının kışın yaklaşmasıyla birlikte hız kazanması olarak ele almak lazım. Bir savaş konseptinin, Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin yasal kazanımlarını bertaraf etme çabası. Hükümetin kurduğu faşist savaş bloku, 24 Temmuz 2015’ten beri hızlandırılmış savaşın, bölgedeki gelişmelerle iç içe geçerek Türkiye siyasal, sınıfsal, topraksal birliğini korumaya çalışılıyor. Topluma ve dünyaya bu şekilde lanse ediliyor. Türkiye Cumhuriyeti Lozan’la 1. Dünya Savaşı’nın enkazı üzerinden kuruldu. Bu anlaşma-paylaşmada Kürtler devre dışı bırakıldı. Ama 21. yüzyılda Kürtler direndiler, örgütlendiler, bilinçlendiler, bölgede güç ve söz sahibi olmaya başladı.
Türkiye buna tahammül edemedi. Birliğini, bütünlüğünü, bekasını Kürtlerin yokluğu üzerine inşa etmek istiyor. Bu projeye uygun olarak aldıkları savaş kararı gereği, Kürtlerin sadece silahlı güçleri değil, yasal-demokratik alanda Kürtlerin sesi olan, Kürtleri temsil eden, Türkiye’nin bütünlüğü için demokratik siyasi çözüm isteyen güçleri bastırıyor. Bu güçlerin başında da HDP geliyordu. 99’dan beri belediye Kürtlerin eline geçti. Sayı yüzü buldu. Kürtlerin kendine özgüven kazanması, kendini yönetebilir hale gelmesi Türkiye için hep bir sancıydı, hep bir sorundu. Erdoğan zaman zaman bunu dile getirdi, seçim kampanyalarında “ben Diyarbakır’ı istiyorum” diyordu. Olmadı. Yasal yollarla, baskı, şiddet, terör, kara propaganda, bütün bürokrasi ve polis gücü elinde olmasına rağmen halkı bastıramadılar.
AKP şimdi darbe ortamını da değerlendirerek karşı darbe sürecini hızlandırdılar. Kanun hükmünde kararnamelerle, daha önce hedeflediği, ortadan kaldırmak istediği hem belediyeleri ki, en son Diyarbakır belediye başkanlarını içeriye attılar, hem de milletvekillerini içeriye attılar. Zaten HDP’li vekiller uzun süredir hedefteydi. Erdoğan mitinglerinde “hain, terörist” ilan etti ve “biran önce meclisten atılmalılar” diyordu. CHP’yi de bu konuda koltuk değneği yaptılar. Ucube bir yasayla ve aslında Türkiye’nin anayasal sistemine de aykırı adımlar atıllar. Milletvekillerin dokunulmazlıkları tümden kalkmadı. Bir yargılama olsa bile tutuklanmaları gerekmiyordu.
Aslında AKP “biz karar verdik, Kürt hareketini, demokrasi güçlerini ezeceğiz! Önümüze kim çıkarsa çıksın devletin gücünü onlara göstereceğiz! Devlet biziz, iktidar biziz, yasa biziz, egemen ulus temsilcisiyiz” demekte. Türkiye’nin en faşist, en mezhepçi kesimleri blok oluşturdu ve AKP eskisi gibi liberalleri, Kürtleri oyalama kaygısı kalmadı. Kürtleri gözden çıkardı. Onun için zorla ele geçirmek istiyor. İşe Kürt hareketini bastırmayla başladılar. Bunun için şehirleri yaktılar, yüzlerce insanı sokaklarda öldürdüler, mal-mülküne el koydular.
Bu süreçte en çok hakarete uğrayan HDP oldu. Devlet sürekli köşeye sıkıştırdı, teslim almaya, itirafçılaştırmaya ve yalvarır hale getirmek istedi. “Bütün ideallerinizden, parti programınızdan, barış ve demokrasi çabalarınızdan vazgeçin” dedi. “Biz bir savaş başlattık, siz de bu savaşın parçası olun” dedi. Çünkü şu anda AKP içinde savaşın parçası olmuş Kürtler var. Erdoğan’a yaranmaya çalışan kişisel-ailesel çıkarları için Kürdistan’daki bütün katliamlara ortak olan, savaş propagandası yapan, PKK’yi ve yasal-demokratik alandaki belediyeleri suçlayan, teşhir eden Kürtler var. Böyle ihanete bulaşmış, geleceğe dair ideali ve özgürlük arayışı olmayan, basit maddi çıkarlara bir sürüngen gibi koşan tipler var. HDP bunu yapmayınca hedef oldu.
HDP teslim alınamayınca esir mi alındı?
Evet. Teslim alma, düşürme, sindirme, korkutma ve caydırma... Tüm bunlar denendi. Şimdi Erdoğan açıkça “size terörist muamelesi yaparız” diyor. Bu kadar baskı altında olan, polis ve istihbarat denetiminde olmalarına rağmen haklarında suçlayacak bir şey bulamadılar. Rüşvete, yolsuzluğa, fesada karışmamışlar. Siyasi görüşleri, toplumsal amaçları için konuşup tartışmışlar.
Bir gecede, dört ilin savcısının aynı saatte herkese ortak operasyon yapması ve aynı gün tutuklanmaları bile operasyonun bir merkezden yönetildiğini, Erdoğan’ın talimatıyla bu işlerin yürüdüğünü gösteriyor. Zaten Erdoğan’ın talimatıyla dokunulmazlıkları kaldırıldı. Şimdi zamanı ve ortamı uygun buldular. Ortadoğu’daki savaş ve karışıklığı da dikkate alarak Türkiye’de karşı darbeyi derinleştirdiler. Muhalefet basını susturarak demokrasi güçlerinin bir birinden haberdar olmasının koşullarını da ortadan kaldırdılar. Ondan sonra da bu hamleyi yaptılar.
Bu tutuklamalar karşısında HDP meclise gitmeme yasama ve meclis komisyonlarındaki faaliyetlerine katılmama kararı aldığını açıkladı. HDP’nin bu kararının siyasi sonuçları sizce nasıl olur?
Diyarbakır belediye başkanları tutuklandıktan sonra HDP ve BDP yöneticileri Diyarbakır’a geldiler, halk ziyaretleri ve basın açıklamaları yaptılar. Hükümet bundan şunu gördü: HDP’nin bu çalışması kitleyi yeniden canlandırabilir, sokağa dökebilir. Onun için de bu operasyonu acele yaptılar. HDP kitle faaliyet alanını baştan zayıflatmışlardı. Eğer HDP’nin de açıkladığı gibi yaygın ve güçlü sokak kitle çalışmaları olsaydı hükümet bu sonuçları elde edemezdi. Bu süreçte siyaset parti ve belediye binalarına sıkıştırılınca doğal olarak kitle ilişkilerinde zafiyet ortaya çıktı. Bu zafiyete parti yönetimi el atınca AKP hemen yönelme kararı aldı.
Sabahat Tuncel bir partinin eş başkanı; bir protestoya katıldığı için içeri alındı ve hemen tutuklandı. AKP, normal vatandaş da değil bir parti genel başkanı bile kitle faaliyeti yürütmesini istemiyor. Bir parti kitle faaliyetiyle parti olur. Hem ortada bir parti bırakmıyorlar hem de ortada siyaset yapacak yönetici ve ortam bırakmıyorlar. Bunu da bütün basınını ve işbirlikçilerini kullanarak, dünyadan gelen tepkileri de dikkate almayarak yaptılar.
TC için Kürtler eskiden eşkıya ve şakiydiler, şimdi teröristliğe terfi ettiler! Eskiden nasıl katliamlar, sürgünler, soykırım denemeleri oluyorduysa, aynısı şimdi de yapılıyor. Bu durumda HDP’nin çok fazla hareket alanı kalmadı. Parlamentoda zorla ‘güvenlik’ yasalarını çıkardılar, zorla dokunulmazlıklarını kaldırdılar. Basına çıkarılmıyorlar ve bütün basın organları HDP’yi karalıyor. Tek taraflı istihbaratın, polisin, hükümetin görüşlerini yayınlıyor. Kişilerin kendi görüşlerini savunacağı bir ortam bırakılmıyor. HDP’nin de bu durumda öyle bir kararı alması anlaşılırdır. İş ötekileştirmenin ötesine geçti ki, sistem HDP’yi, Kürtleri ‘hain’ ve ‘düşman’ ilan ediyor. HDP de “biz de halka gider, halkı dinler ve halka anlatırız” diyor. Faaliyetlerini halkın içine daha yaygın taşımaları en makulüdür. Ama orada da yöneleceklerdir.
Kürt basını başta olmak üzere tüm muhalif basına dönük susturma operasyonlarına Cumhuriyet gazetesi de eklendi. Ve bu da HDP’li vekillerin tutuklanmasına paralel oldu. Cumhuriyet’in yazarları ve yöneticilerinin tutuklanması, basına dönük olduğu kadar CHP’ye dönük de bir gözdağı olduğu yorumuna katılır mısınız?
AKP, Türkiye kamuoyunu teslim aldı. Darbe ortamını da kullanarak olağanüstü hal ilan etti. Bütün basını ele geçirdiler, sol-demokratik basını zaten kapattılar, tasfiye ettiler. Aykırı bir ses olarak bir Cumhuriyet gazetesi kalmıştı ki Türkiye’nin en eski gazetesi. AKP çizgisinde olmadığı için Cumhuriyet’i ‘Fetullahçı’ ve PKK’li diye, yani onları da terörist ilan ederek hedeflediler. Önceden CHP genel başkan yardımcısının ayağına kurşun da sıktılar. Kılıçdaroğlu’nun önüne kurşun attılar. Daha nasıl mesaj versinler!
Bu, CHP’nin ne kadar köşeye sıkıştığını, bütün politik alanı AKP’ye terk ettiğinin de göstergesidir. CHP geriye çekildikçe AKP ileri gidecektir. Faşizm tavizlerle durdurulamaz. Milletvekillerinin hapse atılmasında CHP de sorumludur. Kılıçdaroğlu korktu ve Genelkurmayla görüşmesinden sonra “milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasını destekleyeceğiz” dedi. Bunun anayasaya aykırı olduğunu biliyor ve söylüyorlardı. Buna rağmen yaptılar. Bugünkü sonuçta CHP’nin de payı var.
*Bu durumda bazı CHP’li milletvekillerinin de tutuklanmasını beklemek gerekir mi?
Artık tutuklamanın da ötesinde faşizm kurumsallaşıyor. Türkiye kara bir faşizme gömülüyor. CHP’ye Suriye’deki savaşa girmeye karşıydı, ama Türkiye girdi. Irak’a asker gönderilmesine ve savaşa girilmesine karşıydı, ama Türkiye girdi. Kürt sorununda her şeyin savaşla çözülmesini savunmuyordu, ama şimdi bu konuda her şeyi savunur hale geldi. CHP’nin kimlikli ve kendine ait bir politikası yoktur. Bundan dolayı Türkiye halkına umut verecek demokrasi projesi sunacak, halkı ayağa kaldıracak, AKP’yi durduracak bir etkisi yoktur.
AKP’nin ise içeride ve dışarıda maskesi düştü. Şimdi Erdoğan’ın gerçek yüzünü tüm dünya tanıyor. Erdoğan onun için “kim ne derse desin, dinlememem” diyor. İçeride CHP alternatif olamayınca Erdoğan dış destekten yoksunluğa rağmen içeride ele geçirdiği fırsatları kullanarak AKP’yi devletleştiriliyor, devleti AKP’lileştiriyor.
Peki, o zaman AKP nasıl gider ya da aşılır?
Mevcut durumda AKP seçimle gitmez. Bu çok net. Bu haliyle CHP seçimde de AKP’yi durduramaz. CHP, ya silkelenecek ve demokratik bir cephe oluşturup içinde yer alacak, halkla AKP’yi durduracak ya da AKP onları istediği gibi kullanacak. Şimdi var olan CHP zayıf, silik, etkisi kırılmış bir CHP’dir. 7 Haziran seçimlerinde AKP tek başına hükümetten düştü. Savaş dilini öne çıkardı. 24 Temmuz’da savaşa başladı. 1 Kasım seçimleri öncesi halka “biz iktidar olmazsak Türkiye’de istikrar olmaz, güvenlik olmaz, mutlaka iktidar olmamız lazım” dediler. Ama güvenlik sağlanmadı, Türkiye daha büyük güvenliksiz bir ortama sürüklendi. Çünkü politikaları ırkçı ve faşistti. Bunlarla da güvenlik sağlanmaz.
Bir ülkede polisiye önlemlerle güvenlik sağlanmaz. Halkın meşru, toplumsal talepleri var ve halkı sen halkı düşman ilan edersen, halkın bir kesimini ezmeyi, bastırmayı, yok etmeyi politika olarak belirlersen, buna karşı da direnç olursa da ona karşı güvenlik önlemleri bir işe yaramaz. Şimdi güvenliği sağlamayı bırakalım her taraf daha büyük güvenliksizlik içinde. Neredeyse Türk ordusunda el atılmadık general kalmadı. Herkes herkesten şüpheleniyor. Genelkurmaya bile Erdoğan polis korumasında gidiyor. Suriye’de savaşa girdiler, ne olacakları belli değil. Irak’ta savaşa bulaştılar, ne olacakları belli değil.
Erdoğan bir mahalle kabadayısı gibi çevreyi tehdit ediyor. Komşu devletler zayıf düşmüş ve Türkiye bundan avantaj elde etmek istiyor. İşte burada CHP çok cılızlaştı. Güya Türkiye Cumhuriyetini kuran parti, cumhuriyetten vazgeçmeyeceklerini söylüyorlar ama Erdoğan önce “bize oy vermezseniz Türkiye’de istikrar, güven olmaz” diyordu. Şimdi de “başkan olmazsam Türkiye’de istikrar olmaz, güvenlik sağlanmaz” diyor.
Aslında burada bütün sorun AKP faşist iktidarını, MHP ve diğer gerici kesimlerle birleşerek kalıcılaştırma sorunu. Böyle bir yerde CHP’ye yer yoktur. CHP ancak koltuk değneği olur, göstermelik bir parti olur ya da kimliğini kaybetmiş bir CHP olur. Şimdi CHP ya sosyal-demokratik bir çizgiye gelir ve Türkiye toplumunun sorunlarına sahip çıkar ya da savrulur gider. Kılıçdaroğlu şimdi “Türkiye sürükleniyor, önünü görmüyor” diyor ama aynı şey kendisi için geçerli. CHP Türk toplumuna, Kürt toplumuna ne vadediyor! Hangi çözüm projesi var? Biz söyledik demekle bu iş bitmiyor.
Şimdi Türkiye’de AKP her şeyi ele geçirmiş; bütün bürokrasiyi, bütün ekonomik kaynakları, bütün basın-yayını her şeyi ele geçirmiş ve Türkiye’yi istediği tarafa sürüklüyor. Yasal-anayasal sistem de dinlemiyor. Mevcut faşist Kenan Evren yasası bile ona yetmiyor ve Erdoğan “Anayasayı bana uydurun” diyor. CHP buna karşı daha demokratik bir anayasa, daha demokratik bir Türkiye projesiyle öne çıkmak zorunda. Yoksa kaybedecek.
AKP, demokratik bir yarış ortamında hangi sonuçla karşılaşacağının cevabını 7 Haziran seçimlerinde aldı. Bunun korkusu var ve onun için “artık ya kanla-zorla giderim ya da zorla kalırım” noktasındadır. ‘Başkanlık’ da bir zor dayatmasıdır. Türkiye’de ne ABD tarzı, ne de Fransa tarzı bir başkanlık sistemi savunulmuyor. Türk işi, üniter, tekçi, Saddam’ın sistemini de aşan bir sistem savunuluyor. Türkiye’nin bütün farklılıkları düşmanlaştırılıyor.
Kürtler 40 yıldır bu saldırıların muhatabıydı. Kürtler 12 Eylülcüleri, Jitemleri, Hizbullahları gördü. Erdoğan da bütün stratejisini Kürt hareketini silahsızlandırmak ve tasfiye etme üzerine kurdu. Çözmek yerine teslim alıp dağıtmayı hedefledi. Şimdi de devletin bütün gücünü bu hedefine ulaşmak için seferber etmiş durumda.
Kürt halkına ve demokratik kurumlarına dönük çok yoğun bir baskı ve saldırı var. Son olarak HDP’ye yönelik bu operasyon Kürt halkının duygusal kopuşunu siyasal kopuşa götürme riski var mı?
İşte burada Kürt hareketinin yeni döneme göre hazırlaması, eğitmesi ve örgütlemesi gerekiyor. Çünkü Kürtlerin topyekun varlığı hedefleniyor. Erdoğan ve AKP Kürt halkını halk olarak düşman görüyor, Türkiye’nin varlığı için tehdit görüyor. Örneğin Rojava’da Kürtlerle ittifak yapsalardı Türkiye şimdi bambaşka bir noktada olurdu. Ama Türkiye Rojava Kürtlerini de düşman ilan etti. Türkiye en makul çözümü bir kenara bıraktı, en haksız ve en zalimane düşmanlığı dayattı. Orduyu sınıra yığdı, 700 kilometrelik duvar örmeye başladı. Bunu Kürtleri birbirinden koparmak için yapıyor. Diğer yandan da KDP’ye sığınıyor ve Kürtlerin birleşmesinin önüne geçiyor.
Türkiye Kürt düşmanlığı temelinde herkesle ittifak yapıyor. Ordusunu sınır dışına çıkarmış ve uçakları aşağı inmiyor. Akla ziyan! Türkiye’de basın bitirildiği için kimse “Uçaklarımız niye 24 saat havadadır” diye sormuyor. Türkiye hiç savaş yokmuş gibi yaşıyor. Savaş Kürdistan’da yürüyor, Kürdistan yakılıp yıkılıyor. Buna rağmen Kürtler, Türk halkına karşı olumsuz bir tutum içinde değil. Fakat her gün yüzlerce operasyon, tutuklama, hava bombardımanı, ölüm haberleri veriliyor. Binlerce Kürt gencinin öldürüldüğü söyleniyor. Ama bu Türkiye’de normal karşılanıyor. AKP ile Türkiye’de insan, insani bakış bitirildi. Bir yandan bu kadar inkar, imha, baskı, bombalama, öldürme oluyor.
Buna karşı Kürtler direnip bazı eylemler yapınca da sanki rüyadan uyanırmış gibi “Bu nereden çıktı? Niye PKK bunu yapıyor?” diyorlar. Ama hergün tonluk kazan bombaları PKK’lilerin üzerine atılıyor. Her gün “Uçaklarımız sınır içinde ve sınır dışında vurdu” deniliyor. Buna karşı Kürtlerin kendini savunmasında daha doğal ne olabilir. Onlara göre Kürtlerin kendini savunma hakkı da yok.
Kürtlere konulan tek şart Türk olmaları, kendileri gibi olmaları. Onu kabul etmeyince de “yok olacaksınız” deniliyor. Bu da terör ve soykırımdır. Hiç bir halk “ben başka bir halka dönüşürüm” demez. Halklar bunu kabul etmez. Ama düşünün ki, Türkiye’de en alt sınır olan 20 milyon Kürdün anadilde eğitim yapacağı bir kreşi yoktur. O zihniyete göre Türkiye’deki Türk olacak, Suriye’deki Arap olacak, İran’daki Acem olacak; Kürt olarak yaşayamayacak, statüsü olmayacak!
Böyle bir hastalıklı zihniyet bela üretir. Kürtler üzerinde soykırım, ölüm, şiddet, terör eserken Türkiye’de rahmet yağmaz. Türkiye’nin payına da faşizm, baskı, tutuklama düşer. En son sıra Cumhuriyet gazetesine de gelir. CHP onunla da kurtarırsa iyidir. Diğer çevrelerin Kürtlerle yan yana görülmeyelim korkusu ya da klasik devletçi bakış Türkiye’yi AKP’ye teslim olmaya götürdü. AKP de, bugün herkesin kabul ettiği gibi, en ırkçı ve faşizan bir savaş bloku oluşturdu. Daha düne kadar Erdoğan MHP’ye kafatasçı diyordu. Şimdi bir oldular. AKP, MHP’nin çizgisine geldi.
Türkiye’de muhalif basının tümüyle susturulması sonrası kalan AKP yanlısı basında sürekli PKK’nin zayıfladığı propagandası yapılıyor. Bunun tersine ise AKP’nin güçlü ve başarılı bir politika izlediği algısı yaratılıyor. Sizce bu propagandanın gerçekle ilişkisi nedir?
Bağdat bombalanırken CNN canlı yayın yapıyor ve bütün dünyaya Saddam’ın büyük bir suçlu olduğunu, kimyasal silahlar depoladığını söylediler. Savaş bitti ve ortaya çıktı ki, kimyasal silah yok. Türkiye’de ise bir dönem Erdoğan “Kürt sorunu benim sorunumdur, çözeceğim. Analar ağlamasın” dedi. Ve aynı Erdoğan “Kürt sorununu düşünmezseniz yoktur” dedi. Halkların varlığı şakaya gelecek konular değildir. Bir toplumun doğal toplumsal gelişimine müdahale ediyorsun, yok sayıyorsun ve kendi içinde eritmek istiyorsun. Bir halkı sofralık hala getiriyorsun; yani bir yemeği yersin, miden onu eritir, vitaminlerini, besin değerini kan dolaşımıyla bütün vücudun alır ve kendini büyütür geliştirir. Geriye kalan posasını da atarsın. Şimdi Kürtlere de yapılmak istenen budur.
Bu durumda Kürt halkının direnmesi hem doğal bir haktır hem de başka bir şansı yoktur. Çünkü yok oluyor. Eğer ben halk olarak varsam ve yaşamak istiyorum iddiasındaysan, onu yok etmek isteyene karşı direnmesi lazım. Bunu bilinç ve örgütle donatırsan da kendini yenilmez kılarsın. Türkiye 1923’ten beri bu halkı yok edemedi. Kürtler katliamlardan geçirildi, eğitimsiz, örgütsüz ve bilinçsiz bırakıldılar ama yok edilemediler. Şimdi 40 yıllık mücadele deneyimi, bu kadar kadroya rağmen nasıl ortadan kaldırılacak!
Türkiye’nin savaş iradesi kırılmadan, ırkçı-faşizan zihniyeti geriletilmeden bir barış, çözüm ya da demokratik seçenek ortaya çıkmaz. Kimse bu konuda kendini kandırmasın. Şimdi bazı Kürtleri televizyona çıkarıyorlar, “Her şey iyiydi, bu savaş neden şehirlere taşındı” dedirtiyorlar. Türkiye hiçbir zaman şehirlerde savaşı durdurmadı. Bu kadar polis, bu kadar hapishane, bu kadar tutuklama var. Bunlar savaş ve saldırı değil mi? Buna karşı savunma neden büyük günahmış gibi sunuluyor.
İşte burada psikolojik savaşın çarpıtma gücünü görmemiz lazım. Eskiden Dersim katliamları dönemi Kürtler yoktu, basını yoktu. Dünyaya ses veremiyordu. Hükümetin tek taraflı açıklamalarıyla işler yürütülüyordu. Şimdi Kürtlerin de basını, aydınları, kendini anlatma gücü gelişince Türkiye en büyük yatırımını AKP eliyle basın-yayın organlarına, kara propagandaya, psikolojik harbe yatırdı. Askeri cepheden çok bu cepheden savaş yürütülüyor. Bir sürü ne düğü belirsiz insan ‘uzman’ diye her gün televizyonlara çıkarılıyor.
Türkiye’nin aydınları, demokrasi güçlerini halk dinlemiyor, halk onlara ulaşamıyor çünkü onlar artık basına çıkarılmıyor. Onların yazma olanağı kalmadı. Sadece kapatmalar da değil yüzlerce yazar, yorumcu işten çıkarıldı. Bunun yanında bölgeden giden haberler Ankara’da ters yüz ediliyor.
Büyük bir psikolojik savaş var ve birçoğu televizyonlara çıkıp “PKK yenilmiş” diyorlardı. Bu propagandayı da daha önce çok yaptılar; “yendik, belini kırdık, ezdik, dağılacaklar...” Şimdi bu söylemlere hız verdiler. Elbette böyle bir çabaları var. Bu konuda hiç bir kaygıları yok. Bir gün de 10 bin Kürt gencini öldürseler, buna sevinecekler. Ne kadar çok Kürt öldürseler o kadar seviniyorlar. Ama bu onların utançları olacak geleceğe dönük. Nasıl bugün Dersim katliamını savunamıyorlarsa, yarın AKP’nin katliamlarını da gelecek kuşak tartışacak ve lanetleyecek. Kürtleri öldürebilirler, Kürtleri sürebilirler, Kürtleri yoksullaştırabilirler ama Kürtler kadim bir halktır. Bu coğrafyanın bir parçadır, tarihin bir parçasıdır. Bu topraklar onlara aittir.
Kayseri’den, Yozgat’tan geliyorlar Diyarbakır’da, Hakkari’de Kürt çocuklarını öldürüyorlar. Onlar öldüğünde de “bizim askerimiz, polisimiz öldü” diye kıyameti koparıyorlar. Gelip öldürmek istedin ve o toprağın çocuklarıyla çatıştırdın. Bu kadar saptırma, her şart altında yüzde yüz kendini haklı gösterme, karşı taraf ne derse desin, ne yaparsa yapsın hak hukuka bakmadan sürekli kötü gösterme nereye kadar gider. Türkiye halkının artık doğru haber alma hakkı da kalmamış. AKP borazanlığı yapan basın dışında bir haber kaynağı da kalmamış. Çok sayıda asker-polis ölüyor, bunlar AKP için hiç sorun değil. Maaşını veriyor yenilerini alıyor. Halktan topladığı parayla halkın çocuklarını ölüme gönderiyor. Karşı tarafta öldürdüğü Kürt de zaten onun için sorun değil, diğeri de Anadolu’nun yoksul kesimleri. AKP bunun üzerinden savaşı yürütüyor.
Ama AKP başarıyı ve zaferi görürleri mi, onu zaman gösterecek. Bakalım Kürtler ne yapacak! Kürtler el mi yaman bey mi yaman herkese gösterecek. Kürtler bırakalım tarihi birikimini, 40 yıllık birikimi var. 40 yıldır can veriyor, emek veriyor ve büyük bir deneyim kazandılar. Ortadoğu eskisi gibi değil, dört devlet her an birleşip Kürtleri boğsun; dünya soğuk savaş dönemi gibi her şart altında Türkiye’yi desteklesin. Erdoğan şimdi dünyaya “kim ne derse desin, benim için tek önemli olan şey devletin bekası. İnsan hakları da, hukuk da dinlemem, milletvekili de dinlemem, hepsini ezer geçerim. Sınırları da aşarım, Irak’a da girerim, Suriye’ye de girerim” diyor. Çünkü Avrupa ve ABD’nin Kürtler için savaşmayacağını biliyor. “Rusya’yla yaptığımız gibi yarın onlara da biraz çıkar sağlarız, taviz veririz ve yine anlaşırız” diyorlar.
Kürtlere karşı 90 yıldır süren katliama karşı Amerika ve Avrupa şimdiye kadar ne yaptı? Şimdi şehirler yakılıp yıkılıyor, insanlar katlediliyor, yüzlerce insan tutuklanıyor, bir halk bu kadar tehdit altındayken Avrupa ve Amerika kaygı ve endişe belirtmekle yetiniyor. Botan gibi en kadim Kürt bölgeleri insansızlaştırılıyor. Bütün sınır kalekollarla donatılıyor, Suriye sınırında eski mayınlar kaldırılacakken, Türkiye bu konuda anlaşma imzalamışken şimdi duvarlar örüyorlar. Ve dünya buna hiç ses çıkarmıyor.
Avrupa ve ABD’nin tutumunu açtınız. Geçtiğimiz hafta Belçika mahkemesi bir karar aldı. 2010’dan itibaren Kürt siyasetçilerine ve kurumlarına dönük süren davalar düştü. Mahkeme heyeti, “PKK’nin silahlı eylemlerinin terör eylemi olarak değerlendirilemeyeceğini” açıkladı. Bu kararın Avrupa hukuk sisteminde nasıl bir karşılığı olur? Ya da bu kararın alınmasında Avrupa ve Türkiye’deki gelişmelerin ne gibi etkisi var?
2002’de ateşkesin olduğu ve savaşın durduğu bir ortamda, Türkiye’nin dayatmaları sonucu PKK için “terörist örgüt” kararı aldılar. Avrupa’da 2 milyon Kürt yaşıyor. Şöyle veya böyle örgütlendiler, dernek ve kurumlar örgütlediler. Kürtlerin sesini dünyaya duyurmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin savaş ile yaptığı yıkımı, terör ve şiddeti dünyaya duyurmaya çalışıyorlar. Avrupa’da Kürtler bir aktivite içindedirler. Türkiye bundan son derece rahatsızdır. Kürdistan’da yaptığı katliamların gizli kalmasını ve dünyanın duymamasını istiyor. Avrupa’daki Kürt varlığı bunu engelliyor.
Sonra Avrupa ülkelerine baskı yapmaya başladı, NATO üyesi olmasını kullanıyor. “Biz NATO üyesiyiz, müttefikiz” diyorlar. Sanki Kürt toplumu, uzaydan gelmiş; Türkiye toplumunun içinden çıkmamışlar, Kürdistan halkının ve topraklarının bir parçası değillermiş gibi yaklaşıyorlar. Avrupa da Türkiye’yi daha çok desteklemeliymiş. Aslında şimdiye kadar Avrupa hep Türkiye’ye suç ortağı oldu, bütün suçlarına göz yumdu. NATO destek verdi, Türkiye’nin kullandığı tüm silahlar NATO silahıdır. İstihbaratı, keşif uçaklarını NATO veriyor.
Aksi durumda Türkiye tek başına bu savaşı yürütemezdi, savaş 40 yıl sürmezdi. Aynı zamanda bu kadar ağır bedel ödemezdi. Aslında Avrupa’nın bu konuda özeleştiri vermesi gerekiyor. Türkiye’ye, “biz sana yeteri kadar destek verdik, işbirlikçilik yaptık. Sen bu inkâr ve şiddetten vazgeç. Ayrıca Avrupa Birliği’ne girmeye çalıştın, başvurular yaptın, şimdi Kopenhag Kriterlerine uymak yerine, Ankara kriterlerini Avrupa’ya dayatıyorsun. “DAİŞ’i Avrupa’ya taşıdın ve bizi onun ile tehdit ediyorsun” demelidir. Zaten Erdoğan en son konuşmasında “bu terör sizi de yakar” diyor. Yani PKK hiçbir zaman Türkiye’nin istekleri üzerine Avrupa’da şiddet eylemleri gerçekleştirmedi. Öyle bir çizgisi ve dünya görüşü yok. Olmadı, olmaz. Ama bunu DAİŞ’e yaptırdılar.
Nasıl ki Türkiye’de kriz yaratmak, Kürt hareketini bastırmak için DAİŞ kullandılarsa; Avrupa’da da öyle yaptılar. Suruç, Amed, Ankara Garı, Antep’te nasıl ki DAİŞ eliyle katliamlar yaptılarsa; aynı şekilde, Brüksel ve Paris de yaptılar. Yani DAİŞ’in önünü açtı. Sınırlarını aştı. DAİŞ ne kadar MİT ile iç içe geçmiş, tespit edilemedi. Bir Türk DAİŞ’inden bahsediliyor. Aşırı bir Türk kadrosu da var. Suriye’de bunları yönlendirdiler, yönünü Kobanê’ye, Kürtlere verdiler. Sivri bir ucunu da Avrupa’ya yönelttiler. Avrupa’yı DAİŞ ile tehdit ettiler, halen de yapıyorlar.
Bu nedenle Amerika da dâhil Avrupa, DAİŞ ile suç ortaklığından dolayı Erdoğan’ı yargılamalıdır. Suçludurlar, hem de savaş suçu işlediler. İşlenen suçlar, savaş ölçüleri ile de açıklanamaz. Savaş yasalarına göre de suç işlediler. Bu açıdan her örgütlenen, demokratik hakkını kullanan Kürdün, hemen boğazına sarılmak, dava açmak, hapse atmak, terörist ilan etmek; Avrupa’nın da değer yargılarına aykırıdır. Gerçekten de Kürtler bu kadar suçlu mudurlar? Suç yaratmak için mi yaratılmışlar? Bu kadar Avrupa’ya yerleştiler, çalıştılar, kendilerini eğittiler, dil öğrendiler. Türkler gibi ırkçı değiller.
Avrupa’daki Türk camilerinde ırkçılık üretiliyor. Avrupa’nın her köşesinde, diyanet cami açtı ve tarikatlar kol geziyor. PKK bunu engellemeye çalıştı. Kürt çocuklarının bu ağların içine düşmemesi için büyük bir çaba sarf etti. Bu aynı zamanda Avrupa’nın güvenliği için de gerekliydi. Kürtler, orada Avrupa’nın değer yargıları ile yaşadılar, onun ile bütünleştiler. Türkiye ise, oradaki Türklerin Avrupa ile bütünleşmemesi için çalışıyor. Irkçılığı, milliyetçiliği ve mezhepçiliği Türkler arasında yayıyorlar. Bu Avrupa için bir tehdittir.
Avrupa bunu yapacağına, Kürtleri hapse atıyor, Türkiye’nin NATO da yaptığı gizli pazarlıklar ve ekonomik çıkarlar ile Kürtleri hedef yapıyor. Med Nûçe televizyonu neden kapatıldı? Fransa şirketlerinin ticari çıkarları üzerine kapatıldı. ROJ TV, NATO’nun Genel Sekreterliği pazarlığı üzerine kapatılmıştı. Oradan süreç başlatıldı ve mahkemelere bile gitmediler. Çünkü Avrupa’nın yargı sistemi, TV’leri kapatmak için kolay izin vermemekte. Hemen ticari gerekçeler ile devreye girip kapattılar.
O zaman Brüksel davaları neden Kürtleri terörist ilan etsin. Yüz yıldır, Türkiye bir inkâr savaşı yürütüyor ve Kürtler de buna karşı direniyor. Silahlı ve silahsız olarak direniyor. Kürdistan’daki demokratik ulusal mücadele, silahlı mücadeleye indirgenemez. Türkiye kurnazlık yaptı, yüz yıllık Kürt sorununu getirip PKK’ye bağladı. Silahlı mücadeleye ve savaşa bağlayarak, kendi bu şekilde kurtardı. “Sorun PKK’dir, PKK de eşittir şiddet demek; dolayısıyla burada bir Kürt sorunu yoktur. Yani reformlar yapmaya, yasaları değiştirmeye, Kürtlerin haklarını vermeye gerek yok” dedi. Aynı şeyi Avrupa’ya dayatıyor. Avrupa’daki Kürtlerin terörist midir, hepsi silahlı mücadele mi yürütüyor?
40 senedir on binlerce insan Türkiye’de hapislere girip çıktı. Milyonlarca insan meydanlara çıktı, yürüyüş ve mitingler yaptı. Son seçimde 6 milyon insan oy verdi, 100 tane belediye kazanıldı. Bütün bunlar silahlı mücadele ile ifade edilebilir mi? Silahlı mücadele sadece bunun bir parçasıdır ve her zaman belirgin ve önde olan bir parça da değildir. Asıl olan örgütsel, siyasal mücadeledir. Kürtler bu konuda dünyanın en aktif, en bilinçli, en dinamik halklarından biridir. Özellikle yarattığı gençlik ve kadın hareketleri ile Ortadoğu’nun rengini değiştirecek, Türkiye’nin bütününü fazlasıyla değiştirecek bir dinamizme sahiptir. Toplumsal bir proje ve halka hitap etme gücüne sahipler. Bunu çıkışlarından beri kanıtladılar. Öyle taktik adımlar da değildir, bunlar stratejik adımlardır.
Eşitlik, özgürlük, adalet ve herkese demokrasi; bütün halklara, azınlıklara, renklere özgürlük; herkes istediği gibi kendisini yönetebilsin denildi. Kürtler böyle bir gelenekten geliyor. Bu konuda Avrupa değer yargılarına en yakın duran kesimdir. Avrupa buna sahip çıkacağına, hep çıkarlarını öne aldı. Şimdi Belçika mahkemesi, “PKK’nin bir terör örgütü olmadığını” söylemesi, aslında geç kalınmış bir söylemdir. Bu kararlar çok önceden alınmalıydı. Böyle olsaydı, Türkiye çok fazla üzerlerine gidemezdi. PKK’ye terörist denildiği için, Türkiye hergün kafalarına vuruyor.
Mesela orada izin alınarak bir çadır açılıyor, bir imza kampanyası yapılıyor. Böyle basit bir şey için bile Türkiye “siz teröre destek veriyorsunuz” diyor. Şimdi bütün Avrupa ülkelerini, PKK’ye destekçilik ve yatakçılık ile suçluyorlar. Hemen Belçika’yı tehdit ettiler. Bunun üzerine, Belçika savcılığı, mahkeme kararına itiraz etti.
Belçika geri adım mı atmış oldu?
Evet, tekrardan mahkeme kararını iptal etmek istiyorlar, terörizme indirgemek istiyorlar. Tabi bu Avrupa’nın demokrasi güçlerinin, demokrasiye ne kadar bağlı kalıp kalmaması ile sorunlara ilgili olup olmayacağı ile bağlantılıdır. Yoksa bürokrasi ve hükümetlere kalsa, alttan alta yine Türkiye ile anlaşacaklar. Birçok konuda çıkar ilişkileri var. Ortak iş yapıyorlar; istihbaratları, ticari ilişkileri var. Önemli olan bu konuda Avrupa kamuoyunun bilinçlendirilmesidir. Bürüksel, Belçika aydın güçlerinin, onurlu yargıçların; özgürlük, eşitlik ve demokrasi ölçüleri ile bu sorunları ele alması gerekiyor.
Diyebiliriz ki 20. yüzyılın en mağdur, en çok kaybeden, en çok ırkçılığa ve imhaya teslim edilen halkı, Kürtlerdir. Kürt coğrafyasında çizilen haritaları Fransız, Alman ve İngilizler birlikte çizdi ve Kürtler halen bu faturayı ödüyor. Avrupa’nın artık kendisine gelip, “bu işte bizim sorumluluğumuz var, PKK ateşkes ilan etti, barış ve demokrasi umudu vardı, bu sürece bile doğru dürüst sahip çıkamadık” diyebilmesi gerekiyor. Cılız sesler ile destek verdiler o zaman.
Şimdi ise Kürtlerin başına bu kadar felaket getiriliyor. Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’nun üyesi olan Kürtler hapse atılıyor. Sadece endişelerini belirtiyorlar. Eleştiri yapıyorlar, ama başka bir yaptırım yok. Böyle olunca, Türkiye onları orada sıkıştırmaya ve evindi vurmaya çalışıyor. “Ya bana destek vereceksin, ya da ben sana karşı tavır alırım ve sana zarar veririm” diyor. Tersi olmalıydı, Avrupa Türkiye’ye, “ya Avrupa Birliği normlarına uymalısın, ya da seni dışlarız. Bu kadar Kürt düşmanlığına, Kürtleri ezmene izin vermeyiz.”
Türkiye’ye karşı hiçbir yaptırımı da gündeme getirmiyorlar?
Maalesef öyle. 40 yıl savaş ve yıkım oldu, köyler boşaltıldı, binlerce faili meçhul cinayet işlendi. Bugün de Kürdistan’da sürek avı oluyor; üniversiteli gençler, kadın hareketleri, legal partiler, belediye çalışanları, binlerce insanı hapishanelere yığmışlar. Bunların hiç biri de eline silahı almamıştır. En son büyük şehir belediyelerine ve başkanlarına el attılar. HDP’nin parti genel merkezine el attılar. Bir eşkıya yuvasıymış gibi parti genel merkezlerini basıyorlar. Herkesin gözü önünde bunlar yapılıyor ve gözdağı veriliyor, aşağılanıyorlar. “Yasa bende, güç bende, polis bende, istihbarat bende; istediğimi yaparım” diyorlar. Bu Avrupa’nın değerlerine de bir saldırıdır.
“Olacak mı olmayacak mı, kimler katılacak” tartışması içinde, Demokratik Suriye Güçleri (QSD) Rakka operasyonunun başladığını açıkladı. Türkiye bu operasyonu engelleme ve özellikle de QSD’nin katılmaması için büyük çaba harcadı. Musul operasyonuna paralel Rakka operasyonunun başlatılması, Suriye ve Ortadoğu’da dengelerde nasıl bir etkide bulunur?
Çok karmaşık sorunlar; hem bölgesel güçleri ilgilendiriyor, hem de bütün uluslararası güçler işin içindedir. Sürekli de değişkenlik arz eden bir durum var. Türkiye’nin derdi ise Kürtleri dışlamaktır. Yani hem Suriye, hem de Irak’ta Türkiye aktif olarak içine girip, Kürtleri dışlamak istiyor. Bir Kürt oluşumuna izin verilmesin ve Sünniler biraz daha öne çıksın istiyor. Böylesine mezhep bakışlı bir politikası da var. Irak’ta bu durum görüldüğü için, Türkiye’yi katmak istemediler.
Türkiye’nin Irak’taki varlığı, aslında gayri meşrudur. Hükümet buna onay vermedi. Adeta Türkiye yabancı bir ülkeye zorla girdi. Diyor ki “eski hükümet bizi davet etmiş.” Ama yeni hükümet böyle bir daveti kabul etmiyor, “git-çık” diyor. Bu sefer Türkmenleri bahane ediyorlar, “KDP izin verdi” diyorlar. Ama KDP’nin yabancı bir askeri gücü Irak’a getirme yetkisi yoktur.
Bunu ancak Merkezi Irak hükümeti yapabiliyor değil mi?
Tatbiki merkezi hükümete bağlıdır. Kürdistan bölgesi de halen merkezi hükümete bağlıdır ve ayrı bir devlet değildir. Bu aynı zamanda KDP ve Güney Kürdistan hükümetini de zora sokuyor, Irak hükümeti ve İran ile karşı karşıya getiriyor. Amerika da bu dengeleri dikkate alarak, Türkiye’nin oradaki varlığını istemedi. Ama uzlaştırmaya, tepki ve çelişkileri yumuşatmaya çalışıyor. Fakat Türkiye risk almış, “ne pahasına olursa olsun, Şengal ikinci Kandil olmasın, Irak’ta PKK varlığı var, gerekirse ona karşı savaşırız” diyerek saldırıyor.
Aynı zamanda Türkiye Kandil ve Behdinan gibi alanlara saldırı hazırlığı da yapıyor. Büyük bir saldırı ihtimali de vardır; içerde bu kadar yoğun bir savaş var, Suriye’ye girmiş ve Irak’a bu kadar güç yığmış. Her cephede topyekün bir savaş ile Kürtlere cevap oluyorlar. Çünkü “bu karmaşa da devletler bizim ile uğraşamaz” diyorlar. Kendilerince bu kriz ve kaostan böyle yararlanıyorlar. Devletlerin ilişki ve güçlerini de görüyorlar.
Böyle bir durumda Rakka operasyonu gündeme geldi. Musul önemlidir, ama tek başına yetmiyor. Eğer gerçekten DAİŞ, Ortadoğu’dan tasfiye edilecekse, en fazla toprak ele geçirdiği ve nüfusa hükmettiği yer, Suriye ve Irak alanlarıdır. Orda da Musul ve Rakka’da yoğunlaşılıyor. Eğer bu iki alanda kuşatılıp tasfiye edilirse, o zaman DAİŞ büyük bir tehlike olmaktan çıkar. Belki marjinal gruplar olur, başka ülkelere kayarlar, ama Suriye ve Irak’ta büyük bir tehlike olmaktan çıkarlar.
Zaten PYD, PKK ve Kürt hareketi başından beri DAİŞ ile aktif bir şekilde savaşan bir güç oldu. Kobanê’de büyük ve tarihi bir destan yazıldı. DAİŞ’in yükselişi ve moral üstünlüğü kırıldı. DAİŞ’e karşı savaşılabileceği ispat edildi. Bütün Ortadoğu ülkeleri ve Amerika bunu gördü. Zaman kazandılar ve örgütlendiler. Aslında DAİŞ’i kıran güç PKK ve PYD oldu. Şimdi her kes DAİŞ’e karşı operasyona katılmaya çalışıyor, yarışıyorlar. Türkiye’de bunun başını çekiyor. Ama DAİŞ her yere saldırdığı zaman, PKK ve PYD dışında kimse karşısında durmadı. Baktılar ki dengeler değişiyor ve DAİŞ baş aşağı gidiyor, her kes çıkarlarını, nüfus alanlarını ilerletmeye çalışıyor.
Aslında hiç kimsenin bir çözüm projesi yok, daha demokratik bir Suriye projesini savunan kimse yok. Nüfusunu kaybetmeme ve varlığını koruma gayretini sarf ediyorlar. Aslında Türkiye Irak ve Suriye’de bütün iddialarından vazgeçmiştir. Tek iddiası, PKK, PYD olmasındır. Her şeş ona indirgendi. Artık Esad’ın gitmesini de istemiyorlar. Esad da olsun, Suriye rejimi de olsun, her kes olsun, ama yeter ki kantonlar ve Kürt oluşumları olmasın.
Türkiye ÖSO adı altında, kendine bağlı çeteler örgütlüyor. Aslında öyle bir güç yok; Araplardan oluşan, kendine özgü plan ve projeleri olan bir muhalefet gücü yok. Onun için Amerika, PYD’den vazgeçmedi. Çok baskı yaptı, “Ben bir NATO ülkesiyim, Ortadoğu’da çok büyük bir gücüm, niye PYD ile iş yapıyorsun, benim ile yap. Biz 50-60 binlik bir güç de örgütleriz ve alternatif oluştururuz” diyor. Ama Amerika bakıyor ki sahada alternatif bir güç yok. Eğer Türk askeri, tankları ve destekleri olmasa ÖSO denen kişiler nerede, kaç gün barınabilir.
Amerika bunu bilmiyor mu?
Çok iyi biliyor. Dolayısıyla Amerika’nın da kendi takvimi içerisinde seçimler var. Bundan dolayı operasyonları daha önceden başlatmak istiyorlardı. Demokratların iktidarında bu operasyonlar olursa, seçimlerde de avantajlı olurlardı. Seçimden önce DAİŞ’i temizleyemediler, ama en azından başlatmış oldular. Rakka’nın sona kalmasında, Türkiye’nin de payı oldu. Sonuçta Amerika, YPG ve QSD dışında hareket edebileceği başka bir güç bulamadı. Yani Türkiye’ye de güvenemediler. Türk devleti kendi askerini getirip, DAİŞ ile savaşmıyor zaten. Maşaları kullanacak, bu maşalar da zaten sahadaydılar, isteselerdi şimdiye kadar DAİŞ ile savaşıp güç olurlardı. Ama öyle olmadı. Türkiye binlerce tır silah ve mühimmat gönderdi. Hepsi DAİŞ’in eline geçti. Eski Suriye muhalefeti güçlerinin de hepsi DAİŞ’e geçti. DAİŞ militanlarının hepsi Türkiye üzerinden Suriye’ye kaydı.
Bunlar dünyanın bilmediği veya unuttuğu meseleler değildir. Ama bunların hiç biri olmamış gibi, gerçekten DAİŞ ile bir savaşı varmış gibi, Türkiye öne çıkmak istiyor. Mevcut güçler ve taraflar durumu biliyor. Mesela Türkiye, “Musul operasyonuna PKK ve YBŞ katılmasın” dedi. KDP’nin de ortaklığı ile bunu başardılar. Fakat Suriye’de, uluslararası güçlerin bir alternatif yok. Demokratik güçlerin dışında, Rakka operasyonunu yapacak bir güç yoktur. Ya DAİŞ ile savaştan vazgeçecekler, ya da oradaki güçleri destekleyerek, Türkiye’yi de çok bulaştırmadan bu operasyonu yapacaklar.
Rakka operasyonunun başladığı gün Amerika Savunma Bakanı Carter Türkiye’de görüşmeler yapıyordu. Bu görüşmeler Türkiye’yi ikna etmek için mi yoksa farklı bir pazarlık söz konusu olmuş mudur?
Farklı taviz ve pazarlıklar ile ikna ettiler. Daha önceki tavizlerde de Cerablus işgali oldu. Şimdi Efrîn’i tehdit ediyorlar, “kantonlar birleşmemelidir. Minbic’ı, El Bab’ı bize verin” diyorlar. Şimdilik Amerika, Türkiye’yi bütünü ile durduramasa da, çok baş ağrıtmasın, provokasyon yapmasın ve arkadan saldırmasın diyor. Muhtemelen görüşmeler, o temelde oluyor. Bazı tavizler verebilirler, ama Amerika ve Avrupa açısından, Ortadoğu politikaları Türkiye’nin isteği gibi olamayacak.
Bir de Tayyip’in kendisi DAİŞ kafalıdır, ona güvenmiyorlar. Mezhepçidir, milliyetçidir, tutucudur, pragmatisttir, dinlere ve halklara karşıdır, diktatöryal bir yapı oluşturuyor, Türkiye’deki bütün muhalif kesimleri tasfiye ediyor. Bu kadar açığa çıkmış olgular üst üste gelmişken nasıl Erdoğan’a güvenecekler. Ahmet Davutoğlu’nu zaten tasfiye ettiler, Binali Yıldırım da basit bir memur durumundadır. Herhangi bir tarihi perspektif yok, sadece devlet gücüne dayanarak idarecilik yapıyor. Öyle önderlik yaparak yönetmiyor.
Böylesi karmaşık ve kritik bir süreç Kürtler ve Kürt siyasi hareketleri arasındaki ilişki ve ittifakları nasıl etkiler?
Tabi burada en büyük sorun, Kürtlerin birlik yaratamamasıdır. İşte yürümüyor. Biz hareket olarak bunun için çok uğraşıyoruz. Tarih yazılıyor, Ortadoğu yeniden şekilleniyor. Böylesine bir altın fırsat bir daha Kürtlerin eline geçmez. Dört parçada güç olmuşlar. Partiler, basın-yayın organları kurdular, politik çalışma yürütecek binlerce kadro yaratabildiler. Ortadoğu’nun güçleri, Kürtleri kıskaca alıp boğmak isteyen güçler dağıldı. Bugün statükoyu savunan, bunda ısrar eden Türkiye ve İran’dır. Diğerleri kendilerini koruyamıyorlar. Bu güçlerin Batı ve bölge halkları ile de yoğun çelişkileri var. Bütün sorun Kürtlerin birlik olmasıydı.
Halk, aydınlar ve yurtsever damarı keskin olan kesimlerin hepsi bunu istiyor. Ama maalesef KDP, Türkiye ile girdiği ilişkiler ve Güney’de iktidar odaklı yarattığı yapılanmanın ötesine çıkamadı. Ulusal birliği yaratan, bu tarihi fırsatı önde tutan, ben değil de hepimiz kazanalım, topyekün olarak Kürt halkı kazansın diyen bir tutum içerisine girmedi. Partiler, siyasi önderlikler bugün var, yarın yoktur. Asıl olan halkların çıkarları ve kazanımlarıdır. Parçanın diğer örgütleri de zayıftır. Ana güçlerin birisi PKK’dir, diğeri de KDP’dir. Ama KDP bir türlü buna yanaşmadı.
Eskiden uluslararası engeller vardı. Birçok güç KDP’nin PKK ile yan yana gelmesini istemiyordu. KDP, “PKK dışlatanmış, PKK ile yan yana durmayayım” diyordu. Şimdi de PKK, diğer parçalarda güçleniyor, aman Güney’de güçlenmesin diye negatif bir tutum aldı. Bu tutum yanlıştır. Bakın MHP, CHP ve AKP, yani en karşıt güçler bile Kürtlere karşı birleştiler. İş savaş tezkeresi olduğunda, dış operasyonlar olduğunda hepsi birleşti. O zaman Kürtler neden birleşmesin, gerçekten Kürtler arasındaki çelişki bu kadar derin midir? Değildir.
Dünya görüşleri, parti programları, şekillenmeleri farklıdır. Bunları basite almıyoruz. Sorunların hepsini birden çözemeyebiliriz de, bir kısmını zaman ile çözeriz. Ama şimdi Ortadoğu’daki çıkarlarda birleşelim, uluslararası alanda Kürtlerin ortak temsili olsun, birbirlerinin aleyhinde devletler ile ilişkilere girmesinler, halkın beklenti ve umutlarını karşılasınlar. Öyle olursa Ortadoğu’da hiçbir güç Kürtler ile savaşmayı göze alamaz. Dört parçada Kürt örgütleri birleştiğinde, Kürtler savaşı kazanmıştır.
Hiçbir güç bu geniş dağlık coğrafyada, uyanmış siyasi bir halkı durduramaz. Zaten dünya da Kürtleri tanımaya açık bir hale gelmiş, Kürtler direnişleri ile güç olduklarını gösterdiler. Bütün Kürt aydınlarının, basın-yayın organlarının, yurtsever güçlerinin harekete geçmesi gerekiyor. Bu işi sadece partilere de bırakmamak gerekiyor. Hem partilerin böyle bir çabayı göstermesi ve hızlandırması gerekiyor. Çünkü durum acildir. Hem de diğer etkenlerin, Kürtlerin birlik ve ittifak olması konusunda çabalarını arttırması gerekiyor.
Ek olarak da Kürtler arası çelişkiyi öne çıkarmak, kızıştırmak, derinleştirmek yerine; ortak çıkarları öne çıkarmak gerekir. İttifak kurulursa en doğru olan yapılmış olur. Ama bunu bile yapamazsak ortak çıkarlarda birbirimize zarar vermemeli, birbirimizin işini kolaylaştırmalıyız. Bütün güçlerin sürece böyle yaklaşması gerekiyor. Zaman bizi, Kürtleri birliğe zorluyor, uluslararası güçler de bunu söylüyor. İşin en garibi Amerika temsilcileri de, herkes “Kürtler birlik olsun” diyor. Yani herkes bunun Ortadoğu ve dünya için olumlu sonuçlar doğuracağının farkındadır.